Ulusal pazarımızı/piyasamızı korumalıyız. Gümrük duvarlarımız yükselmeli ve sanayicimiz yükselen duvarların gölgesinde nefeslenmeli.
Kooperatif Bankası’nı kurmalıyız. Ölmeden önce toprağa dönebilmek, toprağa kavuşabilmek için çiftçi para kazanmalı. Ekilen toprak zarar ettirmemeli. Virüsler savaşında en büyük engelimiz şehir hayatıdır. Bunun için kalıcı bir strateji oluşturmalıyız.
-Çiftçi ne ekeceğini bilmeli
-Sulamadaki yanlışlar acilen giderilmeli
-Tarım için kaynak ayırırken, cimrilik edilmemeli
-Tamamen yerli tohumculuğa geçmeliyiz.
Bunun aksi olursa şehirlerde yığılmayı engelleyemez ve sağlıksız insanların yaşadığı şehirlerimizi bir enkaza dönüşmekten koruyamayız.
Özel sektörün gücünün yetmediği sahalarda devlet bulunmalı. Babayiğit aramaktan vazgeçmeliyiz. O kadar çok vaktimiz yok. Önemli olan kedinin fareyi yakalamasıdır, kedinin kuyruğu siyah mı beyaz mı tartışmalarına gerek yok. “Devlet işin içine girerse serbest piyasa yara alır” tartışmalarına vakit yok. Adı ne olursa olsun, meselemiz acilen kalkınmak ve ekonominin güvenliğini sağlamak olmalı.
Bu savaşın sonunda kazanan ulus devletler olmalı. Küreselleşme rüzgarlarına set çekmeliyiz. Uluslarası şirketlerin çiftçimizi sömürmesinin, küresel sermayenin sanayicimizi esir almasının önüne geçmeliyiz.
Dünyada küreselcilerin, serbest piyasa yalanlarıyla kalkınan tek bir devlet bile yoktur. Gümrük Birliği anlaşmasını yırtıp çöpe atmalıyız. Üyesi olmadığımız bir birliğin sanayimizi bitirmesi, üreticimizi zarar uğratmasının önüne artık set çekmeliyiz.
Millileşmeden küreselleşme, köleleştirir. Bugün küreselleşmeden fayda sağlayıp, zenginleşen bütün devletlerin temelinde korumacı politikalar vardır. Gümrük duvarlarını yıkarak zenginleşen ve kalkınan bir devleti tarih yazmamıştır.
Ekonomik milliyetçilik çağı açılmıştır. Tek çare ekonomik milliyetçiliktir. Ya ulusal kalkınma, ya küresel kölelik. Maalesef ikisinin ortası yok.
Ekonomik milliyetçilik rafa ne zaman kaldırıldı ki, tatbik mevkine gene konuyor? Ülkemizde CELÂL BAYAR tarafından temsîl olunan mâliye öğretisi öyle düzenlemeler yapar ki, ülkenin “iktisâdî bağımsızlığını” savunmak (bağımsızlığı savunanların küçük de olsa bir külfete katlanmaları gerekmiyormuş gibi) en kârlı iş hâline getirilir. Yolunu bulamayanlara yükünü tutamayanlara da, “sen atatürkü iyi anlayamamışsın gardaş” denir. Bu satanist mâliye ekolü 9/11 (bizde de 9/12) ile tenkîl edilmiştir. Daha da çoook edilecek.
“Millileşmeden küreselleşme, köleleştirir. ” konuyu en iyi anlatan cümle bu.
5-20 dekar,30-80m2 serası bulunan, iklime uygun biyoçeşitlilik ile doğal üretim yapan bir çiftlikte yaşayan bir çift, normal koşullarda 8-12 ailenin günlük taze sebze, meyve, ayrıca kurutulmuş gıdalar (kayısı, dut, elma kurusu, badem, ceviz, kestane, fındık vs.) baharat ve tıbbi/aromatik bitki ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilir. Bunun için, ilk kurulum hariç, traktöre, mazota, gübreye, tarım ilaçlarına, tarım makinelerine (pulluk, çapa vs) ve krediye ihtiyacı yoktur. Tek yıllık ekim ve hasat sırasında ek iş gücüne ihtiyaç duyabilir. Tavuk, ördek ve kaz gibi çiftliğin doğal çıktılarıyla beslenen kanatlılar da gerek yumurtası gerek etiyle protein ihtiyacının da bir kısmı da karşılayabilir. İlk aylardan itibaren gıda üretmeye başlayan böyle bir çiftlik, devletin desteğiyle (hatta sahipliğiyle) birkaç yılda tümüyle kendine yeten ve çevresini sağlıklı besleyen hale gelecektir. Konuyu merak edenler agroekoloji başlığının üretimle ilgili alt maddelerini inceleyebilirler. İyi bir planlama ve uygun bir ekonomi modeli ile sadece birkaç yıl içinde tüm sebze, meyve ve kurutulmuş tarımsal üretimi, yerelden başlayarak şehirlere doğru tüm nüfusa ücretsiz dağıtılabilir hale gelebilir. Kim her sabah kapısının önünde sadece bir gün önce hasat edilmiş sağlıklı ve ücretsiz meyve ve sebzesini bulmak istemez ki?
Geçiş döneminde konvansiyonel tarım devam edebilir ancak iyi bir planlamayla 10 yıl içinde buna da gerek kalmayabilir.
Bu kadar tarım arazisi boşken, bu kadar genç işsizimiz varken, bu kadar işlenmiş veya ham tarım ürünü/gıda ithal ederken, salgının toplu yaşamı vurduğu bu günlerde fideci bile artık fidesini yetiştiremezken, özetle açlık kapıdayken ezberletilenler iyice sorgulanmalı. Serbest piyasanın kuralları, liberalizm, küreselleşme eğer insanların karnını sağlıklı gıda ile doyurmalarını engeller hale geldiyse, bunu sağlayan model her ne ise, ona geçiş yapmak zorundayız. Aksi taktirde birkaç yıl içinde açlık, iklimsel değişikliklerin sebep olacağı kıtlık, kaos ve en iyi ihtimalle bunlar gerçekleşmezse, sağlıksız endüstriyel gıdaların çökerteceği toplum sağlığı ve göçecek bir SGK ile karşı karşıya kalacağız.
“Millileşmeden küreselleşme, köleleştirir” müthiş bir özet. Üreteceksin ki pazarlayacak bir şeyin olsun. Yok, ben başkasının ürettiğini kendi ülkemde pazarlayacağım diyorsan o zaman ülkeden her zaman para çıkışı olur. En sonunda ekonominin işleyebilmesi için para dilenmek zorunda kalırsın. 1971’den beri doların altına endeksli olmadığını da düşünürsek başkasının kafasına göre bastığı kağıt parçası için milli egemenliğimizi feda etmiş oluyoruz! Ülke olarak ne tüketiyorsan üretebilmelisin. Sunulan ürün ya da hizmet elbette herkesi memnun etmez ama herkese yerli ve milli bir seçenek sunulmuş olur ve bu seçenek de birçok açıdan desteklenir (vergi, üretim için kredi vb.).
Küreselleşme kavramıyla ilk defa rahmetli Süleyman Demirel zamanında onun ifadesiyle “GLOBALLEŞME” terimiyle tanıştırıldık. Arkasından gümrük birliği gelmişti. Gümrük birliğini savunanların argümanlarına gelince yerli sanayinin AR-GE yapmadan montaj sanayi üretimini tercih etmeleridir. Yerli sanayicilere “yıllarca bize teneke sattınız” diyenleri unutmadı bu millet. Ama biz her şeyi yanlış yapmak maharetliyiz.
Ben çocuğum olmadığı için yıllarca kısırlıkla mücadele ettim. En sonunda yaptığım mücadelenin kısırlıkla ilgili olmadığını beni tedavi ettiğini iddia eden tıp insanlarına körü körüne inandığımı öğrendim ve gördüm.
Nasıl mı? Bana verilen ilaçların hiçbir araştırmaya ve tahlile dayanmadan genelleme yapılarak çocuğu olmayanlara yazılıp verildiğini verilen ilaçlarında laboratuvar raporuyla bende hiçbir olumlu etkisin olmadığını, zararlı etkilerinin olmuş olabileceğini Gülhane hastanesi Tıp Fakültesi hocalarından rahmetli Prof Dr Halit Kamgözen’in talebi sonrasında yaptırdığım laboratuvar testi ve verilen raporuyla ortaya çıkması sonucu öğrendim. Yıllarca umutlarımı, hayallerim ve paralarımı alan bu insanlara bilim insanı demek ne kadar doğrudur. Şimdi Türk tarımını 18 yılda bitiren Ordinaryüs Prof Dr Recep Tayyip Erdoğan’dan Türk tarımını düzeltmesin mi bekleyelim. Ülkemizde Ak Parti iktidara gelmesi ile değişen tarım politikaları kırsal yerleşim yerlerinden kentsel yerleşim yerlerine iş gücü göçü daha da hızlanmıştır. Bu sürecin sonucu olarak 1990’lı yıllarda yüzde 59’a yükselen kentsel yerleşim yerlerinde yaşayan nüfusun oranı, 2000’li yılların başında yüzde 65’e; 2016 yılında %92,3 seviyesine yükselmiştir.
1920’li yıllarda her 10 kişiden 8’inin kırsal yerleşim yerlerinde yaşadığı bir nüfusun yerini bugün tam tersine yaşanan bir dönüşüm ile her 10 kişiden 9’unun kentsel yerleşim yerlerinde yaşadığı bir nüfus almıştır çok partili sistemle birlikte ülke nüfusun demografik yapısı kontrolsüz bir şekilde gelişme göstermiştir.
“Dünyada küreselcilerin, serbest piyasa yalanlarıyla kalkınan tek bir devlet bile yoktur.”
Cümlesinin tek istisnası Çin’dir.
Bugün de globalleşmeyi savunan tek ülke Çin olarak görülebilir.
Tabii ki Çin halkı çok büyük bedeller ödedi ve salak apartman dairelerine kavuştular.
Bizde de köylüler kente göçmeden önce bile köylerine o salak apartmanları dikiyorlardı.
Her ne hikmetse insanlar ne kadar topraktan uzaklaşmaya meraklıymış…
Globalleşmenin ilk büyük darbesi 2007-9 yılları arasında ortaya çıktı ve Abd’de sorumsuzca verilen ev kredilerine tüm dünya yatırımcıları ortak edildi ama yatırımcılar hayal alemindeki alışkanlıklarından vazgeçmediler. Bunun bedeli bir gün mutlaka ödenecektir ama maalesef hesapları kapatabilecek para yok. O paralar zaten hiç olmamıştı…
Görünen o ki bu pandemi dünyada çooookk yolsuzlukların üstünü örtecek ve yine hesabı üstlenen garibanlar olacaktır