Barış Doster yazdı…
Türkiye; bir kez daha yeni bir anayasayı tartışıyor. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un, 3. Maddeye ilişkin son açıklamaları da bu tartışmaları başka bir boyuta taşıdı. 1982 yılında, yüzde 92 oy oranıyla kabul edilen ve 177 maddeden oluşan anayasanın şimdiye dek 19 kez değişikliğe uğradığı (ya TBMM içinde uzlaşmayla ya da referandum yoluyla) ve bu değişikliklerin 184 yerle ilgili olduğu düşünüldüğünde, anayasanın ne kadarının eski, ne kadarının yeni olduğu da ayrı bir tartışma konusu.
Mevcut anayasa 1982’de oylanan anayasa mı?
O metin, bunca kez değiştirildiğine göre, halen o anayasanın ayısı söz konusu mu?
Yoksa bir yamalı bohça mı var karşımızda?
Tüm bu sorulara sağlıklı yanıt vermek için, şunları tartışmakta yarar var.
Öncelikle şunu belirtelim; anayasanın gerçek anlamda toplum sözleşmesi olabilmesi için, TBMM içindeki çalışmalar başta olmak üzere, TBMM dışından da siyasi partilerden barolara, hukuk fakültelerinden demokratik kitle örgütlerine dek, mümkün olan en geniş katılımla tartışılması gerekir. Anayasa metni kadar, anayasanın nasıl hazırlandığı da önemlidir. Mümkün olan en geniş katılım ve tartışmayla hazırlanan bir anayasa, toplum sözleşmesi olabilir ancak.
Anayasalar ideolojik metinlerdir. Sadece hukuki metin değildirler. Devletin ideolojik yapısını, kuruluş felsefesini, temel yönelimlerini, hedeflerini içerirler. Devletin kurumsal yapısı, toplumla ve yurttaşlarla ilişkileri, anayasalarla belirlenir, anayasalarla çerçevelenir. Bu bağlamda liberallerin, liberal solcuların (ne demekse) dillendirdikleri “ideolojisiz anayasa” yalandan ibarettir. Anayasanın ilk üç maddesi de, devletin sosyal devlet olarak tanımlanması da, ideolojiktir. Doğrudur, doğaldır, zorunludur. İdeolojisiz anayasa, yumurtasız omlete benzer. Mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasalarının ilk ikisi, 1921 ve 1924, Kurtuluş Savaşı’nın, Cumhuriyet’in kuruluş döneminin anayasalarıdır. O dönemin meclisleri, emperyalizme karşı savaş veren, devlet kuran, devrim yapan meclislerdir. Kurucudurlar. 1961 Anayasası, 27 Mayıs 1960’ın; 1982 Anayasası 12 Eylül 1980’in ürünüdür. Zamanın ruhunu yansıtırlar. 1961 Anayasası, demokratik, özgürlükçü, çoğulcu, toplumcudur. Başta Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Muammer Aksoy, Tarık Zafer Tunaya, Mümtaz Soysal, Bahri Savcı, Ragıp Sarıca, Doğan Avcıoğlu, Münci Kapani gibi çok önemli isimlerin içinde olduğu bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. 1982 Anayasası demokratik kazanımları, özgürlükleri budamıştır. Çoğulcu değildir. Tipik darbe anayasasıdır. Hazırlayan komisyonun başkanı Orhan Aldıkaçtı’dır.
ANAYASAYI DEĞİŞTİRMEK BAŞKADIR, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ BAŞKADIR
Yeni anayasayı, asli kurucu iktidar yapar. Bu, yeni anayasa yapmak için toplanmış kurucu meclis anlamındadır. Tali kurucu iktidar, yeni anayasa yapamaz. Ancak, anayasa değişikliği yapabilir. Kurucu meclis niteliği taşımayan meclisler, tali kurucu iktidar olarak bilinirler. Yeni anayasa yapamazlar. Genel seçimler sonrasında iktidar olan partiye, kolaylıkla yeni anayasa yapma yetkisi verilmemesinin nedeni, anayasaların devamlılığını sağlamaktır. Eğer bu yetki verilir ve her iktidar partisi, kolayca yeni bir anayasa yaparsa, anayasaların, sıradan yasalardan farkı kalmaz. Oysa anayasaların sıfırdan değiştirilmesinin çok zor olması gerekir.
Köklü, kurumsal yapısı güçlü devletler, çok sık yeni anayasa yazmazlar. Gerektiğinde anayasa değişikliğine yönelirler, o kadar. Yeni anayasalar, genellikle olağan dönemlerin değil, olağanüstü dönemlerin ürünleridir. Her anayasa; hem zamanın ruhunu yansıtır hem de o devletin tarihsel, toplumsal, siyasal, iktisadi, sınıfsal, kültürel, stratejik birikimini ve tercihlerini.
Ülkemizde yeni bir anayasa yapma fikri çok sık dillendirilir. Fakat 1982’nin üzerinden 1983, 1987, 1991, 1995, 1999, 2002, 2007, 2011, Haziran 2015, Kasım 2015, 2018, 2023 genel seçimleri geçtiği halde, bu yönde bir adım atılmamıştır.
ANAYASADA KİMLİK SİYASETİ GÜTMEK YANLIŞTIR
Anayasada etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerin de olmasını savunan geniş bir cephe vardır ülkemizde. Kimlik siyasetini savunanlar, siyasal İslamcılar, etnik ayrılıkçılar, numaracı cumhuriyetçiler, genelleyici ve indirgemeci bir tavırla, hem insanları etnik, dinsel, mezhepsel kimlikleriyle tanımlar hem de ayrıştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, ırkçı bir dil kullanırlar. Bunlar arasında bir de hiç utanmadan kendilerine “liberal sol” diyenler, bunu ilericilik sananlar vardır. Sınıf siyasetini, sınıfsal çelişkiyi duymamışlardır. Sözlüklerinde emperyalizm ve sömürü yoktur.
Bu kesimler, HDP – DEM Parti’ye oy veren yurttaşlarımızı, “Kürt seçmen” olarak tanımlarlar. Lakin CHP, MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve diğerlerine oy verenleri anlatırken “Türk seçmen” demezler. Bu kesimler, DEM Parti’ye oy veren seçmenler arasında etnik olarak Kürt kökenli olmayan yurttaşlar olduğunu bilmedikleri gibi, diğer partilere oy veren yurttaşlar arasında da çok sayıda etnik olarak Kürt kökenli Türk seçmen olduğunu da bilmezler.
Türkiye’de anne ve babası farklı etnik kökenlerden gelen, farklı mezhepsel, farklı dinsel inancı olan milyonlarca yurttaş vardır. Bu yurttaşları tanımlarken, “Annesi Kürt, babası Türk”, “Babası Sünni, annesi Alevi”, “Annesi Arnavut, babası Çerkez”, “Babası Boşnak, annesi Gürcü” şeklinde bir tanım yapmak ırkçılığın, faşizmin daniskasıdır. Bunu bir de ilericilik, devrimcilik, solculuk, sosyalizm olarak tanımlamak, ABD emperyalizminin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Biliyoruz; İstanbul’da yaşayan Kürt etnik kökenli Türk yurttaşlarının sayısı, Diyarbakır’da, Hakkâri’de, Şırnak’ta yaşayanlardan çoktur. Fakat sınıf siyaseti yapmak yerine, kimlik siyaseti yapanlar, ırkçılığı devrimcilik sananlar, bu siyaseti de ABD ve Avrupa’dan gelen parasal kaynakla sürdürenler çokturlar, özellikle de liberaller ve liberal solcular arasında.
EŞİT YURTTAŞLIK BAŞKADIR, YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ BAŞKADIR
Kimlik siyasetini güdenlerin bilmedikleri, bilerek çarpıttıkları, aynı olduğunu sandıkları başka kavramlar da vardır elbette. Nasıl ki laiklik ile sekülerlik kavramını bir ve aynı olduğunu sanan geniş bir kitle var ise aynı şekilde yurttaşların eşitliğiyle eşit yurttaşlığı birbirine karıştıran geniş bir kitle vardır. Bu büyük bir yanlıştır. Çünkü arada büyük fark vardır.
Eşit yurttaşlık; kısaca şudur: Anayasal yapı içinde, Türk kimliği dışında başka bir kimlik (veya kimlikler) daha tanınsın. Tanınan ikinci kimlik de Türk kimliği ile eşit olsun. Anayasal statüye kavuşsun. Anayasada yer bulsun. Pratikte şunu önerirler eşit yurttaşlık diyenler: “Sen Türk olarak kal. Ben de Kürt olarak anayasada yanına geleyim. İsterse Çerkez, Arnavut, Boşnak, Kafkas, Çeçen, Laz, Gürcüler de gelsin, anayasada yerlerini alsınlar”
Bu yaklaşımı savunanlar, Türklüğü üst kimlik, ortak kimlik, ulus kimlik olarak görmezler. Türkiye’deki etnik gruplardan biri olarak görürler. O nedenle Türkçenin tek resmi dil olmasına da karşı çıkarlar. Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ulus tanımını da (Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir), yurttaş tanımını da (Ne mutlu Türküm diyene) reddederler.
Yurttaşların eşitliği; anayasa ve yasalar önünde tüm yurttaşların eşit olması anlamına gelir. Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, soy, bölge, köken ayrımı yapmaz. Kapsayıcı, kavrayıcı, kucaklayıcıdır.
Liberallerin ve ayrılıkçıların önerdiği eşit yurttaşlık; kimlik siyasetini önceler. Bölücülüğe zemin hazırlar. Yurttaşların eşitliği ise demokratiktir. Halkçıdır. Ulusal bütünlüğü ve toplumsal kaynaşmayı savunur.
Farklı etnik, mezhepsel kimliklere, alt kimliklere saygı duymak, onların dilini, kültürünü, geleneğini özgürce öğrenmesini, konuşmasını, öğretmesini, aktarmasını savunmak, bunu doğal bir hak olarak görmek, kişisel özgürlük kapsamında ele almak başkadır. Bunu ayrıcalık olarak görmek, grup kimliği kapsamında tanımlamak, siyasallaşmasını savunmak başkadır.
Alt kimliklerin, kişisel hak ve özgürlükler kapsamında görülmesine kimse itiraz etmez. Ama alt kimliklerin grup kimliği olarak öne çıkarılmasına, siyasallaştırılmasına, ayrıcalık talep etmesine, bölücülük yapmasına izin verilemez.
Anayasa; yurttaşları esas alır. Yurttaşları muhatap alı. Yurttaşları tanır. Toplumsal sözleşmeyi de yurttaşlarla yapar. Etnik yapılarla, dinsel kümelerle, feodal gruplarla, bölgesel kimliklerle yapmaz. Bunlarla yapmasını savunmak, emperyalizme hizmet eder. Bölücüdür ve ayrılıkçıdır. Örnekleri de Lübnan ve Irak’ta görülmektedir.
Zihnimi netleştiren çok güzel bir yazı okudum. Teşekkür ederim.
Ne mutlu ki sizler gibi aydınlarımız var.Selam ve saygılarımla.
Emperyalizm, 1940′ lardan itibaren kaldığı yerden, aynı Osmanlı’ yı parçaladığı gibi TC ni de parçalamak için, yine rahatlıkla bulduğu yerel işbirlikçileri ile amacına ısrarla devam ediyor.
Bu yazıyı, Siyonizm destekli, İsrail yancısı devlet kurma istekleri, Batı’ nın yancısı Yunan’ ı kullanarak Ege ve Anadolu üzerindeki emperyal hesapları ve bugün Veryansıntv de M.Kaymakcı’ nın oryantalistlerle ilgili yazısıyla değerlendirmek gerek diye düşünüyorum.
İyi ki Veryansıntv varda yazarlardan bir şeyler öğreniyoruz.