Avatar
Cengiz Özakıncı

Batı Cephesi kumandanı İsmet İnönü 30 Ağustos’u anlatıyor

featured

26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a, Büyük Taarruz’dan Büyük Zafer’e – 4

İsmet İnönü, 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz’da Batı Cephesi Kumandanıdır. Kurtuluş Savaşıyla ilgili olarak, çeşitli kesimlerce eleştirilmiştir. Kendisine yöneltilen eleştirilerin bir bölümü, Birinci İnönü ve İkinci İnönü savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi, 26 Ağustos Büyük Taarruz ve 30 Ağstos 1922 Büyük Zafer’e ilişkin olup, bu savaşlardan yaklaşık 25 yıl sonra, 1946’da, çok partili düzene geçilmesiyle birlikte, muhalif parti gazete ve dergilerinde boy göstermeye başlamıştır. Bunların büyük bir bölümü eleştiri sınırlarını aşan çok ağır aşağılamalar ve sövgülerden oluşmaktadır. Özellikle Cevat Rıfat Atilhan, Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu vs. yazarların, 1946’dan başlayarak İsmet İnönü’ye karşı yazdıkları, eleştiri sınırını kat kat aşan kişiliğe yönelik nefret, kin, karalama ve yüz kızartıcı sövgülerden oluşmaktadır.

İsmet İnönü, Sabahattin Selek tarafından hazırlanıp 1969’da yayımlanmaya başlanan “Hatıralar”ında, kendisine yöneltilen suçlamalara, karaçalmalara değinerek onlara bir takım yanıtlar da vermiştir. İnönü’nün 26-30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz ve Büyük Zafer’e ilişkin “Hatıralar”ının bir bölümü, 1970’te Sabahattin Selek’in “Milli Mücadele” adlı kitabında yayımlanmıştır.

İsmet İnönü, birinci cildi 1985, ikinci cildi 1987’de Bilgi yayınevince yayımlanan “Hatıralar”ın ilk cildinde, bir takım suçlamalara yanıtlar verirken, 26-30 Ağustos’ta cephede neler yaşadığını şöyle anlatıyor:

BATI CEPHESİ KUMANDANI İSMET PAŞA 30 AĞUSTOS’U ANLATIYOR

 w=Sakarya Muharebesinden sonra geçen bir sene zarfında, Fransızlarla, 20 Ekim 192l’de Ankara ltilafnamesi imza edildi. Bu itilafname müzakerelerinden Mustafa Kemal Paşa beni haberdar ediyordu. Vakit vakit müzakerecilerimizin istedikleri ve Fransızların direnişleri ile inkıta tehlikesi oluyor, ümitler azalıyor çoğalıyordu. Ümit azaldığı zaman fikir sorardı. Mesela büyük münakaşa Hatay’dan çıkıyordu. Meclise hakim olan hava, ne elde edilecekse, onun fazlasını istihsal etmek. Bunun için uğraşıyorlardı. Bir defasında, Mustafa Kemal Paşa bu hususta benim fikrimi sormuştu. Kendisine şu cevabı verdim:

“Adana’yı ve Antep’i kurtarmak esastır. Ondan sonra kurtarılabilecek olanları kurtarıp, anlaşmayı yapmamız ve Fransız cephesinden boşalmamız lazım. Oradaki kuvvetlere ihtiyacımız var. O bölge halkından muharebede her türlü istifade etmeye ihtiyacımız var.”

Mustafa Kemal Paşa, “ben de aynı surette düşünüyordum,” dedi. Müzakerelere devam ettiler ve nihayet anlaşma oldu. Ben bu arada Ankara’ya hiç gitmedim. Hep cephede bulunuyorum. Müzakereler, Ankara’da Franklin Bouillon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, Erkanı Harbiye Reisi Fevzi Paşa arasında cereyan ediyor, Mustafa Kemal Paşa bütün müzake­ relerde hazır bulunuyordu. Bir de Fransız Albayı Moujin vardı. Mustafa Kemal Paşa ile Franklin Bouillon arasında çok iyi dostluk hasıl olmuştu. Adam beni tanımak istemiş, ehemmiyet vermiş. Mustafa Kemal Paşa da bizi tanıştırdı. Bunun için cepheye geldiler. Kendilerini cephede misafir ettim. Buradaki müzakerelere beni de iştirak ettirdiler. Bu konuşmadan, sonra, ileride çok istifade ettiğim anlaşılacaktır.

Yakup Şevki Paşa ile halledilecek bir güçlüğüm çıktı

Taarruz hazırlıklarımız ilerliyor. Ankara’da Mecliste sabırsızlık hüküm sürüyor. Bir an önce ordunun taarruza geçmesini istiyorlar. Hükumet Meclisin karşısında güç durumda kalıyor. Nihayet 1921 yılının sonbaharında taarruz için beni sıkıştırmaya başladılar. “Olmaz;” dedim. “Bütün hazırlıklarımı tamamlamadan taarruza geçmem.” Benden inat ediyor, israr ediyor diye bahsetmeleri bu sebeple oluyor. Cepheye gelip giden heyetlerle, hükûmetle devamlı konuşmalarımız uzayıp gitti. Kış geldi, kışın taarruz imkanı olmadığından baharı bekledik. Yine istediğim kadar hazırlanmış değildik. Ağustos ayına doğru taarruz hazırlıklarının biteceğini tahmin ediyoruz. Ağustos’u umumi olarak taarruz zamanı diye kararlaştırdık. Daha Ağustos’un başlarında Fevzi Paşa geldi, benim karargahımda misafir oldu. Fevzi Paşa ile durumu görüşüyoruz. Bana dedi ki:

“Ben artık Ankara’ya gidemem. Kimse taarruz edeceğimize inanmıyor ve bize yapmadıkları kalmıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın çekmediği yok.”

Ağustos’un ortasına doğru türlü tertipler alındıktan sonra, Mustafa Kemal Paşa da cepheye geldi. Biz 6 Ağustos’tan itibaren taarruz tertibine başlamıştık. Mustafa Kemal Paşa gelince toplantılar tertip ettik ve hazırlıklarımız süratlendi.

Hepimiz Akşehir’deyiz . Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşa gayet muntazam çalışıyor. Aramızda iyi bir ahenk var. İkinci Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa da iyi. Fakat şimdi bu hazırlık devrinde, Yakup Şevki Paşa ile halledilecek bir güçlüğüm çıktı. Yakup Şevki Paşa’nın kumanda ettiği İkinci Ordunun cephesi Eskişehir kuzeyinden başlayarak Afyon’a kadar uzanıyor. Batıya dönük olan bu cephe gayet geniş. Ben kat’i neticeyi Afyon’un güney ve güneybatı kesiminde almak istiyorum. Planımız böyle. Ordumuzun ağırlık merkezi de bunun için Afyon’un güneyinde toplanmış bir durumda. Burada düşmana her bakımdan bir üstünlük sağlamamız lazım. Yakup Şevki Paşa’nın elinde bulunan kuvvetlerden bir kısmını daha alarak Birinci Orduya vermek istedim. Evvelce bütün cephede kuvvetler az çok müsavi olarak dağılmışken, bunları Afyon demiryolunun güneyine geçiriyorum ve Afyonkarahisar karşısında tutuyorum. Yığınak yapıyorum. Bu gayet güç ve çok tehlikeli bir ameJiye. Birinci Ordu Kumandanı, bütün kuvvetler kendi cephesine geliyor diye tabiatiyle bundan memnun. İkinci Ordu muhabereden evvel ve muharebe esnasında türlü ihtimallere maruz kalacak. İkinci Ordu Kumandanı bundan dolayı endişeli. Yakup Şevki Paşa ile ihtilafımız bu. İkinci Ordunun cephesi aşağı yukarı 120 kilometreyi buluyor. Düşmanın bu cephe üzerinde yüzbin kişilik bir kuvveti var. Yakup Şevki Paşanın kuvvetleri bunun ancak yarısı kadar. Tabii bu ölçü İkinci Ordunun bütün cephesinde aynı surette devam etmiyor. Mesela Eskişehir cephesinde bizim onbin kişilik kuvvetimize karşılık, Yunan ordusunun kırk bin kişilik bir kolordusu var.

Yunan Ordusu Başkumandanı General Papulas’ın bu arada Yunanistan’a döndüğünü ve yerine Hacı Anesti’nin geldiğini öğrendik. Hacı Anesti İzmir’de oturuyor. Afyon civarındaki Yunan ordusu General Trikopis kumandasında bulunuyor. General Trikopis büyük bir kumandan. Muntazam bir kumandan. Muharebede kararlı ve tertibatlı. Taarruzun yaklaştığı günlerde, bizim Ordumuzla Yunan Ordusu aşağı yukarı müsavi hale geldi. O, topta bizden fazla, makineli tüfekten bizden fazla, biz, ağır topta ondan fazlayız. Taarruza kadar kafi derecede ağır top topladım. Ve süvari kuvvetim çok. Şimdi mesele, Afyon’da bulunan Yunan’ı yalnız başına yakalayıp mahvetmekte. Eğer Yunan ordularından bir tanesini mağlup eder, işe yaramaz hale getirirsek, ondan sonra her yerde üstünlük bizde olacak. Her yerde üstünlük bizde kalacak. Bunun için hazırlanıyoruz.

Şimdi, taarruz planını anlatacağım. Büyük taarruz için planı Garp Cephesi karagahında biz tertip ettik. Erkanı Harbiyeye bildirdik. Onlar da fikirlerini söylediler. Bir hayli çalıştıktan sonra mutabık kaldık . Esas itibariyle tertip bizim tertibimizdir, yani cephenin tertibidir. Taarruzdan önce Türk ve Yunan kuvvetleri aşağı yukarı denk bir hale gelmişti. Cephe geniş. Bu cephenin her yerine taarruz ederek muvaffak olmak ve kat’i neticeyi almak mümkün değil. Böyle bir hareket muharebeyi uzatacak. Halbuki ben, bu defa muharebeyi bitirmek istiyorum. Bunun için düşmanın sağ kanadına büyük kuvvetler toplayarak, güneyden kuzeye doğru taarruz ederek, çekilme istikametini keseceğim ve bir meydan muharebesi ile imha edeceğim. Plan bu. Yunan Ordusunun Afyon’dan batı istikametine uzanan ve cephesi güneye dönük olan sağ kanadının en uygun yerinde bir yarma hareketi yapılacak. Yarma bölgesi 25 kilometre genişliğinde. Buraya toplayacağımız kuvvetler karşımızdaki düşmandan dört misli fazla olacak. Şimdi, bu esasa göre yığınak yapıyorum. Kuvvetleri kaydırıyorum. Mühim olan husus, bu yığınağı, dolayısiyle taarruz planımızı düşmandan gizlemek. Buna başladığımız zaman, Yakup Şevki Paşa bir konuşmamız esnasında bana, “yapamazsın, bu son derece zor bir harekettir,” dedi. Yakup Paşa itirazını şöyle destekliyor: “Ben bir taburu cephede yerinden oynatıyorum, alıp başka bir yere getiriyorum, ertesi günü düşman tayyaresi bu taburun bir eski yeri üzerinde, bir yeni yeri üzerinde uçuyor ve tam doğru malumat alıyor. Düşmanın içimizde haber alma teşkilatı var. Doğru malumatı çok çabuk alıyor. Sen kolorduları cephenin bir ucundan alıp, öbür ucuna götüreceksin ve düşman sezmeyecek. Bunun imkanı yok.”

Yakup Şevki Paşa’ya, böyle yapmaya mecbur olduğumuzu, yapabileceğimizi anlatmaya çalıştım. Gerçekten büyük bir dikkat göstererek, kıtaları yığınak noktasına kaydırıyorum. Hiçbir kıtanın boşalttığı yerde, buranın boşaldığına dair bir emare bulunmamasını istiyorum. Kıt’a kumandanlarına kesin talimat veriyorum. Yeni geldikleri yerde mevcudiyetlerini bildirecek herhangi bir işaret olmasın istiyorum. Bu ameliye esnasında, bir defa, bir süvari kıtasının talimat hilafına gündüz yürüyüş yaptığını gördüğümü hatırlarım. Süvari Kolordusu Akşehir’in güneyinde muhtelif yerlere dağılmış olarak bulunuyordu . Bun­ ları taarruz yerine doğru topluyorum. Bizim asıl taarruz edecek kuvvetlerimizin sol cenahında Süvari Kolordusu yığınağını yapacak. Yürüyüş hep gece olacak. Bu yürüyüşün, atları ile arabaları ile, malzemesi ile hiçbir işaret vermeyecek surette yapılmasını sağlamaya mecburum. Bir gün ikindi vakti, gündüz, yürüyen bir süvari kıtasını gördüm. O kadar canım sıkıldı ki, müdahale ettim, durdurdum. Sonra Beşinci Kolordu, yanı Süvarı Kolordusu Kumandanına şikayetlerimi en acı feryad şeklinde yaptım. Kolordu Kumandanı halen sağdır, hatırlar.

 w=

Aldığımız tertibat düşman tarafından asla anlaşılmamıştır

Bu yığınağı yapmakta, bu tertibatı işletmekte ve sonuna kadar düşmandan gizleyerek baskına uğramaması için çok çalıştım. Hazırlığa 6 Ağustos’ta başladım. 20 gün sürdü. Son derece zor bir şey. Beş bin atlı. Bunları yürüteceksin, geçitlerin içine sokacaksın ve yeri bilinmeyecek. Son derece zor. Bununla beraber yaptığımız hareketten bir şeyler seziliyordu. Fakat aldığımız tertibat asla anlaşılmamıştır.

Taarruz için yapılan son yığınağın güçlüklerinden bahsediyorum. Yığınağın ve taarruzun bu esaslara göre yapılacağı, ordu kumandanlarınca, taarruzdan evvel de biliniyordu. Çünkü bu esas fikirler bilinmeden, orduların ona göre uzun zamandan evvel hazırlanması kolay olmazdı. Yığınağın şekline itiraz, esaslı olarak, İkinci Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa’dan geldi. Bunun hikayesini söyledim. Şimdi, planın esasına karşı yapılan itirazlara geçiyorum.

Taarruz planının esasına da Yakup Şevki Paşa şiddetli itirazda bulundu. Yakup Şevki Paşa planı çok tehlikeli buluyor ve akıbeti çok fena olur, diyordu. Yakup Şevki Paşanın ısrarla savunduğu görüş şöyledir:

Kuvvetlerimizin büyük kısmını Afyon demiryolunun güneyine yığdık. Buradan kuzeye doğru, düşmanın sağ kanadına taarruz edeceğiz. Yapılan taarruz muvaffak olmaz, düşman bunu durdurur ve mukabil taarruzla bizi ricata mecbur ederse, arkamız tamamiyle denize verilmiş olarak başımıza muhakkak bir tehlike gelir ve memleket bütün ordusundan mahrum kalmış olur.

Aramızdaki münakaşa o kadar ileri vardı ki, Yakup Şevki Paşa itirazlarını bana yazı ile de bildirdi. Harita başında şifahi olarak birçok defa görüştükten sonra işi yazıya döktü. Ve bu kadar esaslı ha ta yapmış olan kumandanların memleket başına çok büyük felaketler. getirmiş olduğunu, mülahazalarına müeyyide olarak ilave etmeyi esirgemedi. Ben yazılı itirazları aldıktan sonra, kendilerine tekrar tebligat yaptım: “Kararımız kat’idir, kesin neticeli bir muharebe yapmak için ilk vuruşacağımız düşman kuvvetlerini imha ederek behemahal safdışı etmemiz lazımdır. Kuvvetlerimiz takriben müsavidir. Şimdiye kadar uğraşa uğraşa müsavi hale getirebilmişizdir. Şimdi müsavi halde iken büyük üstünlük temin ederek düş­ manı parça parça etmemiz lazımdır” dedim.

Yakup Şevki Paşa’ya göre, bulunduğumuz cephenin her tarafında düşmanla karşı karşıya olarak muharebe ederiz ve düşmanı ricata mecbur bırakırsak, takip ederiz. Ricata mecbur edemediğimiz yerde hazırlanır, tekrar taarruza geçeriz.

Çok iyi. Ama benim bunu yapmak için ne arkamda fabrikalar, ne altımda otomobiller var. Ben tehlikeli görünecek cesur tertiplerle kesin neticeler almaya mecburum, kanaatindeyim.

Taarruzdan önce Başkumandan ve Fevzi Paşa cepheye geldiler. Bütün kumandanlar toplandık ye taarruz planını gözden geçirdik. Yakup Şevki Paşa bana şifahen söylediği ve yazı ile bildirdiği itirazlarını tekrarladı. Diyordu ki: “Bu tertibi yapanlar ileride çok mes’ul olurlar. Söktüremezsek herşey kaybolur, gider. Bu tehlikeli plandan vazgeçelim.”

Fakat ben netice alacağımıza güveniyordum. Taarruz muvaffak olmazsa bizi ricata icbar edeceklerdi. Bundan da korkum yoktu. Geniş bir memleket. Benim memleketim. Kuvvetlerimi nerede olsa toplayabilirim. Evet bu tertibin riski büyük. Yunanlılar İkinci Ordu cephemizden Ankara üzerine yürüyebilirler. Bu sefer şimalli cenuplu muharebe ederiz. Muharebeyi kaybedersek kendime güveniyorum. Ben orduyu tekrar toplarım. Mesele, muharebeyi kazanmak için bütün kuvvetimizi bir defa tereddüt etmeden kullanalım. Tehlikeli tertip, ama kendi memleketimizdeyiz. Şüphesiz bu tertip düşman arasında olmaz.

Cepheden taarruz edersek hiçbir risk yok ama netice alamayız, bu tertip harbi bitirmez diye düşünüyordum. Münakaşalar devam ederken şöyle dedim:

“Beni dinleyin. Bizim arkamızda fabrikalar yok. Bir senedir uğraşıyoruz. Memleketin dört tarafında ne bulabilirsek getirdik. Bir büyük süvari kuvveti yaptım. Bir yerde düşmanı mağlup etmeye mecburuz. Ondan sonra nefes aldırmadan büyük süvari kuvveti ile taarruz edeceğiz ve sonuna kadar takip edeceğiz. İzmir’e gideceğiz. Bizim tertibimiz başka türlü olamaz, başka çaremiz yoktur.”

Şimdi bir noktaya temas edeceğim. Bu anlattıklarım, bilmiyorum, Erkanı Harbiye’de veya Harb Tarihi Dairesinde var mıdır? Tabii sonradan politikaya girip de, muharebeleri eşmek, tahlil etmek politik bakımdan bana itibar sağİayacak şeyler olduğu için, bunlardan hiç bahsetmemeye ve unutturmaya ehemmiyet verdiler. Hakkımda söylenmedik şey kalmadı. Anadolu’ya vaktiyle gelmemişim, yahut geç gelmişim; onlar Kuvayi Milliyede şöyle yapmışlar, böyle yapmışlar, velhasıl ithamın çeşitleri. Benim gizli kapaklı hiç bir şeyim yoktur. Milli Mücadelenin başından, mütarekeden beri benim bir sabit fikrim vardı ki, bu iş önünde sonunda askeri bir harekete müncer olacaktır. Kuvayi Milliye usulü ile ilk zamanlarda görülen anarşi içinde netice alacağımızı kabul etmedim ve hiçbir zaman buna inanmadım.

Türk ve Yunan orduları arasında teşkilat bakımından ne fark vardı?

Taarruz planının hikayesi burada bitiyor. Görüşmeler oldu, tartışmalar yapıldı, itirazlar üzerinde duruldu, fakat plan kabul edildi. Ben Başkumandana fikrimi kabul ettirdikten sonra, ordulara bunların tatbikini emrettim. İhtilaflardan biri, bilhassa Ali İhsan Paşa ayrılıncaya kadar, benimle olan esaslı ihtilaflardan biri, ordunun teşkilatı meselesiydi. Yunan ordusunun teşkilatı ile bizim Ordunun teşkilatı arasında esaslı fark, Yunan tümenleri çok mevcutlu, kuvvetli, bizim tümenler onun yarısına veya üçte ikisine yakın bir kuvvette.

 w=

Binaenaleyh, bu sebeple tümenler karşı karşıya, alaylar karşı karşıya sevk olundukları zaman, aynı kuvvette olmayan birliklerin takatini ölçmek mümkün olmuyor. Ali İhsan Paşa böyle düşünüyor ve bu tarzda nazariyat ile, mutlaka bizim de tümen adedini, kolordu adedini, ordu adedini azaltarak, çok k uvvetli birlikler yapıp muharebeyi bunlarla idare etmemiz lazım olduğu fikrini savunuyordu. Bu, uzun muhaberatı intac etti. “Ordunun teşkilatını değiştirmeyeceğiz, buna göre hareket edeceksiniz” diye kesin olarak emir vermeye mecbur oldum.

Bizim tümenler daha zayıf mevcutlu olduğu için bir Yunan tümeni bizim bir tümene faik oluyor. Ben, sevk ve idare ederken, bir Yunan tümeni ile, bir kolordusu ile uğraştığım zaman, onun karşısında bulunduracağım kuvvetleri de ona göre hesap ederiz, diyordum.

Şimdi, biraz da eğlenceli olarak, işin istifadeli neticesini hikaye edeyim. Muharebe bitti. Aradan zaman geçti. Yunanlılarla münasebetimiz düzeldi. Karşılaştıkça muharebe hatıralarını dostça birbirimize naklederdik. Bir gün Ankara’da Yunan Harbiye Nazırı, Yunanistan’ın büyük generallerinden Kondilis, başbakan olarak yemekte bizim evde misafirdi. Başbakan ve harbiye nazırı, daha küçük rütbede iken Anadolu muharebesinde bulunmuş. Konuşuyoruz. General Kondilis, bana, Yunan ordusunun muvaffakiyetsizliğinin sebebini anlattı. Onun kanaatince, Yunan ordusunun muvaffakiyetsizliğinin sebebi, Yunan ordusunun teşkilatı idi. Hayretimi mucip oldu. Ne vardı teşkilatında, dedim. Anlatmaya başladı:

Yunan ordusunun teşkilatı, gayet kuvvetli tümenlere, kolordulara dayanıyordu. Dolgun mevcutlu bu birliklerin hareketi muharebesi hantal, sevk ve idaresi güç oluyordu. Özellikle herhangi bir yanlış hesaba dayanarak, bir tümen yanlış bir hedefe sevkolunursa, hata çok ağır neticeler veriyor ve tamiri mümkün olmuyordu. Bir Yunan Tümeni yanlış bir hedefe sevkedilmiş ve bidayette muharebe için bir defa lüzumlu yerden ayırmak gibi bir hata işlenmişse, bilahare bunun farkına varılsa bile, tamir etmek için çok zamana ihtiyaç oluyor ve ekseriya tamiri mümkün olmuyordu. Halbuki karşımızdaki Türk kıtaları, az mevcutlu, gayet çevik kıtalardı. Lüzum hasıl oldukça her tarafa kolaylıkla sevkedilebiliyorlardı. Nihayet bir tanesi yanlış bir istikamete sevkolunursa, mevcudu az olduğu için hem kayıp az oluyor, hem kaybedildiği anlaşıldığından itibaren süratle doğru bir yere getirmek mümkün oluyor.

Muharebede bulunmuş, muharebe esnasındaki tecrübelerine göre Yunan ordusunun başlıca zayıf noktasının burası olduğunu söyledi. Kendisine bizim tarafımızda olan teşkilat münakaşalarını tafsilatı ile, etrafı ile anlatmamakla beraber, teşkilat meselesi bizim tarafımızda da daima münakaşa mevzuu olmuştur, karşı karşıya bulunan düşmanlar arasında bu mesele daimi bir meseledir, diye işi tatlıya bağladım.

Muharebe, çok mükemmel hazırlanmış bir topçu ateşiyle başladı

Şimdi cepheye dönelim. Daha önce söylemiştim, Garp Cephesi Karargahı Akşehir’deydi. Başkumandan, Erkanı Harbiye Reisi ve ben beraberiz. 26 Ağustos taarruz günü olarak kararlaştırılmıştı. Biz taarruz başlamadan bir veya iki gün evvel Akşehir’den kalkmış, cephenin gerisindeki Şuhud kasabasına gelmiştik. Bir gece orada yattık. Ertesi gün erkenden çıktık, Afyon’un karşısında muharebe meydanına geldik. O gece sabaha kadar uyuduk mu, uyumadık mı bilmiyorum. Yalnız çok iyi hatırlıyorum, cephe kumandanı olarak, kıtaların hepsinin yerlerinde hazır bulunup bulunmadığını, sabaha kadar kimbilir kaç defa sordum. Müsterih oldum. O güne kadar, düşmanın bizden ne kadar bilgi aldığını bilmiyoruz ve yarın ortalık açıldığı zaman her şey meydana çıkacak. Tabii, beklenmesi kumandan için çok heyecanlı olan bir gece. Erkenden traş oldum. Şafakla beraber, 26 Ağustos’ta muharebeye başladık. Aynı saatte bütün cephede, Birinci Ordu, İkinci Ordu cephelerinde muharebe oluyor. Muharebe çok mükemmel hazırlanmış bir topçu ateşi ile başladı. Daha topçu ateşi muharebesi zamanında bir taraftan da piyade ileri harekete geçti. Topçu ateşi Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın çok hoşuna gitmişti. Bana, topçunun iyi hazırlanmış olduğundan çok memnun kaldığını muharebe meydanında tekrar tekrar söylemiştir.

O gün akşama kadar bizim taarruzumuz, Afyon’un şimalinde ve güneyinde düşmanı yakından baskı altında bulundurmakla geçti. Düşman siperler içinde ve kamilen tel örgü ile çevrilmiş bir halde. Sol cenahımızı teşkil eden Dumlupınar Cephesini uzaktan görüyoruz. Orada birçok ileri geri hareketler oluyor. Cephenin bu kısmında İzzettin Paşa bulunuyordu. Nurettin Paşa da ordu karargahı ile orada. İki taraflı olarak tarassut ediyoruz. Topçu ateşini, muharebenin idaresini ve ordu kumandanının tertiplerini yakından görüyor, takip ediyoruz.

Topçu ateşinin başlamasından birkaç saat sonra piyadelerimiz yanaştı. Birinci Ordu cephesinde, bizim muharebeyi idare ettiğimiz ve netice alacağımız yerde, topçu ateşi başladığı zaman Yunan topçusu da mukabele ediyordu. Bu birkaç saatlik muharebeden sonra Yunan topçusu sustu. Düşman topçu ateşi tamamiyle kesilmişti. Bu andan itibaren yalnız bir ateş ediyoruz. Düşman siperlerini, tel örgülerini dövüyoruz.

Tarruzun ilk günü ve ilk saatleri. Biz mütemadiyen dövüyoruz, düşman topçusu cevap vermiyor. Bir türlü mana veremiyoruz. Düşman topçu ateşinin böylesine kesilmesi, bizde, ricata karar verdiler tesiri yaptı. Taarruzun şiddetini arttırdık, cepheyi zorladık, fakat son derece mukavemet ediyorlar. Düşman piyadesinde hiç ricat edecek bir hal yok. Gayet çetin ve inatçı olarak sebat ediyor. Bir seneden beri hazırlanmışlar. Tel örgüleri var, çeşitli manialar var. Muhtelif yerlerde hücum etmek için teşebbüsler yaptık. Düşman inadına yerinde duruyor ve kıpırdamıyor. Hiçbir yerde düşman hatlarını söktüremedik, çözemedik. Topçusu da olmadığı halde, Yunan cephesini akşam karanlık basıncaya kadar çözemedik.

O gece biz muharebe meydanından Şuhud’a döndük. Gece Nurettin Paşa’dan aldığım raporda, düşmanın ricat etmekte olduğuna dair, daha doğrusu düşmanın ricat etmekte olduğunun hissedildiğine ve takip olunduğuna dair bilgi veriliyordu. Heyecanla durmadan bekledik. Sabaha kadar, düşman hatları çözüldü ve bizimkiler düşman mevzilerini işgal etti­ ler, şafakla beraber Afyon’a girilecek ümidine kapıldık. Böyle bir vaziyet hasıl olmuştu. Gelen raporlar bu havayı veriyordu. Biz Afyon’a girmeye kalktık.

Taarruzun ilk günü düşman cephesi yarılamamıştı. Bazı önemli tepeleri zaptedebildik, Süvari Kolordumuz düşman gerilerine sarktı ve asıl neticeyi almak 27 Ağustos’a kaldı. 27 Ağustos günü Tınaztepe, Çekiltepe şiddetli muharebelerle işgal edildi. Yunan ordusunu bozmuştuk. Mevzilerini terkeden Yunanlılar Sincanlı Ovasına düştü. Afyon’u işgal ettik. Süvari Kolordumuz cephedeki yarma hareketinin muvaffak olduğunu görerek çevirme hareketini genişletti.

Yakup Şevki Paşa, itiraz ettiği taarruz planını canla başla tatbik etti

Biz, Afyon’a girmeden evvel tepelerden muharebenin gelişmesini takip edıyoruz. Düşmanın Afyon’dan çekilmiş olan kıtalarını bizimkilerin takibi görülüyor. Düşman Afyon’un kuzeyindeki tepelere doğru, kumandasız bir vaziyette dağınık olarak çekiliyor. Nihayet Afyon’a girdik. Şimdi benim zihnimi işgal eden başlıca muamma, Afyon’dan çekildikten sonra düşmanın nereye gideceği, hangi istikamette çekileceği meselesiydi. Benim kanaatimce düşmanın çekilmesi lazım olan istikamet, Eskişehir istikameti idi. Afyon cephesinde bozulan Yunan ordusu Eskişehir’e çekilmeliydi.

Muharebe başladıktan sonra, bizim bakımımızdan mühim olan bir mesele de Eskişehir ile Afyon arasında bulunan Yunan ihtiyat kolordusunun hareketidir. Bu kolordunun isabetli bir tarzda kullanılması, muharebeyi büyük ölçüde etkileyebilirdi. Bu kolordunun karşısında bizim İkinci Ordumuz bulunuyordu. İkinci Ordunun vazifesi, elinde çok zayıf kıtalar kaldığı halde, Afyon cephesine taarruz yapıldığı zaman, o da Eskişehir-Afyon hattına gayet şiddetle taarruz ederek, düşmana asıl taarruz cephesinin orası olduğu kanaatini vermek ve böylece iki ordu arasında bulunan düşman ihtiyat kolordusunu kendi cephesine çekmekti. Eğer Yunan ordusu bu cephede ciddi bir muharebeye tutuştuğu kanaatini alır, tahrik olunarak ihtiyat kolordusunu İkinci Ordumuz cephesinde muharebeye sokarsa, hareketin yanlışlığı sonradan anlaşılsa bile, oradan sıyrılıp Cenup Kolordusuna, yani Afyon cephesine yardım etmesi için çok geç kalmış olacaktı. Bu takdirde, bizim netice almak istediğimiz Afyon cephesindeki kolorduyu kurtaramazdı. İşte mühim olan meselelerden biri budur.

Şimdi bu iki husustan sonra, bizi ciddi olarak düşündüren üçüncü bir mesele daha var. İkinci ordumuz karşısındaki Yunan kuvvetleri, ihtiyat kolordusu ile beraber İkinci Ordumuz cephesine taarruz ederek, bizim iki ordumuz arasını yarıp Akşehir istikametinde ilerlerse, Afyon’un güneyinden taarruz eden asıl kuvvetlerimizin sağ yanını kuşatabilir ve bizim düşündüğümüz, aldığımız tertibi ters çevirebilirdi. Böyle bir ihtimal var. Ben bir de bu ihtimale göre tertibat almıştım. Daha evvel anlattığım gibi İkinci Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa, muharebe başlamadan, taarruz planı hakkındaki fikrini söyledi. Şimdi bahsettiğim tehlikeli ihtimali de ileri sürerek ağır mesuliyetlere maruz kalacağımızda israr etti. Fikrini yazı ile de bildirdi. Ben hepsini dinledim ve kendisine, “böyle yapacağız, şimdi dediğimi yap.” dedim. “Başüstüne” dedi ve gitti. Kabul edilmiş olan planı canla başla tatbike başladı. Tam kumandan. Muharebe esnasında gördük. Bizim Afyon güneyindeki kuvvetlerimizin sağ kanadının çevrilerek, bizi tehlikeli duruma düşürecek bir harekete niçin teşebbüs edilmediğini ve diğer ihtimalleri, sonradan Yunan kumandanları ile konuşmuşumdur. Muharebe başladığı zaman ikinci ordu, sağ cenahında bulunan 61. Tümen ile birlikte düşmana cepheden taarruza geçmişti. Sağ kanadında 61. Tümen, bu tümenle doğrudan doğruya Yunanlıların ihtiyat kolordusunun işgal etmiş olduğu cepheye taarruz ediyor, sol kanadında Birinci Ordu ile irtibatı yakın kıt’aları ile Afyon kuzeyine doğru taarruz ediyor. Yakup Şevki paşanın emrinde bulunan 61. Tümen, taarruz ettiği bütün düşman mevzilerini çöktürdü . Hepsini işgal etti. Bu haberleri aldık. Düşman 61. Tümenin muvaffakiyetinden kuşkulandı. Oraya, pek çok kuvvetler topladı ve bizim bu tümenimizi, işgal ettiği mevzilerden çıkardı. Akşama kadar bu tümenle uğraştı, sabaha kadar uğraştı. Muvaffak olduğu zannındadır. Halbuki öbür tarafta, bizim yarma istikametimizdeki cephede bulunan Yunan Kolordusu, bu müddet zarfında yardımcısız kalarak tamamiyle ezilmiş bir vaziyete düştü.

Taarruzun ikinci günü biz Afyon’dayız. Başkumandan, Erkanı Harbiye Reisi, Cephe Kumandanı, Birinci Ordu Kumandanı, bütün kumandanlar Afyon’a girdik. Afyon’da bayram havası var. Herkes sevinçli. Bizim muzaffer kumandanlarımızın hepsi Afyon’a girmiş, toplanmışlar, konuşuyorlar. Bir büyük ziyafet hazırlanmış. Büyük bir salon. Salona girince, Kolordu Kumandanlarına sordum: “Dikkatimi celbetti, nedir bu hal? Düşmanın bizim burada yemek yememize müsaade buyuracağını size kim söyledi?” dedim. Dışarıda kıyamet kopuyor. Düşman kıtası birbirine karışmış. Nereye çekilecek, ne yapacak belli değil. “Müsaade buyurun, her şey olduğu gibi kalsın, şimdi hepiniz kıt’alarınızın başına.” Yani ben salonun bir ucundan girdim, onların hepsi öbür ucundan çıktılar. Atlarına bindiler ve gittiler. İleride bu kumandan arkadaşlarla görüştüğüm zaman, “bir yemek yiyecektik” derler, onu da kendilerine yedirmediğim için bana tariz eder, takılırlardı.

Taarruzun ikinci günü, planımızın ilk safhası muvaffak olduktan sonra, muharebeler bütün cephelerde bizim lehimize gelişmeye başladı. Şimdi bütün mesele, planı sonuna kadar uygulayıp, kesin neticeyi almakta. Muharebenin dördüncü günü de bizim inisyatifimiz altında geçti. Gece Garp Cephesi Harekat Şubesi Müdürü rahmetli Tevfik Bey (Bıyıkoğlu) gelen raporları hazırlamış, durumu haritaya işlemiş, bana getirdi. Baktım, düşman, İkinci Ordunun hemen sağ cenahından bu ordu kıtaatı ile şimalden, bizim taarruzumuzla cenuptan ve süvari kıtaatı ile garpten çevrilmiş bir vaziyette bulunuyor. “Aman, bunu hemen Başkumandana götür, ben de geliyorum” dedim. Tevfik Bey gitti, arkasından ben de Başkumandanın yanına gitmek üzere odadan çıktım. Bu netice 3-4 gün içinde oluyor. Geceli gündüzlü 3-4 günlük muharebeden sonra beklediğimiz noktaya gelmiş bulunuyoruz . Başkumandan Tevfik Beyin götürdüğü raporları ve haritayı görünce, “hemen Fevzi Paşayı ve İsmet Paşayı çağırın” demiş. Ben bu sırada Başkumandanın yanına geldim. Fevzi Paşa’yı çağırmaya gittiler. Vaziyet enteresan. Başkumandan’a, “bu vaziyetten istifade edelim, düşman her taraftan çevrilmiş, bunun neticesini alalım” dedim. Başkumandanın derhal hatırına gelen husus, süratle netice alacak bir tertibe girmek oldu. Bize telkini böyle. Bana, “şimdi sen burada kalacaksın, ordunun başında bulunacaksın ve buradan idare edeceksin, ben cephenin cenup kısmına gideceğim, Fevzi Paşayı şimale, İkinci Ordu cephesine göndereceğim, kaçırmayalım, çevirelim” dedi. Başkumandan böyle tensip etti. Ben orada kaldım. Kendisi taarruz eden asıl kuvvetlerimizin başına, güney cephesine gitti. Büyük kuvvetlerimiz oradaydı. Taarruzu oradan şiddetlendirecek şekilde onları zorluyor. Fevzi Paşa Altıntaş’a gitti. Altıntaş’ta İkinci Ordu kıt’aları ile Süvari Kolordusu birbirine yakın bulunuyorlardı.

İstediğimiz esas muharebe vaziyeti hasıl oldu

Sabaha karşı, ertesi günkü muharebeler için kararlaştırdığımız tarzda cephe emrini verdim. 30 Ağustos’ta meydan muharebesi başladı. Bugünkü muharebede düşman kuvvetlerinin büyük kısmı tamamiyle imha edildi. Çevrilmiş olan düşman kuvvetlerinden döküntü halinde bir takım perakende kıtaat İzmir’e doğru yol boyunca kaçıyorlar. Başkumandan, “muharebeyi kazandık” dedi. Ben, Başkumandan ve Fevzi Paşa, zannediyorum, Çalköyü civarında bir köyün avlusunda buluştuk. Bir kağnı arabasının üzerinde ilişmiş olarak oturuyoruz. Elimizde haritalar. Başkumandan bana, “ne yapacağız, ne düşünüyorsun?” dedi. Ben, muharebenin o andaki durumuna göre düşündüklerimi tekliflerimi şöyle anlattım:

“İstediğimiz esas muharebe vaziyeti hasıl oldu. Düşmanı takip edeceğiz. Nefes aldırmadan İzmir’e girmemiz lazım. Düşman bu vaziyette ne yapabilir? Benim tahmin ettiğim, buradan çözülmüş olan kıtaatı Eskişehir’e çeker. Biz Eskişehir’deki Yunan Kolordusunun ne vaziyette olduğunu, ne kadar ezildiğini tamamiyle bilmiyoruz. Buradan çekilen kuvvetlerle orada toplanırlar. Tabiatiyle akla gelen ilk şey, biz büyük kuvvetlerle bunları da mağlup edip, imha için uğraşacağız. Böyle yaparsak, çok müteharrik olmadığımız, nakil vasıtamız yetmediği için bizim oraya gitmemiz birkaç gün sürer. Ondan sonra muharebe hazırlığı yapalım derken, yeni bir taarruz bir haftalık iş. Düşman, bir kısmı büyü k ölçüde ezilmemiş olan kıtaata istinat ederek kendisini toplayabilir. Buradan İzmir üzerine göndermek üzere ayıracağımız kuvvetler yavaş gideceklerdir, uzun zaman ister. Bu arada Yunanistan bir taraftan da elindeki bol vasıta ile bulduğu kuvvetleri Trakya’dan, şuradan, buradan İzmir’e getirir ve İzmir’e yakın bir müdafaa cephesi kurarak orayı muhafaza eder. Sonra tekrar Yunan Ordusunu İzmir Cephesinden sökmek için yeniden büyük kuvvetlere ve büyük zamana ihtiyacımız olur. En tehlikeli vaziyet olarak bunu görürüm” dedim.

Bunun üzerine Başkumandan, “peki ne yapacaksın?” diye sordu.

Başkumandan ile 30 Ağustos akşamı, bundan sonra ne yapacağımızı konuşuyoruz. Eskişehir üzerine bir taarruza girişmeye taraftar olmadığımı söyledikten sonra, konuşmay

Batı Cephesi kumandanı İsmet İnönü 30 Ağustos’u anlatıyor

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 22 Nisan 2020, 20:22

    DİKKAT, Ziya Selçuk Osmanlı bayrağı çizdiriyor!
    Protesto başlatılmalı, Ziya Selçuk istifaya davet edilmeli.
    Bu da mı sehven!
    MEB 23 Nisan 2020 Korona bahanesiyle Osmanlı bayrağı çizdiriyor, ACİL OLARAK HERKESE DUYURALIM. şişik hilal ile yıldızın iki ucu hilale bakıyor!
    Adresini tıklayın göreceksiniz. https://www.youtube.com/watch?v=oGwxaURnjG4
    2005 de geometri konuları kaldırıldığı zaman bayrak çizimi de kaldırılmıştı. Bayrak çizimi pergel cetvel iletki gerektirir, altın oran kuralı vardır, yıldız dairenin içine çizilir, yıldızın sadece bir ucu hilale bakar. Doğru çizim için arama motorundan erişilebilir: ….
    7-sinif-turk-bayragi-cizimi-anlatimi-
    1972’de 5.sınıfta pergel cetvel iletkiyle bayrak çizimi veriliyordu. (Sitemde erişimdedir)
    Mahiye Morgül
    (Cengiz Bey, e-postamda sıkıntı var, size nasıl ulaştırabilirim bilemedim. Burdan yazmak aklıma geldi.)

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!