Avatar
Nihat Genç

Güneşe karşı

featured

Size hayat güzel, klimalı ofisten çık, klimalı lüks jeep’e bin, klimalı eve gir, bir yanan biziz?

Klima çarpıyor, kaç defa vurdu hasta oldum, kontrollü açıp kapatıyorum, çatı katında fayda da etmiyor, günde üç beş kez duş alıyorum, üç beş kez tşört değiştiriyorum, kronik hastalığım var her gün yürümeliyim yoksa azıyor, ah mesaimi işimi mahveden sıcak! Eriye eriye zarganaya çiroza döndük, canını kurtaran tatile kaçıyor, bir ben mi kaldım!

Ayakta duramayan bir insan nasıl kendine gelsin. Google’e girip Maçka yaylalarının fotoğraflarına bakıyorum, güneş kavuruyor, hayal kuramıyorum, elime kitap alamıyor işimi yapamıyorum, süzme yoğurt torbası gibi yayıldım, daktilonun başında bir kuvvet gelmiyor, boş boş bakınıyorum, oyun kuramıyorum, acımasız güneş, hava 36, beton asfalt yer elli derece, bir adım atacak mecalim yok, boş saksı gibi kımıltısız!

Oysa neşeli yelkenliler gibi gezip tozmak kim istemez, ne kadar aciziz tabiat karşısında. Tatlı bahar günlerinde ne güzel püfür püfür vururdum yüksek tepelere! İşimi yapamazsam ölürüm! Sıcak, çok sıcak, hayatı fışkırtan rüzgar ve yağmuru nasıl özledim!

Ne estetik ne lezzet ne zekice bir söz gelmiyor aklıma, güneş gücümü teslim aldı, aydınlatmayan sıcak, zavallı uyuşuk dayanıksız ne eksik bir canlı türüymüşüz! Terden sırılsıklam ne uyku ne birkaç güne geçer sabrı gösterebiliyorsun! Arkaik çağlarda milyon asır vahşi güneş altında nasıl yaşayıp türünü sürdürmüş insanoğlu? Bu çatı katını ev yapan kim, lanet güneş, ızgaralık meşe odununa döndük, ruha kuvvet zekamı uyanık tutacak bir oyalanma meşgale bulamıyorum, ki zekam silahımdı!

Ne hırs ne sevinç, sahile vurmuş kendini salmış denizanası gibiyim, ah bu Orta Anadolu Güneş Tanrısının evi değil miydi, Hititler bu yüzden mi korkup sessizce tarihten çekildiler!

Daracık odada mahpusluk acı veriyor, yalvara yalvara baharı arayan meleye meleye bir ot parçası bir su birikintisine hasretim, elim kolum halsiz işlemiyor, yoksulluk bitap yorgunluk iştahsızlık buna mı denir? Dışarısı ay yüzeyi gibi, sessiz nesneler, kayalar toprak ebediyen susmuş, ve manasını kaybetmiş zaman! Son nefesi kalmamış kurumuş çiçekler, bilmem, güneşi yaratan hala yaşıyor mu şu kuru  çiçeğin içinde!

Bulutlar, rüzgar ve su ve gölgelik, yoksa zaman da akmıyor, Tanrı da yok, serin yerlere koşacak paran ve vaktin yok! Yoksa Tanrı,  içinizde hiçbir şey yeşermesin, sıcağın altında beyniniz nadasa kalsın, hırsınız, vücudunuz kırbaç gibi diri olup günaha girmesin, bu da sıcakların orucu olsun, derinlere dalacak mecal kalmasın, damarların saç teli incelsin, ki, toprağın göklerin ve fakirlerin ve kıraç köylerin ve mevsimlerin ne çektiğini anlayın!

Güya akşam Sam Yeli derimin kemiklerimin içine sızım sızım sızıyor, ne baba yiğit ağaçları kurutup çatırdıyor!  Şırıl şırıl derenin yanına suya hasret ne sırım pehlivanları kütük gibi yıkıyor! Otlar kökünden kuruyor, tepeler önce kıraç sonra tozunu savuran çöle dönüşüyor, ah ne dağlar ne kaleler unufak toz toz taş taş dökülüyor! Bu kadar başı boş ve çıplak ve sahipsiz olmamalı insanlık davamız!

Başka tür güneş altındayız, ısırgan, zehirli, nefes alacak hava bırakmıyor, yapış yapış, ah yağmurlu günler, ne mesut zamanlar, neşeli çığlıklarla patır patır dökülen yağmur, bu azgın cehennemi güneş, başka tür karanlık! Bedenimin kuvveti zihnimdeki depolar dolusu hatırayı anıyı anlamı kuruttu! Kavurucu sıcak, yobazlara ne çok benziyor, kendince tutunmuş bir küçük ot, kendi haliyle yaşayan bir canlı görmesin yakıp külüne bayram ve ibadet ediyorlar!

Şaka yapacak hikaye edecek kelimeleri yelken beziyle sayfa sayfa şişirecek takatim yok, umutsuz bir hayat, işte bu olmalı. İnlemeye dermanımız kalmamış. Ah, bir serinlik taşıyacak, saçıma değen o ferah rüzgara kurban olurum! Kalp beyin ateşini kaybetmiş neye yarar ışıkları! Derin zevklerin kaynağı beyin kalp uyuşmuş neye yarar güneşin aydınlığı?

Harbe girmek böyle bir şey cephede sıkışıp kafayı çıkartamamak! Ah birazcık ara verse içinde fırtınalar rüzgarlar coşkun seller olan fikirler filmler seyretsem, böyle bir sıcakta Hicaz Yemen çöllerinde milyon çocuğunu şehit verdi Anadolu, sıcaktan katırlar çıldırıp uçurumlardan aşağı atladılar!

En ağır şey hareketsizlik yavaşlık sürünerek meleyerek ölümmüş, taş suskunluğunda herşey, hayatın boş ve manasız olduğunu mu öğretiyor, çöl gibi kendine dönüştürüp sessizleştiriyor hayatlarımızı, uzay boşluğu gibi!

Yoksa asıl düşmanımız iradesizliği mi öğretiyor? İstiyor ki güneş, her canlı ve insan eseri ay yüzeyi gibi kurusun yok olsun insanlık ve dünya, istiyor ki güneş, acı çeksin hışırdayacak gücü kalmasın ağaçların! İradeyi kaybetmek böyle bir şey mi? Cılız ve kuru çer çöp çalılara dönüşüvermek!

Otları ağaçları kibritsiz benzinsiz ateşe verip tutuşturan güneş! Işık ışık yakıcı kırbacı hayatımızı kuvvetlendiren neşemizi emiyor! Güneşte kuşlar da ötmez oldu. Kendimle ne az konuşur oldum.  Bu nasıl bir diktatörlük, hiçbir söz söyletmiyor, yere göğe hükümdarlığını kurmuş.  Ter döktükçe derim çamaşır gibi buruşup ihtiyarlıyor! Bu yüzden mi cehennem ateşiyle korkutuyorlar insanları. Gökler çöl kumu renginde, sızım sızım, neşemi boşuna arıyorum!

Ah bir ay önce cennet bahçesi gibiydi bu tarlalar, merhametsiz güneş! Gün boyu cilveleşerek öpüşen güvercinler gölgeliğe tünemiş. Biblo gibi korkudan hiç ses çıkartmıyorlar, ağaçlar heykel! Durgunluk, kalakalmak da amansız bir düşman karşısında en derin korku, cayır cayır yanıyor ama tek yaprağını oynatacak mecali yok, taş kesildi hayat! Ey ölü taklidi yapan ağaç, senin de mi serin ve rüzgarlı ve neşeli günlerinin hayalleri beş para etmiyor!

Lanet sıcağa dudak büküp soğuk davranacak halim yok, ah neler verirdim, şırıldayan suların ve mis kokulu serin çayırların yanı başında olmayı, işte Araplar gelmiş şırıl şırıl derelerin fotoğraflarını çekiyor Karadeniz dağlarında, Kabe memleketlerinde ama cennet burada! Ben de burada, soluğumun sesini duyan sessiz kapalı oda, sümüklü salyangoz gibi bu yavaşlık ağrıma gidiyor!

İnsan yürüyerek kavga ederek atabilir sırtındaki hınçları öfkeleri ağır yükleri. Sevgili çıkıp gelse sarılacak halim yok. Göklerde fırtına kopsun diye dua edecek gücüm yok! İçimde bir çarpıntı duydum, sıcak mı yoksa korkusu mu kapıyı çalan, insafsız güneş, kalbe giden damarlarımın yolunu tıkıyor! Ah, sevinç çığlıkları atarak koşup gelse bir fırtına, bitse bu eziyet, taşkın sulara kapılıp gitsem!

Rüzgar, bulut, yağmur, hiçbir oyuncusu kalmamış, sokaklar sahne bomboş, bizi umutsuz bırakan yoksa oyunun bitişi mi? Sam yeliyle kırılıp düşen yaprak belki de son oyuncusu memleketimin! Saksıda çiçeğe dokundukça kırılıveren cılız çalılardan utanıveriyor insan, bu kadar güçsüzüz, sizi de Allah yaratmadı mı siz de teslim olduysanız, neye kime tutunalım!

Güneş, içimdeki sessiz isyana ‘sus, sus!’ enerjini boşa harcama diyor, kendini muhafaza et, daha yavaş ol ölü taklidi yapıver, beynin kurusa da özünü koruyacak bir derman verir Allah!

Saklamalısın beynini. Beyninle güneşin arasına sert kafatasını duvar gibi koymuşlar işte, söyle heyecanlarına saldırı altındasın, ayılar gibi kış uykusuna yatıver, aynada, zayıf ve renksiz ve kemikleri  çıkmış ve kusmuk yeşili bulanan gözlerine ve yenilmiş suratına birkaç ay bakmayıver. Tek umudum kendimle hala savaştayım. Çelik bir yay gibi gerilip fırladığım günler, ah daha bir ay önceydi! Dişlerini enseme geçirmiş zehirli yılan gibi güneş! Mezarda ölülerden farkımız kalmadı, içmek için değil rahmet diye su dökünüyoruz! Sıcak bindirdikçe uzaklaşıyor insan şehirden konfordan! Sıcak bindirdikçe içinde bir şeyler sessizce direniyor çırpınıyor ve sonra okuduğum hayal ettiğim hazinelerim yeteneklerim uçup gözden kayboluyor! Düşünce gücü olmayınca bacaklar da oralı olmuyor! Sabah çok erkenden çıkıp yanıklarıma merhem serinlik zindelik toplamam, nafile! Ah cengaver yazar neredesin, kızgın demir, kızgın balkon, üç günlük sıcağa pes ettin!

Kuşluk vakti göklerde incecik gri mavi, öğleye doğru göz bulanıklığı gibi, her yeri istila eden toz rengi, göz bulanıklığı, bayıldım bayılacağım, işte korkum, kontrol bende değil, şu susuz çalı gibi. Azgın sıcaklık kendine odaklıyor, dayanma, savunma, korunma, sığınma, bir yelpaze, bir gölgelik, azgın sıcaklık kafatasıma saplanıyor, tahtayı delen ok gibi. Bir ah sesine halim yok. Ah memleketim, çöl güneşinin altında cehaletle kavruluyor, zırhı kafatası eridi, bir şemsiye açanı yok!

Bir iki hafta da böyle hissiz neşesiz geçsin ne olur, insanın içinde her mevsim kuvvet mi olmalı, her an tatlı rüyalar mı görmeli? Hangi sevinç bir ok gibi dümdüz gider ve hep yükselir, kabul et, bazen de  alçalır, sabırlı ol, iklimler değişir coşarsın, neşe, her an köpürmez şahlanmaz dalgalanmaz deniz, biraz da ‘durgunluğu’ beklemeyi ibadet sessizliğini öğreniver! Haziran Suyu denir, çarşaf gibi dümdüz böyle uzanıver işte!  Çocukça mızmızlanmayı bırak, sana özel hatır kadir bilen bir güneş bulamayız. Güneş bu, herkese eşit! Bazen açılmaz insanın kalbi, midye gibi. Bunalım,  çöküş, depresyon, derine takılır, içe kapanmak da ibadettir!

Kan sıcaklığı düşük bedenler için, hava hoş, belki de kendi hararetin kendi havın alevin bu azgın güneş senin suçun! Yangına körükle giden yüksek ateşlere bedenini müptela eden sensin! İşte geldik gidiyoruz, kazık mı çakacaksın! Kurumuş çalı çıtırdıyor bak hiç feryat ediyor mu? Ağırlık varlık soyutlanıp hepimizden geriye bir ses kalmayacak, öğren? Sazlıklar odunluk da bir mezarlık değil mi? Güneşin hükmedip evreninden kovmadığı insan mı canlı mı var! Büyük hükümdar o, bize ölümün sükununu yok oluş hissini terletip bayıltıp yavaş yavaş öğretiyor, çölde kim iz bırakabilmiş, bu hangi sanat!

Kendini avutabilmek sanat, bir teselli, kalbin tek başına sandal gezisi sanat, o halde efendilik taslamak gurur nedir, asla erişemeyeceğin meyveler hep çamura düşecek, kurulmuş olanı değiştiremeyeceğini bilmek, ah marifet denilen bir hayal ağacının köküne köküne hiç’e balta sallamak, sanat!

Yenmeliyim bu güneşi, bu çöle kılıç sallamalıyım, imdadıma yetişin ey kelimeler, bir hayal salıncağında sallanmak, semalara yükselen sözden başka bir merdiven mi var? Ah ıssız çölün saltanatı, herkesi birbirine benzeten tozu boyası aynı güneşin altında kimse zengin değil. Çöl tozlarının hangisi hangisinden büyük! Tanrı, kokusuz renksiz bir yerde mi oturuyor, olmaza soyunup, bu çevreye ve eşyaya heyecan renk verme dürtüsü, ah, avuntumuz sanat!

Azgın güneşi yenecek kelimeler bulmalı, kalbim kıvamını, düşünce ve seyir gücü istiyorum. Can sıkıntısından tuttuğum renkli balıklar kelimeler, ah öfkem, ah ne heyecan vericiydi ah savaşa sürdüğüm, cephanem kelimeler! Ah kır çiçeklerim daha neşeli olsun diye gırtlak gırtlağa al kana boyadığım savaş meydanım! Kırlarım, ah, ormanının derinlerine koşan usancımın kırbacı! Ey yazar, ‘hem kafesine girmiş hem de arslan niye saldırıyor’ boşuna dert ediyorsun, işte gökler, derin ve sessiz ve bembeyaz, daha ne anlatsın, o yüce sanat!

Yeter be, bunaldım yahu, kazma vura vura kelimelerle açmalıyım bu zihni, kaç hafta oldu tek satır yazamıyorum, sahile vurup mayışlamış yosuna döndük, şu işe bak saatlerdir beynimi soğutacak tek kelime bulamıyorum, bu ne yokluk! Başında ne sevdalar vardı bir de şu düştüğün zavalı hale bak! Yandık kavrulduk tamam anladık ama ey kalem ahdımı bozmaya ne hakkın var! Asıl böyle zor zamanda hoş tutabilmelisin gönlünü! Ateş denizine düştük, tamam, şüpheye düştük, evet, neredesin, dörtnala koşan kelimelerim, demirden nallarını güneş mi eritti, gözüne güneş mi girdi, ey küheylan meydanı alçaklara mı bıraktın!  Terime yapış yapış üşüşen sineklere dönmüşsün!

Esmiyorsa rüzgar kalk ve doğrul, sabaha haber sal, kurtlarla uluyan kutlu rüzgarların vakti geldi! Nereye kayboldu Hızırlık taslayan naralar atan kabadayılar, hani nerede başımıza bey paşa İskender kesilenler, hepsi uyuşmuş!

Üstümüze yıkılırken memleket, nice pehlivanlar gaflete kasvete tamaha düştü! Kahırlanma, bu mevsim de çabuk geçer! Parayla satıyorlar artık yücelerin gölgesini, dinin bile adı kötüye çıktı! Hem hidayete ereyim hem başım ağrımasın, ne kolay bir din peydah oldu!

Öyle bir mezhebe girdik ki ayetin sözü geçmiyor! Canını siper etmeyenler baharı beklemesin! Kulağıma fısıldadı rüzgar kan kusmayan kalemleri ateşe atın, lafı da uzatmayın, ey küheylan, dert etme kelleni uçuran kılıcı, muradımız bu değil miydi, helal toprağımıza düşeceğiz!

Çıldırıyor güneş beton da az değil patlata patlata davulunu çalıyor, ah sıcak, dinimi kalemimi elimden aldı! Utanıyorum pelte pelte hamur gibi yayılmış halimden, işine de karışmak gibi olmasın ama Tanrım, Güneş biraz fazla büyük değil mi, bize bir mehtap yeterdi! Üstüne esnaf lokantasından bir taze fasulye bir de cacığa 240 lira ödedim, üstüne, eşekten düşmüş muhalefet lideriyle dalga geçiyorlar bedava vekillik kopartıp onu eşeğe bindirenler!

Yoksa kızgın yaz günleri çağrısı mı gürül gürül akan derelerin! Çıkıp git diyor, dereleri besleyen çağıldayan köpüklü sular, keyfini yerine getirsin, ah havası hafif ve rüzgarlı o tepelerde kızılağaç ormanlarını gezmek vardı. Kuytu vadilerde ve uçurumlu tepelerde dolaşıver! Kovuyor işte seni güneş! Ey Toroslar’ın Karadeniz’in kutsal havası, ah nefesi tatlı dağlarım, ah göğsü açık yaylalarım, sıkışıp kaldım bu mahzende! Ferahlığını rüzgarını okşamasını özledim. İnce ince akan derelerini, nem nem su su bulut bulut kan damlayan granit kayalıklarını ve çiçekli çayırlarını özledim! Ruhumun neşesi, gölgelerin de saklandığı gölgelerine gömülmek! Tek bir dalı yaprağı solmayı kurumayı ve düşmeyi ve terk etmeyi hiç bilmeyen! Uzanıp yıldızlar altında geleceğin bahçelerinde başımı kaldırıp kuyruklu yıldızları birlikte seyredeceğiz! Zamanı unutup ormanın şarkılar söylediği! Bizi ebediyen lal ve hayran eden kalplerden taşan şeylerin semalarla tatlı tatlı konuştuğu!

Azgın güneş, intikam mı alıyorsun direncimi mi ölçüyorsun, bırak acı ve zevkin zehri tamamlasın ömrünü, buhar olup gitmeyen mi var! Çocukluğumda Demirel söylemişti, sabahları iki tane zeytin yiyorum, diye. İki zeytin değil aslında göbeğini yiyor, biz bir deri bir kemik, eriyecek yerimiz kalmadı!  Trabzon’a gelen Arap turistler içinde iri şişman olmayan tek kişi yok üstelik çöllerin en sıcağından geliyorlar, demek ki beden ihtiyat diye fazla fazla biriktiriyor, bu güneşe dayanabilecek kaburgaları çıkmış asgari ücret bir göbek!

Ayaklarım üzerinde dipçik gibi durduğum günleri özledim, ah güneş eğlen bakalım, muradını sen de al, yanıyoruz işte, başka da ibadet bilmeyiz!

Erimekte olduğumu sevgili de duydu, ah dedi o divanenin çok hikayelerini okudum, kelimeleri şekerdi, hikmetin şekeri, kelimeleri sedefti, ruhuma ruh üfleyen mana incileriydi, kelimeleri ışığımdı, süsleyip püslemesi, gözlerime sürme alnıma allık sürmesi, kelimeleri salına salına yürürdü, kalbime giden yoldu kelimeleri kokulu saçlarımdı! Ne olduysa demiri mermeri mum gibi eriten güneş onu da eritti! Gözyaşları gözleriydi kelimelerinin, yoksulu zengin yapan! Kaç zamandır yazmıyor konuşmuyor, mermerden gururunu mum eriyiği yapıverdi güneş! Ah beni dağlara ormanlara salan kelimeler! Aklın felsefenin divanenin meczubun vatanı sayfalar sayfalar sayfalar! Kimseye mihnet etmeyen eyvallahsız ve garib ve kalbin kilitli bahçelerini açan kelimeler!

‘Rüzgarın suyun üstüne nilüfer çiçeği gibi kurulmuş hoş sözleri vardı’, duyunca sevgiliden bu tatlı sözleri, bedenime can, beynime kan geldi, kollarım kartal kanadı gibi gururla açıldı!

Ey güneş, kaç gündür ne melettin bizi be, hodri meydan, akşam ezanıyla batıp gideceksin aynada sırrın dökülecek, kızıl kanınla ufuklarda boğulup kan kusup kaybolacaksın! Sabah duamla ikindi huzurumla akşamın şükrüyle yatsının derin düşünceleriyle arama girme! Tatlı tatlı esen o hoş rüzgar, kimseyi incitmeyen beş vakit çıkıp gelen o ulu rüzgar  sen de ruhumuza üflemek için daha hangi akşamı bekliyorsun, ey sevgili güneşin de gecenin de mumu söner, kalbimden başka kandil arama!

Kızıllaşıp serinleşen akşamların hayranım, ey sevgili, başka güzel arama!

İçen içsin rakısını, balkonumun önünde serin serin çırpınan kavakların hayranıyım, ey sevgili,  başka sarhoş arama!

Sevgilinin adını duyunca bir serinlik geldi, oh be, nihayet, büyük müjde, gündönümü serin serin yüzüme vurdu, ah ne güzel ferah ferah, ey sevgili, balkonlardan başka deniz başka yelken arama!

Akşam güneşle kavgam bitiverdi, içime bir sevinç, ne çok boş sözler söyledim, sevgilinin adını duyunca ah ne işveli kelimeler bulmaya başladım, ey sevgili başka sohbet arama!

Cehennemden çıkmış gibiyim, gün boyu kaç duş aldım bu kaçıncı değiştirdiğim tşört, ah sevgili, akşam serinliğinden başka gömlek arama!

Ah serin balkonum, söyle sevgiliye, okuduğu duyduğu sadece kelimelerdir, gördüğü serab olmasın, boşuna umutlanıp mehtap aramasın!

Söyleyin sevgiliye inci gibi ışıl ışıl iltifatlarıma inanmasın kelimelerden vefa beklemesin, söyleyin güzeller güzeline yine de bu kararsız sözlerimden başka sığınacak gölge aramasın!

Tam söylenemeyen kusurlu eksik sıkıntılı cesaretini toplayamayan sözlerime, yine de çok isterim, açsın göğüslerini, başka da rüzgar beklemesin! Boşuna feryat edip canını yakmasın, gönlünü hoş tutsun, ama, yine de başka kapı çalmasın!

Şekere banılmış sözlerim ne kandır ne şarap, ne kumpastır ne tuzak, böyle günlerde gamı kasveti dağıtır biraz, hepsi bu kadar, ey sevgili mektuplarımdan başka ateş arama!

Tövbe duadan önce gelir, şükür en sona, eski günahları rakıyla muhabbetle pirü pak temizlemek mümkün değil, kelimeler de yolunu şaşırır, sarhoştur sihirbazdır, ah sevgili, ah’ımdan başka şarkı bekleme!

Belki ipe sapa gelmez şeyler ama ruhumu katık edip ey sevgili, aramızda uzaklık olmasın diye yazıyorum. Bilirim deva olmaz bu sözler canımın eriği! Sana rüzgarlarla serin serin oynaşan şal gibi kelimeler gönderiyorum, ey sevgili, kendine başka saraylar arama!

Boş boş konuşuklar, diyorsun, söyle bana sen kimin sevgilisisin, sana dudaklarımın ucuna kadar sızıp ağu gibi acıtan gözyaşlarımı gönderiyorum, başka şarap arama!

Şeker bakışlarına aşığın nice arslanlar sinek  gibi üşüşüveren ey sevgili, bizi her gün yağmur duasına çıkartma, kara gözlerinden başka ‘hain’ arama!

Ne olurdu sanki bu azgın güneşin altında hararetimi alıversen, ne olurdu, serin nefesinin rüzgarı can verseydi, ey sevgili kafaya dikilip lıkır lıkır içilecek başka çeşme arama!

Kalem benim değil mi, ben yazar ben yanarım, ister ney gibi derin ister davul gibi patlata patlata, ister hor görsünler ister cennetlerinden kovsunlar, ister afsunlu ister masal hayal! Ey sevgili bu kor ateş nereye savrulur, nereleri yakar, azgın sular gibi kelimeler bizi nereye sürükler, kafatasımız hangi kayalıklara vurur, bizde akıl kalır mı, ateş parçası kor alev kelimelerimi soğutan senin adındır, ey sevgili kendine başka ‘dergah’ arama!

Unutma bu cehennemi güneş aklında sahici güneş kalbinde sevgili olmayanları yakar, ey sevgili,  gönlündeki saltanattan başka, güneş arama!

Beni yakan sensizliğin hasedi. Yalnızlık hangi insanı azıtmamıştır. Belki de kibir kapris naz belki de aşkının ateşi güneş gibi boyuma çok büyük gelmiştir!

Bak hala başımın üstünde öldüresiye eritiyor, belki de acelesi var, acelesi var sevgilim batmakta olan güneşin. Zaman geçiyor, son bir ısırık alsam o yanaktan! Gece gündüz dua ederim sana! Böyle değil mi büyük mesel, bir ısırıkla cennetten kovulduk, bir ısırıkla cennetine giriveririm, güneşten hepimizi koruyacak o güneş yanakların!

Bir ısırığın hatırına, inan, ömrüm, bu kadar söz, haram murdar olmaz! Mecazi değil sahici bir ısırık! Buhar olur semalara yücelerde sonsuza dek melekler gibi uçup giderim, bütün kaza namazlarını tek rekatte kılmış, nihayet namazımı eda etmiş olurum! Yolu güneşe düşmemişler ne bilsin, güneşte kurutulmuş üzüm erik dut gibi emildikçe abıhayat tadı veren, ah dudaklarında yıkanmış kelimelerim!

Bir daha sor yücelere, ey sevgili, insan güneşe neden bakamaz, bakmayana kafir mi diyorlar, hayır, öyle istedi, arada perde kalkmasın, her gelen beleşten bedava aynaya bakar gibi sevgiliye bakıp ucuzundan zahmetsiz caka satmasın!

Anla ey sevgili, güneş, sır saklamayı bilmeyenleri ısırır! O yobazlara bak, Allah’ın açtığı gözü Allah’a kör ederler, hırkası sarığı olmayana kafir deyip hücuma geçerler!

Ah sevgili, güneş tepede, kırılmadan testimizi dolduralım, kendi kendimize konuşup divane olalım, uzat yanağını dişlerime, toprağa buluta güneşe emanete ihanet edenlerden olmayalım!

Güneşe karşı

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!