Barış Doster yazdı…
Türkiye; Soğuk Savaşı boyunca NATO’da, Sovyet tehdidine karşı, etkili ve caydırıcı bir ülke olarak görüldü NATO’nun patronu ABD ve Avrupalı müttefikleri tarafından. Hep askeri yönüyle öne çıktı, hep bu açıdan sırtı sıvazlandı, övüldü. Sanayileşmesi, gelişmiş bir ekonomiye sahip olması, güçlü bir bilim ve teknoloji altyapısına kavuşması hiç istenmedi. Tersine engellendi. Kaynaklarını öncelikle NATO için kullanması beklendi. İç siyaseti, siyasal partiler düzeni, siyasal kültürü, sivil – asker bürokrasisi, eğitimi, akademisi, ekonomisi, sanayisi, sendikaları hep NATO’nun, ABD’nin beklentilerine, gereksinimlerine göre şekillendi. Thornburg Raporu’ndan Fulbright Eğitim Bursu’na kadar örnekleri çoktur…
ABD; Türkiye’yi hiçbir zaman eşit bir ittifak ortağı olarak görmedi. Avrupa Birliği; Suriyeli sığınmacılar Avrupa’ya gitmesinler diye, Türkiye’yi nasıl bir toplama kampı, bir depo olarak görüyor ise Soğuk Savaş boyunca da Türkiye, ABD’nin ve NATO’nun gözünde, Sovyetler Birliği’yle sınır komşusu olan NATO üyesi olarak, muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı ilk aşamada, Kızıl Ordu’ya karşı savaşacak ülke olarak görüldü. Türkiye, Atlantik sisteminin hep ilk önce cepheye sürdüğü, hep ilk gözden çıkardığı, hep ilk feda ettiği ülkeydi.
Bugün de değişen bir şey yok. NATO’nun 75. Zirvesi sonrası açıklanan sonuç bildirisine, alınan kararlara bakıldığında, Ukrayna cephesinde olsun, Batı Balkanlar ve Karadeniz’e ilişkin politikalarda olsun, ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO, her zaman baktığı gibi bakıyor Türkiye’ye. Türkiye’nin hiçbir beklentisi, hassasiyeti, önceliği, kaygısı yok zirve sonuç bildirisinde. Ama Türkiye’nin başını daha çok belaya sokabilecek pek çok madde var. Kısacası, Soğuk Savaş boyunca, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’yi “ileri karakol” olarak gören emperyalist bakış açısı, yerli yerinde duruyor.
Fakat tüm bunlara karşın ne iktidar ne muhalefet sorguluyor NATO’yu. Tersine NATO’ya toz kondurmayan bir yaklaşım egemen. NATO; ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olarak değil, demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüğün güvencesi olarak görülüyor büyük ölçüde siyasette, bürokraside, akademide.
Bu NATO ezberi öylesine etkili ki, Türkiye’nin jeopolitik konumu, bulunduğu coğrafya, komşuları, erken Cumhuriyet döneminin bölge merkezli ve bağımsızlığı önceleyen dış politikası, Balkan Antantı (1934), Sadabat Paktı (1937) gibi Türkiye’nin öncülük ettiği ittifaklar hiç akla getirilmiyor. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin (1936) ne denli gerçekçi, geçerli, önemli olduğu pek dillendirilmiyor. Bu sayede Karadeniz’in dünyanın en huzurlu, güvenli, istikrarlı denizlerinden biri olduğu konuşulmuyor.
NATO ezberiyle bakıldığında, Türkiye’nin komşularıyla sorun yaşaması gerekiyor ki, NATO’ya olan bağımlılığı, ABD’ye olan mecburiyeti, daha da artsın. Oysa Türkiye’nin çıkarları, devlet kapasitesinin sınırları, yaşadığımız bölgenin ihtiyaçları, sorunların çözümü için bölge ülkeleriyle, komşu ülkelerle iyi ilişkilerin zorunlu olduğunu gösteriyor. Irak’tan Suriye’ye, Suudi Arabistan’dan Mısır’a dek sorun yaşadığımız ülkelerle ilişkilerin gecikerek de olsa normalleşmesi, sadece bir tercihe değil, asıl bir zorunluluğa dayanıyor.
Türkiye; hem Rusya hem de Ukrayna ile iletişim kanalları açık olan, bu konuda aktif tarafsızlık politikası güderek arabuluculuk da yapabilen bir ülke ise bugün, bunu NATO üyeliğine değil, Atatürk’ün dış politikasına ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne borçlu. Öte yandan Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütleri (PKK – PYD – YPG, FETÖ, IŞİD başta olmak üzere) en büyük desteği ABD’den ve diğer NATO üyelerinden alıyorlar.
Keza, sözde soykırım iddialarını destekleyen ülkeler de aynı, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de tutulmasını isteyen ülkeler de aynı, Türkiye’ye karşı Kıbrıs’ta, Ege’de Yunanistan’ı destekleyen ülkeler de aynı, Karabağ’da Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı destekleyen ülkeler de aynı, İsrail’in Gazze’deki zulmünü, barbarlığını destekleyen ülkeler de aynı.
Kısacası, Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve siyasal birliği için, öncelikle NATO üyeliğini sorgulamak gerekiyor.
Barış Doster’in yazısını büyük bir keyifle ve bilgilenerek okudum.Sondan bir önceki paragraf”Karabağ’da Azerbaycan’ı destekleyen ülkeler de aynı” yanlış yazıldığını düşünüyorum,teşekkür ederim..
Gayet güzel bir yazı, sadece “Karabağ’da Azerbaycan’ı destekleyen ülkeler de aynı” cümlenizin içeriğini anlamadım.
Bu, Rusya’ ya karşı bir şey değil veya altında bir takım hesap kitap, menfaat amaçlı bir destek olsa bile tamamen Azerbaycan’ ın lehine…