Şahin Filiz yazdı…
Çapsızlığı, cehaletinin giderek koyulaşmasıyla beslenen bir kısım yazar çizer tayfası Cumhuriyetin kurucu ve egemen iradesi olan Türklüğü her cepheden abluka altına almak için akıllara durgunluk veren sözüm ona yazılar yazıyorlar. Türk kimliğini yıpratmak için her türlü palavrayı kendilerine hak görüyorlar. “Milliyetçi-muhafazakar” olduklarını söyleyen bu yazar güruhu, milliyetçilikle muhafazakarlığın ne kavramsal ne de tarihsel olarak yan yana gelemeyeceğini bilmeyecek kadar gözlerini karatmış durumda. Onlar için bir kavramın tarihsel ve bilimsel bir gerçeğe dayanıp dayanmaması pek de önemli değildir. Halkı, yine halka rağmen küçümserler; halkın sırtından, devletin imkanlarından tıka basa doyarlar. Cumhuriyet’in bütün nimetlerinden kanunsuz kuralsız her türlü yolla yararlanmayı doğal hakları sayarlar. Hukuk tanımadıkları gibi haram helal de bilmezler.
“Türklük mü önce Müslümanlık mı” sorusunu, “tabii ki önce Müslümanız, sonra Türk’üz” yanıtıyla çok zekice çözdüğünü düşünürler. Doğal olarak Türklük bir milli kimlik olarak öncedir. Onlara göre İslam dini, insanlığın doğuşundan beri vardır ve Hz. Muhammed ile birlikte en olgun ve nihai noktaya ulaşmıştır. Bu bir inanç düzeyinde söylenebilir ama tarihsel gerçekliklere ve tarih bilimine uygun olması için, arkeolojik, etnolojik, antropolojik ve sosyolojik somut olgulara dayanmalıdır. Dinlerin tarihi, tarih biliminden çok inançla kurgulanan öznel (ideolojik) tarih anlayışına dayanır. Onlara göre “Türklük ile İslamlık etle tırnak gibidir, birbirinden ayrılmaz. Müslüman olmayan Türk, Türk değildir. Daha da ileri gidip, “Müslüman olmayan Türk insan değildir.” Türk-İslam sentezi palavrasının moda sloganları tam da Atatürk ilke ve devrimlerine, Cumhuriyetimize ve onun kuruluş ilkelerine her yönden yöneltilen saldırıların kök ideolojisini oluşturmaktadır.
Dikkat edilirse her bir saldırı Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanaklarını hedef almaktadır. Etnik bölücülük Türk kimliğine; Türk-İslam sentezcileri din üzerinden yine bu kimliğe ve tarikatçı çevreler de doğrudan Cumhuriyet’e saldırmaktadır. Her biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği ve birbiriyle ayrılmaz bütünlük oluşturan değerleri aralarındaki gizli uzlaşıya bağlı olarak paylaşıp yıpratmaya çalışırlar. Oysa Türklük başka İslam başka bir şeydir. “Şeriat İslam’dır” yanılgısı da bu palavranın hareket noktasıdır. “Kadının örtünmesi bir tercih değil, zorunluluktur” fetvasını bunlardan ayrı düşünmemek gerekir. “Hira dağı kadar Müslüman Tanrı dağı kadar Türk’üz”söylemi, sözde milliyetçi muhafazakar ideolojinin dünden bugüne süregelen palavralarındandır. Bu yalanlarla pek çok Türk genci sokakları mesken tutmuştur.
Oysa bir milletin milli kimliğini hiçbir din kendi başına üretmez. Benzer şekilde; İslam, Türk milli kimliği ile aynı değildir. Milli kimlik ile herhangi bir dini özdeşleştirmek en hafif deyimle koyu bir cehalet örneğidir. Türklüğün tarihi bütün Sami dinlerden önce başlar. Din ile milli kimlik arasında bir ilişkiden söz edilebilir ama milli kimliği herhangi bir dine bağlamak, bilimsel ve tarihsel gerçekliklere hiçbir şekilde uymaz. Kaldı ki Türklüğü hedef alanlar İslam tarihi konusunda uzlaşmış değildirler. Bu konuda bir uzlaşının olabilmesi için, İslam tarihini tarih biliminin somut olgu ve gerçekleriyle açıklayabilecek verilerin yeterli olması gerekir. Örneğin Hz. Muhammed’in hayatı, Dört Halife dönemi olayları ve devamını oluşturan tarihsel süreç hakkında İslam dünyasının kafası son derece karışıktır. Farkında olmadan ya da bilerek, İslam tarihini Hz. Muhammed’le başlatanlarla, Hz. İbrahim’le başlatanlar kendi aralarında anlaşamaz. İlk grup, İslam öncesi Sami dinler her ne kadar ilahi kaynaklı olsa da İslam hepsini geçersiz kılmıştır. Sil baştan yeni ve son din İslam’dır düşüncesini taşırlar. Fetö, “İbrahimi Dinler” söylemiyle, İslam tarihini diğer Sami dinlerin doğal tarihine bağlar.
Şimdi buna göre elimizde iki İslam tarihi var. Bu palavracılara soralım: Hangi İslam tarihine göre “Türk” olmamızı istersiniz? Hz. Muhammed’le başlayan İslam tarihine göre mi? O halde yalnız Türkler değil, Müslüman olan bütün milletler Hz. Muhammed’den önce yok hükmündedir, öyle mi? Araplar, İslam gelmezden önce bütün geçmişlerini silmek zorundadır. Et-tırnak palavracılarına göre Müslüman olmayan Arap da Arap değildir. Arap, Türk, Fars olmayı bu tarihten sonra mı mümkün göreceğiz? Şunu mu demek istiyorsunuz: Müslüman olmak, Araplıktan, Türklükten, Farslıktan çıkmakla mümkündür, öyle mi? Onlara göre tam da budur. O zaman, milletlerin yüzyıllara uzanan bütün tarihsel, kültürel, siyasal birikimleri ve milli mirasları yok demektir. Her inanan millet kimliği pahasına inanacaksa, Hucurat Suresi’nde “birbirinizi tanıyasınız diye sizi çeşitli kabileler, milletler halinde yarattık” ayeti boşa düşer. Farklı milletlerden olmak, Müslüman olmanın neresine aykırı geliyor?
Türk milletinin Müslüman olma karşılığında milli kimliğini ve binlerce yılık geçmişini yadsımasının ona ne gibi getirisi olacaktır, olmuştur? Kimliklerini yitiren milletler, tarihlerinde, mensubu oldukları din ile millet olabilmiş midir? Yoksa mezhep savaşları furyasında yok olup gitmişler midir? Tersine, milletlerin milli kimliklerini değersizleştiren bir din anlayışı iç savaş ve mezhep çatışmalarını miras bırakmış; buna koşut olarak milletin fertlerini uysal teba durumuna düşürmüştür.
İslam tarihini Hz. İbrahim’e ya da Yahudiliğe bağlayarak başlatmaya gelince… bu başlangıcın bilimsel tarihsel bir açıklamasından çok temenniye dayalı olduğunu görürüz. Tarih bilimi temenni ve arzu ile işlemez. Somut verileri temel alır. Bu tarihsel başlangıcı bir an için kabul edelim. Başka bir deyişle İslam tarihini iki-üç bin yıl daha gerilere götürelim. Türklerin tarihi yine de daha öncesinden başlar. Önce olan bir kimlik, sonra gelen bir din, değer ya da kültürle ölçülemez. Kadimlik ayrıcalığı tarihsel olarak dinlerin değil, milletlerindir. Üstelik insanlığın tarihi dinlerden milyonlarca yıl öncesine dayanır.
Türklüğü İslam veya başka bir din ile tanımlamak, etle tırnak palavrasının, kimlik-İslamlık propagandasının köhne bir girişimidir. Biz İslam’dan da Sami dinlerden de önce Türk’tük ve Türk olmaya devam ediyoruz. Din bir inanç sistemidir; ahlaki değerleri, evrensel ahlak yasalarına uyduğu sürece kalıcılık şansı vardır. Ne var ki şeriatçılar, dini vicdan özgürlüğünden yoksun bırakıp cüzdana hapsettikleri için İslam inancına ait ahlak ilkeleri doğrudan saldırının muhatabı haline gelmektedir. Şeriat söylemiyle aslında hedef alınan İslam ahlak değerleridir. Ticarete, siyasete ve tarikata şeriat propagandasıyla endekslenen İslam ahlakı, milliyetçi muhafazakarlardan en ağır darbeyi bu yolla almıştır.
Din ve inanç bir tercih meselesidir. Hiçbir Türk vatandaşı ne Musevi, ne Hıristiyan ve ne de Müslüman olmak zorunda değildir. Kur’an, “dileyen inanır” prensibiyle bunu açıkça bildirir. İkincisi, bu dinlerden herhangi birini benimseyen hiçbir birey de dinin bütün emirlerini uygulamak zorunda değildir. Modern ve laik bir dünyada “madem ki sen bu dine girdin, öyleyse emir ve yasaklarına harfiyen uymak zorundasın” denemez. Zorla yaptırmaya kalkarsanız, baskı altında kalan toplum ya da birey, önce inançlarından ve ona bağlı olan ahlak ilkelerinden vazgeçer. Ne dediğinizin farkında mısınız? Diyanet İşleri Başkanlığı “İslam şeriat demektir”, “tesettür bir tercih değil, zorunluluktur” gibi politik fetvalarıyla Türk insanını, özellikle Türk kadınını Cumhuriyetimizin sağladığı çağdaş, laik ve sosyal hukuk devletine ait haklarından yoksun bırakacak olur olmaz hamleler yaptığını, laik ve özerk bir kurumu, yine laik Cumhuriyet aleyhine kullandığını fark edemeyecek kadar gözünü karartmış bulunmaktadır.
Oysa Diyanet, İslam’ı en temel gerçekleriyle ve doğru bir şekilde öğretmekle, bunu yaparken de Cumhuriyetimize zarar verecek hiçbir söylem ve eylemde bulunmamakla yükümlüdür. Tarikat ve cemaatlerin gündeminin peşine düşmesi, kurumsal kimliğini tartışmalı hale getirecektir.
İslam, Türk’ün binlerce yıllık kadim tarihinde deneyimlediği din, inanç ve uygulamalardan yalnız birisidir. İslam nasıl ki şeriatla açıklanamazsa Türklük de Müslümanlıkla tanımlanamaz. Müslümanlık Türk’ün yüzlerce kültür öğelerinden sadece birisidir, hiçbir zaman Türklük ile İslamiyet aynı değildir, tarihte ve bugün aynı olmamıştır. Olmasını dilemek başka, olduğunu ileri sürmek ise bambaşka bir şeydir. Milli kimlik dinden ibaret değildir. Türk olmak Müslüman olmaya hiçbir zaman bağlı olmamıştır. Böyle bir bağı kuran et tırnak edebiyatıdır. Türklüğü İslamlıkla sınırlandırıp tanımlamak, İslam tarihinde ve İslam dünyasında ne kadar olumsuzluklar var ise onu Türk’ün sırtına yüklemenin başka bir yoludur. Sığınmacıların her türlü yükünü omuzlarında taşıyan Türk milletine kalkıp bir de “Suriyeli Müslüman, ateist bir Türk’ten değerlidir” diye aşağılamak, sığınmacılar üzerinden Türk düşmanlığını ve kinini kusmaktır. Ayrıca sığınmacılarla Türk yurttaşlarını birbirine karşı kışkırtmaktır.
İslam, her milletin kendine özgü kültürü ile algılanır. O milletin kültürel kalıbına girerek yepyeni bir kültür öğesi olarak ortaya çıkar. Ateist ya da inançlı olmak, bireysel bir tutumdur. Bireysel tercihleri koskoca Türk milletini yok saymak için istismar etmek, din istismarının, etle tırnak palavrasının bir parçasıdır.
Türk milleti, tarihsel süreçte benimsediği hiçbir din hatırına kendi milli kimliğinden ve kadim tarihsel kültürel zenginliğinden, kısacası Türklüğünden vazgeçmemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, herhangi bir dinsel kimlikle değil Türk milli kimliği sayesinde kurulmuştur. Din ya da başka bir nedenle bu kimliğinden uzaklaşırsa hem dinini hem de devletini kaybeder.
Türklük ile İslamiyet, iki ayrı din değil ki et ile tırnak gibi olsun. Türk, bireydir; istediğine inanır, istemediğine inanmaz. İslam dünyasında olduğu gibi Türkiye’de de ateist Türk, deist Türk, dindar Türk olabilir; hepsi de saygıdeğerdir. Hepsi de insandır. Ama Türk’ü inanç ve mezhebine göre ayırıp parçalamak insanlık değildir. Atesit veya dindar Türk insandır ama Müslüman olan- olmayan ayrımını yapan birinin insan olduğundan şüphelenmemek elde değil.
Dinler gelir geçer ama Türklük sonsuza kadar var olacaktır, tıpkı Fetö dinciliğinin Türk milletinin ayakları altında ezildiği gibi…
Elinize, dilinize ve yüreğinize sağlık üstad mükemmel.
Ders olarak öğretilmeli bence.
Bu iktidar gelene kadar, dini, kulakdan dolma bilgiler le, yazın camiye kursa giderek arapca okumayı (anlamayı değil) öğrenmişim.
Bunların söylemleri, gerçek ne diye sorgulamama, Kur’an’ ın Türkcesini okumama, mezhebin imamı Ebu-Hanife’ nin fetvalarına göz gezdirmeme, İlhan Arsel’i, dinin kaynaklarını okumama sebep oldu.
Türkiye’ de din konusunda üç gurup var; 1)siyasi ve tarikat yoluyla geçinenler, 2)sorgulamadan inanan zır cahiller, 3)din üzerinden arapçılık yapıp Anadolu’ yu araplaştırmak isteyenler, 4)samimi olarak inanıp bir şeylerin de farkında olanlar.
Ben hiç birinden taraf değilim.
Elinize, dilinize ve yüreğinize sağlık üstad mükemmel.
Ders olarak öğretilmeli bence.
Kaleminize sağlık. Çok güzel özletemişsiniz. Umarım halkımız bir gün din ve milli kimliğin ayrı şeyler olduğunu anlayarak; İnancın, “inananla inandığı arasında olduğunu, toplumu etkilememesi gerektiğini” anlar.
Çok açık ve net bir şekilde durumu ortaya koymuşsunuz, bu primatların ilkel düşünce sistemleri, fikir (!?) kırıntıları için kendinizi yormuşsunuz. Malesef bunlardan o kadar çok var, sınırsız bir şekilde o kadar çok üremişler, üretilmişler ki, cahillikleriyle, toplumu çöküşe götürecekler..
Helal hocam!Yaşımız gereği görüp geçirdikçe tecrübe ettikçe hakikatı arayıp buldukça fena üzülüyorum ki Tengri inancını neden önceden bilmemişim.Türk olmadıktan sonra olunduğu söylenen şeyin hiç bir değeri yok benim için.Türk’üm ve Türk olmayana söylemek istediğim yegane husus;in sırtımdan,arkama saklanma,can korkusu açlık korkusu bastırınca koluma girme,tabağıma pisletme,otağımda yatma,kanımı emme,sokağımdan defol!