Amiral Cem Gürdeniz yazdı
Bosna ve Boşnaklar uzak ve yakın tarihimizin ayrılmaz parçalarıdır. Etle tırnak, yani “biz olmuş” yakın akrabalarımızdır onlar. Soğuk savaş sonrası dağılan Yugoslavya’nın yarattığı deprem ve kırdığı fay hatlarından en çok etkilenen uygar, hayatı seven, yaratıcı, çalışkan ve onurlu insanların yurdunu temsil ederler. Kendine batı medeniyeti diyen emperyalist vahşiliğin Avrupa’nın bağrında sırf Müslüman oldukları için etnik temizliğe maruz bırakılan ve yüz binlerce evladını iç savaşta yitiren ülkedir. Almanya ve AB koruması altındaki Hırvatistan; Rusya korumasındaki Sırbistan arasında sıkışan Bosna, 1992-1995 yılları arasında üç yıl süren savaşta çok acılar çekti. Yaklaşık 97,000 Boşnak akrabamız katledildi. Bu sayının yüzde 60’ı asker geri kalanı kadın, çocuk, yaşlı sivillerdi.
Bugün, Türkiye’nin Balkan jeopolitiğinde Arnavutluk ile birlikte önemli rol oynayan bu devlet, 1995 yılında ABD öncülüğünde sonuçlandırılan Dayton Anlaşması ile kuruldu. Bosna Hersek devleti, on kantona sahip Boşnak-Hırvat federasyonu ile Sırp Cumhuriyeti ve Brcko Özerk bölgesinden oluşuyor. Akrabalarımız Boşnaklar 3,8 milyon nüfusa sahip bu devletin 2 milyona yaklaşan nüfusu ile yarısını oluşturuyor. Nüfusun diğer bölümlerinin kabaca yüzde 30’u Sırp, yüzde 15’i de Hırvatlar oluşturuyor.
İZETBEGOVİC’İN DEVLET ADAMLIĞI
Kuzeyden ve batıdan Hırvatistan, güneyde Karadağ, doğuda Sırbistan tarafından çevrelenen Bosna Hersek’e iç savaş sırasında çok büyük acılar çeken ve bu süreçten çok büyük dersler çıkaran Kurucu Başkan Aliya İzzetbegoviç büyük bir jeopolitik fırsatın kapısını açtı. Adriyatik kıyısında 12 deniz mili (20 km) sahil şeridine sahip olan Neum, Bosna Hersek sınırları içinde kaldı. Böylece Bosna Hersek’in çok kısa da olsa bir kıyı ile denize çıkış olanağı sağladı. Diğer bir deyişle 1878 sonrası Herzegovina Neretva kantonunda yer alan 3000 nüfuslu Neum, her ne kadar doğrudan açık denize çıkış olanağı olmasa ve Hırvat karasularından geçilmek zorunda kalınsa da Bosna Hersek’i Akdeniz’e, okyanuslara ve en önemlisi deniz üzerinden Türkiye’ye bağlıyor. Karadağ’ın bağımsızlığı ile bir zamanlar denize çıkışı olan Sırbistan’ın tamamen denizden koptuğu ve karaya hapsedildiği göz önüne alınırsa, İzzetbegoviç’in dönemin Hırvat Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman’ı ikna ederek ve başta Almanya olmak üzere Bosna Hersek’i denizden koparmak isteyen emperyalist baskılara rağmen Neum’da bugün için 20 km lik kıyı şeridi de olsa denize çıkış alanı elde etmesi büyük bir başarıdır.
TARİHTE NEUM VE BOSNA HERSEK
Tarihsel süreç içinde 1699’dan 1878 yılına kadar 179 yıl Osmanlı himayesindeki Neum, 1458 ile 1808 arasında Osmanlı İmparatorluğu koruması altında kalan Dubrovnik merkezli Ragusa şehir devletine bağlıydı. Neum, 1699 Karlofça Antlaşması sonrası Ragusa tarafından Venedik saldırılarına bir tampon görevi görmesi için Osmanlı’nın Bosna Hersek eyaletinin kontrolüne devredilmişti. 93 harbinden sonra 1878’de Bosna Hersek ile birlikte elimizden çıktı. Neum’un nüfusunun %97’si Hırvat. Aliya İzzetbegoviç’in başarısı, yoğun Hırvat ve Sırp baskılarına rağmen 20 km’lik bu kıyı şeridini yeni kurulan Bosna Hersek devleti sınırları içinde tutabilmiş olmasıdır. Dayton Anlaşması görüşmelerinde Hırvatların kendi kara ülkelerini ikiye bölecek Neum sahilini elde edebilmek için büyük çaba sarf ettikleri not edilmelidir.
NEUM’UN KULLANILMAYAN STRATEJİK DEĞERİ
Bosna Hersekli Neum’un 20 kilometrelik kıyı şeridi Monako’dan sonra dünyanın en kısa kıyı şeridini temsil ediyor. Güneyinde Kamunice’den batıya uzanan 3 km uzunluğunda bir nevi mendirek görevini gören küçük bir yarımada ile en geniş yerinde 500 metre genişliğe sahip Neum doğal bir liman. Derinlikler 20-30 metre arasında değişiyor. Kuzeybatı rüzgârları hariç diğer tüm rüzgarlara kapalı. Ancak henüz ne liman tesisi ne de geniş iskelesi mevcut. Sadece deniz turizmden gelir sağlayan doğal bir liman. Şehirde deniz endüstrisine yönelik balık çiftlikleri dışında bir alt yapı da mevcut değil. Neum’un bir diğer özelliği de pilotaj ve römorkaj hizmetlerinin Hırvatistan tarafından yapılıyor olması. Ayrıca Saraybosna’ya ya da Bosna Hersek içlerine doğrudan erişen A 73 otoyoluna girebilmek için Neum’un batısından Hırvatistan’a kısa bir giriş yapıp 10 km sonra tekrar Bosna Hersek’e giriş yapmak gerekiyor. Son derece stratejik özelliklere sahip Neum’un bir sayfiye şehri ve doğal liman olarak korunmasının çevrecilikten mi yoksa Bosna Hersek’in denizden uzak tutulmasından mı kaynaklandığını sorgulamamız gerekir. Bosna Hersek’in gelecekte milli geliri ve nüfusu arttıkça denize her yönü ile ihtiyaç duyacağı göz ardı edilemez.
PELİJESAC KÖPRÜSÜ PROJESİ
Bosna Hersek’in tek deniz turizm ve sayfiye alanı olan Neum şehri, bir koridor olarak Hırvatistan’ı ikiye bölüyor. Başta Dubrovnik olmak üzere Güneydeki Hırvatistan yerleşimlerine gitmek isteyenler Neum’dan geçmek ve iki kez sınır kontrolüne tabi olmak zorunda kalıyor. Hırvatistan AB’ye girene kadar bu sınır geçişlerinde kolaylık sağlanıp, geçişte beklemeler olmazken, 2013 yılında AB’ye girmesi ve Schengen kurallarına tabi olması sınır geçişlerini ve dolayısıyla yaz aylarında trafik yoğunluğunu artırdı. Bu durum alternatif güzergahları gündeme getirdi. Çözümü Peljesac yarımadası üzerinden kuzeyde Komarna güneyde Brijesta ile bağlanarak Neum’u kısa devre yapan 2400 metrelik Peljesac köprüsü projesinde buldular. Aslında söz konusu proje 2007 yılında başlatılmış ancak kaynak bulunamayınca denizde kurulan birkaç ayak inşaatı sonrası durmuştu. Ancak 420 milyon avroya mal olacak köprü için 2016 yılında AB, 370 milyon avro kaynak temin edince, proje yeniden başladı. 2022 yılında Hırvatistan bu köprü sayesinde fiziki bölünmüşlüğüne son verecek.
Sayın paşam benim stratejik askeri projelerim var. Özellikle deniz kuvvetleri için. Kurgusal anlamda ancak bugün ki teknolojiyle beraber hayata geçirilebilir türden ve savaşın konseptini tamamen değiştirecek, tüm ezberleri bozacak, ülkemizi bırakın küresel güç olmayı tüm dünyanın lideri yapacak projelerdir. Yani sadece deniz kuvvetlerini değil hava kuvvetlerini ve tüm ülkeyi kapsayan projeler. SSB de tanıdığım olmadığı için size yazdım. SSB de projelerimi dinleyip ciddiye alacak tanıdığınız insanlar var mı. Ha şunu da belirtmeliyim. İş falan aradığım yok zaten devlet memuruyum. Yani benimkisi vatanseverlik. Projelerimi veya benzerlerini önümüzdeki yıllarda hayata geçiren ülkeler olursa dünyanın yeni güç odağı olabilirler. İletişime geçebilmek ümidiyle saygılar sunarım.
Amaçları o köprüyü yapmak ve o köprünün yapılması mantıklı. Bence köprünün daha yüksek yapılması için diplomasi ile baskı kurulmalı gerekirse para verilerek yükseklik artırılmali
Hocam uçak eksiğimiz var Çin’den uçak alalım.
sevgili cem amiralim, çok güzel bir yazı yazmışsınız yine.. balkanlar ve kafkasya bizim gönüllerimizin olduğu yerlerdir. evet, nato icad olduğundan beri tüm gönül coğrafyalarımızla aramıza mesafeler koyduk. ancak artık durum değişti. artık gönül köprüleri ile her yere bağlanacagiz. karabağ ile bu başladı. eminim bosna’ya da uzanacağız çok yakında. oralardan çekildik ama gönlümüz hep oralarda kalmıştı,artık geri dönüş başlıyor, bosna ile de kucaklasacagiz inşallah..
selâmlar.
Bosnalı kardeşlerimize sevgi ve selam olsun . Bugüne kadar yazılan en güzel yazılardan biri olmuş. Sayenizde bölgeyi daha yakından tanıdık. Sevgi ve selamlar.Gürkut Acar
Yada Neum yerine en güney sınırımda yeni bir 20 km deniz sınırı üzerinde görüşsünler…
O vakit NEUM üzerinden 20 km lik kara yolu ile bağlasın Hırvatlar iki tarafı, Viyadükler gibi…
Deniz uluslararası mühendislik, ekonomi, hukuk, tarih bilgisi gerektirir. Sizin varlığınız gözlerimi yaşartıyor…
Saygıdeğer Komutanım,
Vatansever tüm komutanlarımızı ve sizi saygı ile selamlıyorum. İhmal edilmiş akraba ve stratejik noktalarımıza ilgimizin hızla en etkin noktaya gelmesi gerekmektedir. Bosnalı kardeşlerimiz Karmaşık devlet yapısının sorunları ve ekonomik sıkıntılarıyla yalnız kalmamalıdır. Dayton anlaşmasının cenderesinden kurtulmasını diliyorum. Bahsi geçen Denize çıkış sıkıntısının daha da büyümesi Bosna’nın stratejik bölgesini tamamen bloke etmesi önlenemez miydi? Gerçi AB nin el atması fiili durum yaratmış ve baskı unsuru olmuş durumda. Yine de Bosna’nın hakkını hukukunu savunmak sahip çıkmak gereklidir. Bu konuyu işlemeniz çok önemli sağ olun var olun.
Saygılarımla
Çok Değerli Cem Gürdeniz’e bu harika yazısı için teşekkür ederim. Bu yazının paylaşıldığı bir gurupta yine iyi niyetli olduğunu düşündüğüm bir yorum ve içindeki soruya cevap vermek zorunluluğunu hissedip bir şeyler yazdım. Yazdığım cevabı bu güzel makalenin okurlarıyla da paylaşmak isterim. Bahsettiğim makaleyle ilgili yorum ve içindeki soruda özetle “Boşnaklar yazıda belirtildiği gibi – Türklerin akrabası mıdır ? Tarihsel birliktelik ve ortak dinin dışında Boşnaklar müslüman Slav halkı değil midir ? Kaldi ki eğer onlar akrabamız ise Araplar ve Acemler de akrabamız olur mu ?” diye soruluyordu. Ben de konuyu açana teşekkür ederek aşağıdaki cevabı verdim.
Cem Gürdeniz yazısında çok güzel belirtmiş “biz olmuş” yakın akrabalarımız diye, bence de çok doğru ve isabetli isimlendirmiş. Onları, bizim aramızda bile çok kişi tanımadan yalnızca Müslümanlaşmış Slavlar diye bilse ve isimlendirse de, savaş zamanı Sırplar da, Hırvatlar da Türk diye aşağılıyor ve öldürüyordu. Birleşmiş Milletlerin barış gücüne bağlı Hollandalı askerler Türk diye Sırp kasabına teslim ediyor, Türk diye insanlık tarihinin utanç verici katliamlarından birinde hem de bu devirde katlediliyorlardı. Hangisine sorsanız bizi Türk diye öldürdüler diye anlatırlar size. Yalnızca Müslümanız diye demezler. Blagaj Alperen’ler tekkesini ve Sarı Saltuk Hazretlerinin türbesini gezerseniz hissedersiniz akrabalığınızı. Saygı ve sevgiden paylaşılamayan Sarı Saltuk’un Balkanlar’da bir sürü türbesinin var olduğunu bilirseniz anlarsınız akrabalığınızı… Osmanlının vezirlerini yetiştiren ve vezirler şehri diye bilinen Travnik’e giderseniz hissedersiniz akrabalığınızı. Butmir’de İsmeta Hanımın kahvesini içerseniz ve eşi Hacı Bego Beyin bahçesinden ikram ettiği karpuzdan yedikten sonra bir de sohbete koyulursanız “Kim demiş aynı dili konuşmuyoruz diye?.. dersiniz. “Merhaba ve Selamın-Aleyküm ile başlayan sohbetiniz biraz da “kako si? Dobro” olsa da aralarda, beğenilere maşallah, iyi dileklere inşallah, teşvik ve davette haydi, anlaşınca tamam, teşekkür ve uzlaşmada eyvallah ile devam edip Allah’a-emanet ile vedalaşıp son bulunca anlarsınız ki, konuştukça bulunan ortak kelimelerden öteye bir gönül dilinin ortak olduğu o güler yüzlerinine yansımıştır bu güzel insanların. Bayram zamanı giderseniz yollara duvarlara asılı “bajram šerif mubarek olsun” yazıları sizi şaşırtınca hissedersiniz, Türkçeden kalıp olarak dillerine geçen kutlama mesajlarını… İngilizlerin derin ve stratejik düşünerek eski egemenlik alanlarında kurduğu İngiliz uluslar topluluğu mantık ve zekasıyla bakmayı bu güne kadar anlayamamış olsak da, onlar ayrıldıkları yerlerde polo ve kriket yanında, ilgi, sevgi, dostluk bırakmak isterken bizim çok daha önemli miraslarımızı bıraktığımız ata yadigarlarımızda soğuk bir ilgisizlik ve düşmanlık bırakmamamızın çok daha iyi olacağını düşününce hissedersiniz bu akrabalığı. Üç kıtadan çekilip geldiğimiz ülkemizde çekildiğimiz her yerde akrabalar bıraktığımızı başları sıkıştığında yeniden bize göç verdiklerinde anlarız bazen. Ülkemizde de Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Orta Doğu’dan, İran’dan, Orta Asya’dan, etnik Türklerin yanısıra, biz farklı etnik guruplar olarak bilsek de kendini bizden bilerek gelen ve bizden olan çok insanımız var. Kaybettiğimiz topraklarda, bize karşı olan, bizden olmayan, bize düşman olan hanedan, kral, şeyh, emir yapılsa da o mirasın ateşi sıradan insanların kalbinde kalır. Mısır ve Sudan’a bizim Hidiv gönderdiğimiz Mehmet Ali Paşa isyan çıkarıp oraları bizden bölse de taa Sudan’da, Etiyopya’da, Eritre’de, Osmanlı’nın inşa ettiği Asab gibi Kızıldeniz limanlarında atalarını Türk sayan yerli halktan insanlarla da karşılaşabilirsiniz. Hint Okyanusundan, hatta Büyük Okyanus’tan Atlantik Okyanusu’na nüfus alanı oluşturmuş bir milletin ata yadigarlarında “biz olmuş” akrabalarını bulmasından doğal ne olabilir ki? Nedeni ve kökeni ne olursa olsun bu biz olma hissiyatı “aidiyettir”. İşte bu aidiyetin ateşidir kalpleri ısıtan sıcaklık. Söndürmeyelim ki bu ateşi, birlik olalım, kuvvet bulalım. Dış politikamızı da farklılıklar, düşmanlıklar, uzlaşmazlıklardan çok müştereklikler, ortaklıklar, benzerlikler, birlikler, kardeşlikler üzerine kuralım. Ortak geçmiş, ortak kültür, ortak akıl, ortak hissiyatın sinerjisinden, olumlu sonuçlarından faydalanalım. Hepsinden önemlisi tanıyıp öğrendikçe benimseyeceğimiz bu ortak geçmiş ve kültür izlerine, kendi ata mirasımıza vefalı olalım. Bütün bunları denizleri kullanarak, denizciliğimizi geliştirerek yapabiliriz. Denizleri denizaşırı diyarları bizden ayıran değil birleştiren yollar haline getirdiğimizde gelişmiş ülke oluruz.
Sizin deniz yetki alanlari ile deniz alaka ve menfaatleri hakkindaki derin paylasimlarinizai dikkate alacak bir siyasi yapinin gunumuzde olusmus gibi gozukmesine ragmen dikkate alabilecegini zannetmiyorum. Bu gibi konularda kararlilik gosterilip destek olmanin fayda ve zararlarinin dikkate alinmasinin da onemli oldugunu belirtmek isterim.
Sevgili Arkadaşım ,
Çok yönlü ve stratejik değerlendirmelerinizi okuyorum. Nice verimli çalışmalar yapmanı ve sağlıklı günlerin olmasını dilerim.
SElam Saygılar
CEM GÜRDENİZ,niye içeri atıldığını çok kısa özetleyen müthiş bir yazı.bu kadar öngörülü olunabilir.bu kadar uyanık olunabilir.bu kadar vatansever olunabilir
Bosna Hersek’in tüm kıyısını sanki sıyırırcasına ayıran harita beni hep rahatsız etmiştir. Bunu da ayarlayanın “soykırımın mucitleri” olması doğal..
Moderatöre not! İki ayrı yorumcu, aynı kullanıcı adında nasıl oluyor ?
Bosna kardeşimizdir sahip çıkmak görevimizdir. Bulunduğu bölgede stratejik önem taşır.
Kamuoyunda gerektiği gibi tartışılmayan, gerekli ve efektif desteği sağlayamadığımızı düşündüğüm KKTC, Arnavutluk ve Bosna Hersek’teki soydaş ve akrabalarımız ile Hazar Denizindeki akrabalarımız Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’ı da dahil ederek deniz çıkarlarını koruma ve geliştirmelerine yardımcı olmalıyız diye düşünüyorum.
Önemli bir bilgi aktarımı ve strateji öngörüsü….
20. yüzyilda ve Avrupanin göbeginde tüm dünyanin gözü önünde soykirima ugratilan bir topluma denize acilan bir kapi birakilmasi, zaten göstermelik bir „Lütuf“ idi. Türkiyenin cabalari ve sonrasinda NATO müdahalesiyle soykirim tamama erdirilememisti. Benzeri soykirimlar Bulgaristan ve Yunanistanda da yasanmis, soydas olmalari dolayisi ile bir cok insan Türkiyeye siginarak, Avrupa emperyalizminin kanli emellerinden kendini kurtarabilmisti. Avrupanin uzun vadede, asimile edip sonrada yutmak istedigi Bosna Hersegin haklarina böyle oyunlar yoluyla tecavüze kalkismasi sasilacak bir durum degil. Bu günün insaat teknolojisi ile Peljesac köprüsü yerine, su altindan yapilanilecek Peljesac Tuneli yapilanilir. Bu yolla, Bosna Hersegin zaten bir avucluk deniz hakkina tecavüz edilmemis olur. Ama AB Projesi adina soykirima ugratilan bir topluma simdi AB‘den böyle insani bir tutumu beklemek saflik olur. Acaba bu konuda uluslararasi hukuk ne diyor? Bu gibi durumlarda köprü yerine bir tunel gecisi dayatilamaz mi? Sayet AB bu konuda ayak direrse, biz de Kibrisa bir hatta iki köprü ile baglanti kuramaz miyiz?