Şevket Apuhan yazdı…
“Eğer olmasam da men esirligde
Gemlerin elinde esir galmışam
Bu nece heyatdır? Nece zemandır?
Hele uşağlıgdan men gocalmışam”
24 Haziran 1938 Yılında Azerbaycan’ın Keleki Köyü’nün Halil Yurdu Yaylasında Kadirkulu Beğ ve Mehrinisa Hanım’ın bir erkek evlatları dünya gelir. Aile fertleri bir isim üzerinde razılaşamazlar ve bebek kırk günden fazla isimsiz kalır. Köy halkının “Baba” diye adlandırdığı Mir Yahya Baba günler sonra ona Ebulfez adını koyar.
Rus Emperyalizmi halkı haksız vergilerle boğar, ardı arkası gelmeyen idamlarla mazlum milletlere korku salarken şüphesiz Keleki’de doğan bu çocuğun bir gün kendisinden hesap soracağını ve günü geldiğinde kendisini yıkanlardan biri olacağından habersizdir.
Elçibey’in çocukluğu ile ilgili kayda geçen hatıralardan en dikkat çekeni bebek yaşta iken kundağının altına bir yılanın yerleşmesi ve köyün aksakallılarının “O yılana dokunmayın, o Ebulfez’i koruyor” diye aileye salık vermeleridir. İlerleyen yaşlarda da eliyle tutup eve getirdiği yılanlara bakıp “Onları evlerinden ayrı koyma oğlum” diye nasihat veren annesinin isteği ile bulduğu yere bırakacaktır Ebulfez.
Onda vatan sevgisi ve millet şuuru çok küçük yaşlarda başlar. Daha ilkokul sıralarında hocalarına sorduğu sorularla dikkatleri üzerine çeker. Arkadaşları sokakta oyun oynarken bütün ısrarlara rağmen oyundan uzak durur ve zamanını kitap okumakla geçirir. Savunduğu ve arkadaşlarına anlattığı fikirleri onun harekete geçiş noktası, yola çıktığı yer olarak da kabul edilebilir: “Azerbaycan’ı Güneyde Farslar, Kuzeyde Ruslar paylaşmışlardır. Ve bugün Azerbaycan Türkleri esirlerdir” Artık arkadaşları onu Ebulfez diye değil ona lakap olarak taktıkları Millet ismiyle çağırmaktadırlar. Millet…
1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Arap Dili ve Edebiyatı bölümüne girmeye hak kazanır. 1960 yılında ilk teşkilatlanma çalışmalarına başlar. Ancak kendisinin ve arkadaşlarının üniversiteyi bitirmeleri ve arkadaşlarıyla ayrılmak zorunda kalması bu ilk teşkilatlanma çalışmalarına ara vermek mecburiyetinde bırakır onu. Üniversite yılları için şöyle diyecektir:
“Beş yıl üniversite talebesi oldum. Bu beş yılda sırtım ne palto gördü ne de plaş”
İşte böyle bir hayattır onun hayatı. Izdırapla yoğrulmuş ve acı ile bütünleşmiş bir hayat.
Üniversite hayatının ardından Mısır’a gider. Burada aldığı maaşın çok önemli bir bölümünü Azerbaycan’ı tanıtmak için gizli faaliyetlerinde kullanır. Mısır’ı ziyaret eden devlet başkanı için sarf ettiği olumsuz sözlerden sonra vaktinden önce Bakü’ye çağrılır. (1964) Dönüşte Üniversitede yüksek lisans yapmaya başlar. Böylelikle Hocalık yılları başlamıştır. Bu dönemde Moskova, Tiflis ve Leningrad şehirlerinde yorucu araştırmalarda bulunur ve “Tolunoğulları Devleti” adıyla ilk eserini verir.
1968 yılında Asya ve Afrika Ülkeleri Tarih Kürsüsü’ne öğretim görevlisi olarak atanır. İşte Üniversite yıllarında temelleri atılan gizli faaliyetlerin üyeleri o günlerde yeniden Bakü’ye dönmeye başlamışlardır. Üstelik arkadaşı Malik Mahmudov Bağdat’ta ki görevinden dönerken Müsavat Partisi’nin programını da beraberinde ülkeye sokmaya başarmıştır. (1918 yılında kurulan müstakil Azerbaycan Devleti’nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade’nin parti programı) Bu program çerçevesinde teşkilat yapısı yeniden düzenlenir. Artık öğrenciler arasında yapılacak çalışmalarla Bağımsız Azerbaycan’ın ve Bağımsız Azerbaycan yolunda Azerbaycan Halk Cephesinin (AXCP) temelleri atılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalar 1970’ten itibaren sistematik bir şekilde devam eder.
O herkesten farklı olarak Sovyetlerin dağılacağını çok önceden görmüş ve kendi sözleriyle “Sovyetler dağılırken bağımsızlığa hazır olmak için” çalışmalarına başlamıştır. Ancak bu çalışmalar ülkenin istihbarat organlarının gözünden kaçmayacaktır.
İzlendiğini bilmektedir o eşsiz üslubuyla şöyle anlatmaktadır o günleri:
“Bir zaman geçenden sonra izlenen ve izleyen arasında manevi bir bağ yaranır. Bu ikisinden biri diğerini yitirende özünü pis hisseyleyir.”
“Evden çıktım yene her zaman olduğu gibi evimin kabagında KGB’nin maşını dayanmıştı. Dedim meni deniz kırağına aparır mısın? (Götürür müsün) “Gel” dedi. Bindim gittik. İnerken ona bir miktar para vermek istedim almadı. Bende koltuğa koydum ve yürüdüm gittim” (E.Elçibey- Bütöv Azerbaycan Yolunda)
Nitekim 20 Kasım 1974’te sabah 08.05’te Betsi Bağırova sokağında bulunan apartmanın 5. katındaki 32 numaralı evin kapısı dövülür ve KGB evin altına üstüne getirir ve evde bulunan bazı yazılara el koyulur. Uğur Güler’in Elçibey isimli kitabında evde bulunan dökümanlar şöyle sıralanır:
1-Atsız’dan oğluna vasiyet
2-Birliğin üyelerine ilk söz adlı yazı
3-Azerbaycan’ın birleştirilmesi hakkında düşünceler adlı yazı
4-Yurdun azatlığı ne demek adlı yazı
5-Bir Atatürk resmi
Burada bir şeyi bilmemizde yarar vardır. Elçibey konunun buralara geleceğinden şüphesiz haberdardır. Kendisi daha önce defalarca uyarılmış hatta bir keresinde çalıştığı Üniversitenin Rektörü Sovyetler’in lehine, Türkiye’nin aleyhine bir yazı yazması karşılığında kendisinin affedileceğini ve devlet idaresinde yüksek makamlara yüksek maaşlarla getirileceğini söylemiştir. Elçibey tüm bunları reddeder.
“1974 Yılının 24 Kasımında ilk sorgusu yapılır. Suçlamalara karşı gelmez. Pişmanlık belirtmez ve hiçbir arkadaşının ismini vermez. Şöyle diyecektir: “Daha önce Sovyetlere karşı direnen Çek Milliyetçilerinin makalelerinde sorgularda nasıl cevaplar vermem gerektiğini okumuştum. KGB’deki tanıdıkların bana yolladıkları haberlerle de bu okuduklarım örtüşüyordu. Ukrayna’da ki Milliyetçiler benimle aynı suçtan yargılanmış ve 6 yıldan 12 yıla kadar cezalar almışlardı. Bende 6 yıl kadar hapis yatarım diye düşündüm”
Mahkeme süreci oldukça ilginçtir. İlk savunma yapacağı gün annesinin de salonda olduğunu görür ve salondan çıkarılmasını ister. Mahkemelerde Elçibey aleyhine şahitlik yapması için öğrencilerden ve bir sıra insanlardan birçok yalancı şahide söz verilmektedir. Bir defasında bir çocuk “Ebulfez derslerde Sovyet hâkimiyetine karşı konuşurdu” diye söz alınca bir kız öğrencisi çocuğun üstüne yürümüş ve hâkim tarafından dışarıya çıkarılması emredildiğinde başındaki örtüsünü hâkime fırlatarak “Bunu erkekler taksın hâkim bey” diyerek dışarı çıkmıştır. Yine bir mahkeme günü bina önünde toplanan gençlere “Hocanızı dışarı çıkarak kadar paranız var mı? O kadar rüşveti nasıl vereceksiniz” diye sorup sataşan polislere bir kız öğrencisi “Ben yeni nişanlandım işte nişan yüzüğüm. Bu yüzüğü veririm” demesiyle polisler oradan uzaklaşmışlardır. Bu olayı duyduğunda Elçibey çok etkilenir ve kendi deyimiyle yeniden doğar. Elçibey bir gün söz alarak şu şiiri okuyacaktır: “Her kimsenin var kimsesi/Men kimsenin yok kimsesi/Ey kimsesizler kimsesi/Men kimsenin ol kimsesi” arka sıralardan bir feryat duyulur. Elçibey’in öğrencilerinden biri hıçkırıklara boğulmuştur.
Şimdi mücadelenin en ağır kısmına gelinmiştir. Mahkeme 1 yıl 6 aylık bir ceza verir Elçibey’e. O daha önce rejim muhaliflerine ağır işler verilmeyeceğini düşünmektedir ancak cezasını taş ocaklarında taş kırarak geçirmek zorunda kalacaktır.
Burada gözden kaçırmamamız gereken bir husus var. Üniversite hayatı boyunca sırtı patlı görmemiş adam kendisine yüksek maaşlı işler teklif edildiğinde bu işleri elinin tersiyle itmiş ve yolundan dönmeyecektir. Yaklaşık otuz yıl sonra şöyle diyecektir: “Bir zamanlar Sovyet tanklarının önünde beraber omuz omuza durduğumuz arkadaşlarla yolumuzu para ayırdı” Şüphesiz onun tercihi de aşkı da millet olmuştur. Tanrı’nın Türk Milletini çok sevdiğine inanıyorum ve buna ispat olarak da Elçibey gibi insanları bu milletin mensubu olarak yaratmasını görüyorum.
Zor geçen tutsaklık yılları inancını ve azmini kamçılayamaz hapisten sonra çalışmalarına kaldığı yerden devam eder.
28 Eylül 1979’da 41 yaşlı Elçibey yakın akrabası Halime Hanım ile hayatını birleştirir. Bu evlilikten Çilenay adında bir kızı ile Erturgut adında bir oğlu olur.
Artık ok yaydan çıkmıştır. Teneffüsler de tebligatlar yapmaya, dernekler teşkil etmeye başlar. Bu tebligatlar bazen teneffüslerde okul koridorlarında bazen bir çay bahçesinde devam eder. Girdiği derslerde “Azerbaycan’ın esir olduğunu ve parçalandığını” açık açık söylemektedir artık.
Elçibey’in ön gördüğü bütün gelişmeler gerçekleşip Sovyet Rusya hızla kan kaybederken 25 Ocak 1988 tarihinde Ermeniler, Ruslarında yardımıyla Ermenistan’da yaşayan Türkleri öldürme ve göç ettirme harekâtına başlarlar. Hemen ardından 18 Şubat 1988 günü Bakü’de bir “Karabağ Mitingi” tertip edilir. Bu mitingle beraber Halk Harekâtı “Meydan Harekâtı” adıyla şekillenmeye başlar.
Ermeni saldırılarıyla beraber bağımsızlık mücadelesi açıktan ve hızlı bir şekilde yapılmaya başlanacaktır.
16 Mayıs 1988 günü Azatlık Meydanında büyük bir miting yapılır. Burada halka seslenen Elçibey Azerbaycan Halkını Müdafaa Cemiyetinin kurulduğunu dünyaya ilan eder. Azerbaycan’ın Rusya yanlısı hükümeti Ermenilerin Türkleri öldürmesine sessiz kalmaktadır. İlk olarak Elçibey önderliğinde Türklerin direnişleri örgütlenmeye ve kurulan cephelere gizlice silah ve erzak yardımı yapılmaya başlanır. İşte bu dönemde Ebulfez Aliyev halk tarafından “Elçibey” olarak anılmaya başlanır.
1989 Yılının Şubat ayında 10 kişilik bir komiteyle Azerbaycan Halk Cephesi koordinasyon kurulu kurulur. Bakü’nün çeşitli yerlerinde dağıtılan, duvarlara yapıştırılan ilanlarda şunlar yazmaktadır:
“Vatandaş!
Günlük mitinglerin neticesinde AHC (AXC) kuruluyor.
Cephenin programı gazetelerde yayınlanacak.
Devlet idarelerinde, okullarda ve başka yerler de temsilcilikler oluşturulacaktır, başvurun!!!”
16 Temmuz 1989 yılında AHC’nin ilk kurultayı toplanır ve Elçibey Cephe’nin birinci Genel Başkanı seçilir. Ve hemen ardından 29 Temmuz’da bir miting yapılır ve şu maddeler mitingde seslendirilir:
1-Azerbaycan Cumhuriyetinin anayasası yeniden düzenlensin
2-AHC tanınsın
3-Azerbaycan’ın yeni bayrağı ve milli marşı belirlensin
Elçibey’in yaktığı özgürlük ateşi artık bütün bir vatanı sarmıştır. Moskova yönetimi Azerbaycan’ın yönetiminin bütün yetkilerini kendi üzerine alır. 24 Eylül günü bir miting daha düzenlenir ve bu mitingde Elçibey; Azerbaycan’ın parasının basılması, ordusunun ve hazinesinin kurulmasını ister ve bu yoldan dönmeyeceklerini dünyaya ilan eder. Nihayetinde 5 Eylül 1989 günü Bakü yönetimi AHC’yi tanıma kararı alır.
Kıvılcım zalimleri saran bir yangına dönmüştür. Azerbaycan’da azatlık ateşi bütün kalpleri kaplamış ve halk ne pahasına olursa olsun mücadeleye devam etme azmindedir. 1989 yılında Türkiye’de “En Büyük Siyaset ve Devlet Adamı” ünvanı Elçibey’e verilir.
Ancak Elçibey’in “Olacağını tahmin ediyordum” dediği facia 20 Ocak günü Bakü’nün kapısını çalar. Rus tankları Azerbaycan’da karışıklığı dindirmek ve asayişi sağlamak adına Bakü’ye girerler ve onlarca günahsız masum insanı katlederler. Yaralıları tedavi eden doktorlara ve ambülânslara dahi ateş açılır. Ancak AHC’nin ve Azerbaycan Türklerinin yılmaya niyetleri yoktur. Gelişmeler birbirini takip eder. 28 Mayıs 1918’de kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin meclis binası olan ve 1990’lı yıllarda Elyazmalar Enstitüsü olarak kullanılan binanın çatısına Kızıl Ordu tarafından indirilen Azerbaycan bayrağını 70 yıl sonra 28 Mayıs 1990 tarihinde bizzat Elçibey göndere çeker.
Şöyle diyecektir: “Sevinçten gözümden iki damla yaş düştü ve ellerim titredi”
Rusya’nın son kozu Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı Muttalibov’dur ancak oda Halk Harekâtının önünü alamaz ve 1992 yılında yapılan seçimlerde Elçibey oyların çoğunluğunu alarak Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı seçilir.
Elçibey’e yapılan en büyük suçlamaların ve kara propagandanın başında Elçibey’in bir ilim adamı olduğu ve siyaset adamı olmadığıdır. Evet, Elçibey bir ilim adamıdır ancak bu onun büyük bir siyaset adamı olmasına engel midir? Dönemin İngiltere Dış İşleri Bakanı onun için “Kafkaslardaki en büyük demokrat” diyordu. Bu onun büyük bir siyaset adamı olduğunun ve Batı için Sovyetler sonrası Kafkasya’nın yeniden yapılandırılmasında fikrine ve mücadelesine rağbet edilen bir lider olduğunu ispat etmeye yeter. Evet, Elçibey bilindik siyaset adamlarından değildir. İkiyüzlü, yalancı, menfaatçi olmamıştır. En yakınları kendisine suikastlar düzenlerken ülkesinin geleceği için susmuş nihayetinde ülkede bir iç savaş çıkarmamak için Cumhurbaşkanlığını bırakıp Keleki’ye uçmuştur. Onda hiç görülmeyen şey dünyevi zevkler ve dünyevi makamlara arzu beslemesidir.
Ülkenin o karışık günlerinde cumhurbaşkanı olmanın kendisini ateşe atmak olduğunun elbette farkındaydı. Bir meclis konuşmasında şunları söyleyecektir:
“Biliyorum size cumhurbaşkanı değil günah keçisi lazım. Şimdi cumhurbaşkanı kim seçilse alkışlayacak birkaç ay sonra o gidince bu seferde gitmesini alkışlayacaksınız. Bu mecliste şimdi söylediklerime kafalarını sallayan milletvekilleri, geçtiğimiz günler de Ayaz Muttalibov benim aleyhime ve benim dediklerimin tam tersini söylerken onun dediklerine de kafa sallıyorlardı”
Milleti için ateşten gömlek giyecek bir millet aşığına ihtiyaç vardı ve tabii ki bu Elçibey’den başkası olamazdı. 1992 yılında Azatlık Meydanında ki mitinge katılan ve “Başbuğ Türkeş” sloganlarıyla karşılanan merhum Türkeş, Beğ’in elini havaya kaldırarak “Lütfen Başbuğ Elçibey deyiniz zira Türk Dünyasının Başbuğu Elçibey’dir. Ben Türk Dünyasını Elçibey’e, Elçibey’i de size emanet ediyorum” diyordu.
Elçibey için yapılan diğer bir eleştiri ise onun aşırı romantik olduğudur. Ancak yıkılmaz denilen bir imparatorluğu yıkan bir adam sizce romantizmin yanında reel fikirlere sahip ve ne istediğini bilen bir lider değil midir? Birleşmiş bir Azerbaycan onun en büyük arzusuydu ve eğer cumhurbaşkanlığını bırakmak zorunda kalmasa birkaç yıl içinde bunu başaracaktı. Tarih bazen inancın akla ve mantığa galip gelmesine şahitlik etmiştir. Tarihi ve o günün şartlarını iyi bilenler Elçibey’in fikirlerinin asla ve asla hayal olarak nitelendirilemeyeceğini de iyi bilirler.
Elçibey’in bir yıllık cumhurbaşkanlığı süresinde yaptığı icraatların başlıcaları şunlardır:
1-Rus askeri bir kişinin burnu bile kanamadan Azerbaycan topraklarından çıkarıldı
2-Latin alfabesine geçildi
3-İlk milli para Azerbaycan Manatı basıldı
4-Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri kuruldu
Elçibey bir kahraman gibi yaşadı ve bir kahraman gibi öldü. “Ben Atatürk’ün askeriyim” diyen bir lidere hemen yanı başımızdaki bir ülkenin cumhurbaşkanına dahi sahip çıkamadık. Ancak bu sahipsiz kalış bile onun yüreğinde ki Türkiye sevgisini sekteye uğratmadı. Hayatı zorluklar içerisinde ve acıyla geçti. O Türk Tarihi için büyük bir şanstı. Onun sayesinde Azerbaycan’da ki Sovyet karşıtı hareket “Türk Milliyetçiliği” çizgisinde gelişti. Güney Azerbaycan’ı azat etmeden sakallarımı kesmeyeceğim diyordu. Bir halk adamıydı. Bu milletin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden biriydi ve Türk’ün hala büyük adamlar yetiştirebildiğinin en büyük ispatıydı.
Katıldığı bir televizyon programında “Hayatım boyunca dövülüp sövülmüşem” diyordu. Ertuğrul Özkök Hürriyet Gazetesinde yayınlanan bir yazısında ondan “Sessiz Gerilla” diye bahsediyordu. Turan için yaşadı, Turan yolunda öldü. Bize Azerbaycan’ı emanet bıraktı. Elçibey’in en büyük mirası Azerbaycan’dır desek yanılmış olmayız herhalde.
Onun vefatından bahsetmeyeceğim zira o Savalan Dağı’nın zirvesinde yaşıyor. Seni hep yaşatacağız Azerbaycan’ın ilelebet Devlet Başçısı ve Türk Milleti’nin ölümsüz evladı…
Elçibeyin Azerbaycan’da silmek için çok uğraşıyorlar. Tıpkı bizde atamıza yaptıkları gibi.
ruhu sad ola
Ancak degerini bilmedik
Biz Türkler ihanet ettik ona ve onun gibi Türk icin mücadele verenlere!
Ancak cok utaniyorum
Saygilarimla
Teşekkürler.
Sırf Mezarını görmek için Bakü’ye gittim. Mezarının önünde baş eğdim beyimizin. Çocuk gibi ağladım önünde. Çok ama çok büyük adamdı. Dünya malıyla işi olmayan dava adamıydı. Benim devletimin başındakiler ona hakkettiği saygıyı ve desteği göstermediler. Elçibey benim gözümde Demirelden Özaldan bin kat daha Türkiyenin öz evladıdır. Tinin Azerbaycan dağlarına kartal osun Türklüğün soylu beyi.
Öldüğünde hüngür hüngür ağlamıştım. Şu an bile bu yazıyı gözyaşları içinde okuyorum. Türkiye tarafından yalnız bırakıldığı çok acı bir gerçektir. Mustafa Kemal ‘in askeri olan Türk’ün büyük ve talihsiz evladı mekanın cennet olsun inşallah. Gelecek nesiller inşallah onu ve onun fedakarlıklarını layıkıya anlar ve unutmaz.
ABD yoneticilerinin basimiza musallat ettigi Turgut Ozal bozmasi zamaninda, bu guzel ve cesur adami terslemistik maalesef. Igneyi once kendimize kakalim. Bu donme ve bozmalarin arkasindan hepimiz (okumusu/cahili) bilincsizce gitmedik mi bir zamanlar? Hala israrla gidenlerimiz cogunlukta. Isimler degisiyor ama sistem ayni. Ne yanlislar yapmisiz, nasil uyutulmusuz. Aydinlanma ve calisma zamani geldi catti !