Barış Doster yazdı…
Cumhuriyetimizin 101. yaşını kutluyoruz Türk Milleti olarak. Fakat 101 yıl önce büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, bugün çok sert tartışmalar yaşıyor. Siyasi, iktisadi, toplumsal sorunlarımız çok fazla.
Yakın çevremizde, komşularımızda da durum iç açıcı değil. Emperyalizm çullandıkça çullanıyor. Irak ve Suriye’de yaşananlar, ülkemizi de yakından ilgilendiriyor.
Bir yanda Ukrayna – Rusya savaşı, diğer yanda İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki barbarlığı devam ediyor. Her iki cephede yaşananlar da, ABD merkezli dünya düzeninin, kurallarını ABD’nin koyduğu, kurumlarını ABD’nin kurduğu Atlantik sisteminin, ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO’nun ne işe yaradığını bir kez daha gösterdi. NATO; Ukrayna’daki savaşı bahane ederek genişledi. NATO ülkelerinin büyük bölümü, ABD’nin ardından İngiltere, Fransa ve Almanya, İsrail’in en büyük destekçileri arasında ilk sıralarda geliyorlar.
Bu yalın gerçeğe karşın, aynen NATO’ya olduğu gibi, artık cilası tamamen dökülmüş olan küreselleşme sürecine, Yeni Dünya Düzenine sadakat besleyenlerin sayısı azalmıyor maalesef. Öyle ki, ulus devletin modasının geçtiğini, ulusal sınırların anlamını yitirdiğini, hatta emperyalizmin iyi bir şey olduğunu, uygarlaştırıcı ve ilerletici yönleri bulunduğunu söyleyenler bile var, küreselleşme taraftarları arasında.
Oysa 1990’ların başından itibaren çokça tartışılan küreselleşme süreci, yeni bir süreç değildi. Tersine, emperyalizmin yeni bir aşamasıydı. Kimileri, özellikle de yeni dünya düzeni savunucuları, o dönemde küreselleşmeyi, “ideolojilerin sonu geldi” diyerek selamlayıp, “tarihin sonu geldi” diyerek alkışlasalar da, kazın ayağı öyle değildi.
Ne emek – sermaye çelişkisi ortadan kalktı, ne sömürü tarihe karıştı. Sınıfsal çelişkiler de yerli yerinde duruyor.
Çünkü dünya, kabaca 15. yüzyıldan bu yana sömürgeciliği bilir. Sömürgecilikle içli dışlı olan kapitalizmi de bilir. Kapitalizmin sürekli kriz ürettiğini, girdiği krizlerden savaşlarla, bu krizleri dışarıya ihraç ederek, yayarak, mazlumlarını kaynaklarını gasp ederek, talan ederek çıkmaya çalıştığını da bilir. Kapitalizmin üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerini de, pazar, ucuz emek, hammadde açlığını da bilir.
Küreselleşme süreciyle sosyal devletin tasfiyesi hızlandı. Gözü kara özelleştirmeler, sendikaların güçsüzleşmesi, emekçilerin baskı altına alınması, emeğin milli gelirden aldığı payın azalması, paradan para kazanmanın özendirilmesi, ulusal sermayenin zayıflatılması, iç pazarın bütünüyle küresel sermayeye açılması, devletin dış ticaret rejiminde, gümrük rejiminde dışarıdan yapılan baskılara karşı direncinin kırılması, sürecin diğer özellikleri olarak öne çıktı. Dış borçlardaki artışı, IMF ve Dünya Bankası reçetelerine teslim oluşu da bu listeye eklemeliyiz.
Tüm bunlar aslında, ulus devletin tasfiyesi anlamına gelmektedir. Oysa ulus devlet; sadece tarihsel, siyasal, toplumsal, ideolojik, askeri boyutlarıyla değil, ekonomik boyutlarıyla da çok önemli bir tüzel varlıktır. Bu yüzden de emperyalizmin hedefindedir. Çünkü vergi koymaktadır, gümrük vergisi oranlarını belirlemektedir, sadece sınırları değil, aynı zamanda çiftçisini, köylüsünü, sanayicisini, tüccarını da korumaktadır. İç pazarını gözetmektedir.
Emperyalistler, karşılarında muhatap olarak, ulus devleti değil, küçük, etkisiz, güçsüz birimleri görmek isterler. Güçlü milli yapıları değil, zayıf yerel birimleri tercih ederler. Bunu sağlamak için ellerinden geleni yaparlar. Takım çantaları çok ve çeşitli araçlarla doludur. İktisadi, siyasi, askeri araçların yanında, kültür emperyalizmini de unutmamak gerekir. Hedeflerinde de ulus devlet, ulusal ekonomi, milli ordu, milli bilinç, ulusal kültür ve milli eğitim vardır.
Tarihimizden biliyoruz, ülkemiz her zaman emperyalizmin hedefindedir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde, düvel-i muazzama tarafından nasıl hedef seçildiği ve tasfiye edildiği unutulmamalıdır. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren yaşadığımız coğrafya, çok çetin savaşlara, gerilimlere sahne olmuştur. Türkiye’nin merkezinde bulunduğu coğrafya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a, Balkanlar’dan Kafkasya’ya dek uzanan çok önemli coğrafya, ayrıca Türkistan coğrafyası, geniş ölçekte Avrasya, tarih boyunca emperyalist güçlerin rekabet ettikleri, egemen olmaya çalıştıkları bölgelerdir. Yaşadığımız yüzyılın başında gündeme gelen ABD patentli Büyük Ortadoğu Projesi’ni de (BOP’un adı sonradan GOKAP, yani Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi oldu) bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Günümüzde de değişen bir şey yoktur.
Feodal kimlikler üzerinden federalizm dayatması yapanlar bellidir. ABD yapımı ılımlı İslam projesinin kime hizmet ettiği bellidir. PKK – PYD – YPG ve FETÖ terör örgütlerini en çok hangi devletlerin desteklediği bellidir. Laik – antilaik, Türk – Kürt, Alevi – Sünni çatışması çıkarmak için hangi devletlerin neler yaptıkları, hangi örgütleri destekledikleri bellidir. Etnik – mezhepsel temelli ayrılıkları kaşıyanlar, kışkırtanlar; Kürt kökenli Türk yurttaşlarına, Alevi inancına mensup Türk yurttaşlarına, azınlık statüsü vermeye çalışan devletler bellidir. Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkin ve fiili garantörlüğüne, adada iki devletli çözüme hangi devletlerin karşı çıktığı bellidir. Lozan’ı tartışmaya açan, Sevr hükümlerini gündeme getiren, sözde soykırım iddialarını destekleyen, kukla Kürt devleti kurulması için seferber olan devletler bellidir.
O nedenle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “esas olan iç cephedir” sözünün anlamı büyüktür.
iç cephe önemlidir o yüzden içerden başladılar yıkıma. fellik fellik dolanıyorlar ortada sırtlanlar kan kokusuna… hala yıkılmadı millet direniyor.