Avatar
Cengiz Özakıncı

Büyük Taarruzu planlayan Mareşal Fevzi Çakmak 30 Ağustos zaferimizi anlatıyor

featured

26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a, Büyük Taarruz’dan Büyük Zafer’e – 3

Ülkemizi işgalden, Türklüğü soykırımdan kurtaran Büyük Taarruz ve Büyük Zafer binlerce Mehmetciğimizin kanı canı pahasına kazanıldı. Ancak taarruzu tasarlayan yöneten kumandanlarımızın en küçük bir yanlışı sonucu tersine çevirmeye yetebilirdi. Taarruz planı kusursuzdu ve zafer bu planın uygulanmasıyla kazanılmıştı. Atatürk, 4 Ekim 1922 günü TBMM’de yaptığı konuşmada, taarruz planının Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından hazırlandığını şu sözlerle açıklıyordu:

“(…) Kemali hürmet ve tebcil ile zikretmek mecburiyetindeyim ki, doğrudan doğruya harekât-ı askerîye ile alâkadar ve bunu ihzar ve idareye memur olan her üç zat da benimle tamamen hemfikir idiler. Zikretmek mecburiyetindeyim ki, aynı kuvvet ve kanaatle bana iştirak eden bu zevattan birisi muhterem Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir (alkışlar). Diğeri Garp Cephesi Kumandanı ismet Paşa ve üçüncüsü de Müdafaai Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazeratıdır. (Alkışlar). Ordu kumandanları paşalar hazeratı ile kolordu ve fırka kumandanları harekâtı büyük bir cesaret ve meharetle idare etmişler ve diğer bütün cüzütam kumandanları da şayanı gıpta ve sitayiş bir hissi fedakâri ile ifay-i vazife eylemişlerdir. (…) Efendiler; taarruzumuz, öteden beri Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Paşa Hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyiz ve tecaribe müsteniden ihzar ettiği plân dâhilinde vuku bulacaktı. Bu plân, düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden bir plândı. (…) Bu harekâtı yakından sevk ve idare etmek bittabi matlup ve mültezem olduğundan, Başkumandanlık, Erkânı Harbiye-i Umumiye Riyaseti ve Garp Cephesi Kumandanlığı 26 Ağustos günü fecirle beraber, Birinci Ordunun tarassut noktası olan Kocatepe‘de hazırdılar. (…) Ağustosun 30 uncu günü bu ihata hareketini katı bir semere ile ikmal etmiş olmak için, muharebatı yakından temaşa ve sevk u idare etmek, muvafık görüldü. Bunun üzerine Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisimiz Paşa Hazretleri bizzat, şimale, İkinci Ordu cihetine ve süvari kolordusu nezdine gitti. Ben de aynı zamanda cenupta Birinci Ordu nezdine gittim. (…)”

Büyük Zafer’le sonuçlanan Büyük Taarruz’un planını hazırlayan Genelkurmay Başkanı Mareşal Favzi Çakmak, cephede Başkumandan Atatürk ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’yla birlikte harekatı yönetiyordu.

Büyük Zafer’in 30 Ağustos 1924 günü Dumlupınar’da düzenlenen 2. yıldönümü kutlamalarında hazır bulunan Mareşal Fevzi Çakmak, Ankara’ya dönerken trende Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi Bey’in sorularını yanıtlamıştı. Cumhuriyet gazetesinin 04.09.1024 günlü sayısında birinci sayfadan yayımlanan bu görüşmede Mareşal Fevzi Çakmak Büyük Zaferimizi şöyle anlatıyordu:

MÜŞİR FEVZİ PAŞA’NIN MÜHİM BEYANATLARI

Paşa Şu Suallere Cevap Verdi:

1- Zaferin En Büyük Kazancı Nedir?

2- Yunanlılar için kurtuluş imkanı var mıydı? Siz olsaydınız ne yapardınız?

3- Bu neticeyi Sakarya’da alamaz mıydık?

4- Düşman Ankara gelmiş olsaydı ne olacaktı?

Cumhuriyet gazetesi, 04.09.1924.

 w=

Dumlupınar’dan İsmet ve Fevzi Paşalarla beraber Ankara’ya dönen baş muharririmiz, bu yolculukta Erkanı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin İstiklal cidali etrafındaki hasbihallerini telhis ve telfik ederek müşairaleyhin müsaadeleri ile bize göndermiştir.

Muharririmizden ] – Dumlupınar dönüşü tesadüf beni Türk ordularının hakikaten fazıl Erkanı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleri’yle bir salonda bulundurdu. Paşa’nın nazarında her hadise ancak manevî bir kıymeti haiz olduğu zamandır ki, az veya çok ehemmiyetli addolunabilir. O zaten milletlerin hayatlarına taalluk eden işleri kendine has bir kolaylıkla, yani büyük bir ihata ve ikan ile mücerret mefhumlara ve ilmî düsturlara irca etmekte emsalsiz bir üstattır.

DUMLUPINAR ZAFERİ’NİN EN BÜYÜK KAZANCI 

Mesela bundan evvelki telgrafnamemde söylemiş olduğum vechile Dumlupınar Zaferinin Türk milletine temin ettiği en büyük kazanç, Paşa’ya göre tahakkuk ve teeyyüd etmiş bir itimadı nefstir, ve bu itimadı nefs kaziyesi her hangi bir milletin hayat ve ve itilasında şartı esasidir. Paşa:  

— Dikkat ettiniz mi, diyordu. Hariçten beş para almaksızın İstiklâl Harbi’ni bu kadar mutantan bir zaferle intaca muvaffak olan millet, bilhassa ondan sonra, o zamana kadar kendisinin yapamaz zannolunduğu, hatta bilnefs kendisinin yapamaz zannettiği birçok işleri, hatta her şeyi  bizzat kendisinin yapacağına kanaat ve imanı ile yürümeye başlamıştır. Geçen seneki şimendifer münakaşalarında gördük, milletin ekseriyeti, hattı biz alırız ve kendimiz işletiriz davasını kuvvetle tuttu ve kuvvetle yürüttü. Nitekim işte Anadolu demiryolları Türklerin elinde pekâlâ işlemekte bulunuyor. Her neden bahsederseniz milletin sinesinden: “Onu da, ötekini de, öbürünü de biz yaparız” diye âdeta heyecan halinde bir itimat yükseliyor. Hayat ve itilanın sırrı işte buradadır. Bu kadar azim ve iman ile onu ben yaparım itimadına tekabül eden her işin mutlaka yapılabileceğinde ise iştibahe mahal yoktur: İşte bence Büyük Zafer’in en büyük neticesi…

YUNANLILAR İÇİN BU DARBEDEN KURTULUŞ İMKANI YOK MU? 

Etraftan bir sual: Paşa Hazretleri, şimdi her şeyin olup bitmesi üzerinden bu kadar zaman da geçtikten sonra şu sual sorulabilir sanıyorum: Yunanlılar için bu darbeden kurtuluş imkanı yok mu idi?

—Bu sualinize iki suretle cevap vermek münasip olur: Evvelâ şurasını iyi bilmelidir ki, Türk topraklarında bulundukları müddetçe Yunanlıların er geç denize dökülmek akıbetinden kurtulmalarına asla ve kat’a imkân yok idi. İnsan, herhangi bir sahayı işgal ve herhangi bir millete tahakküm daiyesine düşmeden evvel o sahanın ve o milletin davet edebileceği cidali çok iyi tedkik ve tetebbu etmiş olmalıdır. Bedahat derecesinde bir hakikattir ki, Anadolu’nun bir kısmını işgal etmek ihtirasına kapılmış olan Yunanlılar, böyle bir tedkik ve tetebbuyu zaid addetecek kadar ileriye ileriye götürülmüş bir gafletle işe başlamışlar ve bir kere başladıktan sonra hatta Demirci Mehmet Efe ve emsali basit müdafaaların delalet edebileceği mânalara bile dikkat etmeyerek evvel ve ahir kendilerini yakalayacak ve nihayet içine çekecek olan uçuruma kadar sürüklenmişlerdir. Yunanlılar Türk milletinin uzun bir seferden yorgun, argın çıktığını ve elinde silâhı falan da kalmamış olduğunu nazarı dikkate almakla iktifa etmişlerdir. Hâlbuki harbi yapan, silâh kadar, belki daha ziyade bir milletin azim ve iradesidir. Eğer bu sonuncusu varsa si- lâh ve saire gibi maddiyata taalluk eden şeylerin tedariki güç olmaz. Güç de olsa yine bulunur ve yine vatanın ve milli hayatın emir ettiği vazife kahru müttehir, behemahal ifa olunur. Nitekim işte böyle oldu.

Bu birinci umumi cevaptan sonra sualinizin tahsis ettiği noktaya gelebiliriz. Yunanlılar Afyon-Dumlupınar darbesinden kurtulabilirler mi idi? Tahsis ettiğiniz mesele bir Türk Zaferi tetviç etmiştir. Demek ki Yunanlılar burada kendilerini saran imha darbesinden yakayı kurtaramamışlardır. Eğer imkanını bulsa idiler elbette kurtulacaklardı. Nitekim beş gün devam eden eden meydan muharebesinin son üç gününü kurtulmağa çabalamakla geçirdiler, fakat nafile idi. Telaş ve endişe ile kurtulalım dedikçe battılar ve nihayet işte o gördüğünüz sahada boğuldular.

Ama meseleyi bir de nazari olarak mütalaa etmek vardır, ve belki de suallerinizi esasen bu manada alarak mütalaa etmek vardır: Bu sual ile: Siz olsa idiniz, ne yapardınız? Veyahud nasıl bir hareket yapılsa idi bu demir ve ateş çenberinin içinde – ..den kurtulmak müyesser olurdu? gibi faraziye kasd ettiğine hükm edebiliriz. Tealil badel vuku kabilinden olsa da faraziye halinde bulunduğu için vaziyeti bu noktadan faraziye halinde gözden çıkarmakda beis olmayabilir.

EĞER YUNANLILAR SÜRATLE ÇEKİLMİŞ OLSALARDI… 

Bu halde denilebilir ki eğer Yunanlılar ilk taarruz günü olan 26 Ağustos 338 günü vaziyeti idrak ve ihata edebilerek o geceden itibaren süratle çekilmek tarikini ihtiyar etmiş olsalardı belki, – evet, dikkat edin: belki- kendilerini bekleyen akibetin Kızıltaş deresinde tahakkukundan kurtulabilirlerdi. Belki bir şeyler kurtarabilirlerdi. Yunanlılar vaziyeti anlayamamışlar ve 27 Ağustos’u da müdafaa ve muharebe ile geçirmeye çalışmışlardır. Halbuki onların ellerinde bu felaketten muvakkat bir zaman için kurtulabilmek üzere yalnız 26-27 gecesi ile 27 Ağustos günü vardı ve bu zaman yalnız firara hasır ve sarf etseler ancak ve belki bir şeler kurtarabilirlerdi. Gerek sekiz saat geçtikten sonra nece yYunanlılara göre her şey bitmiş idi.  Nitekim bundan sonra vaziyeti onlar da anlar gibi olarak kaçmaya çalıştılar, ama artık iş işten geçmişti, her taraftan ihata edilmiş ve imha tedabiri tatbikat sahasına geçirilmiş idi.

Kumanda Marifet ve Meziyetinin Derecesi

Bu münasebetle size söyleyeyim ki, kumanda marifet ve meziyetinin derecesi, bilhassa müdafaada tebarüz eder. Taarruz eden taraf tertibatı mahsusa almıştır. Bu tertibat  diğer tarafın meçhulüdür. Ancak taarruz başladıktan sonradır ki, taarruzun mana ve maksadı anlaşılmaya çalışılacak, ona göre tedbir alınacaktır.

İstiklâl Harbi’nde bu vaziyet iki yerde bizim başımızdan geçti

Biri Eskişehir’i tahliye ederek Sakarya girişine çekilmekliğimize müntehi olan muharebedir ki onda düşmanın solumuzdan ihata eden bir taarruz ile ilerlediğini fark eder etmez bir mukabil taarruzla düşman tertibatını ederek hemen çekilmek tarikini ihtiyar ettik. Kazandığımız vakit zarfında Sakarya darbesini ihzar ettik. İkincisi, Sakarya Meydan Muharebesi’dir ki, orada düşmanın tarzı taarruzunu tahmin ve âdeta tayin ederek vaziyeti muvaffak ve galip bir müdafaa neticesine isal ettik. Yunanlılar, Afyon-Dumlupınar taarruzu etrafındaki istihzaratımızdan  bi haber kalmıştır. Öyle olmasına bizim son derece itina etmiş olmaklığımızı söylemeye ise hacet bile yoktur. Son neşrolunan düşman raporlarında, Şuhut taraflarında bazı tecmiatımızdan bahisler vardır. Hâlbuki biz yalnız Şuhut taraflarında bazı tecmiat yapmamış, büyük bir taarruza girişmek üzere orduları istediğimiz noktalara nakil etmiş idik.

Sakarya Harbi Esnasında

— Paşa Hazretleri, Sakarya Harbi de çok mühimdi değil mi? O zaman, bir aralık bizim Kızılırmak gerisine çekilmekliğimiz mevzu bahis olduktan sonra, bir aralık da  Yunan ordularının çöle atılarak mahvedilmeleri ihtimalinden bahs edilmişti. Yunan Kralı’nın, ecnebi ataşemiliterlerini 5 Eylül’de Ankara’da ziyafete davet etmiş olduğu da caba olmak üzere?..

—Evet, o ihtimaller dediğiniz şekil ve suretler de, hatta fazlasıyla mevzu bahis oldu. Neticede bütün bu ihtimallerden en kabili tatbik olanı ve kabili tatbik olduğu kadarı yapıldı.

Yalnız harp daha o zaman biterdi.

– Mesela o muharebenin sonunda Kavuncu köprüsü vakti zamanıyla tutulmuş olsa idi düşman çöle atılacaktı değil mi paşam?.. Düşman çöle atılmış olsa idi belki harp daha o zaman biterdi?

– Şüphe yok. Türk kumanda heyeti alisi bunu düşünmedi değil. Düşündü ve hatta tatbike teşebbüs bile etti. Fakat 21 günlük bir meydan muharebesinden sonra cephane miktarı azalmış, askerlerimiz de yorulmuştu. Kavuncu Köprüsünü tutmak için verilen emrin tatbiki bundan dolayı gayri kabili ictinab bir zaruret tabiiye olarak gecikti. Bundan fırsat bulan düşman da, 10-12 saatlik bir zaman ve gece yürüyüşlerinden bilistifade ederek o köprüden alel acele ricatla Sakarya’nın öbür tarafına geçmeğe imkân bulmuş ve o zaman elimizden kurtulmuş oldu.

Yoksa eğer o zaman Kavuncu Köprüsünü tutarak düşmanı çöle atabilmiş olsa idik Dumlupınar neticesi daha o vakit düşman için aynı dehşet ve fecaatle alınmış olurdu. (…):

1- Daha Yunanlılar İzmir havalisinde iken, taarruz ihtimallerinden bahisler çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri beni bir kere vaziyeti görüp gelmekliğimi emir etmiş olduğundan gidip Akhisar -Salihli ve Balıkesir cephelerini tedtit ettim. Elde biraz muntazam kuvvet olsa Yunanlıların orada mahvedilebilecekleri neticesine daha o zaman kani olmuştum. O cepheleri tutan gayri muntazam kuvvetlerimizin askerî mânası yok idi. Dahili ihtilalleri tenkil ile uğraştığımız o zamanlarda ise elimizde muntazam kuvvet yok idi. Bildiğiniz Yunan taarruzu oldu. Düşman şimalden Bursa ile Eskişehir arasına, cenubdan Uşak’a kadar ilerlemiş bulundu. Bundan hiç telâş etmedik, o zamanki ahval ve şerait içinde bu ancak böyle olabilirdi.

2.- Eskişehir’i tahliye etmekliğimizle müntehi düşman çevirmesinde, bizim de düşmanı çevirerek mahv etmekliğimiz vaziyeti hasıl etmiş idi. Fakat her tarafta idame olunan muharebeler sebebiyle vasıtalarımızın emniyeet bahş surette tamam olmaması bizi daha ihtiyatlı harekete mecbur ederek alelacele Sakarya gerisine çekilmeye sevk etti.

3.- Sakarya sonunda Kavuncu köprüsünü tutmak imkânı maddisine malik olamadığımızdan düşman kaçıp kurtulabildi. Geceli gündüzlü 21 günlük harpten sonra cebri ve seri yürüyüşe beşerin takati yetişemedi.

4.- Sakarya’dan sonra bir kolordumuzu Afyon karşısına indirerek düşmanı sıkıştırmak emrini verdik. Ordu vazifesini cesaret ve muvaffakiyetle yaptı. Fakat yukarıdan indirilen diğer düşman kolordusunun tazyiki o günde harbi kat ederek çekilmeğe mecbur oldu. Halbuki bizim elimizde diğer kolordular vardı ki onlar da  gidip düşmanın şimal kuvvetleri ile harbe tutuşarak onları aşağıya inmekten men edebilirdi. O takdirde o zaman da harbi bir neticei katiyeye sevk edebilirdik.Bunu yapamadık. Çünkü levazım ve mühimmatca noksanımız diğer kolordularımızın faaliyete sevkine en ciddi bir mania teşkil ediyordu.

İşte nihayet bütün bu noksanlar bertaraf edildikten sonra akibet Afyon-Dumlupınar’da düşmanın yakasına yapıştık ve onu öteden beri tasavvur ve takrir ettiğimiz akibete isal ettik…”

 w=

Ankara’ya doğru seyahatimizde köprüyü geçmiş, Polatlı’ya doğru gidiyorduk. Paşa kendisine sorulmuştu ki:

Düşman Ankara’ya Gelmiş Olsaydı

— Düşman Ankara’ya gelmekten çok büyük faydalar umuyordu. Acaba Ankara’ya gelse vaziyet onun umduğu gibi bize göre müşkülaat arzeden safhalara iltibas eder miydi?

— Düşmanlarımızın Ankara’yı zapt ve işgale atfettikleri ehemmiyeti, ma li hülya kabilinden addetmek muvafık olur. Bize göre kaziye bir aksidir. Biz Ankara’yı, düşman için bir nevi yem addetmişizdir. Siz isterseniz bu kahani kuş tuttukları bir alet vardır, adına fak derler, öyle addedebilirsiniz. Bizim nazarımızda Ankara düşmana karşı kunulmuş bir fak idi. O ikide bir oraya kadar sürüklenmek hevesine kapılmaktan kendisini alamayacaktı, ve asıl oraya gelmek için çabaladıkçadır ki kendisini bekliyen gayya kuyusuna daha elim ve feci olarak yuvarlanacaktı. Ankara’ya girebilse idi de öyle olacaktı, giremediği zamanda dahi işte yine öyle oldu. Ankara fakı düşmanı Dumlupınarda yakaladı ve Kızıltaş deresinde kendi kanının deryasına boğdu.

Yunus Nadi

***

Mareşal Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos’a ilişkin anı, görüş ve değerlendirmeleri, yaşamının sonuna dek hep diri kaldı. Ölümünden 3 yıl önce, 1947’de, Büyük Zafer’in 25. Yıldönümünde 30 Ağustos’u şöyle anlatıyordu:

MAREŞAL 30 AĞUSTOS’U ANLATIYOR

Akın Gazetesi, 11.9.1947

[Konuşan: Gavsi Ozansoy. Aktaran: Derya Genç Acar, “Mareşal Fevzi Çakmak’ın Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’e İlişkin Konuşma, Demeç ve Söyleşileri Üzerine Bir Basın Taraması” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.XXII, Mart, Temmuz, Kasım 2006, sayı: 64, 65, 66.  s.311-313.]

Türk milletine yeni bir hayat yolu çizen, Türk tarihine yeni bir sayfa ekleyen 30 Ağustos Zaferi’nin 25. yıldönümü münasebetiyle Sayın Mareşal’den o günlere ait birkaç canlı hatırayı nakletmeleri ricasında bulundum. Bur iki dakikalık sessizlikten sonra, Büyük Asker konuşmaya başladı:

— Eylül başlarında Yunan ordusunun büyük kısmı ve kolorduları esir edildikten sonra, parçalanmış bir halde hızla çekilmeye başlamıştı. Süvarilerimiz tarafından şiddetle takip olunan bu ordunun artık mukavemetine imkân bırakılmamıştı. Bu vaziyeti beklemeyen İzmir’deki yabancı konsoloslar, Mustafa Kemal ile temasa gelmek istediler. Pek geç kalmış olan bu müracaat, ancak 9 Eylül 1922’de ordumuz İzmir’e girdikten sonra mümkün olabildi. Bazı Yunan çetecileri bir yangına teşebbüs etmişlerdi. İzmir’e giren ordularımız yangını söndürerek, işgali tamamladılar. Böylece savaş, Anadolu’da fiilen nihayet bulmuş oluyordu.

İzmir’e varıp da Hükûmet Konağı’na girdiğimiz zaman büyük küçük rütbeli birçok düşman subaylarının binanın alt katında tutuklanmış olduklarını gördük. Bunlar yaptıkları zulümlerden dolayı sonlarını endişe ile bekliyorlardı. Fakat onlara Türk’ün acıma hissini bir kere daha göstererek hepsinin hayatını kurtardık. Türk’ün bu asil hareketi karşısında bize ne yolda teşekkür edeceklerini bilemiyorlar, sevinçten ağlayarak ellerimizi öpüyorlardı.

İzmir işgaline ait bu hadiseyi tamamlayan ikinci bir olay daha söyleyeyim: Düşman çeteleri tarafından çıkarılan büyük yangın sırasında birçok Rum halkı da, kadınları ve çocuklarıyla beraber, ateşten kurtulmak için sahile doğru toplanıyorlardı. O sırada düşman çeteleri de halkı yağmaya başlamışlardı; bu çaresizlerin yangından kaçırabildikleri kıymetli eşyayı zorla alıyorlardı. Fakat derhal yetiştirilen kahraman askerlerimiz bunları emniyet kordonu içine alarak, can ve mallarını kurtarmış, Türk askeri yardım elini bu Hıristiyan uyruklu vatandaşlarımıza da uzatmıştı.

Mareşal, Atatürk’le beraber İzmir’e girişlerini de şöyle anlattılar:

—İzmir’e, bir otomobilde ikimiz beraber girdik. Halk yollara dökülmüş, Mustafa Kemal’i görülmemiş bir sevinç gösterisiyle karşılıyorlardı. Şehirde düzenlik ve güven tamamıyla sağlanamadığı için, şurada burada dağınık düşman çetelerinin Atatürk’e karşı her an bir tecavüzde bulunmaları mümkündü. Fakat halkın gösterdiği coşkun sevgi ve saygı, bütün kötü niyetleri sonuçsuz bırakmış, en cüretkâr olanlarını bile böyle bir hareketten alıkoymuştu.

Mareşal, sözlerini şöyle bitirdi:

—30 Ağustos’ta başlayan ve Türk ordusunu 9 Eylül’de İzmir’e ulaştıran zaferler silsilesi, o vakit bütün memlekete hakim olan bir ruhun, kuvayi milliye ruhunun eseridir.

Mareşal’i bu ziyaretim, yazımın başında da söylediğim gibi, politik bir nitelik taşımıyordu. Fakat burada dilimin ucuna kadar gelen bir suali sormaktan kendimi menedemedim:

— Sayın Mareşal’im, dedim, vaktiyle memleketi kurtaran ve Büyük Zafer’i takip eden yıllarda büyük inkılâplar başaran bu ruh, bugün aynı kuvvetle devam ediyor mu?

— Kuva-yı Milliye ruhu, feragat ve fedakârlığın en temiz bir örneğiydi. Üzülerek belirteyim ki, bugün kişisel menfaatler düşüncesi, bu ruhu zedelemiştir. Fakat millet, hakikî hürriyetine kavuşursa, bunun tekrar kurulacağına emin olabiliriz.

***

Mareşal Fevzi Çakmak’ın 30 Ağustos’a ilişkin yayımlanmış ilk konuşması Atatürk’le birlikte Büyük Zafer’in ikinci yıldönümü kutlamaları için gittikleri Dumlupınar’da 30.08.1924 günü yaptığı konuşmaydı. Mareşal Fevzi Paşa’nın 31.08.1924 günlü Hakimiyeti Milliye’de tam metin olarak yayımlanan bu konuşması şöyleydi:

SAKARYA’DAN DUMLUPINAR’A KADAR TEVALİ EDEN BÜYÜK ZAFERLERİN KIYMETDAR BİR TARİHÇESİ: ERKAN-I HARBİYE-İ UMUMIYE REİSİ FEVZİ PAŞA HAZRETLERİ, ÇALTEPE’DE KAHRAMAN ORDUMUZUN NAMÜTENAHİ VE KAHİR DARBELERİ ALTINDA DÜŞMANIN NASIL EZİLDİĞİNİ ÇOK HEYECANLI SAFAHATIYLA ANLATIYOR

Hakimiyet-i Milliye, 31 Ağustos 1924.

[Dilini güncelleyerek aktaran: Derya Genç Acar, “Mareşal Fevzi Çakmak’ın Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’e İlişkin Konuşma, Demeç ve Söyleşileri Üzerine Bir Basın Taraması” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c.XXII, Mart, Temmuz, Kasım 2006, sayı: 64, 65, 66.  s.297-304]

Sakarya Muharebesi’nde mağlup olan düşman, Eskişehir-Afyon çizgisine çekilmiş ve sağ kanadını Kamalar dağı bayırları ve Ahırdağı gibi yolsuz ve sarp bir araziye, sol kanadını da Bozdağı’na ve Sakarya’nın sarp yamaçlarına dayandırarak Eskişehir doğusu ve Seyitgazi ve Afyon doğusundan geçen mevziye yerleşmişti. Ve düşman 1. Kolordusu’yla Afyon mıntıkasında, 3. Kolordusu’yla Eskişehir mıntıkasında ve 2. Kolordusu’yla bu iki kolordu arasında Döğer-İhsaniye mıntıkasında bulunuyordu. Birbiri gerisinde birkaç hattan teşekkül eden düşman mevzileri mükemmelen sağlamlaştırılmış ve umumi olarak bir iki ve birçok mühim noktasında da üç sıra tel örgülerle donatılmıştı. Sağ, sol kanatlarda geriye doğru çifte menzile ve bütün cephesi boyunca da demiryolu hattına sahip bulunuyordu. Düşmanın Eskişehir – Seyitgazi batı sırtları -Akin – Curcalar – Balmahmut – Ayvalı – Tazılar’dan Toklusivrisi’nde son bulan ve çeşitli hatlardan oluşmuş ikinci mevzii olduğu gibi Döğer, doğu Resûlbaba tepelerinden geçerek Dumlupınar’da sona eren üçüncü bir mevzii dahi hazırlanmış ve ayrıca Dumlupınar’da İkinci İnönü Muharebesi’nden sonra hazırlanmış, tel örgülerle donatılmış kuvvetli 4. bir mevzii daha vardı. Afyon’daki 1. Kolordu, 4. Tümen ve bir bağımsız alaydan; 2. ve 3. Kolordu’lar ise üçer tümenden oluşmuş; bu esas gruplardan başka Uşak-Çivril mıntıkasında bir piyade ve bir süvari tümeni ve Bilecik-İznik-Gemlik mıntıkasında bir piyade tümeni vardı. Düşmanın toplam olarak 12 piyade tümeninden başka Menderes bo-yunca ve Kocaeli karşısında ve cepheler gerilerinde ayrı gruplar teşkil ve menzil hatlarını muhafaza etmek üzere 9 alay daha vardı ki, bunlar da üç tümenlik bir kuvvet teşkil ediyorlardı. Bu suretle düşmanın 15 tümeni karşısında bizim 18 tümenimiz bulunuyordu. İstanbul’u tehdit eden Trakya’ya bir iki ayrı alay gönderildiği halde dahi düşman ordusu bizden ateş kuvvetince noksan değildi. Tümenleri daha kuvvetli, bilhassa ağır ve hafif makineli tüfekleri bize oranla iki misli idi.

 w=

Düşmana üstünlüğümüz teşkilâtımızda, ağır toplarımızda, süvarilerimizde, ikmal ve depo alaylarımızda ve bilhassa manevra kabiliyetimizde idi. Umum ordu, erler ve subayların maneviyatının yüksekliği ve tecrübelerinin fazlalığı ve manevra hususundaki kudretleri bu üstünlüğü tamamlıyordu. Batı Cephesi iki orduya bölünmüş olup 2. Ordu Sivrihisar-Bolvadin hattı batısında ve 11 tümenden ibaret Üçüncü, İkinci, Altıncı ve Dördüncü Kolordu’lardan ve bir Mürettep Süvari Tümeninden; 1. Ordu ise Akarçay güneyinde 1. Kolordu ve üç bağımsız tümenden oluşmuş bulunuyordu. Ay- rıca Akşehir-Ilgın mıntıkasında bir tümenlik bir süvari kolordusu vardı. Ko caeli mıntıkasında bir tümenimiz, Menderes boyunda da bir süvari tümeni ile muhtelif müfrezeler bulunuyordu.

Maksadımız düşmanı, sağ kanadına indirilecek kesin bir darbe ile imha etmekti. Bunun için 1. Ordu, 2. ve 4. Kolordularla kuvvetlendirildi. 3. ve 6. Kolordu’larla bir süvari tümeninden ibaret kalan 2. Ordu cephesine rastlayan düşmanın 3. ve 2. Kolordu’larıyla 1. Kolordu’nun Afyon doğusundaki iki tümenini yerinde tutacak, 1. Ordu ise düşmanın 1. Kolordu’sunu güneyden ve batıdan saracak şekilde taarruz edecek, ormanlarla örtülü ve düşman tarafından boş bırakılmış olan Ahırdağ mıntıkasından atılacak olan Süvari Kolordumuz da düşman ordusunun ulaşım ve haberleşmesini bütünüyle ortadan kaldırmak için gerilerine saldıracaktı.

25 Ağustos 1922 akşamına kadar bu tertibat tamamlandı. Düşmanın yapabileceği her hareket enine boyuna düşünerek karşı tedbirler alınmıştı. Düşman, 2. Ordumuzun taarruzuna ehemmiyet vermeyerek, Döğer ve İhsaniye’deki İhtiyat Kolordusu’yla 1. Kolordu’sunu takviye ederek 1. Ordu’muza karşı taarruzda bulunsaydı, böyle bir taarruz ne kadar kuvvetli olursa olsun, güvenle karşılayacak kadar kuvvetli olursa olsun, güvenle karşılayacak kadar kuvvetli olan 1. Ordu karşısında durdurulacak ve düşman ordusunun kanatları, 2. Ordu’nun doğudan ve kuzeydoğudan ve Süvari Kolordusu’nun batıdan taarruzları ile çevrilerek düşmanın büyük bölümü gayet fena bir vaziyette imha muharebesine zorlanacaktı. Düşmanın İhtiyat Kolordusu, 3. Kolordu kuvvetleriyle 2. Ordu’muz aleyhine bir taarruza kalkışması halinde Sakarya Muharebesi’nde tecrübe olunan savunma sistemi ile düşman kuvvetleri siperlerimiz önünde gittikçe yıpranarak durduruldukları sırada 1. Ordumuz, karşısındaki zayıf kuvvetleri şiddetle ve hızla kuzeydoğuya atarak düşmanın büyük bölümü, iki ordumuz arasında ezilecekti. Yedekteki 2. Kolordu’suyla 1. ve 2. Ordu’larımız arasında ezilecekti. Yedekteki 2. Kolordu’suyla 1. ve 2. Ordu’larımız arasında Afyon-Çay istikametine düşmanın taarruz ihtimali karşısında, 2. Kolordumuz 1. Ordu’nun sağ kanadı gerisinde yedekte bulunmuştu. İki ordu arasında böyle bir çukura girecek kuvvetlerin o zaman da esarete düşeceği muhakkaktı. 26 Ağustos sabah saat 4’den itibaren Afyonkarahisar ve Ahırdağları arasındaki düşman mevzilerine karşı şiddetli bir topçu ateşi ile umumî taarruzumuz başladı. 2. Ordu’nun sağ kanadındaki 3. Kolordu 41. Tümen ile Seyitgazi batısına, 61. Tümen ile Kazuçuran mevzilerine, 6. Kolordu da Dedesivrisi ve Kozluca mevzilerine taarruz ediyordu.

Mürettep Süvari Tümeni, Bahşayiş ve Köroğlu kalesi kuzeyinden Döğer-İhsaniye arasındaki şimendifer hattını kesmek için ilerledi. Süvari Kolordusu, 1. Ordu’nun solundan Ahırdağları’nı aşarak Çayhisar’a inmiş ve tümenleriyle Sinanpaşa hattına batıdan taarruza başlamıştı. Kuzeye gönderdiği bir bölük ile de Küçükköy civarında muhafızlarını kılıçtan geçirerek demiryolunu ve telgraf hatlarını kesmişti. Düşmanın pek emin gördüğü kanattan ve çifte menzil hattından biri kesilmiş ve diğeri de 2. Ordu süvari- leri tarafından kesilmek üzere bulunmuştu.

Afyon güneyinden taarruz eden 4. ve 1. Kolordularımız karşısında düşmanın, batıya doğru uzanan ve Kaleciksivrisi ilerisindeki mevziler, Belentepe, Tınaztepe, Tellikırıbeli, Kırcaarslan gediği, Belliçekiltepe gibi pek kuvvetli pekiştirilmiş mevzilerde, 4. ve 1. Tümen’leriyle bu cephenin kuvvetlenmesine ayrılmış olan 13. ve 7. Tümen’lerine mensup bulunan birer alay mevcut olduğu, evvelce yaptığımız incelemeden ve daha sonra alınan esirlerden anlaşıl

Büyük Taarruzu planlayan Mareşal Fevzi Çakmak 30 Ağustos zaferimizi anlatıyor

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!