Şahin Filiz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Firavun zihniyeti

Firavun zihniyeti

featured

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

Kutsal kitaplara inanıp inanmamak kişinin kendi özgür seçimiyle ilgili bir konudur. Bu kitapları yalnız inancın ya da inançsızlığın konusu olarak görmek bizi çoğu zaman geri dönülmez yanılgılara düşürür. İçinde neler yazdığı, tarih, sosyoloji, felsefe ve siyaset alanlarını ilgilendiren ne gibi kayıtların bulunduğu ise başlı başına bir inceleme gerektirir; bu inceleme soğukkanlı, nesnel, meraklı ve çözümleyici bir yaklaşımı zorunlu kılar. Başka bir açıdan söyleyelim: Kutsal kitaplar sanıldığı gibi, her sözcüğüyle, her cümlesiyle dinden ibaret değildir. Din, kutsal kitapların ancak bir bölümüyle ele alınır.

Diğer kutsal kitaplar gibi Kuran da, Toshihiko Izutsu’nun dediği gibi, baştan başa dini kavram ve hükümlerden ibaret değildir. Örneğin, Firavun ve zihniyeti Kuran’da onlarca ayet ile çözümlenirken, sadece “yap veya yapma” emirleri doğrultusunda sunulmaz. Kuran tefsirleri 19. yüzyılda ayrımlaşan ve adları konan pozitif bilimler ve beşeri bilimler kategorisindeki bir çok bilim alanını kapsayacak güncellemeleri henüz yapabilmiş değil. Tefsirler hala Kuran’a teolojik kaygılara bağlı bir çerçeveden bakma geleneğini sürdürüyor. Bu geleneğe göre Kuran, her harfi ve hükmüyle, ele aldığı tüm konuları ve çözümlemeleriyle dinsel-teolojik bir kitaptan ibarettir; onda din adına ne ararsan bulursun, bulamadıkların peşinen dinin dışında kalır. Dinin kapsadıkları, Kuran’ın kapsamıdır. Kuran’da olmayan, İslam dışıdır; olan da kesin ve vazgeçilemez dinsel bir emir, sorgulanamaz ilahi bir buyruktur. Böylece Kuran, sürekli akış halindeki yaşanan hayatın dışında kalır. Gittikçe küçülür, içine kıvrılır ve o içe kıvrıldıkça inanan kitleler sertleşir, serkeşleşir, hayata yabancılaşmaya kendinden başlar. Bunu fark edip de yanlış bir yöntem izlediğini düşünenler, “ömrüm boyunca İslam ve Kuran’la meşgul oldum; ama kendimle, hayatla çatıştığını anladıktan sonra kalan ömrümü yanlıştan nasıl döndüğümü ve etkilediğim insanları aynı yanlışa düşmekten nasıl kurtaracağımı düşünerek, bu yolda çaba harcayarak geçirmeye karar verdim”, demeye başlarlar. Örnekleri çoktur, ad vermek yararsızdır.

Şu hâlde Kuran’ı katıksız din buyruğu olarak görenler ikiye ayrılmış durumdadır. Bir yanda katılaşmış ve hayata yabancılaşmış köktenciler, diğer yanda, yine aynı nedenle, dine adadığı ömrünün kalanını din karşıtlığına odaklı sözüm ona yakınıcı filozofluğa vakfedenler. Arada kalanlar ise, Cumhuriyet’in sağladığı çağdaş, laik, hukukun üstünlüğünü gözeten ve hayatla barışık bireysel dindar kitledir. Ne var ki bu kitle, kendi aleyhine ama bu iki grup lehine sürekli erimekte, küçülmekte ve yok olmaya yüz tutmaktadır. Ekonomideki orta sınıf gibi dindeki bu orta sınıf sürekli kan kaybetmektedir. Şeriatçı-gerici grup ile “dinden dönen’ eski kulağı kesik dinci yeni din savar nevzuhur filozofların tepedeki çekişmesi, orta sınıf dindar kitleyi elbirliğiyle hırpalamaktadır.

Her ikisi de Kuran’ın baştan başa bir din kitabı olduğu yanılgısı içindedir. Bu konu için ayrı bir yazı gerekecektir.

Şimdilik bunu söylemekle yetinip Firavun zihniyetini bu giriş çerçevesinde çözümleyelim.

Pek çok sözcük gibi Firavun da Kuran’da yalnız dinsel bir kavram olarak geçmez. O bir zihniyeti temsil eder. Mısır hükümdarlarına verilen bir ad olsa da Kuran bu kavramı, ayetlerle örneklendireceğim bir anlayışın; dünya görüşünün öne çıkan bir figürü olarak anlatır. Sırf dinsel bir karakter değildir çünkü Firavun “inançsız, kafir” olarak anılmaz. Onun da kendine göre bir dini, bir inancı ve bir dünya görüşü vardır. Buna göre Firavun, inananlar kadar inanmayanlar için de zihniyet ortaklığının kesişme noktasını oluşturduğuna göre, ortak bir figür, bir karakter olarak tasvir edilir. Firavun zihniyeti şu hâlde, “inanmayan, dinsiz, Allah’a asi insanlar” arasından çıktığı gibi, “inanan, kendini Müslüman olarak tanımlayan” insanlar arasından da çıkar. Öyleyse ayetlerde sergilenen Firavun zihniyetine sahip her kim olursa olsun, o Firavundur, zorbadır. Yoksa ilgili Kuran ayetlerini çoktan ölüp gitmiş Mısır Firavunu ya da Firavunlarıyla didişen Tanrı’nın kişisel öfkesinin ifadesi olarak anlamak yanlıştır.

Firavun (zorba da diyebilirsiniz) zihniyeti, doğal olarak gerçek kişi ya da kişiler üzerinden hareketle betimlenir.

Şimdi sırasıyla bakalım:

Firavun ve çevresi, kibirlidir; kendilerinde insan üstü bir güç varsayar. Laftan, sözden anlamazlar. İyiyi, doğruyu, hakkaniyeti, erdemi ve insanlığı ayaklarının altına alırlar.

“Sonra Musa ve kardeşi Harun’u, ayetlerimizle ve apaçık bir delil ile Firavun’a ve onun önde gelen adamlarına gönderdik. Fakat onlar büyüklük tasladılar. Zaten onlar herkes tepeden bakan bir topluluktu.” (Mü’minun, 45-46)

“Soydaşları bize kölelik ederken bizden farklı olmayan bu iki adama mı inanacağız?” dediler (Mü’minun 47).

Musa ve Harun, Firavun ve onun zihniyetine tapan topluluğa insan olmanın gereklerini öğretmeye, insan onuruna yakışmayan ve köleci bir düzeni sürdüren uygulamayı kaldırması için elçi olarak gelirler. Ne var ki Firavun kendini insan üstü sanmaktadır. Ona sorgusuz sualsiz bağlı topluluk ise, Firavun’a hiçbir hatayı, yanlışı kondurmaz. Tanrılaştırdıkları Firavun’un gücünden kuşku duymaz. Ne ki o gücü Firavun’a kendilerinin verdiği akıllarına bile gelmez. O yüzden Musa ve Harun’u küçümserler.

Benzer tüm zihniyetler hak ettiği karşılığı bulur

Onlara biz zulmetmedik; onlar kendi kendilerine zulmettiler. Rabbinin hükmü geldiğinde Allah’ı bırakıp da taptıkları tanrıları onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka işe yaramadı.” (Hud 101).

İnsanlardan aldığı güçle yine insanlara ilahlık taslamak bir Firavun zihniyetidir. İslam kelamında “Allah’ın görülmemesi ve hiçbir yaratılana benzememesi” hükmünü fırsat bilerek “onun adına görünür ilahlık makamına oturmak”, halkını Allah adına yönettiği; yedirip içirdiği ve her şeye tıpkı Allah gibi kusursuzca hakim olduğu sanısını dogmatik bir inanca dönüştürür. İnancına sarıldığını,  “doğmamış ve doğrulmamış Allah’a inandığını” sanan halk, kendi verdiği gücün, tepesine çıkıp ilahlaştığını fark edemez olur. Firavun kendine inanıp güvenenleri, ilah olduğunu inandırmış ama ilahtan beklenen şeyler  karşısında acziyete düştükçe kendi halkını ezmeye yönelmiştir. Firavunu Firavunlaştıran halk, insanlık ile köleliği birbirine karıştırmış; ilahını kendi elleriyle yaratmıştır. Helvadan put yapmak yanında bu, daha sofistike bir tanrı yapımı yöntemidir. Çünkü acıkınca helvayı yerlermiş. Ne var ki acıkınca Firavun zihniyetini yemek mümkün değildir.

Firavun ilahlık taslasa da acziyetini, başarısızlığını, fiyaskolarını örtbas etmek için sihirbazlarını imdada çağırsa da, Musa’nın hakikati bütün sihirleri yani yalanlarını, şişirmeleri, şişinmeleri ve sahtekarlığı yiyip yutmuştur. Firavun’a şeksiz gümansız itaat edenler, ahrete intikal edinceye kadar uyanmamıştır. Orada uyanınca artık iş işten çoktan geçmiştir. Peki buradaki zihniyet çarpıklığı nedir?

Allah’a değil, onun adına hükümranlık, din kuruculuğu, tarikat ya da cemaat liderliğinden ilahlık devşirme tüccarlığı taslamak, sonunda insanı tanrılaştırmaya varmaktadır. Ancak Allah’ı bırakıp onun adına hüküm verenleri ilahlaştırmanın cezası çoğunlukla ahrete de kalmıyor. Fethullah’dan ilah üretenler, kandırıldıklarını, canları yanınca anladılar. Allah baki Fethullah fani idi. Onun ilah olmadığını anlamak için ölmesi mi gerekiyordu? Fethullah benzeri zorbalar için de aynı soruyu sormak lazım değil mi?  Ama koskoca ülke ve pek çok insan zarar ve ziyandan azade olamadı. Çünkü Fethullah bir Firavun idi. Artık o, şimdi Firavun Zihniyetinin güncel örneği oldu. Kim aynı yolda ise, Firavun zihniyetin halkasıdır.

Firavun zihniyeti, en çok ülkesine ve milletine zarar verir.

“Andolsun ki biz de Firavun’a uyanları ders alsınlar diye yıllarca kuraklık ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık.” (Araf 130)

Bazıları, bu ayeti okuyunca “hiç böyle bir şey olur mu? Allah kalkıp da yanlış yönetimi tercih ettiği için tarihte herhangi bir milleti cezalandırmış mıdır? Olmaz böyle bir şey, hurafedir” diyerek ne denli muhteşem bir zekaya sahip olduklarını göstermeye çalışır. Karşı tarafta yer alan bazı gruplar da, bu cezayı gökten beklerler; deyim yerindeyse, “şeyhiyle, şıhıyla, mürşidiyle ete kemiğe büründürdüğü Allah’ ı”  kendi tarikat-cemaatinin özel bekçisi imiş gibi görürler. İkisi de anılan ayete terstir.  Ve gerçekten aptalca bir yaklaşımdır.

Neden?

Ayeti dikkatle okuyun; hemen hüküm vermeyin. İyi çözümleyin. Çok kritik bir vurguyu fark edeceksiniz. Tefsir edelim: Kötü yönetilen hiçbir toplum refaha kavuşamaz. Firavun zihniyeti, halkını ve onlara ait her şeyi kendi mülkü sayar. Ülke ve millet yalnız onun malıdır. Keyfince muamele eder. İstediğini öldürür, istediğini sağ bırakır. İstediğine cennet, istemediğine cehennemi yaşatır. Peki ayete göre Firavun bunu yaptıysa, o ülkede bolluktan, bereketten, üretimden söz edilebilir mi? Sebep Firavun, sonuç hüsran değil midir? Allah ‘ın cezası, tarikat şıhlarının müritleri cezalandırmasına benzetilebilir mi? Üretmezsen aç kalırsın. Toprağı, suyu, havayı temiz tutmazsan ürün alamazsın. Kuraklık ve ürün kıtlığı, Allah’ın yarattığı ve fiziksel yasalarını koyduğu doğanın işleyişine dahil olduğuna göre, ayet, bu yasalara aykırı bir Firavun zihniyetinin yönetimi ve bu yönetimi destekleyen  Firavuncu halk hep birlikte, bu acı sonuca katlanacaktır, diyor. Allah’tan başkasını ilah edinen, edinenlere destek olan, kendi türünden olanı Tanrılaştıran ve onu sorgusuz sualsiz itaat eden herkes bu doğal-ilahi cezayı hak ediyor demektir. Ayette anlatılan budur.

Allah’ın parmağı var da gözümüze mi sokacaktı?

Firavun zihniyeti, korkusundan korku salar.

Firavun zihniyeti, temelde korkaktır. Zorbalığının ve halka zulmünün yegâne kaynağı, içinde fırtınalar koparan kendi korkusudur. Bu korkusunu bastırmanın tek yolu, kendine tabi olmayanlara korku salmak, onları baskılamak ve gerektiğinde en ağır cezaya çarptırmaktır. Saldığı korku, insanların çaresizce ona bağlılıklarını ve teslimiyetini sağlar. Çevresinde görece çoğunluk oluşur. Korku kaynağı kuruyunca ilk fırsatta bu çoğunluk etrafından dağılır gider.

Ayette diyor ki:

“Firavun ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları ile halkının küçük bir bölümünden başkası, Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde zorba bir kişi idi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi.” (Yunus 18).

Hakikatin taraftarı her zaman sayıca az kalmıştır.

Zorba Firavun zihniyetinin sık başvurduğu cezalandırma yöntemi, kendisini tanrı saymayanları hapse tıkmasıdır. Çünkü o her zaman haklıdır , haklılığının kaynağı ise ele geçirdiği güçtür.

Ayette Hz. Musa’ya hitaben şöyle denir:

“Benden başka tanrı edinirsen seni hapse tıkarım.” (Şuara 29).

Din istismarcılığı ile din karşıtlığı, Firavun zihniyetinin iki ucudur. Güç dengesi değiştikçe, bu zihniyet her ikisinde de benzer biçimde açığa çıkar.

Firavun zihniyetinin korkusu konusunu başka bir yazıda işleyeceğim.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!