Özellikle son on yılda, yıllar boyunca nice değerli yazarın, dilcinin, bilim insanının karşılığını bulmak için emek harcadığı Arapça Farsça sözcük, mezarından çıkarılıp kullanılmaya başlandı. İngilizce Latince sözcükler de pek revaçta!
Dil Devrimi, bir zamanlar dilimizi yabancı sözcüklerden arındırma çabaları, Arapça Farsça üzerinden kıran kırana sürmüş mücadele boşa gitmiş gibi…
Birbirleriyle yarışırcasına bu sözcükleri daha tumturaklı, daha “ağır” kullanmaya çalışan hemen bütün “medya” üyeleri, gecelerin ekran bülbülü analizciler, Orhan Pamuk’la başlayan modaya uyan Metis Yayınları romancıları, bazı edebiyat dergileri yönetimine “musallat” olmuş, Türkçe’ye bilinçli düşman kişiler bir aile gibiler; gizli bir örgüt gibi davranıyorlar.
Birbirlerini bu sözcüklerden tanıyor, böylece istilacı uzaylılar olarak işaretleşiyor, koklaşıyor, sevişiyorlar!
Şimdilerde bir “pandemi” var ki hafazanallah! “Salgın” neyinize batıyor a doktorlar diyesi geliyor insanın!
“Ortam”ı görünce Dil Devirimi niçin yapıldı beyler diye uyarmak istiyor insan! Bunca “öz Türkçe yaratma mücadelesi niçin verildi bayanlar baylar diye haykırmak istiyor!
Atatürk’ün cebinden parasını verdiği İş Bankası hisselerinin gelirini bağışladığı Türk Dil Kurumu (TDK) zaten sizlere ömür… 12 Eylül’de beli kırıldı. Oradan ayrılanların kurduğu Dil Derneği’nin de dinleyeni yok.
Bir dilin tek bir otoritesi olmalı bence; o da Türk Dil Kurumu’dur.
TDK üyelerinin basın toplantıları düzenleyip bu çılgınlığa bir son vermeleri, en azından “ayar” vermeleri gerekir.
Nasıl virüs salgınında her akşam uzmanlar halkı uyarıyorsa TDK üyeleri de dünyanın en nadide en özel en güzel dillerinden Türkçemize yapılan saldırıyı, hoyratlığı engellemek için gazeteleri, yazarları, konuşmacıları, haber ajanslarını denetlemeli, uyarmalılar.
Türkçemiz sahipsiz, yol geçen hanına döndü beyler! Bir Nurullah Ataç kadar bile, korkulacak yetke (otorite) yok! (Nurullah Ataç, “dair” sözünü kullandı diye Yaşar Kemal’in romanına oy vermeyeceğini ilan etmişti.)
Yani bugünlerde pek matah olan ve söylenirken bile ağızda sakız gibi uzayan “dair”, ta 1950’lerde arzın merkezine gönderilmişti!
Bir dilde elbette yabancı sözcükler olabilir. Ancak dilin arılaşması, yabancı sözcükler yerine var olan Türkçe karşılıklarının kullanılması, yoksa yetke sahibi kurumun karşılık bulması ve halka bunu duyurması doğru tutum değil midir? Tutmazsa tutmaz; o zaman eskisini kullanırız.
SIKÇA KULLANILAN YABANCI SÖZCÜKLER ve BAZI DEYİMLER
Türkçe karşılığı olmasına karşın ısrarla halkın gözü önünde,Türkçemizin başını gözünü yara yara, sıkça karşılaştığımız bazı yabancı sözcükler:
pandemi: salgın. (Herhalde “pandemi” deyince daha bilinmez, daha felsefi oluyor!)
aşikar: açık. (Nuray Mert, bela etti!)
adına: Bu dünyada hiç bir fani, birinin adı bu olduğu için (Mehmet, Hasan, Hüseyin, Kılıçdaroğlu vs.) “adına” eylemde bulunmaz. O “kişi” için, o “kurum” için yapar, eder, eyler! Ne yazık ki haber merkezlerinde çalışan kardeşlerimiz, bilincimizi ters çevirmeye devam ediyorlar.
an itibarıyla: şu an, şimdi. Gavur illerinden borç alarak, yemeyip içmeyip aldığı yine gavur malı cep telefonundan kendini ve arkadaki ağaç, deniz, caddeyi de çekmeyi başarıp iyi iş yaptığını sanan cahillerin uydurduğu alçakça bir şey! TRT de olay yerindeki muhabire “an itibariyle orada durum ne” diyen sunucular bile gördüm. Şu an, şimdi.. çöpe gidecek endişesi içindeyim.
beyan: Mahkeme tutanaklarına hapsedildi sanıp kurtulduğumuza sevindiğimiz bir sözcüktü. Düşüncelerini dile getirme, bildiklerini anlatma, söyleme… anlamında kullanılan iğrenç bir sözcük.
dair: ilgili. Arapça “devr”den, dönen, dolaşan, devreden anlamında, Türkçe’de ise bir şey hakkında olan, ilgili anlamındaki bu gariban sözcük Elif Şafak’ın başını çektiği çete tarafından baş aşağı çevrildi! (Radikal’de yazan, sonra romancı da olan, inanın şimdi adını anımsayamadığım cak caklı konuşan, Mağden soyadlı bir kadın da bu kullanıma ortaktır.)
daim: Arapça “devam”dan türeyip, devam üzere, her vakit, Türkçe’de sürekli, sürüp gelen anlamının dışında, bir de başına “her” ekleyerek cahil kişilerin duygulu, ağır şeyler söyleyebildiklerini kanıtlamak için kullandıkları zavallı sözcük.
hissiyat: Bir zamanlar dalga geçmek için kullandığımız bu sözcük, liberal/neogerici zamanlarda Elif Şafak ve diğer yeni yetme, genellikle de kadın yazarlarca kullanılmaya başlandı.
mevzu: konu, olay. “Mevzuu” diye de kullanılan bu sözcük Mertgiller Laçinergiller’in “bir numara” sözcüklerinden biri…
kadim: Kürt siyasetçilerin, bu toprakların çok eski halklarından olduklarını kanıtlamak için kullandıkları – doğrusu amaca yardım etmiş- bir sözcük. (Ne yazık ki bu “kadim(!)” halkın, bir müze kuracak minnacık bile etnografik bulgu, belge bulamaması bizi çok üzüyor.)
hakkaniyet: Arapça’da böyle sözcük var mı ondan bile şüpheliyim; Nuray Mert yaratıp başımıza bela etti.
mesele: sorun. Birikim dergisi bu sözü mezardan çıkarıp yaydı.
zira: Haber bültenlerinde bile kullanılmasıyla bizi çok üzen bir sözcük.
makul: akıllıca, akla uygun. (Ali Nihat Özcan bu sözcüksüz yapamaz.)
misal: örnek. Prof. Zeynep Kokmaz‘ı bile şaşırtacak denli bir Tanıl Bora sözcüğüdür. Çoktan mezarı boylamıştı; bana hortlak gibi geliyor.
şahsi: kişisel. Birikim’den Radikal’e, Radikal’den Birgün’e bulaşmış bir hastalık.
müşterek: ortak, birlikte.
otoriter: yetkeli. Emperyalizme, faşizme, faşiste bilimsel bakışı gizleyen, sosyalizmi de bu kavramın içine dahil edebilmek için kullanılan liberal bir sözcük. Evdeki baba da “otoriter”, Hitler de, Kenan Evren de!
malum: belli, bilinen.
sahne aldı: Sahneyi satın mı aldı? Kaça aldı? O tozlu mazotlu sahneyi aldı da çocuğuna eve mi götürüyor? Sanat sayfalarını yöneten, sanat programlarını sunanların, çoğu spor yorumcuları gibi cahil cühelanın, büyük halt karıştırıyormuşçasına kullanarak Türkçe sevdalılarının yüzlerce sinir hücresini öldüren sözcük.
mahfil: Büyük camilerde padişah ve müezzin için ayrılmış yer. (Ali Nihat Özcan – Nuray Mert ortaklığı bir kullanım. İnanın anlamını ben de bilmiyorum. Sözlüğe bile bakacak isteğim yok.)
o isim: “Adına”nın babası!
mühim: önemli!
muktedir: Arapça kudret. Türkçe’de güçlü, kudretli, bir işi yapabilmeyi başarmış anlamında. Oysa liberal sol, bu sözcüğü başımıza bela ederek faşist, despot, kötü insanları net olarak göstermeyip başarılı birer kişi, hatta sevimli kişi haline sokuyor. (Hitler’i “muktedir” olarak düşünebiliyor musunuz?)
teamül: Arapça “amel”den türeyen bu sözcük eskiden beri, yapılagelen davranış, alışkanlık anlamında kullanılmış. Anlı şanlı politika analizcilerimiz aslında hiç bir Türk politikacısının uymadığı alışkanlıklar için kullanıyorlar.
hakikat: Gerçeeeeeeeeeeekkkk!
zinhar: Farsça, sakın, aman anlamında. İslamcı entelektüelimsi tayfanın dolaşıma soktuğu bir sözcük.
ziyade: çok, daha çok.
zihniyet: anlayış, düşünüş. Birikim’le özdeşleşmiş bir sözcük. “İdeoloji” gibi maddi dünyada tarihsel derinliği olması gereken bir etkeni, yalnızca insan beyninde o insana özgü bir anlık düşünceler dizgesi gibi metafizik çukura hapsedip basitleştiren gerici, sığ, bilim dışı bir sözcük.
DİL ULUS OLMANIN BİRİNCİ ŞARTIDIR
Pek ayırdında olmadan olumladığımız, kullandığımız bu sözcüklerin ne denli ideolojik bir içerik taşıdığı yazdıktan sonra beni de şaşırttı!
Biraz da eğlenceli dille anlatmak istedim. Bu örnekler kuşkusuz çoğaltılabilir.
Elimizden geldiğince öz Türkçe kullanmak yazar ve şairlerimizin, gazetecilerimizin, konuşmacılarımızın ilkesi olmalı.
Unutmayalım dil ulus olmanın birinci şartıdır. Ulusal yapının çöküşü dille başlar.
Atalarımızın temelini atıp binlerce yıl içinde çok sağlam bir yapıyla biz torunlarına kalıt bıraktıkları Türkçemiz, Türkiye Cumhuriyeti’ne dek hiç bir devletin resmi dili olmadı; hep horlandı. Ama Türkçe, bataklıktaki altın gibi üzeri temizlendikçe parladı.
Hiç bir yazı aman öz Türkçe yazayım diye matematiksel bir sıkıcı titizlikle yazılmaz. Ancak yazdıktan sonra herkes, yazısını iki üç kez okur. Bir kez de Türkçe karşılığı olan yabancı sözcükleri -uygun düşerse- Türkçesiyle değiştirmek için okumak zor olmasa gerek.
FETÖ ele başının, tek bir Türkçe söz kullanmamaya özen gösterdiğine dikkatinizi çekerim!
YORUM YAZAN OKURLARA NOT:
Biz yazarlar için en güzel ödül olumlu olumsuz gelen yorumlardır; yorum yazmaktan çekinmeyin.
1- “Aydın” adlı okuruma: “Türkçe’ye” diye yazarken kesme işareti kullanılmalı. Ancak biz yazarların, bazı sözcükleri yazım kurallarının dışında kullanma hakkımız (kontenjanımız) var. Aziz Nesin “bitane”, “bigün’ diye yazardı, kimse de niçin böyle yazıyorsun demezdi. Nihat Genç, soluk almadan, kesilmeden okunsun diye çoğu kez virgül kullanmaz. Ben de “Türkçemizi..” diye yazmayı seviyorum.
2- “Latif Salum”: Noktalı virgülle ilgili Avrupa’da bir tartışma oldu son yıllarda. Fransa’da bundan bir kaç yıl önce alevlenen tartışma İngiliz Guardian’da haberleştirilmişti. Ancak haber, -bizimkinin tam tersi- Fransızca’da noktalı virgülün hiç kullanılmamaya başlandığını, bundan Fransız entelejinsiyasının panik düzeyinde rahatsız olduğunu anlatıyordu.
Örneğin Nouvel Observateur’un yazı işleri müdürü Sylvie Prioul’a göre noktalı virgüle giderek rastlanmamasının nedeni, “Fransızca üzerinde İngilizce etkisinin artması ve cümlelerin giderek kısalmasından” kaynaklanıyormuş.
Yazara göre, noktalı virgül olmasaydı Hugo, Flaubert, Maupassant, Proust, Voltaire’in eserleri yalnızca soluk birer gölge olarak kalırdı. Noktalı virgülün güzelliği ve ihtişamı, zengin ve ince analizler yapıp oldukça karmaşık düşüncelerin aktarımını kolaylaştırmasından kaynaklanıyor.
Hatta Fransa’da “Noktalı Virgülü Savunma Komitesi” adıyla bir internet sitesi bile kuruldu. Gazete ve dergilerde, tv ve radyolarda yalnızca noktalı virgül için onlarca konuşma yapılmış.
(Batı’da dil üzerine nasıl titiz davranıldığı ve olagelen tartışmalar için Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk’un yazılarına bakılabilir; google’a adını yazmanız yeterli.)
Görüldüğü gibi Fransa’daki tartışma, noktalı virgülü yanlış kullanma cahilliği üzerine değil, noktalı virgül kullanmaya gerek duyulmayacak denli kısa cümlelerin yaygınlaşmasına karşı gelmeye odaklanıyor.
Noktalı virgül kullanılarak bir sayfa uzunluğunda muhteşem tümceler kurmak özel bir yetenektir. Bizdeki gibi “Şöyle ki;..” deyip kullanmak değil.
Bizde yazım kuralları Latin alfabesini kabul etmemizle başladı. İlk zamanlar gazetelerde hatta Atatürk’ün yazılarında bile yazım kuralları hak getireydi. Zamanla oturdu. Noktalı virgül de Batı’da kullanılan biçimiyle aynıdır.
Bir ülkenin gelişmişliği bile yazım kurallarına ne kadar uyduğuyla doğru orantılıdır. Paldır küldür yazışma kültürü olan ülkeler az gelişmiş ülkelerdir çoğu kez. Örneğin İngilizlerin resmi yazışma metinlerinde bile kılı kırk yardıklarını, yazıyı sayısız kez yeniden yazdıklarını anlatmıştı İngiliz vatandaşı olmuş bir arkadaşım.
3-“İlker2”: Değerli yorumcuya bir üstteki paragraftaki yanıt yeterlidir sanırım. Takıntılı olmamalı ama en az bir İngiliz memuru kadar da titiz olunmalı!
Bir milleti yok etmenin ilk ve en doğru yolu ve birinci şartı dilini yozlaştırmak bozmaktır.Ama son yirmi yıla baktığımızda Arap hayranlığımızın etkisi olduğuna inanıyorum.Araştırmacı yazar kazım Mirşan’ın Türkçemizle ilgili çok önemli çalışmaları vardı.Ayrıca TDK’nın çalışmalarında önemlidir.Dilini kaybeden milletler herşeyini kaybeder.
Dil duyarlılığınız için kutlarım. Daha yüzlerce örnek verilebilir. “An itibariyle” cahil sunucuların son zamanlarda çok kullandığı bir deyiş. Onun karşılığı da “şu anda” olmalı. Bu konuda yazılarınıza ve bilinçlendirme çabalarınıza yürekten teşekkür ederim.
Saygılarımla
Prof.Dr.Taner Çamsarı
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim üyesi
Kesinlikle katılıyorum.
Listede “aynen”i göremediğime şaşırdım. Yeniyetmeler artık “evet” demiyorlar. Elli yıl sonra bu topraklarda kitap yazan, hatta cümle kurabilen biri kalırsa evet sözcüğünü unutmuş olacaklar.
Bence dehşetli nüfus artışına dilin bozulması bağlamında değinmek gerekiyor. Salgın aşağı, salgın yukarı ama kimse bu rezillikle aşırı nüfusun payını konuşmuyor. Dilin bozulmasında da etkilidir. Sınıflara kırkar öğrenci doldurduğunuz hiç bir ilkokulda Türkçe öğretilemez. Ha, o kırk günahsıza Türkçe öğretmeye çalışan sersem öğretmen de kırkar kişilik sınıflardan geldi tabi.
Eğer yorumları okuyorsanız sabrınıza hayran oldum. Ömründe dille ilgili bir kitap okumamış, iki dakika düşünmemiş adamlar otobüs beklerken telefonda zaman geçirmek için göz gezdirdikleri yazıya cahilliklerini kusuyorlar. “Yaşayan organizmaymış”. Biyoloji bile okumadın, ezberini kusuyorsun! (Yine aşırı nüfus!)
Sn. Oğuzhsn Can arkadaşa.
Tabi ki “sözcük” doğrusu ve bence güzeli de.
“Kelime”de biraz lüzumsuz ağırlık ve ağda var gibi.
Ama ne yazıkk i ben de “kelime” yi kullanmışım.
Demek ki bu işler sevgi, òzen ve emek istiyormuş.
Olabildiğince Türkçe sözcük kullanmaya çalışırım. Çünkü bana bir şeyler çağrıştırır. “Kelime” demiyorum, “sözcük” diyorum. Çünkü kelimenin ne olduğunu bilsem de sözcük bana daha yakın geliyor, benim bir parçam gibi hissediyorum. Bunun nedeninin Türkçe’nin bana Güney Sibiryalı atalarımın kalıtı (mirası), binlerce yıllık sağlam köklere sahip güçlü bir dil olduğunu düşünüyorum. Bir kuşağın yaşadığı sarsıntılar (travmalar) beyindeki nöroplastisiteyi değiştirirmiş. Bu da DNA’yı değiştiriyor ve bir sonraki kuşağa aktarıyor. Türkçe konuşarak onlarla bağlantı kuruyor, onları anlıyorum. Türkçeleştirmeye en güzel örnek bilişim dünyasıdır. Bilgisayarın ne olduğunu anlamak için bir kitap almıştım. Bütün terimlerin Türkçe olduğunu gördüm. Bilgisayar, aygıt, kablosuz bağlantı, ağ merkezi, sunucu gibi… Cengiz Özakıncı bir söz söylemişti: Yetersiz olan Türkçe değil, Türkçe çeviriye olan isteksizliktir, diye. Bugün hiçbir doktor raporunu okuyamayız; hepsi Latince, anlaşılmaz sözcüklerden oluşuyor. Oysa ilk kez gören biri bile bilgisayar terimlerinin neyi tanımladığını anlıyor. Hedeflenmesi gereken budur. Büyük, küçük herkesin anlayacağı bir dil. Elektronun Türkçesi nedir? Samançeken! Takıntılı değil ama özenli olmak gerek.
Kesinlikle katılıyorum. Salgın süreci dilimizin kirlenmesi, bugüne dek alınan yolun boşa çıkartılması çabaları bakımından da öğretici oldu. Dilimize yapışan Türkçe dışı sözcüklere iki ekleme de ben yapmış olayım. Vak’a ve mücbir sebep. Güzelim olgu ve zorunlu durum/neden dururken bu sözcüklere sarılmak niye? Atatürkçü ve Cumhuriyetçi olduklarını öne sürenlerin Arapça ve Farsça aşkı ayrıca üzerinde durulmaya değer.
Yorumumdaki İngilizce cümlenin yanlış olduğunu belirtmek iaterim.
Doğrusu “will you be able to go” olacaktı.
Atatürk, geometri terimlerini Türkçeye çevirdiğinde,
çevresindeki bir çok kjşinin,; bunlar yaşayan kelimelerdi, değiştirmeye ne gerek vardı, dediğine eminim.
Bir filolog olarak şunu rahatça söyleyebilirim ki bu, şu ana kadar dile dair okuduğum en cahilce yazıydı. Bir fındık kabuğunu dolduramayacak kadar dil bilgisine sahip olup böylesine özgüvenle bir “makale” ortaya koyana daha önce rastlamamıştım.
Yazar Efendi. Bu ülkede sorun en az bin yıldır dilimize yerleşen Arapça Farsça kelimeler değil ingilizce fıransızca kelimelerdir. İnanmıyorsan çık biraz etrafta dolaş.
Saçma!
Sayın Türkolog size tamamen katılıyorum, yorumunuz o kadar doğru ki! Sayın Yazar, kusura bakmasın ama, üstünkörü, özensiz ve iyi bilmediği bir konuyu – ki bu çok hayati bir konudur – yazmış. Yazının içinde, çok güzel Türkçe karşılıkları olduğu halde Osmanlıca olan ve artık Türkçemize sinmiş ve yüzyıllardır halkımızca kullanılan o kadar çok sözcük var ki : sahne, sevdalı, mezar, şair, revaç, mücadele, edebiyat, istilacı, resmi, hisse, şart, cep, ayar, haber, sahipsiz, ilan etmek, dahil, bela, matah, arz, merkez, israr, fani, cahil, muhabir, endişe, hapsetmek, mahkeme, halk v.b. “Makul” sözcüğünün Türkçesi olarak “akla uygun”,” akıllıca” demiş. “Akıl” zaten arapça bir sözcük ! “an itibariyle”, “sahne almak” , “adına” gibi deyişler tamamen batı dillerinden alınmış ve özentidir, bu doğru. Fakat mesela “her daim” ,”hakkaniyet” gibi sözcükler benim çocukluğumdan beri duyduğum ve artık bizim olmuş sözcüklerdir. Dili tırpanlarsanız fakirleştirirsiniz. Bu arada “devrim” sözcüğü de arapça kökenlidir, Yazarımız bir araştırsın lütfen. Saygılarımla
Sn. Ahmet Yıldız.
Yazınızda, bence bir dileğiniz olarak,
“Biz yazarlar için en güzel ödül, olumlu olumsuz gelen yorumlardır; yorum yazmaktan çekinmeyin.”
diyorsunuz.
Ben de yazılarınızı, üslubunuzu ve düşüncelerinizi beğenen bir okurunuz olarak, bu dileğinizi yerine getirmek istedim.
Niyet önceden geldi ama, böyle zor bir konuda istim arkadan nasıl gelebilecek, bakalım, görelim.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “Türkçem, benim ses bayrağım” diye tanımladığı Türkçemize saygı duyarak,
Türkçemizi elimden geldiğince doğru kullanmaya gayret ediyorum.
Bu yolculukta, Feyza Hepçilingirler’i, Hakkı Devrim’i hep okudum. Şimdi de Attila Aşut’u okuyor, öğreniyorum.
Öz Türkçecilik, fantastik bir ütopya değil bir zorunluluktur bana göre.
Çünkü Türkçe kelimelerimizin, art arda, çok sayıda ve değişik ekler alabilen olağanüstü geometrisi, Türkçemizin
dünyanın en sade bir dili olabilmesini sağlamaktadır.
Mesela, “Gidebilecekmisin” tek başına bir soru kelimedir.
Bunun İngilizce ’deki karşılığı, ”do you shall be able to go” olarak yedi kelimeden oluşan bir cümledir.
Bu nedenle, Türkçemizin geometrisine uygun yeni kelimeler türetilmelidir.
Aksi halde, ülkemizde, Sosyal, Teknik Bilimler ve Felsefe gelişip, yeni kelimelere gereksinim duyuldukça,
bu ihtiyaçları hep ithal ederek mi karşılayacağız.
Zaten tutunamayan bir kelime dilimizden silinmektedir. Ne gam yani.
Şimdi ben çok yaygın olarak kullanılan “email” kısaltmasına karşı, adeta bir savaş açmış olarak,
her zeminde ve mekanda, “emektup” kelimesini kullanıyorum.
Sorum şu, bu yazılış biçimi doğru mudur.
Sevgiyle kalın.
açıkçası dil konusundaki isyanızı haklı fakat tutarsız buldum. popülerleşen arapça-farsça kelimelerin türkçelerini öğretmeye çalışırken o dillerden daha da süratle z kuşağının gözdesi olan ingilizce-latince-fransızca kelimeler için ‘pek revaçta’ diye kestirip atmışsınız. bence öncelikle kaygınızın sadece türkçe olduğu konusunda tutarlı ve inandırıcı olmalısınız. ayrıca, bu sorunu tümüyle tdk’ya yıkmak ne kadar doğru? sizin de örneklendirdiğiniz gibi kelime ithal edilmesi türkçedeki eksiklikten kaynaklanmıyor. bir çok kelimenin türkçe karşılığı var. ben işin şu yanını daha dikkate değer buluyorum; kavramların aktarılmasında külütürel hafızanın devri kelimelerden çok daha etkili. bazı yabancı kelimeler toplum hafızasında o kadar içselleştirilmiş ki yerine koyulan türkçe kelimeler eşit ağrılıkta değil hatta bu kelimeler, gençliklerinin de getirdiği dezavantajla ithal edilen kavramları eksik tercüme etmekten öteye bile geçemiyor. sorunun tespitini doğru yapabilmek adına maalesef bunun bir ihtiyaç olduğunu da itiraf etmek durumundayız. genç bir dilimiz var ve olgunlaşma sürecinin bedelini ödüyoruz. kızmayın ama ‘ya nasip.’
Sayın Yazar, dil canlıdır, gelişir, değişir, etkilenir, etkiler. Hemen hemen hiç bir dil saf değildir, belki Farsça, Çince ve Arapça diğer dillerden çok az kelime almışlardır. Eğer yerleşmiş ve anlam zenginliği yaratan kelimeleri atarsanız, düşünce ufkunuz da daralır. Mesela, “hakikat” “gerçek” demek değildir. “Gerçe”, fransızca yazılımıyla “réalité”, “hakikat” ise “verité”dir. İkisinin arasında büyük anlam fark vardır. Sonuçta bizim alfabemiz de Latin alfabesi değil mi? Madem öztürkçe!! sevdasındayız, dil devrimini yaparken neden Göktürk albabesini almadık? Saygılarımla
Vermiş olduğunuz detaylı bilgi için çok teşekkürler. Konunun uzmanı olmamakla birlikte şunu belirtmek isterim. Yabancı bir kelimenin çok açık bir Türkçe karşılığı varsa elbette bu kullanılmalı. Merkez demek varken neden center kullanılır. Ama yoksa illa bir Türkçe karşılık “uydurmak” zorunda mıyız? Burada uydurmak kelimesini kafadan atmak anlamında kullanmadım. O yabancı kelimeyi Türkçeleştirerek de kullanabiliriz. Önemli olan bunun doğal, kendiliğinden olması değil midir? Mesela pencere Farsça pencureden türetilmiş, lise edebiyat öğretmenimizden hatırladığım kadarıyla. Bunun için TDK’nın görev üstlenmesi bana çok doğru, uygulanabilir gelmiyor. Diğer yandan bazı Türkçe kelimeler de asıl anlamı tam vermiyor. Eski kelimesi kadim kelimesini tam olarak karşılar mı bilmiyorum. Burada çok daha önemli olan nokta bence; gramer, dil bilgisi, cümle yapısının yabancılaşmamasıdır. İngilizce düşünüp Türkçe yazmak herhalde fecaattir.
Bir de şunu merak ediyorum doğrusu. Fransız bir aydın, acaba Fransızca’daki Latince veya Yunanca kökenli kelimeleri, sizin Türkçe’deki Arapça veya Farsça kökenli kelimeleri dert ettiğiniz kadar dert ediyor mudur?
İngiltere’de doktora öğrencisi iken Fransız bir hanımla tanışmıştım. Bana şöyle demişti. “Eğer bir Fransız Fransa’dan hiç ayrılmadıysa, Fransızca’nın en iyi / güzel dil olduğunu, Fransa’nın en güzel ülke olduğunu vs vs zanneder. Hele ki bu Fransız bir de Parisli’yse”. Ben de bu Fransız hanıma şunu sormuştum. “En güzel dil ne demek?”.
Aslında herhangi bir yabancı kelimenin Türkçe karşılığının var olup olmaması, Türkçe’sinin türetilip türetilememesi değil, daha önceki yorumumda da bahsettiğim bir konuyla, kök kelimelerin nasıl ortaya çıktığı ile alakalı. Türkçe’de göz, kulak, burun kelimeleri; İngilizce’de eye, ear, nose kelimeleri nasıl ortaya çıkmış. Çok eski çağlarda birileri bir komite kurup bu kelimeleri mi yaratmış? Bu konuyla ilgili kabul edilen bir teoriden önceki yorumumda bahsetmiştim. Bu şunun için önemli. Eğer herhangi bir dildeki kelimenin karşılığı başka bir dilde yoksa, bu kelimeyi o dile uyarlamaktan başka yapabileceğiniz fazla bir şey yok. Diğer seçenekler her zaman kabul görmüyor, istinai kalıyor. Bir dilin kelime zenginliği, o dildeki kök kelimelerin zenginliği ile orantılı değil midir? Diğer kelimeleri bu kök kelimelerden türetiyoruz çünkü; gözlük, kulaklık gibi. Bu durumda asıl soru şu değil mi? Dildeki kök kelimeler diğer dillere göre daha kısıtlıysa, ne yapacağız? Kafadan atarak kök kelime yaratmak pek akıllıca değil bence.
Veryansıntv’nin en güzel tarafı da bu. Yazarla okuyucu arasında etkileşimli bir iletişim var. Saygılarımla.
Sayın yazarın Türkçe ya da başka bir dil üzerine üniversite düzeyinde eğitim almadığı izlenimine kapıldım.
Bazı kelimeleri birtakım kişiler, yayınlar ya da siyasi akımların moda yaptığını ileri sürmek çok komik.
Bence yazar Türkçenin tarihini de iyi bilmiyor. Aksi halde Türkçeyle ilgili her şeyin Cumhuriyet’le birlikte gökten zembille indiğini düşünmezdi. Bu tamamen bir süreç meselesidir ve ilk adımlar da Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlı Türkçesiyle kitaplar yazılmasıyla başlar.
İngilizcede dünya kadar Latince ve Yunanca kökenli kelime vardır. Ama bu kelimelerin İngilizceden ayıklanması gerektiğini düşünen kişiler olduğunu hiç duymadım.
Yazıda verilen bazı hükümlerde belirgin bir duygusal ton var. Arapça kökenli kelimelere karşı duygusal bir probleminiz varsa şunu söyleyeyim: Arapça da aslında o kadar Arapça değildir, içinde birçok Akadca ve Aramice kelime vardır. : D
Aklın yolu birdir: Dil aşırılık kaldırmaz. Hele TDK ve memurlar hiç umrunda değildir.
Sn Yazar, etkileşim için teşekkürler. Burada kesmeli miyim, sündürmeli miyim açıkçası tenakuzda kaldım, konunun özüne zarar vermemek adına küçük bir katkıyla keseyim, en iyisi, diğer mahsur da ukala durumuna düşmek olsa gerek, aman diyelim.
Gözlemlediğim kadarıyla bazı roman çevirileriyle tekrar kullanımı artan, yaygınlaşan kelimeler var; kadim, rün, rölyef, diyar, ağırlıklı olarak fantastik roman çevirileri bunlar (Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi serileri gibi.). Çeviriler nedense hayli etkili, bir zamanlar komunist, sosyalist külliyat çevirilerinin yarattığı travma gibi, PKK ve DHKP’liler hala öyle konuşur, arada bir buraya da uğrayan aynı ağzı kullananlar da gözlemlerim, kolay kolay o jargondan sıyrılamazlar. Bu ağızın hele felsefecilerin kendi aralarında kullandığı bir şekli var ki, evlere şenlik, özel terminolojik anlam yüklenmiş kelimelerle, her kelimenin istisnası, kısıtları, kullanım yeri vardır, yanlış kullandığınız an, defalarca yapılmış sonucu kararlaştırılmış söylem diyaloğu sahne alır, kökenine, dokunduğu yerlere dikkat etmek gerekir. Mesela bir diğeri de, bürokrasi dilini taklit etme, bunu ciddi bir imaj yaratma uğruna lisanına ithal etme eğilimi. Makul ölçülerde, -olduğu değerlendirilmektedir, en yaygını mesela; hayatın olağan akışına uygun olmayan, pozitif ayrımcılık gibi. Bir de dönemsel olarak anlamı değişenler var mesela; bayan, bugünlerde bu kelime neredeyse yasaklı.
Konunun sadece gelişmişlikle alakası olsaydı, eh biz de çok gelişmiş bir ülke sayılmayız, dolayısıyla bir uyum söz konusu derdim, lakin Cem Yılmaz’ın da dediği gibi, o İngilizceyi İngiltere’de de günlük hayatta kullanan üç kişi kaldı. Yazarlar artık okuyucuya erişimi ön plana çıkarıyor, sanat toplum dolaylı olarak daha çok ‘money’ için. ‘Beğeni’ olayına mesela bir el atmanızı isterim. Her şey sadece beğenilmek ve çok takipçi için, en çok takip edilen bundan para kazanıyor, bakıyorsun söylediği her şey yanlış, boş, sığ, ama milyon dolara araba alıyor. Geçelim, konu gelişmişlikten ziyade medeniyetimizin etkilendiği akımlarla ve tarihle alakalı, 100 yıl önceki Padişahlarımızın, ya da devletin bürokrasinin dili, edebiyat dili ortada. Ondan 500 yıl öncesinin dili de ortada, Fatih’in çocukluk ders notlarındaki eski Türk alfabesi gibi. Sürekli bir devinim var kontrol edilemeyen, teknoloji ve küreselleşmeden etkileniyoruz, Google Translate giderek kusursuza yakın çeviriler yapıyor, prototip anlık çeviri yapan cihazlar peydahlandı. Bundan dilimizin, medeniyetimizin tüm diğer dünya medeniyetleri gibi etkilenmemesi düşünülemez. Z kuşağının kullandığı dil, popüler kültür ortada, Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi 100 kelimeyle konuşan bir Y kuşağı vardı, yani zaten neydi ki ne olacaktı? İş Bankası gelirlerinden TDK’ya ve CHP’ye uzanacağım ki, iyi ki sündürmeyeyim dedim, admin sansürleyecek yine.
Haklısınız, katılıyorum, başarılı yazılarınızın devamını diliyorum.
Saygılar.
ABD’de longman gibi ve İngilterede Oxford gibi bizde Türkçemizi tüm türk dünyası ile birlikte bir uluslararası Türkçe dili üniversitesi kurup ve tüm türk dillerinin sözcüklerini birleştirip ve uluslararası Türkçe yaratmaliyiz ki bu dil Özbekistan dan balkanlara kadar bir ve tek olsun ve kullansın mesela Türkiye’de domates diyorsunuz ama ona biz pamador diyoruz bunlar türk dilinin dünyasında birleşmelidir. Örneğin Türkiye’de Türkçe hattında x ve q harflari yok ama Azerbaycan ve Özbek ve kırkizlerde var bu iki harfi Türkiye Türkçesine ekleyin ve adını uluslararası Türkçe alfabesi köyün böylece Azerbaycan ve Özbekistan ve diğer türk ülkelerin hattı ve alfabesi bir şekilde oluyor. Bir sürü hayalim var ama işitecek kulak bulmuyorum
Sayın Ahmet Yıldız,
Kesme işaretiyle ilgili yazınızda bana verdiğiniz yanıt için size teşekür ederim. Elbette Aziz Nesin, Nihat Genç gibi ustalarımızın kendi biçemlerine göre yazmış olmaları çok doğal. Ama ben sizi eleştirmek için değil, gerçekten merak ettiğim için yazmıştım. Ben, Varşova’da Polonya dili (Polonyaca/Lehçe) yeminli çevirmenliği yapıyorum. Dil adlarında kesme işaretinin kullanılıp kullanılmadığı konusunda bitmeyen bir kuşku içerisindeydim. Yeniden teşekkürler.
Sayın Yıldız, önerilen yeni Türkçe sözcükleri takip edebileceğim bir internet sitesi var mı?
Bu arada şunu da belirtmek isterim ki her ne kadar oldukça yoğun bir İngilizce bombardımanı altında olsa da Polonyalıların kendi dillerine verdiği öneme ve özene hayranım. Keşke yurdumuzda da öyle olsa.
Selam ve saygılarımla,
Aydın AYDIN, [email protected]
Bazı yanlış kullanımlarda haklı olabilirsiniz, ama mühim, hakikat, hakkaniyet, mesele, misal, zihniyet, beyan, muktedir, teamül vs. vs. Verdiğiniz örnekler çoğunlukla rahatça kullanılan ve anlaşılan kelimeler.. Meselâ Metin Aydoğan bütün samimiyetiyle, hukuk yerine tüze dedi. (Tüze sadece Tüzel olarak yaygınlık kazanmış ama hukuk kelimesinin yerini alamaz. Kalem yerine bir başka kelime bulunamayacağı gibi.) Bazı öylesine kelimeler kullanıyordu ki, dilin ahengi bozuluyordu. Propagan’da karşılığı yaymaca’ydı galiba. Dilin bir kendi birikimi gelişimi vardır. Selfy, dijital, Pandemi, epidemi, entübe gibi hayatımıza yeni kelimeler katarken dikkatli ve özenli olunmalı.. meselâ ben dijital yerine “saynal” diye bir kelime bulmuştum..
Dil yasayan bir organizmadir. Devamli gelisir, guncellenir.. Bu yuzden her nesil bir ust nesli anlamakta zorlanir..Eyvallah, tamam da…Konu cok derin ve bir o kadar da hizli..En iyisi Trt aslinda ama herkes kendi fikrindeki kanallari seyrettigi icin bence sucun en buyugu ozel kanallar, gazeteler, radyolar ve sosyal medya sitelerinin..Hergun bunlari duyan birisi nasil baska turlu konusabilir ki? Turkce yazan yerde cay 1,5 TL, yabanci tabelali yerde icersen 5 TL…Yemeklerde ayni…Yemegin ismi yabanciysa ayvayi yedin..