Avatar
Nihat Genç

23 Nisan neşe doluyor insan

featured

Nihat Genç yazdı…

1980’li yıllarda başladı, TRT, 23 Nisan’da ‘dünya çocuklarını’ davet ediyor!

Çinli, Pakistanlı, Tanzanyalı, Rus, Fransız, İspanyol, vb, her ülkeden çocuklar geliyor!

Dünyanın her ülkesinden çocukların kasvetli soğuk sıkıcı Ankara sokaklarında danslarını görünce insan içinde patlayan bir coşku bir dünya sevinci bir aydınlanma yaşıyor, çocukların her birinin yüzleri elmas parçası!

Müdavimi ve hastası oldum, her 23 Nisan’da dünyadan gelen çocukları yakından görmek için törenleri baştan sonra aralarına karışıp hayranlıkla izler oldum!

1980 darbesinin gölgesinde her biri kristal parlaklığında dünya çocuklarının güzellikleri yüz üniversite bitirmiş on bin kitap okumuş gibi insanın kilitlenmiş gergin beynine insanlığın aynası ışığı oluyor!

Sonra bir soru sordum, çocukları görmeyi neden bu kadar istiyorum, bu her insan evladının içinde olan bir duygu, başka ülkeleri başka çocukları başka kültürleri merak etmek ve içinizdeki heyecan ‘insanlıkla’ ilgili!

İnsan çocukların neşesine sarılıp karanlık siyasetten kurtulmak istiyor!

Gözlerim binbir renk ve çeşitte korteji takip ederken.

Zihnimde bir sarsıntı oldu.

Çünkü bu sefer, önümden, her biri Efe, Zeybek, Zeynep folklorük giysiler giymiş Arı Koleji geçiyordu. Bizim çocuklar!

Amerikalı çocuklar bile birbirine benziyor, Hintli Çocuklar, Rus çocuklar, vs. her ülkenin çocukları birbirine benziyor.

Hatta bazı ülkelerin çocukları birbirine öyle benziyor ki birbirinin kopyası.

Ama bizim çocukların hiç biri birbirine benzemiyor, Allah Allah, olacak şey değil, burada sosyolojiyle toprakla ve derin tarihle ilgili bir gariplik var!

Korteji bırakıp türbindeki seyirciye bakıverdim.

Seyirciler de birbirine benzemiyor.

Takıntı oldu, Kızılay’da kaldırımda, gelen geçene bakıyorum, hiç kimse birbirine benzemiyor.

Takıntı oldu, ilk okulda sınıfça okulca çektiğimiz fotoğraf albümüme baktım, Allah Allah, hiç birimiz birbirimize benzemiyormuşuz! Hatta aile albümlerine bakıyorum yahu aynı anne babadan bile birbirine benzemiyor!

Fenerbahçe tribününe baktım, birbirine benzeyen yok, sinema salonunda konserde, nerede kalabalık görsem tek tek yüzlerine bakıyorum, ulan neden bizim yüzlerimiz 23 Nisan çocuk festivaline gelen çocuklar gibi birbirine benzemiyor!

Göç haritaları, nüfus hareketliliği, tarih, Kafkasya’dan Orta-Doğu’dan Kırım’dan Balkanlar’dan ve Asya’dan gelenler ve eski uygarlıklar Hitit’i Frigyası Rum’u Ermenisi ve daha yakın zamanda İran’da İslam devrimi olmuş Türkiye’ye akmışlar, Beyrut’ta iç savaş çıkmış diğeri Saddam’dan kaçmış…

Bu kadar iç içe girmiş kaynaşmış karışmış bir coğrafyanın zenginliği insana gurur veriyor.

Çok zengin çok yüksek bir ‘alaşım’, lehimine çimentosuna terkibine mayasına duasına bayramına aşuresine, Nuh’un gemisine, kavimler göçüne, kurban olayım!

Cumhuriyet işte, tam isabet, hepsini ve hepimizi bir arada tutan, hukuk ve ekonomik eşitliğini ideal edinen!

Birinci dünya savaşında Fransa’nın kuzeyinde Fransızlar Almanlarla savaşırken, Alman cephesi Fransız askerin moralini bozmak için bir pankart kaldırır, şunlar yazılı: ‘Güneydeki Fransız kadınlarını İngilizler beceriyor’, diye!

Fransızlar da karşı bir pankart yazar: ‘Güney .ikimizde değil biz savaşa Fransa’nın kuzeyinden geldik!’

Bugünlerde kendilerine ilerici, laik, çağdaş diyen rakıcı balocu posterci Atatürkçü yazarların ‘kimlik’ siyasetini onaylayan yazılarını görünce, dünya çocukları ve bizim Arı Koleji geldi aklıma!

Kimlik siyaseti medyamızda 1990’larda tartışılmaya başlandı ve bir nükleer bomba gibi fikirleri zihinleri mahvetti!

Liberal yazarlar habire Kürt laz Boşnak alevi sünni, demeye başladı. Bu muhteşem bir kültürel zenginliktir hiç zararı yok, ama, siyasi kimlik olarak etiketleyip otuz uzun sene ekranlarda tartıştılar, yani ülkenin toprak bütünlüğünü ülke mozaiğini dağıtmak bölmek için ve Cumhuriyet’in kuruluş anayasasını bozup dağıtmak için!

Amerika’nın Irak savaşı başladığında dış basında Irak’ta ölenler için şu tuhaf cümlelerle haber yapılıyordu: Beş yaşındaki alevi çocuk öldü. On yaşındaki sünni çocuk öldü. Dün Bağdat’ta on Şii öldü…

Neden insanlar öldü çocuklar öldü ya da Iraklılar öldü demiyor da ‘alevi’ çocuk öldü, diyorlar, Batı basını neyi etiketliyor neyi kodluyor ne söylemeye çalışıyor!

Oysa Irak’ta kendi gazetecileri kendi askerleri de öldüğünde asla katiyen şöyle yazmıyorlardı: ‘Irak’ta iki zenci Amerikalı öldü’, ‘Irak’ta iki Katolik gazeteci öldü!

İşte böyle, ölenler İngiliz Fransız Amerikalı’ydı ama bizimkiler ölünce Iraklı değil sünni alevi oluveriyordu, aslında kimlik siyaseti neo-liberalizmin savaş makinesinin en vurucu silahıydı!

Davutoğlusu, Kılıçdaroğlusu, Cumhuriyet’in neşesini coşkusunu hiç tatmamış oldukları belli, seçim arifesinde ‘sünniyim’ diye ‘kimlik’ açıklaması yapıyor!

Tımarhanelik olmuşlar, kendi milli bağımsızlık savaşlarının kendilerine verdiği kimliği değil, Batılı efendilerin emperyalistlerin kendilerine verdikleri ayrımcı-bölücü-çatıştırıcı kimliklerle arzı endam etmekten yorulmamışlar!

Allah gecinden versin, ölünce şöyle mi yazacağız: Sünni Ahmet Davutoğlu Allah’ın rahmetine kavuştu!

Dünyayı kasıp kavurmaya başladılar, alikıran baş kesen herşeyi bilen oldular, vatansız liberaller 90’lı yıllarda ekranlarınıza kuruldular ve bir uzun otuz yıl ekranlardan memleketin zihniyetiyle genleriyle sosyolojisiyle Cumhuriyet’iyle istikbaliyle, toprak bütünlüğüyle oynadılar? Mesela TESEV’i kalkıp ‘etnik’ sayım dahi yapmaya yeltendi, ya kaç tane alevi laz var istatistikler raporlar hazırladılar!

Harika(?!) fikirleri vardı, 1990’larda liberaller ne diyorlardı ‘ulus devletlerin’ çözülüp ortadan kalkacağını iddia ediyorlardı, ve Amerika’daki en büyük stratejistlerinden böyle öğrenmişlerdi, iki kutuplu dünyanın bitmiş, ulaşım iletişim ve uluslararası şirketler ve artık ‘ulus’ devletlerin modası kalmayacak!

Ulus devletlerin bittiğine dair ben diyeyim on bin siz deyin yüz bin yazı, ve her gece ekranlarda aynı mavalın milyon tekrarı!

Ne oldu? Tam tersi…

1990’lı yıllarda başka ne diyorlardı, Amerika Irak’a Orta-Doğu’ya özgürlük barış getiriyor!

Amerikan ordusunun silahı teknolojisi büyüklüğünü konuşuyorlardı ve Amerika bizim için evet bizim için ve bize rağmen bizlere barış demokrasi özgürlük getirmek için savaşıyordu?

Ne oldu, tam tersi! Bağdat’ta şehrin ortasına sivillerin üstüne (bütün savaşlarda yasaklanmıştır) atom bombaları (seyredilmiş deyip hafifletmeye de çalıştılar) attılar. Hem Orta-Doğu’da milyonları öldürdüler hem de Irak ve Suriye bir daha ayağa kalkamaz şekilde iç savaşların içine düşüverdi.

Ve bir de o silahına güvendikleri Amerika Afganistan’dan yenilerek fare gibi kaçıverdi!

Ne diyorlardı, Arafat, Saddam, Hafız Esat, Cemal Nasır, Musaddık, Mustafa Kemal, ne kadar diktatör kalıntısı var temizlenecek ve yerine BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK, gelecek!

Tam tersi oldu!

Aksine Orta-Doğu ve Afganistan savaşlarından sonra ortaya çıkan milyonlarca mülteci Avrupa’yı sersemletti ve ‘milliyetçilik’ Avrupa’da moda oldu!

I. Dünya Savaşı Avrupalılar’ın uygarlıklarına güvenini sarsmıştı, Vietnam savaşı, Amerika’nın kendi asker ve silahına inancını bitirdi ve Afganistan’dan kaçışları tüy dikti ancak bizim liberaller herşeyi biliyordu!

1990’lı yıllarda vesayet diktatörlük hantal devlet katil ve faşist devlet diyerek Türk ordusunu ve anayasasını silmek için, Avrupa Birliği’ne giriyoruz, artık bir milli orduya ve bize ait bir anayasanın gereği yok diyorlardı, yetmedi, ayrıca, AB’ye girersek bize para verecekler, diyorlardı!

Ve en önemlisi, 90’lı yıllarda liberaller, AB kurularak sınır anlaşmazlıklarının nihayet sona ereceği yani ‘sınırlar’ın kalkacağını öngörüyorlar ve Türkiye’yi gazlıyorlardı!

Ne oldu, tam tersi, aksine sınırlardaki güvenlik ve çitler I. ve II. Dünya Savaşı’ndan daha çok ve daha sıkı çekilmeye başlandı, şu anda Avrupa’nın en büyük siyasi derdi ‘sınır güvenliği’ ve başta Amerika duvarların inşasına başladı!

Başka?

90 yıllarda ne diyordu liberaller, Sovyetler’in çökmesiyle silah yarışı sona erecek, silahlara ayrılan devasa bütçeler hafifleyecek emeklilerin maaşları ve refahı büyüyecek!

Ne oldu, tam tersi.

90’lardan sonra silahlara ayrılan bütçeler on kat yirmi kat büyüdü!

Savaşlar bitecek nükleer silahlara ihtiyaç kalmayacak deniyordu, ne oldu, tam tersi, aksine savaş alanlarına nükleer kadar tehlikeli yapay zeka girmek üzere ve otomatik savaş robotlarının Amerika startını verdi, girdi giriyor, bile, savunmaya ayrılan bütçeler eğitimden on kat fazla!

Savaşlar bitecek diyorlardı, tam tersi, artık bir savaş için cepheye gitmemize de gerek kalmadı, çünkü liberaller sayesinde savaş ayağımıza geldi.

PKK’sı Işid’i ana meydanlarımızda ve stadyumlarda halkımızı havaya uçurmaya başladı!

Şeyhlere tarikatlara ülkenin ordusunu ve hukukunu teslim ettiler ve tersine, insanımızın ve Cumhuriyet’in neşesini coşkusunu aldılar ve siyasetçilerimizin kendi insanına ve Cumhuriyet’e bağlılığı ve güvenini sabote ettiler!

Bugün aramızda insanlık için memleket için Cumhuriyet’imiz için umutlu konuşabilen tek kişi yok herkesin kafasında iç savaş korkuları!

Ve bugünkü gün, Cumhuriyet’te bir yazı okudum, yakın tarihimizin en büyük döneği Anap’ı ve Özal’ı destekleyen Çetin Altan’a övgüler düzüyor?

Bu posterci Atatürkçüler bugünlerde hainlerle tarikatçılarla işbirliğine girdikleri için olmalı artık eski dönekleri de ‘temize’ çekme zamanı, çünkü bugün Çetin Altan’la artık aynı yerdeler! Ve otuz yıl önce Anap’ı Özal’ı savunan Hasan Cemaller’le aynı ittifak içindeler!

Fetö ve PKK ve sağcı tarikatçılarla ittifakları için Cumhuriyetçi seçmenden rıza almak için ne kıvırmalar ne palavralar?

Lafları şuraya geliyor, millet ittifakını oluşturan Fetö PKK sağcı tarikatçılar, evet, Cumhuriyetçi değillermiş ama, olsun ‘ittifak’ fikirleri mükemmelmiş!

Rıza alma seçmeni ikna etme lafları şuraya da geliyor: toprak bütünlüğünü hiç düşünmeden (milli düşman) PKK ve Fetö’yle diğer düşmana karşı ortak olabilirmişiz!

Şöyle diyorlar, önce bir feragat gösterip Cumhuriyet’i düşünmemeliymişiz, önce ittifak’ı düşünmeliymişiz, sonrasına bakarmışız?

Lafı şuraya getiriyorlar, Fetösü PKK’sı bizimle ittifak içinde, uygarlık ve barışı ve demokrasiyi getirmek için savaşıyor, kulaklarımıza inanamıyoruz evet aynen böyle yazıyorlar!

Ayrıca yukarıdaki cümleleri iyi inceleyin içinde başka çağrışımlarda var, PKK ve Fetö uygarlık ve barış için savaştığına göre bu ittifak’a karşı biz cumhuriyetçiler de barış ve demokrasi düşmanı ‘barbarlar’ oluveriyoruz!

Açıkça şunu söylüyor yeni CHP’li yazarlar, Fetöcüler PKK ve sağcı tarikatçı partiler ülkeyi düşmandan(?!) kurtarıp Cumhuriyet ilan edeceklermiş!

Peşkeşçi hain işbirlikçi siyasetler dünyanın her yerinde birbirine benzer aynı argümanlarla beyin yıkar çünkü işgal karşısında halkı sessizleştirip direnişin belini kırarmak için beyinlerle zihinle algıyla oynarlar!

Hatırlayın II.Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Paris’i işgali, Fransa’nın utancıdır, bugün dahi bahsini açamazlar. Çünkü işgal karşısında direniş göstermemişlerdir ve Hitler gelip Eyfel’in önünde kahraman pozlar vermiştir! (60’lı yıllarda yaşayan cephedeki tanıklarla, Hüzün ve Acı, Le Chagrin et la Pitie’ belgeseli Fransa’nın bu utancını anlatır…)

Vichy şehrinde kurulduğu için Vichy hükümetine işbirlikçi vatan haini derler çünkü Alman işgalinde Fransız halkını dirençsiz ve pasif kılarak Fransa tarihinin milli utancı olmuştur!

Vichy hükümetinin Alman işgali karşısında direnişi kıran argümanlarına bakın yeni CHP’ye ne kadar benziyor.

‘İngilizler bizim milli ebedi ve daimi düşmanımızdır!!

Alman işgali sırasında İngiliz düşmanlığının sırası mı?

Hükümetten direniş bekleyen kitleler için İngiliz düşmanlığını hatırlatmak tam bir ‘teslimiyet’.

Ki, çok sonra Charles De Gaulle İngilizler’le birlikte Fransa’yı kurtardığında Paris’te ilk konuşmasında: ‘Fransa’yı kurtaran Fransız halkıdır’, cümlesi Fransız tarihinin en büyük yalanıdır!..

Doğrusu şudur: ülkeyi işgal eden kimse bahane uydurmayacak politik manevralara sığınmayacak kalkıp direneceksin, bu kadar.

Şimdi sayenizde Fetösü PKK’sı gladyösü ülkeden önce CHP’yi işgal etmiş, dört nala geliyorlar!

Ve, Fetö ve PKK’yla ve Suriye’de İşid’i harlayıp gazlayıp milyonların ölümüne ve on milyonların göçmesine sebep olan ‘sünni’ Davutoğlu’yla Cumhuriyet’i düşman elinden kurtaracaklarmış?

Vesupanallah!

Bu palavralarla kimi kandırırsınız bilmem ama ben okumuş bir adamım, bu gazı bu sıkıştırmayı bu dayatmayı hiç yemem.

Ülkemin doğusu batısı alevisi sünnisi, vs. bilmem, ben Cumhuriyetçiyim, bu topraklarda doğup büyümüş herkesle aynı kalp aynı millet olmanın heyecanları yaşıyorum!

Utanmamış vatan hainlerini yanınıza Fetö ve PKK’yı alıp bir de benden oy istiyorsunuz.

Cumhuriyet’in 100. Yılında meclise Fetö gladyö ve PKK’yı ve tarikatları CHP kendi oylarıyla sokacak ben de oy verip bu tarihi ihanete, vatana ihanet suçlarına ortak olacakmışım!

Rakıcısı balocusu piyanisti postercisi işbirlikçisi halkımızı iki arada bir derede sıkıştırıp çaresiz bıraktı!

Yol ayrımına geldik, kime oy verelim, siyanür mü içelim, bok mu yiyelim.

Akrep mi ısırsın, yılan mı?

Giyotin’e mi razı gelelim darağacına mı?

Elektrikli sandalyeye mi kurşuna dizilmeye mi?

Sen mi tıpış tıpış domalırsın yoksa biz mi zorla domaltırız!

Hayır!

Ben Cumhuriyetçi’yim, her iki tarafa da elim varmaz!

Neydi o marş:

‘..Başka bir aşk istemez aşkınla çarpan kalbimiz

Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz!

Ey vatan, (ey Cumhuriyet!)

Gül ki sen, neşenle gülsün ay, güneş, toprak, deniz!’..

Şakalayla hep söylerim, keşke Atatürk 23 Nisan’ı bir hafta ileri alsaydı, diye. Nisan bahardır ancak 23 Nisan günleri Ankara’da mutlaka o gün istisnasız kar fırtına ya da kazak mont giyecek kadar soğuklar olur. Ve tören kıyafeti giymiş minicik çocuklar üşür.

Sonra ihaneti görünce bu fikrimden de vaz geçtim…

Çünkü anladım ki 23 Nisan’ı güneşte açık havada kutlamak kolay asıl karda kışta fırtınada kutlayabilmek!

Tam da siyaseti işgal edildiği bugünlerde, tersanelerine CHP’sine meclisine girilmiş!

Hadi bir soru soralım, bir Fetöcü’nün bir PKK’lının Davutoğlu’nun ya da Babacan’ın ezberinde bir tane olsun 23 Nisan şiiri var mıdır, olmuş mudur varsa bugüne kadar tek biri niçin hiç ama hiç söylememiş!

Oysa biz Cumhuriyetçiyiz herşeyi unuturuz 23 Nisan şiirlerini unutmayız!

Aradan altmış sene geçmiş, yedi yaşında, henüz ilkokul birinci sınıfta öğrendiğim şiiri bu ‘direniş’ günlerinde ve Cumhuriyet’in ilan edildiği bugün söylerken şaka hiç değil inanın içim neşe doluyor! Çünkü o şiir gücünü imanını cesaretini ve aşkını hiç kaybetmedi!

Okuya okuya kütüphaneler devirmişim ama bu küçük şiir hepsinden güzel, hepsini özeti:

‘En güzel gül benim yurdumda açar!

En güzel kuş benim yurdumda öter!

Mavi deniz dağlarını kucaklar!

Söyleyin bana, böyle vatan nerede?’

YAŞASIN CUMHURİYET!

23 Nisan neşe doluyor insan

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

6 Yorum

  1. E, o halde oyumuz nereye?

  2. E, o halde oyumuz nereye? 😉

  3. Nihat Ağbi, bir de bizi alıştırdılar bu laflara: Kürt seçmen, Kürt oyları, Kürt illeri, Kürt siyaseti diye diye dilimize de doladılar aşağılık kimlik siyasetlerini. İnatla ısrarla karşı çıkmamız lazım. Kimse Türk’ü saf sanmasın.

    • Bir tek ben ağlıyorum sanırdım milli bayramlarda, verdin coşkuyu yine Nihat abi. Eskiden bayrak gördüğümüz yerde öpüp alnımıza koyardık şimdi marşlar bile kasetten okunuyor ne diyim

  4. Ah be abicim kime ne anlatıyorsun uyarmaya çalıştıgın bütün kitleleri uyuşturdular ďuşmanla aynı sipere soktular hep beraber ülkenin birligini savunan türk mevzilerine ateş ediyorlar belkide kazanacaklar ondan sonrada türkiye cumhuriyeti diye bir devlet kalmayacak

  5. tam 104 yıl önce ingiliz hegomonyası da tam çökerken paşalarımız çıkıp bu sömürgecilere gereken dersi vermişti şuanda da amerikan hegomonyası çökerken hem muhalefet hem iktidar abd ye yanlamaktan bir hal oldu karşı çıkmalarının tam zamanı aslında ulus devletler tekrardan yükseliyor

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!