Avatar
Nihat Genç

NEŞE (Depremi idrak etmemiz otuz sene alır)

featured

Nihat Genç yazdı…

Halkımız, medyamız, akademimiz ve siyasetimiz ‘deprem’i henüz idrak edebilmiş değil!

Maliyetleri ve sonuçları ve süreç hakkında o çürük binaları yapan müteahhitler kadar yalancı ve bilgisiz ve aptal ve gaflet ve ihanet içinde!

İslamcılar’a tam seksen yıl Osmanlı’nın topyekün teslim olduğu Mondros Mütarekesi’ni anlatamadık, bu depremi de anlatabilmemizin imkanı yok!

Saçma sapan beklentiler ve yorumlar ve hesaplar gırla gidiyor, mesela biri kalkıp maliyeti 100 milyar dolar diyor, işte bu kadar cahil, biri kalkıp, iktidar değişirse bir başlangıç yapabiliriz, diyor, işte bu kadar aptal!

Kaybedilen onbinlerce ustalık beceri ve meslek ve işgücü ve mesai ve üretim var; bir insanın yetişmesi kaç dolara mal oluyor, milyonlarca insanın bir-iki yıl üretimden düşmesi kaç dolara mal oluyor; yani o çok bilmiş hesaplarınız bu depremi hazırlayan kahpe vahşi dünyanın gözü dönmüş rakamları!

On yıllarca devam edecek madden ve siyaseten hesaplanamaz maddi ve yine hesaplanamaz sosyal ve manevi felaketin içindeyiz!

İşte Adana yolundayız, ülkemizin değil dünya coğrafyalarının en bereketli ovalarından geçiyoruz, insanlar kalkmış dağ başlarına tarla bağ bahçe açmış ve ovalara da otuz katlı binalar yapmış; bu kafanın değişmesi mümkün mü?

Devletin ya da yeni gelecek iktidarın (950 holdingimiz var) bu büyük yıkıma sebep olmuş en az iki yüz holdinge (ve jeeplerine ve araç parklarına) el koyacak kayyum atayacak gücü var mı?

Yok, o halde, aynı kafa aynı vurguna aynı inşaatlara devam edecek; ki, yardım gecesi eline mikrofon tutturduğunuz Acun Ilıcalı’nın derdine bak, Fettah Tamimce’nin reklamını yapıyor, yani en şaibeli isimlerle yeni ihalelerle yola devam!

Biz, yazarız, henüz 20’li yaşlarda bilim felsefesi okumaya başladık. Mesela, 2 kere 2’nin dört olmadığını öğreneli kırk sene oluyor. Rakamlar soyuttur ve dünyada karşılığı yoktur, yani birbirine eşit iki çekirdek iki fındık iki buğday tanesi yoktur; kısa geçelim, ilk aldığınız iki’yle ikinci aldığınız 2 birbirinden farklıdır; birinci ikiyle ikinci iki arasında zaman farkı vardır. Yani ikinci iki daha yaşlıdır ve birinci ikiye eşit hiç değildir! Bu şu demektir!

Altında kaldığımız enkaz son seksen yıllın yanlış kalkınma yanlış siyaset yanlış kültür yanlış girilen yol’un ağır maliyetidir, ve burada oluşturulan ev, bina, emlak, üretim, vs. bütün rakamlar yanlıştır, felaket de zaten bu sahte kalkınmadan gelmiştir!

Ve asıl ağır hasar, bu son 80 senenin tümüyle bizi kolsuz bacaksız beyinsiz ve şehirsiz ve çaresiz bırakmakta olduğunu idrak edemeyişimizdir!

Bugün yıkılan binanın maliyeti olarak ortaya koyduğunuz rakamlar bu felaketi hazırlayan ucuz yalan manipüle spekülatif sahte kalkınmanın rakamlarıdır, yani gerçekte depreme dayanıklı ve korunaklı bir evin maliyeti önceki maliyetten fersah fersah yüksektir! Ve çocukları derme çatma online eğitim gibi ya da kof hocalarla yetiştirmenin maliyeti tabii ki size çok ucuza mal olmuştur! Parasını basıp habercilik yapmanın maliyeti size tabii ki çok ucuza mal olmuştur! Torpille atadığınız rektörler dekanlıklar pek tabii size çok ucuza mal olmuştur! Diplomasız liyakatsiz belediye başkanları ya da yardım kuruluşlarına atamalar yapmak size pek tabii çok ucuza mal olmuştur!

Bu pek ucuza mal olan ucuz dünyanın şimdi bu ülkeye maliyeti hesaplanamaz bir kıyametin yani bekamızın sarsılmasıdır!

Son 80 yılda suçun ağırlığı sağ ve muhafazakar parti ve tarikatlardır ama kafa hepsinde aynıdır!

Milli seferberlik ilan edecek akıl güç irade halen hiçbirinde yoktur!

Ayrım gayrım demeden ortaklaşa sıfırdan başlayacak güç irade akıl halen hiçbirinde yoktur!

On şehir kıyamet sahnesi gibi dümdüz oldu ama geri kalan 80 şehirde (başta İstanbul) sırasını vaktini bekliyor!

İşte Adana!

Dersimize sadece Adana örneğiyle başlayalım!

Adana’da dar sokak ve caddeler içinde nefes alacak bir metrelik karesi olmayan birbirine bitişik 15-20-30 katlı on binlerce bina!

Bir tarafında 15 katlı yüzlerce bina sıralanmış karşısında 17/20 katlı binlerce bina, kaçacak bir metrelik boşluk bir santim yer yok, depreme yakalanacak en şanssız yer’e şimdi Adana da Hatay olmayı bekliyor!

Tarihimize kültür ovalar şenlik vs. vermiş Adana onbinlerce otuz katlı binalar tarafından kıskıvrak yakalanmış, halihazırda bu ülkedeki hiçbir güç bu felaketi bugünden önleyecek gücü aklı becerisi hiç yok!

Şimdiki belediye başkanı değil, ondan önceki de, ondan da önceki de, gelmiş geçmiş hepsi de, bu kadar iç içe bitişik yüksek binalara neden izin vermişler, sivil kurumları halkı onlarca yıl niye sessiz kalmış, yoksulluk ve çıkar ve çıkışsızlık hepsini organize bir kötülük’ün şeytanları haline getirmiş!

Deprem profesörü Naci Görür de bağırıyor, sıra Adana’da diye!

İki hafta önceki büyük deprem Adana’yı sıyırmış geçmiş az zayiatla diyelim ama şimdi yeni bir depremin beklentisi korkusu bu binlerce çok katlı binanın varlığıyla paniği çaresizliği altından kalkılacak gibi hiç değil!

Gerçek bu yirmi otuz katlı binalarda felaketin tuzağına yerleştirilmiş şehir seksen vilayetimizle aynı kaderi taşıyor! Plansız programsız kafasız üç kağıtçı müteahhit ve belediye ve çıkarcı çürük bir siyasi kültürün sonuçları!

Bu onbinlerce çok katlı binanın ne feryadına ne enkazına Türkiye’nin hazinesi varlığı ve holdinglerinin gücü yetmez! Dört milyonluk bir şehri yeniden inşaya ve dört milyonun tahliyesine ve bunca insanın üretimden düşmesini dünyada kaldıracak plan program ve zengin ülke yoktur!

Bir ülkenin servetlerini harcasanız milyonlarca insanı seferber etseniz her biri tek başına atom bombası gibi düşecek bu dev binaların zayiatına yıkıntısına güç yetiştiremezsiniz!

Bilim adamları, akademisyenler, siyasiler, aklınızı başınıza alacağınızı sanmıyorum. Çünkü siz de son 80 yılın çürük ürünlerisiniz!

Daha başından seksen yıl öncesinden yanlış şehirleşme ve 80 yıldır birbiri ardına gelen partileri, ama kafa, enayilik, ucuzluk, aptallık, vasatlık, günü kurtarma, vs. aynı başkanlar aynı yönetimler aynı siyasiler!

Distopik yeni bir felaket kapıda!

Dehşet ve korku dolu bir bilim kurgu filmi düşünseniz bu binlerce binayla soluksuz nefessiz bırakılan Adana şehri kadar korkunç bir felaket tasarlayamazsınız!

90 uzun yıl dünya coğrafyalarının en gözde bereketli ovalarından Niğde ve Çukurova’nın eşsiz bereketini de götürüp bu ucube çok katlı binalara yatırmışlar! Geçen 90 yılın gayri safisini emeğini ürününü hesaplayın bakalım!

Akademisyeni siyasetçisi habercisi, hepsi, bu bitmeyen felaketin kravatlı ekranlardaki uzantıları!

Çağın gerisinde kalmış ve kaybedilmiş doksan yıl!

Şehirleşmeye boşa harcanmış doksan yıl!

Hindistan’ın Pakistan’ın sömürgeyle kaçırılan modern çağı gibi!

Felaketin distopik oluşuna sebep ‘kurtarıcı’ gibi konuşanın da aynı kafada oluşu, tıpkı İngiliz efendilerinin altında ezik çaresiz kültür üreten İngiliz hayranı Hintli aydınlar gibi.

Hadi, alın elinize hesap makinelerini bakayım, Adana’yı nasıl kurtaracaksınız?

Adana’yı kurtarmanın imkanı yoktur!

Adana’yı kurtarmak için bilim dersine sıfırdan başlayacaksınız ve o bağımsız bilim için can ve emek veren bilim adamlarının insanlık haysiyetini beyninize ve kalbinize yerleştirmek pek uzun zaman alacak!

Hadi iktidar ve muhalefet anlaşsın ortak olsun kafa kafaya versin bakalım, yine de Adana’yı kurtarabilmek mümkün mü?

Bu büyük kıyamet gibi felaketlere pek tabii gücümüz yetmeyebilir ama felaketin boyutlarını ve sürecini felaketi hazırlayan bu siyasiler bu belediyeler bu kafayla teselli buldukça avundukça konuştukça geçmiş doksan yılda olduğu gibi silsile felaketler bizi bekliyor demektir!

Hala tarikat diyen hala Babacan’dan umut bekleyen yapılar geçmiş 90 yılın silsile beceriksiz kafasız liyakatsiz iradesiz aynı çürük siyasetidir, ne bekliyorsunuz!

Yaşadığımız ağır travma yıllar geçtikçe ağıt ve feryatlara dökülüp şüphesiz yüzyıllarca yaşayan türkülere dönüşecek!

Türküler Anadolu halkının ağır acı ve felaketler sonrası yaralarını sarması ve ruhen ayakta kalabilmemiz için merhem ilaç deva bize çok zengin bir repertuvar sunar!

İtiraf etmeliyim, Müslüman bir çocuğum, Itri’yi de Hamamizede İsmail Efendi ve nicesini de ruhumdaki yangınları dindirmek için çok dinledim!

Ancak, felaket günleri, minareden verilen sela’ya içim hiç ısınmadı, neden?

Dinime kültürüme bu kadar yabancılaşma neden, dedim, ve kendime sert bir soru sorarken, öylesine tesadüfen daha önce belki bin kez dinlediğimiz, Beethoven’in dokuzuncu senfonisini dinledim…

Tıpkı bir insan yavrusunun aşık olduğu an gibi, göğsümün altından bir sevinç yükseldi!

Allahım, dedim, bu ağır hasarlı ruhumun içine bu umudu koyan bu sanat eseri gücünü nereden alıyor?

Ve aklıma dokuzuncu senfoninin ne olduğunu açıklayan otuz sene önce yayınlanmış Cevad Memduh Altar’ın makalesi geldi!

Dokuzuncu senfoni, insan evladının acılara dayanabilmesi için yazılmıştır, ki, bütün sanat eserlerinin ilk işi, insanı acılar karşısında dirençli kılmak!

Ama Beethoven, kör olduktan sonra 1820’li yıllarda, insanı acılara dayanaklı kılmak için dokuzuncu senfoniyi yazmaya koyulur!

Ve defalarca dener, başaramaz, bu sefer, bir senfonide ilk kez, senfoniye bir şiir sokar ve bir koro şiiri okur! Şiir, Schiller’in şiiridir…

Dokuzuncu senfonide içinizi kabartan o yükselen koro işte Schiller’in şiirini okur!

Hatırımda kaldığı kadar, o şiirde şöyle mısralar vardır! “Neşe, Tanrı’nın kıvılcımı!” Şu Niçe’nin çok sık kullandığı neşe! Bu ‘neşe’den önce ünlü bestekar Wagner etkisinde kalır ve sonra Wagner hayranı Niçe bu neşeyi sıkça kullanır! Anadolu tasavvufu gibi Tanrıyı kalp neşesinde aramak!

Ve şöyle mısralar: Öpün bütün insanlığın alnından!

Ve şu mısra: Düşünün kralla dilenci eşit birbirine!

Yani dokuzuncu senfoni ortak bir insanlık idealini dile getirir, ki, bu yüzden dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük siyasi birliği Avrupa Birliği’nin marşı haline gelmiştir!

Beethoven bize, acılara katlanabilmek için bütün insanlığın (ayrım gayrim demeden) alnından öpebilmeliyiz, diyor, Beethoven bize, acılara katlanabilmemiz için (felaketler karşısında) kralla dilencinin eşit olması gerektiğini söyler, Beethoven bize…

Her büyük acıya karşın Tanrı’nın içimize koyduğu bu dünyaya gelmiş olmanın insanlık sevinci bir ‘neşe’nin varlığından söz eder!

İçimizin kabarıp yükselmesi işte bu ortak insanlık sevincinden!

Ancak bütün insanları eşit bilen ‘bir neşe’ bize acılara katlanmak gücü verebilir!

Din, mezhep, ırk, zengin fakir, torpilli, saray, tarikat, demeden, herkesi eşit gören bir ‘neşe!’

Bu ‘neşe’ içinde olmayanlar o şehirleri bir daha inşa etmesin çünkü o neşe yoksa yeniden torpili, kayırması, adamı, mezhebi, yalanı, üç kağıdıyla yeniden bir daha başımıza yıkılacaktır!

Bir odaya kapanın ve göğsünüzün altından kopup yükselen o neşe’yi hissedin ve sonra, elinize kağıt kalem plan proje alıp, milli seferberlikle yola çıkın ve bu toprakların hazineleriyle kazanılmış bütün servetleri vergilendirin ya da el koyun, (ayrım gayrim sen ben demeden) Anadolu insanlarının hepsinin alınlarından öpebilmek için!

Taze bir başlangıç için o insanlık neşesini tanrının içimizdeki o kıvılcımını yeniden bulabilmek!

NEŞE (Depremi idrak etmemiz otuz sene alır)

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

10 Yorum

  1. 23 Şubat 2023, 16:37

    Çağın gerisinde kalmış ve kaybedilmiş doksan yıldan bahsediyorsun,peki ondan evvel ki 250 yılı ne yapacağız ?

  2. 23 Şubat 2023, 03:10

    Acımıza ilaç gibi ,varolunuz sayın Genç.

  3. Halk tv’de Cem Adrian’dan ‘ Ne ağlarsın benim zülfü siyahım’ türküsünü dinlerken, yazınız aklıma geldi. Gerçeği olduğu gibi görmek ve göstermek gerekiyor. Bunun için teşekkürler. Ruhlarımız, acı ve aynı zamanda umut veren bu türkü ile dokuzuncu senfoni arasında bir yerlerde harmanlanıyor sanki. Bundan iyi şeyler çıkacaktır eninde sonunda.

  4. öncelikle bir düzeltme yapayım. Bethoven, kör değil, sağırdı. Cumhuriyetimiz’in Atatürk Devrimleri dönemine döndürülmesi gerekiyor. ama bunu yapacak Atatürkçü siyasetçiler vb. maalesef ortada yok.

  5. 22 Şubat 2023, 18:09

    Bize Cumhuriyet yeter! Vatan hainlerinin bir kuruşuna dahi ihtiyacımız yok.

  6. 22 Şubat 2023, 16:22

    Nihat bey..felaket günlerinde sala okuruz,çünkü sala Allah’ın elcisine bir sesleniştir..ona olan hasretimizin dile gelişidir..çünkü müslümanlar için en büyük bela Allah’ın elçisinin ölümüdür..salayı bu duygu ile okuyanlardan dinleseydiniz keşke.

    • Mesajı hiç anlayamamissiniz siz buradaki. Onca satır okuyup en önemsiz yere odaklaniyorsunuz. Her şeyi dinle yorumlamaya kalkıyorsunuz.

  7. Bu kadar derin düşünebilenleri topraklarımız nadiren görür. Anadolu’nun en acılı zamanında Yunus vardı. Şimdi Nihat bey korkularını dervişane bir arayışla dile getirmiş. Umarım okuruz ve anlayabiliriz yazarımızın ne demeye çalıştığını. Ben tam anlayabildim diyemem. Ama sağolsun, yeniden yaşamaya başlarsa ve uykudan uyanırsa milletim, belki kendisini daha iyi anlamaya başlarız. Ben hala uykuda gibiyim mesela. Lafı kendime söylüyorum

  8. 22 Şubat 2023, 13:18

    Pek güzel, çok doğru tespitler ile dolu değerli bir yazı çıkmış Nihat Genç’in kaleminden, tekrar. Çok teşekkürler, sevgiler, saygılar. “Onur verdin.”

  9. 👍👏👏👏👏👏

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!