Avatar
Nihat Genç

Sürüleştirilen muhalefet

featured

Nihat Genç yazdı…

Neden sürü haline geldik!

Nasıl sürüleştik!

Bir insan topluluğu olarak koyunlar, arılar, sığırcıklar, balıklar, böcekler gibi bizi sürü haline getiren nedir?

Şüphesiz her sürünün bir başı ve merkezi var!

Bir parti etrafında üstelik tıpkı Orta Çağ tarikatları gibi bizi sürüleştiren süreç nasıl gelişti?

Hızla sürüleşmemiz geleneksel yapıların yıkılmadığı ve hiç değişmediğini gösteriyor!

Particiliğimiz yeni bir hayvan türü oluşturdu!

Uyacaksın, itaat edeceksin, soru sormayacaksın, diye!

Oysa bizi cemaat, tarikat, aşiretten ayıran ‘eleştiridir’!

İslamcıların tıpkısı aynı klan aynı aşiret içinde yaşıyoruz, çünkü!

Eleştiriyi ve plan ve programı terk ve dik duran itiraz eden insanı terk ettik!

Eleştiri ve program bir ‘irade’ gerektirir!

Şimdi, hayvan olmanın da ötesine, mala eşyaya metaya hatta bitkiye dönüştük!

(Bugün 12 Mart! Benim görüşüm açıktır! 60 ihtilalinden bugüne darbelerin hepsi dış kaynaklıdır! Menderes günlerinde içimize sızan yabancı istihbarat, Ruzi Nazar, Hiram Abbas, Mehmet Eymür, Graham Fuller, vb., Türkiye’nin milli iradesine operasyonlarla müdahale etmiş ve omurgasını iradesini kırmıştır! Suikastlar kumpas ve operasyonlarla Milli ve İslami bütün yapılarla oynamış ve kullanmıştır!)

Milli iradeyi dizginlemek ve ehlileştirmek için uzun bir süreçten geldik ve geldiğimiz yerde sorgusuz sualsiz ya o tarafa ya bu tarafa gözü kapalı oy vermekten başka çaresiz ve zavallı ve elimiz kolumuz bağlı kalıverdik!

Yabancı istihbaratın ve uluslararası şirketlerin 80 yıldır lehine oynanan siyasetin sadece dekoru haline getirildik!

Oysa bağımsız ve özerk kurumlarıyla ve meclisiyle dinamik ve aktif olmayan bir rejim kendisini Tayyip’lere cemaatlere karşı koruyamaz!

Bugün muhalefete oy verenler ülkemizin gün gün operasyon operasyon suikast suikast komplo komplo nasıl Tayyipleştiğine şahit olmadılar mı?

Tayyip Erdoğan’a en yakın, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülenç Arınç, Davutoğlu ve ilk kabineleri ve nicesi nerede? İmamoğlu’na gözü kapalı destek veren Sözcü ve Cumhuriyet siz yarın hangi çöplüğe atılacaksınız?

Ve bu kadar sert ayrılıklara rağmen Tayyip Erdoğan’ın oyları bölündü mü?

Ve Tayyip Erdoğan özentisindeki muhalefetin TRT’nin ve medyanın ve mahkemelerin özerk ya da bağımsız yaşama şansı var mı?

O halde milletçe Tayyipleşmeden ders çıkartmalıyız!

Siyaset ve yaş olarak da Tayyip Erdoğan’ın sonuna yaklaşmışken sıfırdan yeni bir Tayyip Erdoğan yaratmaya bir kırk yıl daha yenisinin tahakkümüne seyirci kalmaya kapısına köle köpek olmaya neden bu kadar hevesliyiz?

Fonlarla, reklamlarla, yemlendiğimiz için, daha bugünden balık sürüsü gibi hareket ediyoruz!

İçimizde irade koyacak hayvanla insanı ayırt edebilecek kimse kaldı mı?

Yabancı istihbarat neo-conlar (liberaller) ve kapitalizm eşliğinde müthiş bir ameliyata girişti ve sonunda her birimizden küçük canavarlar üretmeyi başardı!

Biyolojik yaşımız Orta Çağ’da kaldı, güdülen sürülen cemaatlere dönüşüverdik!

Tayyip Erdoğan’a itaat biat eden kitleden şikayetçi değil miyiz?

Sürüye bağlı kalırsak sürü refleksi hepimize sirayet eder ve eleştirip yıkmak istediğimiz yapıya dönüşmez miyiz?

Aynı sürü oluyorsak Tayyip iktidarından farkımız ne?

Haklı olarak ne olursa olsun Tayyip gitsin diye bunalmış çaresiz isyan dalgaları her bir Cumhuriyetçiyi şekilliyor ve güle oynaya yeni bir Tayyip’i iktidara taşıyoruz!

Bunalmışlığın dalgaları her kayayı aynı şekilde oyar ve biçimler!

Ve şeytan ya da diktatör sürüyü ele geçirir!

Ve sadece diktatöre daha hızlı ve kolay ve anında ulaşacak etnik ve dini yapıların ve sömürgeci şirketlerin ve dış güçlerin işine gelir!

Holdingler, tarikatlar, iş adamları, suikastlar ve operasyonlar derken diktatör üreten makinenin gönüllü parçası haline geliverdik!

Diyelim yeni bir diktatörün ilk günlerindeyiz ve tıpkı Tayyip Erdoğan döneminde olduğu gibi bir yolsuzluk ortaya çıkarttık, o zaman ne diyecekler, eskisinden zor kurtulduk bir ‘sus’!

Ne diyecekler, sen yoksa eskisini mi istiyorsun, Tayyip de kitlesini aydınlarını böyle susturdu!

Yani bizler gerçekliği olmayan, hakları olmayan, kimliği kişiliği olmayan, alınıp satılan mallar-sürü olmaya devam edeceğiz!

O halde (tamam hadi oyumuzu sürü gibi verelim, ama) haklarımızı, eleştiriyi, mahkemelerimizi, yurttaş kimliğimizi nasıl koruyacağız!

19. yüzyılın başında Herman Melville’nin yazdığı Moby Dick romanı, romanların romanıdır! Baş kahramanı Koca Kaptan Ahap’tır! Roman açık denizlerde balina sürüsü avlayan bir gemide geçer!

Sorun da buradadır, gemiciler, balina sürüsü avlamak için okyanustadır, ancak Kaptan Ahap, gemicilerin ekmeği ticareti işi olan balina sürüsü avlamak değil sadece tek bir Beyaz Balina’yı yakalamak ister!

Çünkü efsaneye göre Beyaz Balina gittiği her yere felaket getirir ve efsaneye göre Beyaz Balina ‘yakalanmaz’!

Biz Cumhuriyetçiler şimdi Kaptan Ahap gibi Beyaz Balina’ya yakalamaya odaklandık!

Oysa bağımsızlığımız, ekmeğimiz, tarımımız, onurumuz için tek bir balinaya değil balina sürüsüne odaklanmalıyız!

Hepimiz gözlerimizi kapattık ve Beyaz Balina’ya odaklandık!

Hepimiz geminin balina sürüsü avlamak için yola çıktığını unuttuk!

Beyaz Balina avlamayı kişisel bir mesele haline getirdik!

Bir lider bir şeyh bir kaptanın peşinde ve kaptanın kafası içinde neler var bilmeden İslamcılara benzedik!

İslamcı dediğimiz de bir ‘insan’, elleri, ayakları, ağzı, yüzü, aynı organları taşıyoruz!

Şehvet arzu yemek içmek gibi ihtiyaçlarımız aynı!

Bizi, sürüleşerek yağma ve talan ve azgın kontrolsüz şehvetin içine düşen İslamcılardan farklı kılacak olan ne?

Bizi İslamcıdan ayıran: ‘eleştiri’!

Bizi İslamcıdan ayıran: ‘planlamak’!

Bizi İslamcıdan ayıran ‘zihnimiz’!

Bizi İslamcıdan ayıran ülkenin tapusunu tek kişinin iradesine teslim etmemek!

Bizi İslamcıdan ayıran liderin talimatıyla değil halkın iradesiyle seçilmiş bir Meclis!

Bizi İslamcıdan ayıran tarikatçılardan temizlenmiş bağımsız mahkemeler!

Bizi İslamcıdan ayıran cemaat ve tarikat dışı başkalarıyla da ekmeğimizi herkesle bölüşmek!

Bizi İslamcılardan ayıran ‘utanma duygusu!’

Bizi İslamcıdan ayıran bir meslek sahibi olmak!

Bizi İslamcıdan ayıran ‘bağımsızlık ve milli egemenlik’ değerlerine inanmak!

Bizi İslamcıdan ayıran tek kişinin ağzına keyfine göre değil itiraz eden şikayet eden anayasasına sahip çıkan güçlü bir halk iradesinin önünü açmak!

Yoksa İslamcılarla aynı bedeni aynı iştahı aynı organları taşıyoruz!

Biri gelir ve bizi yemler gübreler besler, ve biz de kendi çıkarlarımız için tav olur, kölesi oluruz!

İslamcı kitleler gibi lidere teslim oluruz!

Oysa teslim olmamış insan, oysa başkalarını düşünüp kıt kanaat yaşayan insan, oysa başkalarına düşkün insan başka tür beden taşır!

İştahın şehvetin egonun ve kibrin ve tamahkarlığın sınırlarını keskin şekilde bedeninden kesip atan başka bir beden mümkün?

Yoksa köpekle de aynı organlara sahibiz ve köpekleri çok da severiz, ancak, kimse köpek olmak istemez!

Niçin bir köpek olmak istemediğimizi bilecek kadar bir bilincimiz olmaz!

Biz Cumhuriyetçiyiz!

Bizim bedenimizin iklimi, ısısı, duygulanımları çok farklı!

Bizim memleket duygumuz çok farklı!

Bizim değerlerimiz var, insan gibi, onur gibi, erdem gibi, bağımsızlık gibi!

Dünyaya verdiğimiz anlam çok başka, kaderle derdimiz var, sömürgeci şirketleri ya hukuk sınırına çekecek ya da kovacak büyük bir hesabımız var!

Ülke zenginliklerinin çok küçük bir azınlık on-on beş şirketin değil herkese bölüştürülmesi gibi bir kavgamız var!

Ve gördük canlı canlı yaşadık, İslamcı siyaset, bizi de İslamcılardan kurtarmak için, gözü kapalı muhalif bir liderin sürüsü haline getiriverdi!

İtiraz eden, şikayet eden, insan tarafımız, susturulup sürüleşerek elimizden alındı!

İslamcılar bizi de kendi Orta Çağ kalıplarına sokuverdi!

Evet, seçimdir, oydur, evet, kitleler İslamcı siyasetten kurtulmak için sürü gibi davranabilir ama yazarlar aydınlar akademisyenler ‘sürü’ gibi davranamaz!

Bir ‘irade’ koyar ortaya, bir program!

Felaket o ki sürüleşen artık ‘aydınlarınız’!

Beşli Çeteden ve sömürgeci şirketlerden nasıl kurtulabiliriz diye bir derdi olan kalmamış!

Kitapları yüz binler satan yazarımız çıkıyor ve her şeyimizle İmamoğlu’nun arkasına geçmemiz lazım diye kitlesinin beynini köpekçe yıkıyor, aydın ‘malzememiz’ buysa bir kırk yıl daha geçmiş olsun!

Sorgusuz sualsiz sürüye dahil olduktan sonra bir Cumhuriyet ya da Sözcü yazarıyla FETÖ’ye ya da Menzil’e biat eden arasında ne fark ne?

Diktatörün keyfinden ağzından kibrinden sizi kurtaracak garanti bir karar organınız yoksa ve iradeniz daha bugünden hiç yoksa, yarın Abdullah Gül ya da Davutoğlu ve nicesi gibi sümük gibi bir kenara atılmaktan sizi kurtaracak elinizde ne var? Daha bugünden iki dudağı arasındasınız ve karşı çıkana başka kapıya deyip kovunca histerik şekilde alkışlıyorsunuz, yuh be!

Bir Cumhuriyetçi, programında ve ortak karar organının iradesinde anlaşamadığı hiçbir yapının liderin peşinden gidemez!

Lafla peynir gemisi yürümez, lafa gelince, habire halk kahramanı üretmek, sürü karakterinin bu topraklar, bitmeyen menbağı, mucizesidir!

Çünkü savaş makinesinin tıkır tıkır işlemesi için sürüye ihtiyaçları var!

İrade koyamayacak zavallılara ihtiyaçları var!

Parayla alınıp satılan kolay manipüle edilen ve ses çıkarttıkça çöpe atılan kişiliksiz insanlara ihtiyaçları var!

Savaş makinesinin kukla plastik pelüş oyuncaktan yapılmış komutanı değiştikçe kurtulduğuna inanan aciz köle insanlara ihtiyaçları var!

Şöhret ve parayla orası burası oynayan ve milli egemenlik haklarını ona buna peşkeş çeken soytarılara ihtiyaç var!

Neden çanta çanta bavul bavul dolarlar ortalığa döküldü, kimleri satın alıyorlar?

Sayın İmamoğlu’nun satın almadığı gazete ve gazeteci kaldı mı?

Satın alınacak insan türünden yazar olmaz, halk olmaz, Cumhuriyetçi olmaz!

Milli egemenliğimizi tek bir insanın keyfine bir daha kurban edemeyiz diyen içinizde tek bir yazar kaldı mı?

Mustafa Kemal bir Kaptan Ahap olsaydı uğursuzlukların kaynağı padişahı kovar koltuğuna tek başına pekala otururdu!

Yapmadı, önce bir Heyet-i Temsiliye (Meclis) kurup ortak karar ortak iradeyi ortaya koydu!

Ve İmamoğlu Kaptan Ahap olsaydı, kamarasından güverteye bile çıkmadan tayfalarına, Beyaz Balina’yı avlaması için para saçan, sinsi bir tüccar görürdük, parayla herkesi satın alabileceğine inanan!

Beni satın alamaz, alamadı, susturamadı, çünkü ben Cumhuriyetçiyim!

Kaptan Ahap’ı da harcamayalım!

Beyaz Balina’yı hayatının anlamı hedefi bir varoluş sorunu olarak, irade olarak, ortaya koyar!

Hedefine öyle kilitlenir ki dünyayı gözü görmez, laf dinlemez, yorulmak ve yenilmeyi kabullenmeyip insan sınırlarını aşar!

Kaptanlık sınırlarını aşar! Yaşlı bedenini aşar!

Okyanusu karanlıkları dalgaları aşar!

Umutsuzluğu ve karamsarlığı ve güçsüzlüğü aşar!

İçindeki şeytanı ifriti öldürmek için doğaya karşı savaş benliğini gücünü imkanlarını aşar!

Ve geri dönüşsüz bir savaşa girişir, göz gözü görmez fırtınalarda insan kanının coştuğuna şahit olur!

Savaştıkça, boğuştukça zihnindeki karanlıktan kurtulur!

Hayal kırıklığını hiç tanımaz ve geri dönmeyi hiç düşünmez!

Ne yapmak istediğini anlar ve içindeki git gel’lere kuşkuya son verir!

Ve insan olarak Beyaz Balina’dan daha güçlü olduğuna inanmıştır!

Neşesini ve kendini boğuşmanın kavganın tam içinde bulur!

Yalnız ve karanlık gecelerde göklerdeki yıldızları söküp silah yapar ruhunu kilitleyen uğursuzluğu yenmek için!

Kaderi ve yaşlı bedeninin sınırlarını kabullenmez!

Ve okyanus ortasında yapayalnız mükemmel bir savaş! Gemiden büyük dalgalar içinde okyanustan büyük bir hedef peşinde!

Çaresizliği cesaretiyle yenmek ister, Beyaz Balina’yı değil okyanusların azgın dalgalarını yenmek ister!

Ve insan Koca Ahap karakterinde, doğanın bitmeyen gücü, aşılamayacak felaket yoktur diyen insanın gücü ortaya çıkar!

Kaptan Ahap sanrılar gören deli değildi, bir hayalperest değildi, bir macerasever hiç değildi!

Kaptan Ahap, ruhunu kanser gibi kemiren çaresizlik tükenmişlik ve yalnızlık içinde bir şey yapamamanın eli kolu bağlı oturmanın derin acısının peşine düştü!

Ve dalgalardan daha büyük kanatlar gibi Beyaz Balina’yı avlayacak görünmez büyüklükte kolları oluverdi!

Okyanusun ve savaşın tam ortasında, bedenin sınırlarını aşan, o güne kadar şahit olmadığı Tanrıya dair bir şey gördü: aşmak!

Kendini aşamayan gücünü deneyemeyen insanlar, sürüdür!

Başkalarına gavura sömürgeci şirketlere paralı asker olurlar!

Kendi ülkesini acımadan utanmadan kendi konforu iştahı uğruna soymak için herkesi her şeyi parayla satın alabileceklerine inanırlar, ki, kapitalizm işte budur, her şeyin fiyatı olduğuna inanmak!

Cumhuriyet’in ve milli egemenlik haklarımızın fiyatı değeri pahası yoktur!

Parayla satın alınanların sayısı o kadar çok ki!

Metropol Araştırma şirketi sahibi Özer Sencar, KRT TV’de İmamoğlu için ‘İkinci Atatürk’ diyebiliyor!

Parayla satın alınamayan değerleri parayla satın alınabilen insanlar satmaya çalışırsa karşılarında parayla satın alınamayan yazarlar çıkabilmeli, değil ağalar bütün sürüyü satın almış!

 

Sürüleştirilen muhalefet

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. İkinci Atatürk mü? Valla dönüp dönüp okudum yanlşlk vardır diye ama maalsf.. Kaynanamın tabiriyle,taa ne gelecek başıma!

  2. Nihat Ağabey, erken uyarı sistemi gibi, zihin koruma kalkanı:)

  3. 12 Mart 2024, 23:38

    Teşekkürler Sn Genç. Helalinden, hakkıyla kazanılmamış parayla, satın alınabilecek şeyleri satın alarak kendilerini değerli addetmek ucuzluğunun zavallıları olarak anacaktır tarih bu zümreyi.

  4. İamoğlu, Erdoğan dan çok daha tehlikeli bir adamdır. Bu millet bunu görecek ama çok geç olacak. Gelen gideni aratacak.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!