Ahmed Arif, en çok tartışılan şairlerimizden biridir.
Oysa o pek sevmezdi boşa konuşmayı; şiir yazardı.
Ne denirse densin Ahmed Arif Türk şiirinin temel taşlarından biridir.
1940-55 arasında yazmış önemli şiirlerini. Şiirini bu yıllarda kurmuş. Bu yıllar, bir şairin yolunu bulması açısından en zor yıllardır.
Çünkü, 1941’de “Garip” akımının manifestosu yayınlanmış.
Arif Damar, A. Kadir, Rıfat Ilgaz, Niyazi Akıncıoğlu, Hasan İzzettin Dinamo, Ömer Faruk Toprak bu yılların yetkin şairlerinden.
Üstelik 1950’de İkinci Yeni çıkıyor ortaya.
Bu yıllar içinde şiirini kuran bir şairin, bu her biri başka yetenek kişilerin, bu akımların etkisine kapılıp gitmemesi olanaksız!
Ahmed Arif hepsiyle de arkadaş üstelik.
Abidin Dino’nun Cebeci sırtlarındaki evinde, Yaşar Kemal, Güzin Dino, Sabahattin Eyüboğlu, Oktay Rifat gibi edebiyatın önemli kişileri, her hafta toplanıyorlar. Ahmed Arif de genç bir felsefe öğrencisi olarak orada.
Orhan Veli ile Ulus’dan Kızılay’a, Kızılay’dan Ulus’a “payton” gezintileri yapıyorlar; nal sesleri eşliğinde şiir konuşuyorlar. Ahmed Arif, Orhan Veli’ye şiirlerini okuyor “payton”da.
Cahit Sıtkı Tarancı da en yakın dostu. Hemşerisi aynı zamanda. “Otuzüç Kurşun”u,“Karanfil Sokağı”nı defalarca okutuyor Ahmed Arif’e. Her keresinde “hügür hüngür” ağlıyor!
Nusret Hızır da içki arkadaşı. Ahmed Arif, her şiir okuyuşunda, “Gözlerinden böyle ipil ipil yaş dökülürdü!” diye söylüyor bir söyleşisinde.
Şiir ve şairin var olabilmesi için gerçekten zor yıllar.
Şiirin kendi sorunlarının tartışılması yok, yani şiir “poetika”sı diye bir kavram yok.
Ahmed Arif böyle bir ortamda “zulüm”, “zindan”, “hasret”, “kahpe”, “kurşun”, “vay kurban” gibi bugün herkesin burun kıvırabileceği “feodal” sözcükleri canlandırarak -ki o zaman da burun kıvıranlar vardı- güçlü bir imge özelliği kazandırmayı başarıyor.
Ahmed Arif bu cangılda kuruyor şiirini. Gümbür gümbür bir şiir boy verip sarıyor Türk edebiyatını böylece. Türkçe, bir ölümsüz şair daha kazanıyor.
Sanılanın tersine “toplumcu/gerçekçi” bir şair değil Ahmed Arif. Dostu Adnan Binyazar’ın deyimiyle “öfkenin” ama “inceliklerin” şairi.
Tanpınar’a, Necatigil’e, Cahit Sıtkı’ya yakın daha çok. Baudelaire, Valery, en çok sevdiği şairler.
Ama bir yanılgı var ki daha beter! Türk şiirinin bu ölümsüz şairini (şiirlerini Türkçe yazdığı için bunu belirtmek zorundayız) “kan/soy” ölçütüyle değerlendirerek “etnisite”ye indirgiyorlar.
AHMED ARİF KÜRT MÜ TARTIŞMASI
Refik Durbaş, 16 – 17 Ocak 1990 tarihleri arasında onunla çok önemli bir konuşma yapıyor. Bu konuşmada, Ahmed Arif’in “kim” olduğunu kendi ağzından okuyalım:
“Çok iyi hatırlıyorum. Biz oyun oynuyoruz; üç adam bahse girmişler. Üç adam, ama biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza. Biri diyor ki beni göstererek, ‘Bu çocuk Arap!’ Öteki diyor ki: ‘Yok yahu, bu çocuk Kürt!’ Üçüncüsü ‘Bu, ne Arap, ne Kürt. Bu çocuk Zaza!’ diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde. Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar, ‘Bu çocuk nedir?’ diye… Esnaf ‘Üçünüz de yanılıyorsunuz’ diyor. ‘Bu çocuk Türk!”
(Refik Durbaş, Ahmed Arif Anlatıyor, Cem Yayınevi, İst.1990, s. 7-8)
Kalbim Dinamit Kuyusu adıyla kitaplaştırılan bu konuşmada daha ilk soruda, Ahmed Arif, bu öyküyü anlatmaya gereksinim duyuyor.
Belki de kimlik siyaseti üzerinden yürütülen bazı tartışmalara son vermek istiyor. İşte bu yüzden bu büyük şairimizin söylediklerini yeniden anımsatmamızda yarar var:
“Diyarbakır’da doğdum. Beş yaşına kadar burada kaldım. İlkokulu ve ortaokulu Siverek ve Harran’da okudum. Liseyi ise Afyon Lisesi’nde okudum. Babam Kürt değildi. Babamın ataları Rumeliden Kerkük’e görevli gelmişler.Babamın babası kaymakamlık ve mutasarrıflık yapmış. Ticaretle uğraşmış. Adı Ahmet Hamdi. Onun da babası Mahmut Remzi Paşa. Dedeler arasında başka paşalar da var. Birinin adı da tuhaf: Şatır Paşa. Babam daha askeri okuldayken cepheye, savaşa gönderilmiş. Babamın rütbesi süvari başçavuştu. Sivil hayattaki son görevi Harran’da kaymakamlıktı. (…) Benim öz anam, yani babamın üçüncü karısı Kürttür. O çağın soylu bir ailesinin tek kızı. Yedi erkek kardeşini ünlü İngiliz casusu Lawrence’in kiralık katilleri öldürmüş. Anam da ben küçükken ölmüş. Benden sonraki kardeşimin doğumunda ikisi de ölmüşler. Anamın babası dedem ünlü bir din bilgini İmam Yahya Abdülkadir’dir. (…)” (s. 11-12.)
“(…) Elbette Oğuz dili egemen olmuştur Anadolu’da. Bütün ömrünce Osmanlı yönetimi Türk’ü hor görmüş, hakaret etmiş, sövüp saymış, süründürmüş, bir tek ağaç dikmemiş, bir karış yol yapmamış. Türk’e bir haysiyet kazandırılmışsa bu haysiyeti kazandıran Mustafa Kemal’dir. Başka kimse değil. Türklüğü kavram olarak, millet olarak bilinçle, ısrarla anan Mustafa Kemal’dir. Atatürk ilkeleri denen de budur önce. Yani emperyalizme ve kapitalizme karşı halktan yana, yurtsever, bağımsız bir düzen.” (s. 55)
Türk şiirinin bu büyük şairi, pırıl pırıl bir yaz günü, 2 Haziran 1991’de bir kalp kriziyle göçtü dünyamızdan.
- ölüm yılında saygıyla anıyoruz.
Ve ben şairim
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi
Ahmed Arif