Avatar
Hümay Göbel

Yazgımız: Maske ve gölgenin mücadelesi

featured

Hümay Göbel yazdı…

“Maskeyi hep istediği zaman çıkarabileceği bir şey olarak düşünmüştü. Maskenin yüzünü ele geçirebileceği olasılığını aklına getirmemişti bile. Maske, zamanla yüzüne işlemiş olabilirdi. Kendini kendi elinden kaçırmıştı belki de…” (Üç Aynalı Kırk Oda – Murathan Mungan) 

Maskeler… Sosyal hayatta kabul görebilmek adına kuşandığımız zırhlar… Mahremiyet tesisinden çok, kendi gerçeklerimizin kabul görmemesi endişesiyle ardına sığındığımız yeni yüzler… 

Ne kadar şeffaf yaşadığımızı düşünürsek düşünelim, bizim dışımızdakilere göstermekten imtina ettiğimiz saklı yanlarımız vardır mutlaka. Maskelerin ardına sığınırız, çünkü çok kıymetli Leyla Erbil’in Cüce kitabında dediği gibi “yaralı doğar tüm insanlar… anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenirler ömürlerince…” Anlaşılma endişesi bizleri, kendi gerçeklerimizi damıtmadan diğerlerine göstermeme konusunda tetikte tutar hep. Bu yüzden maskeler koşar yardımımıza. Lakin maske mi bizi yönetir, biz miyizdir maskenin idarecisi…  

İki farklı akımın, iki farklı yönetmeninin maske konusunu ele aldığı iki film… Biri varoluşçu akımın efendisi Ingmar Bergman’ın 1966 yılında yaptığı ve psikoloji başta olmak üzere birçok derse konu olmuş Persona, diğeri Dogma (ya da Dogme) 95 akımının kurucusu, Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’nin 2003 yılında yaptığı Dogville 

Persona ve Persona’dan nerdeyse 40 sene sonra yapılmış Dogville; özünde, insanın samimiyet ve kendini gerçekleştirme, kendi karanlık yanlarıyla yüzleşebilme ve karanlık yanını toplum içinde kontrol altında tutabilme becerisine odaklanır. Persona, bunları ikili bir ilişkide irdelerken Dogville, bunların toplum içindeki yansımaları analiz eder.

 srcset=

Personafilm şeridinden birtakım fetiş görüntülerin aktığı bir girişle başlar. Böyle bir girişle Bergman, seyircisini ilerleyen sahnelerde yaşanacak rüyayla gerçeğin iç içe geçtiği buhrana hazırlamak istemektedir sanki. Giriş sahnesinin ardından bir çocuğun, filmimizin kahramanları olan Elisabeth ve Alma’nın yüzlerinin birbirine karıştığı bir görüntüyü okşadığı sahneye geçilir. Bu sahne filmin sonundaki yüzleşme ile ilgili de bir ipucudur aslında… 

“Sağlığı yerinde. Sessizliği ve hareketsizliği bir kararın meyvesi… Bu karar büyük bir ruhsal gücü gösteriyor. Belki de bende olmayan bir güç…” 

Elisabeth, bir oyuncudur. Elektra’yı canlandırdığı bir oyun esnasında birden susar ve o günden sonra konuşmaz olur. Öncelikle bir akıl hastanesine yatırılır. Burada yapılan çeşitli testlerin ardından fizyolojik ya da nörolojik olarak herhangi bir rahatsızlığının olmadığına ancak histerik bir durumun söz konusu olduğuna karar verilir. Elisabeth ile ilgilenmesi için Alma isimli, Elisabeth’e de fiziksel olarak çok benzeyen bir hemşire görevlendirilir. Alma, sanata düşkün, genç bir hemşiredir. Elisabeth’e de bu nedenle hayranlık duymaktadır aslında. Elisabeth ile olan ilk görüşmesinin ardından doktor, Alma’ya Elisabeth hakkındaki fikirlerini sorduğunda Alma’nın Elisabeth’e olan hayranlığı da hissedilir: “Sağlığı yerinde. Sessizliği ve hareketsizliği bir kararın meyvesi… Bu karar büyük bir ruhsal gücü gösteriyor. Belki de bende olmayan bir güç…”

 srcset=

Alma, Elisabeth’i konuşturabilmek için sık sık onunla sohbet eder. Elisabeth’in insani bir tepki verdiği ilk an, radyodaki merhametle ilgili piyesi duyduğu andır. Piyesi duyan Elisabeth güler… Gülüşünden merhamete olan inançsızlığı okunmaktadır. Bu reaksiyon, Elisabeth’in içinde bulunduğu psikolojiye dair ipuçları sunar seyirciye. Daha sonra odasında yalnız kalan Elisabeth’in televizyondaki görüntüler karşısında önce irkildiğini ve sonrasında ufak çaplı bir histeri krizine girdiğini görürüz. Televizyonda, yakılan bir Budist rahiple ve Nazilerce silah doğrultulan küçük bir çocukla ilgili görüntüler akmaktadır. Elisabeth bu görüntüler karşısında dehşete kapılmıştır. Elisabeth’in gerçeklere tahammülü yoktur… 

Elisabeth’in fiziksel ve nörolojik herhangi bir rahatsızlığı bulunmadığından hastaneden taburcu edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle doktoru, Elisabeth’e Alma’yı da yanında alarak kendisinin yazlık evine gitmelerini tavsiye eder. Doktorun yazlık evinde, kalabalıktan uzakta ve Alma’nın eşliği ile birlikte Elisabeth’in içinde bulunduğu buhranı aşabileceğine inanmaktadır. Bu esnada doktorun Elisabeth’e söyledikleri seyirci açısından Elisabeth’in psikolojik durumuna dair daha somut bir tablonun oluşmasını sağlar: 

“Başkalarına karşı sen ile yalnızkenki sen arasındaki uçurum! İntihar etmek mi? Hayır! Sen yapmazsın. Ama konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Ya da öyle sanırsın. Ama gerçek inatçıdır. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam, dışardan sızar içeri ve tepki vermek zorunda kalırsın. Seni anlıyorum ve takdir ediyorum. Hevesin geçene kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum. O gün geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi, bunu da bırakırsın!” 

Evet.. Elisabeth rol yapmamak, maske takmamak ve yalan söylememek için eylemsizliği seçmiştir. Rol yapmamak için, sessiz kalma rolünü oynamaya karar vermiştir.  

Bu noktada filmle ilgili daha fazla ilerlemeden konuyu biraz daha açmakta fayda olacak. Persona sözcüğü Latince kökenli bir sözcüktür ve Antik Yunan tiyatrolarında kullanılan maskelere atıf yapmaktadır. Kavramı psikoloji terminolojisine kazandıransa arketip kuramıyla bilinen Carl Gustav Jung’turJung’un kolektif bilinçaltı arketiplerinden olan Persona, en basit tabiriyle, toplumsal maske demektir. Yani başkalarının görmesine izin verdiğimiz karakteristik özelliklerimiz… Jung, Persona’nın karşısınGölge arketipini koyar. Gölge ise bir alter egodur. Başkalarına göstermek istemediğimiz, karanlıkta tutmayı tercih ettiğimiz alt benliğimizdir.  

Persona arketipi maskeleri işaret eder. Maskenin koruyan, gizleyen misyonunun yanı aldatan, gerçeği damıtan hatta dönüştüren bir özelliği de vardır. Bu toplumsal maskeler, onu giyen insanları ele geçirebilecek kadar güçlenirse kimi Elisabeth gibi sessizliğe gömülür, kimileri artık maskenin kendisi olur kimileriyse bu ikiliğe tahammül edemeyerek intiharı seçer. 

 srcset=

Elisabeth ve Alma doktorun yazlık evine gelirler. Alma’nın anlatısına göre buradaki sakinlik ve insanlardan uzak sessizlik Elisabeth’e çok iyi gelmiştir. Filmin bundan sonraki kısmı Alma’nın monologlarıyla devam eder. Alma, durmaksızın konuşur. Konuştukça Elisabeth’le daha da yakınlaştığına inanır. Elisabeth ise içten bir tavırla Alma’yı dinlemektedir.  

“Aynı anda tek ve aynı kişi olunabilir mi?” 

Almanın konuşmaları sürdükçe ikili arasındaki ilişkideki roller de birbirine karışır adeta ve bu ilişki, Alma’nın hasta Elisabeth’inse hemşire misyonuyla onun sabırlı dinleyicisi olduğu bir eksene doğru kaymaya başlar. Öyle ki Alma, geçmişine dair yaşadıklarını hiçbir acziyetini saklamaksızın söze dökmeye başlamıştır artık. Geçmişine dair en mahrem anılarını dahi sakınmasızın paylaşır Elisabeth ile, en acı hatası olarak gördüğü kürtaj olayına kadar… Alma kürtaj konusunda büyük bir suçluluk duymaktadır, bunu en yalın ve açık haliyle de ilk kez Elisabeth ile paylaşmıştır. Gözyaşları içinde olayı Elisabeth’e anlatırken “İnandığımız her şeye ne olmuştu? Aynı anda tek ve aynı kişi olunabilir mi? O ben değil miydim?” diye kendi kendine yakarışta bulunur.

 srcset=

“Sevgili dostum hep böyle yaşamak istedim. Sessizlik, yalnızlık, hasta ruhun sağlıklı yanımı öne çıkarması duygusu…” 

Alma, Elisabeth’in mektuplarını yollamak üzere yola çıkar. Mektupların arasında doktora hitaben yazılmış ve ağzı kapatılmamış bir zarf bulunmaktadır. Alma yolda giderken mektubu açar ve okumaya başlar. Mektupta okudukları ile birlikte şaşkına döner, aslında yaşadığı durumu büyük bir hayalkırıklığı olarak tanımlamak sanırım daha doğru olacaktır. Elisabeth mektubunda Alma ile ilgili olarak onu izlemenin eğlenceli ve komik olduğundan, kendisine mahrem sırlarını anlatmaktan çekinmediğinden bahsetmektedir. Onu dinlemenin, onun acziyetlerine ortak olmanın kendi hastalığını iyileştirmeye başladığını vurgulamaya çalışmaktadır aslında ama Alma bu satırlar karşısında büyük bir yıkım yaşar.  

Mektubu okuduktan sonra göl kenarında kendi aksini seyrederek düşüncelere dalan Alma, giderek Elisabeth gibi olduğunu idrak eder ve bu dönüşüme dur demeye karar verir. Burada, Alma’nın adeta bir ayna gibi sudaki aksiyle yüzleşmesi ve kendi gerçekliğine dönmesi oldukça çarpıcıdır. Herhangi bir ayna yerine en kadim ve doğal ayna olan suyun seçilmiş olması ise sanırım Bergman’ın hayran olunası dehasının bir ürünüdür. 

Alma ve Elisabeth arasında giderek birbirlerine dönüşme noktasına varan ilişkinin temelinde aslında çok insani bir neden vardır. İnsanın kendi gerçekliği ile yüzleşmekten kaçması sonucu bu gerçekliği yitirerek başkasının gerçekliğiyle bütünleşmeyi kolay yol olarak görmesi… Alma, Elisabeth’e duyduğu hayranlığın da bir sonucu olarak, birlikte geçirdikleri uzun zamanın sonunda ona benzemeye başlar keza Elisabeth de içindeki buhranla yüzleşmekten kaçarak Alma’nın buhranlarını kendini iyileştirmek için bir çıkış noktası gibi görür. Birbirlerine fiziksel olarak da benzedikleri gözönünde bulundurulursa muazzam bir dönüşümdür seyirciye sunulan.

 srcset=

“Anlattığımız hikâye ile dinlediğimiz hikâye aynı değildir…” 

Alma, bir hastaymışçasına ve doktoruyla sohbet edermişçesine kendini Elisabeth’e açmıştır evet ancak bu çift taraflı bir açılmadır. Elisabeth gibi düşünmeyi, onu çözmeyi de öğretmiştir bu süreç ona. Bu durumu Bergman’ın klasik açı ve karşı açı çekimi kullanarak yarattığı, filmin üzerine belki de en çok konuşulan o muazzam sahnesi ile idrak eder seyirci. Hikayeyi, hem dinleyenin hem de anlayanın algısından gösterir seyirciye… 

Elisabeth henüz daha hastanedeyken Alma ona kocasından gelen mektubu getirir. Bir de fotoğraf vardır, Elisabeth’in çocuğunun fotoğrafı… Elisabeth fotoğrafı o anda yırtar. Yazlık evdeyse bir gün Elisabeth masada oturmuş derin düşüncelere dalmışken Alma Elisabeth’in elindeki fotoğrafı fark eder. Yırtılmış fotoğrafı… Elisabeth’in karşısında geçer ve konuşmaya başlar. Bu konuşma sahnesini önce Elisabeth’in yüzünden sunar Bergman seyirciye. Arkada Alma’nın sesi duyulurken ekranda Elisabeth yalnızca gözleriyle konuşmaktadır. Elisabeth’in sırf toplum baskısı nedeniyle anne olmaya karar verdiğini ancak hamilelik ve doğum sonrasında Elisabeth’in bir türlü anneliği kabullenemediğini anlatır Alma. Daha sonra aynı sahneyi Alma’nın yüzünden seyrettirir Bergman. Alma burada konuşmasını tamamladıktan sonra, “Asla senin gibi olmayacağım, sürekli değişiyorum.” diyerek isyan eder. Elisabeth’e dönüşümünü kırdığı nokta da tam olarak burasıdır. Alma kürtaj için bile büyük suçluluk duyarken, Elisabeth kendi çocuğuna yabancılaşmış sevgisiz bir annedir…  

Elisabeth’in Elektra’yı canlandırdığı esnada sustuğundan bahsetmiştim. Sanırım burada da alegorik bir durum yaratmak istemiş BergmanElektra aile bağlarını doğru kuramamış, annesiyle hesaplaşmasına hayatını adamış ve sonunda da annesini kendi elleriyle öldürmüş bir karakter. Dolaysıyla Elisabeth’in tam da bu kadın figürü canlandırırken susmaya karar vermiş olması tesadüf olmasa gerek.  

Maskeler kurtarıcıdır dedik. Elisabeth de bir oyuncu olarak, toplum içinde en çok kullandığı maskeye tutunmak istedi belki de. Rol yapmamak için en çok yaptığı role sığınmayı seçti. Alma ise gölgeye teslim olmayı reddedip yine toplumun ona biçtiği mütevazi ve ahlaklı hemşire maskesine tutunmayı seçti. İki kadın da içindeki karanlık yanı kontrol altında tutabilmek için kendilerine dair birtakım tavizler verdi özetle… Ancak bazen gölgeye teslim oluruz. Kontrol altında tutamadığımız karanlık yanlarımız hem bizim hem içinde yaşadığımız toplumun çürümesine neden olur. Taktığımız maskeler yetmez içimizdeki canavarı susturmaya ve yozlaşırız. Bu yozlaşmayı ekrana taşıyan en iyi örneklerden biri de Dogville’dir. 

Danimarkalı Yönetmen Lars Von Trier 3 arkadaşıyla birlikte (Thomas VinterbergSøren Krogh-JacobsenKristian Levring) 1995 yılında ana akım sinema dinamiklerinin karşısına Dogma 95 Manifestosu’yla çıkar. Bu manifestoya göre; filtre ve efekt kullanımı terk edilerek doğal ışık ve ses kullanımı tercih edilmeli, çekimler el kamerasıyla yapılmalıydı. 4 yönetmen böylelikle hikâye, oyuncu ve yönetmeni ön plana çıkarmayı ve gerçekliği olabildiğince gerçeğe yakın olarak perdeye yansıtmayı hedeflemişlerdir. 

Yazgımız: Maske ve gölgenin mücadelesi

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. Hümay Hanım tebrik ederim; sanat eserlerinin gücü ve sarsıcı etkileri kadar onu algılayıp analiz edenler de sanatçı kadar alkışı haketmekteler. Bu bağlamda sanatçı dehanın dehlizlerine inerken çok iyi bir rehber olduğunuzu belirtmek isterim….

  2. Yine çok güzel bir yazı yine Dogville filmine değinmişsiniz

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!