Büyük Türk şairi Nazım Hikmet aramızdan ayrılalı 57 yıl oldu.
“Türkiye’nin entelektüeli yok” diyordu Prof. Doğan Kuban bir kaç yıl önceki bir yazısında; “Türkiye’nin tek eksiği aydını, entelektüeli yok!”
Türk halkının şairi yok, aydını diyoruz biz de…
Nazım Hikmet gibi bir “dev” şairi çıkartmış Türk halkı 57 yıl sonra bugün, ne yazık şairsiz.
Bir kaç yürekli gerçek şairi var ama gerisi postmodern “şey”; kendisine Türk bile demiyor, “Türkiyeli” diyor hepsi!
Bırakalım “Memleket” sevgisini, kendi ülkemizde Türkçemize, Türk adına bile düşman.
Hadi halkına düşman demeyelim, ama halkına beynamaz bir şair/yazar topluluğu var bugün.
Değil Anadolu’nun dört bir yanındaki o güzelliklerin derdini dert, sevincini sevinç yapmak, yürekleri taş olmuş; kapı komşusundan nefret eden bir soğuk yürek.
Nazım Hikmet onları rahatsız ediyor, biliyorum. Ama yok edemiyorlar.
Şiirimiz Nazım Hikmet’le yeniden kucaklaştığında halkıyla da kucaklaşacak. Bundan eminiz.
NAZIM HİKMET YURSEVERDİ KOMÜNİSTTİ
Nazım Hikmet yurtseverdi.
Nazım hikmet komünistti.
Çoğu postmodern/etnikçi gibi, sosyalist/komünist olmak için sosyalist değildi.
Türk halkının, Anadolu halkının, ancak sosyalizmle sömürüden kurtulabileceğini gördüğü için sosyalist olmuştu. Halkının kurtuluşu için sosyalizmi benimsemişti.
Türk halkının, Anadolu’nun makus talihini yenerek kalkınmış, tam bağımsız müreffeh bir ülkede onurla yaşayabilmesinin ancak sosyalizmle mümkün olabileceğine ve bu “güzel günler”i kendisi görmese de çocukların mutlaka göreceğine inanmıştı.
1920’de Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik ödülünü kazandığı İstanbul’un işgal günlerinde, vatan sevgisini yansıtan coşkulu direniş şiirleri yazdı.
(İstanbul’un Fethi’ne ilişkin yazdığı “Sekiz Yüz Elli Yedi” (Miladi 1453’e karşılık geliyor) başlıklı ve “İşte o günden beri Türkün malı İstanbul / Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!” diye biten şiiri, 1921 yılında işgal günlerinde yazmıştı.)
Heybeliada Bahriye Mektebi’nden 1919’da mezun olarak gerçek bir “Bahriyeli” olan şairimiz Kurtuluş Savaşı Destanı, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Memleketimden İnsan Manzaraları gibi Türk halkının ruhuna nüfuz eden, Türk halkını yücelten Türkçe var oldukça yaşayacak destanlar yazdı.
Kerem Gibi, Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü, Dört Hapishaneden, Henüz Vakit Varken Gülüm, Türkiye İşçi Sınıfına Selam gibi çok sayıda unutulmaz şiir kitapları yazdı.
(Kurtuluş Savaşı Destanı‘nın “İkinci Bab“ında, “Biz bu ikinci babtaki vesikaları Nutuk’un 1938 baskısından buraya geçirdik” diye yazar.)
Nazım Hikmet belki sosyalist devrim yapamadı ve “o güzel günler“i göremedi ama Türk şiirinde gerçek bir devrim yaptı. Kendisine kadar olan bütün eski şiir anlayışını yıkarak serbest vezinde, bambaşka, o zamana dek görülmemiş bir şiir poetikası yarattı.
GAZETECİ COŞKUN ARAL’IN İDDİASI: NAZIM HİKMET’E ATATÜRK NE DEMİŞTİ?
Nazım Hikmet’in yakın dostlarından Abidin Dino‘yla uzun bir söyleşi yapmış olan gazeteci Coşkun Aral, bir videoda Nazım Hikmet’in Atatürk’le konuşmasını aktarması üzerine epey tartışma oldu.
Abidin Dino’nun anlattığına göre Nazım Hikmet, dayısı Ali Fuat Cebesoy‘un aracılığıyla Atatürk‘le yüz yüze görüşmüş, görüşmede Atatürk, yurt şiirleri dava şiirleri yazmasını, bunun için Mayakovski‘yi örnek almasını söylemişti!
Coşkun Aral’la geçen ay yaptığım bir telefon görüşmesinde bu konunun ne derece gerçek olduğunu sordum.
Coşkun Aral bana şunları anlattı:
“1985 ya da 86 yılıydı Abidin Dino’yla görüştüm. Bu görüşmenin bende kaseti de var. O görüşmede kesin anımsıyorum, Abidin Dino bana, Nazım Hikmet’in Atatürk’le görüştüğünü ve görüşmede Atatürk’ün Nazım Hikmet’e memleket millet meseleleriyle ilgilenmesi gerektiğini önerdiğini söyledi. Elbetteki üç kişinin arasında geçen bir konuşma bu; Atatürk’ün odasında ne konuşulduğunu kimse tam bilemez. Ama Abidin Dino bana Atatürk’ün Mayakovski’yi tanıdığını söyledi. Görüştüğüm yıllarda Dino 80’li yaşlardaydı. Ayrıca ben de başka çalışmalarımda tanık olduğum kaynaklardan kesin olarak söyleyebilirim ki Atatürk Mayakovski’yi okumuştu ve iyi biliyordu. Atatürk’ün kitaplığını inceleyince de bu kanaatim güçlendi. Fransızca ve Almanca biliyordu. Atatürk’ün SSCB konusunda en çok ilişkide olduğu ve belirleyici kişi Neriman Nerimanof’tu. Onun hakkında da çalışmalara başladım. Çok önemli bir kişi. Tabi o dönem Atatürk çok çalışıyor yorgun. Görüşmeye Nazım Hikmet’in dayısı Ali Fuat Cebesoy’un aracılık ettiğini anlamak kolay…
“Eleştirenleri tanıyorum çok da saygı duyuyorum ama ben bunu duydum; doğrudur ve sizlere duyurmak zorundayım. Öyle ki Atatürk o yıllarda durmadan SSCB çalışıyordu…”
Vatan şairimiz, Milli Mücadele’ye katılmak üzere, 1921’de Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç ve Vala Nurettin‘le İnebolu’ya geçmiş, oradan Ankara’ya gelmişti.
Nazım Hikmet’in “yeni şiir”i kurması, Moskova’ya Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne eğitime giderken Batum’da konakladığı Fransa Otel’de bir gazetede okuduğu Mayakovski şiiriyle perçinlenmiştir.
Mayakovski’nin “futurist” şiir akımının temsilcisi olması bir “Nazım Hikmet şiiri”nin önünü açan etken oldu. Bu yeni şiir dili Türkçe’nin muazzam olanakları ve Nazım Hikmet’in yeteneğiyle kültürüyle birleşince ortaya büyük bir şiir ve şair çıktı.
Büyük vatan şairimizi ölümünün 57. yılında saygıyla anıyoruz.
Çok özlüyoruz. Onu “Beş Satırla” adlı şiiriyle anıyoruz…
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte,
kitapta
ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni
ve gelmekte olanı.
Ne yazıkki gerçek sanatçıların değeri yaşarken anlaşılmıyor.
Rusya ile Kurtuluş savaşında işbirliği yapıldı .Atatürk devrimleri ile Sosyalist bir Türkiye kurulmuştu.Üretim devletin elindeydi.Her yerde bacaları tüten fabrikalarımız kudretimizi haykırıyordu.Ama Nazım Hikmet ve bazıları sosyalizm yerine daha fazlasının,yani kanuna aykırı olarak komunizmin,Sınıfsız toplum, dinsiz ve parasız toplum peşindeydi..
Ben de bu son birkaç yıldır önümüze konan yazar takımından büyük rahatsızlık duyuyorum. Etnik milliyetçi, halkın sorunlarına uzak, bize yabancı bir grup. Kitap eklerinde, dergilerde hep onlar. Sadece onlar. Banka yayınevlerinde, Can, İletişim gibi yayınevlerinde hep onlar parlatılıyor ve halkın önüne konuyor. Anadolu Türkleri roman ve öykü yazdıklarında yayınevi bulamıyor. Şehir haberlerine tepki gösteren Atatürk sevgisiyle dolu milyonlar var bu ülkede ve edebiyatta, kültür sanatta temsil edilmiyorlar. Varsa yoksa mutsuz suratlarıyla poz verip yazarın muhalif olması gerektiğinden bahseden birileri bunlar. Ama bahsettikleri muhaliflik abd güdümünde.
Daha kötüsü Türk vatanseveri olduklarını keşfettikleri birini hemen edebiyat ve sanat dünyasından uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir sürü seminer, konferans, yazar buluşması düzenliyorlar. Bu konuda çok aktif ve motive davranıyorlar gerçekten. Etkinliklerinde röportajlarında konuştukları konu hep kimlik kimlik kimlik. Her yerlerdeler. Editörlük atölyeleri yazarlık atölyeleri her yerdeler. Yazar olmak isteyen Atatürkçü bir Anadolu genci başvurduğu her yerde bunlara çarpıyor, hem de kendi ülkesinde. Bunlar bizim dilimizde para kazandılar şöhret oldular ve bizden nefret ediyorlar.
Peki çözüm öneriniz nedir? Vatansever Türk yazarlar seslerini nasıl duyurabilir ve kendi eserlerini kitap sever kitleye ulaştırabilir? Artık çözüm yollarını düşünmeye başlamak lazım.
Nazım Hikmet’i de sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Atatürkçü geçinen milyonların Atatürk’ün Samsun’da neden sadece iki gün kaldığını ve sonra neden doğruca Amasya’ya değil de Havza’ya gittiğini ve orada 22 gün neden kaldığını bilmemesi ne acı.
Bolşevik devriminden sonra Ruslar savaştan ve işgal ettikleri topraklardan geri çekilmişti ama siyasi olarak etkili olmak ve devrimlerini yaymak istedikleri Türkiye’de bir askeri heyetlerini bırakmışlardı. Bu heyetin başındaki Budiyeni Havza’daki kaplıcalarda Atatürk’ü bekliyordu. Milli mücadeleye destek ama karşılığında Bolşeviklerle siyasi işbirliği pazarlıkları yapıldı ve Amasya Tamimi buna göre hazırlandı. Nazım Hikmet de bu nedenle milli mücadelenin ateşli taraftarıydı.
Milli mücadele boyunca Ruslardan para da aldık silah da. Nazım da en güzel şiirlerini yazdı. Fakat Lozan görüşmeleri sırasında Misak-ı Milli’den tavizler verilmeye başlanınca başta Trabzon vekili Ali Şükrü olmak üzere meclisteki muhafazakar muhalefet sesini yükseltince, Lozan anlaşmasının mecliste onayı tehlikeye girince, her nasılsa Ali Şükrü öldürüldü ve ortalık karıştı, bunun üzerine Atatürk meclisi feshetti ve beş ay sonra kendi seçtiği ikinci meclisi kurdu.
Tek parti döneminin başladığı ve Avrupa ile Lozan kapsamında anlaştığımız Ağustos 1923 tarihinden sonra Ruslarla ilişkiler de bozuldu Nazım Hikmet ile de. Zavallı vatan şairimiz yazdığı eleştiri şiirleri nedeniyle ertesi sene İstiklal mahkemeleri tarafından yargılandı ve 15 yıla mahkum edildi.
Bu detayları vermeden “Atatürk, yurtsever komünist Nazım Hikmet’e ne demişti” demek ne kadar doğru ne kadar yanıltıcı?
Ben doğruluğuna inanmıyorum.
“Türkiyeli” ifadesiyle anlatılmak istenen husus; “bana asla Türk deme”, “Türk değilim”, “bahsettiğim kişi de Türk değil” vs.dir. Anlıyoruz yani onları. Ancak burada biz; işçiler, köylüler,hekimler, öğretmenler, mühendisler, hukukçular, esnaflar, tüccarlar ve bilumum halk olarak yeterince Türküz.. Umurumuzda değiller..
Milli mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya gelmişti demişsiniz hemen sonra Batum’a gittiğine göre amaç milli mücadeleye katılmak olmasa gerek..