Yavuz Alogan yazdı…
Devlet meselesinden zihnimi kurtaramıyorum. O meşhur şarkının bir sözcüğünü değiştirerek ifade etmek gerekirse, “Bana her şey Devlet’i hatırlatıyor.” Sokaklarda, çarşılarda, kitaplarda, ekranlarda, hayatın her alanında, her ânında Devlet yeni yüzüyle kendini gösteriyor.
İnsanlığın yüz yüze geldiği bütün sorunlar orada, Devlet katında düğümleniyor. Oradaki düğüm çözülmedikçe ya da kesilmedikçe sorunların çözümü mümkün görünmüyor.
21. yüzyılın şu ilk çeyreğinde “Devlet” kavramı sanki değişim geçiriyor.
Seçimle kurulan hükümetin siyasetten bağımsız güçlü kurumları olan Devlet’i, kendisinden önce yürürlüğe girmiş olan anayasa ve kanunlara uyarak sınırlı bir süre için yönettiği, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında bütün dünyaya hâkim olan “ideal” model, evreler hâlinde sönümleniyor.
Bu model, yerini, parayla ve algı yönetimiyle kazanılan seçimlerle kurulan hükümetin mevcut anayasa ve kanunlara uyma mecburiyetini görmezden gelerek ya da bunları iktidarına süreklilik kazandıracak şekilde değiştirerek, Devlet’i bütün kurumlarıyla birlikte yutup sindirebildiği yeni bir modele bırakıyor.
Bu modelin altyapısını mümkün kılan, birbirine bağlı sayısız etken var: aşırı derecede biriken (temerküz eden) sermayenin medya ve siyaset alanını istilâ etmesi, gelişen imalat teknolojisinin emekçi sınıfların üretimden gelen gücünü zayıflatması, bilişim teknolojisinin Devlet’in kitleler üzerindeki denetimini kolaylaştırması, iletişim sistemlerinin ve bilgi kaynaklarının, görünürlüğü ve ulaşılabilirliği sınırlayacak şekilde yönlendirilmesi vb gibi…
Yeni Devlet’i tanımlarken “Moloch/Molok” (ya da Molek) kavramı akla geliyor. Molok, antik çağlardan gelen bir tanrı figürü. Acımasız gücü, mutlak otoriteyi temsil eder. Yok edici güçlere ve vahşi tutkulara sahiptir. Molok’un en modern versiyonuna yalancılık, sahtekârlık, tuzakçılık, oyunculuk, farklı görünmek için kılıktan kılığa girme gibi vasıfları da eklemek gerekir.
Kavram, giderek her türlü denetimden kurtulan, yıkıcı özellikler ve kendini yok etme potansiyeli taşıyan, gücünü kendi enerjisinden alan (perpetuum mobile) sistemleri anlatmak için kullanılıyor. Kitleler ve bireyler farkında olmadan bu sisteme ekleniyor, onun parçası oluyorlar. Yapay zekâ Molok’un hizmetine giriyor mesela; zamanla, sadece üretim süreçlerini değil bütün meslekî faaliyetleri, bu arada savaşları, hatta kültür ve sanatı, insanların zihin yapılarını ve duygu durumlarını yönetebileceği söyleniyor.
Bütün bunlar elbette bilinen kapitalizmin sonuna işaret ediyor fakat aynı zamanda üretim tarzlarının, dolayısıyla bütün toplumsal sınıfların dönüşüm geçirmesiyle, kapitalizmin bilinen bütün tanımlarının da ötesine geçiyor.
Bu bağlamda en önemli gelişmelerden biri, bilinen hâliyle “kamuoyu”nun giderek yok olmaya yüz tutması, Devlet’in etki alanına girerek gerçek işlevini kaybetmesidir.
Eski dilde “efkâr-ı umûmiye” (umûmun/genelin fikirleri ya da fikir birliği) denilen kamuoyu, kendiliğinden oluşmuyor. Onu mutlaka birilerinin oluşturması gerekiyor. Bu oluşumun arka planında düşünce akımlarının, siyasî hareketlerin olması gerekiyor. İnsanlar yan yana gelmeseler de belirli bir konuya ilişkin ortak fikirlerde, yorumlarda birleşiyorlar ve kamuoyu böylece oluşuyor.
Kamuoyu oluştu denildiğinde, toplumu ilgilendiren önemli bir konuda yurttaşların aynı şeyleri dert edindiklerini, kaygılarının, tasalarının ya da kıvançlarının ayrışmadığını, farklılaşmadığını anlıyoruz. Böylece bir baskı gücü oluşuyor.
Kamuoyu kitle iletişimiyle, medya aracılığıyla oluşturuluyor. Medya kamuoyunun dikkatini belirli bir noktaya yöneltebiliyor ya da o noktadan saptırabiliyor. Bazı şeyler halkın gözüne sokuluyor, altı çiziliyor, manşetlere çıkarılıyor; fakat diğer bazı şeyler, gayet sıradanmış, dikkate alınmaya değmezmiş gibi gösteriliyor.
Günümüzde kamuoyu, halkın önemli bir bölümünün siyasi iktidarın icraatına rıza göstermesi için Devlet’i yöneten gücün medya aracılığıyla bilinçli olarak imal ettiği bir oluşum olarak ortaya çıkıyor. Öte yanda aynı imalat süreci, halkın rıza göstermeyen bölümünün kendi kamuoyunu oluşturmasını önlemek, kendi içinde parçalanmasını sağlamak için de aynı maharetle kullanılabiliyor. Devlet kamuoyunu oluşturarak kendisine rıza üretiyor, razı olmayanların kamuoyu oluşturmasını rızayı ürettiği aynı araçlarla önlüyor.
19. yüzyılın bazı dönemlerinde ve 20. yüzyılın ikinci yarısında basın özgürlüğü var olduğu sürece devletler kamuoyunu dikkate aldılar, hükümetler özgür basının oluşturduğu kamuoyuna göre hizalandılar.
Vietkong kahramanca çarpıştı fakat iki gazetecinin, ABD askerlerinin Güney Vietnam hükümetine bağlı My-Lai köyünde yaptıkları katliamı (1968) basına sızdırmaları bardağı taşıran son damla oldu ve Amerikan kamuoyu neredeyse topyekûn savaş karşıtlarının safına geçti ve savaş lobisi çöktü. Günümüzde Gazze’de uygulanan soykırıma karşı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında tutuklama kararı vermesine, pek çok protesto gösterisine rağmen, netice alan bir kamuoyu etkisi oluşamıyor.
Türkiye’de 2023 itibariyle yazılı medyanın yüzde 96’sı, görsel medyanın yüzde 94’ü siyasî iktidarın denetiminde. Bu medya her şeyi olduğundan farklı gösterebiliyor. Dibine kadar yolsuzluğa batmış, bütün tanımlarıyla meşruiyetin her türlüsünü (hukuki, ahlaki, toplumsal) kaybetmiş, uçurumun kıyısında çöküş hâlinde bir siyasî iktidar, medyanın prizmasından geçen ışıkta umut dolu yeni bir başlangıca hazırlanan fevkalâde kudretli bir bölgesel güç, zalime karşı mazlumun yanında kurtarıcı bir hamiyet şaheseri gibi gösteriliyor. Bunu yutmayanların, aksini söyleyenlerin kamuoyu oluşturma imkânları sürekli olarak kısıtlanıyor. Sosyal medyada kullanılan algoritmaların çeşitli versiyonları eğitim dâhil iletişimin bütün alanlarında kullanılıyor.
Bu şartlarda “siyaset yapma”nın anlamı da kalmıyor. Ayrıca sistem kendi muhalifini de yaratıp denetim altında tutabiliyor. Devlet arabasını çeken siyasî iktidar atları tökezlediği anda, arabanın arkasına bağlanmış yedek muhalefet atlarına koşum vurup arpa torbasını ağızlarına bağlayarak arabayı aynı yolda aynı hızla ilerletmek mümkün. İnsanların arabanın arkasındaki atların muhalif kişnemelerini, Devlet arabasını çeken siyasî iktidar atlarına sövüp saymalarını sahi sanmaları için gerekli bütün önlemler alınmış. Muhalif görünenlerin aslında arabayı değil, koşumları ve arpa torbasını istediklerini anlayanların sayısı giderek azalıyor.
Demek ki burada Devlet arabasının arkasına yedek at olarak bağlanmayan, koşumları ya da arpa torbasını değil doğrudan arabayı ele geçirmeye odaklanan farklı bir muhalefet türüne ihtiyaç var.
Aslında bu türden muhalefet biçimleri geçmişte denenmiş. Mesela, meşhur “Blankizm” eleştirilerinin muhatabı Louis-Auguste Blanqui (1805-1881) 19. yüzyılda kestirmeden giderek şöyle demiş: “Elinde demiri olanın ekmeği de olur. Silahlanma ve örgütlenme ilerlemenin belirleyici unsurları, sefalete son vermenin ciddi yöntemleridir” (akt. D. E. Greene 2019, s. 107).
Fakat bu muhalefet yöntemi ancak savaş, işgal, kusursuz ekonomik çöküş gibi büyük yıkımlarla oluşan çok farklı bir konjonktürde uygulanabilir. Yeni Devlet sistemi olağan dönemlerde bu türden muhalefete fırsat vermeyecek şekilde, hatta bu amaçla kurulmuş. Yukarıda belirttik: bilişim teknolojisi Devlet’in kitleler üzerindeki denetimini kolaylaştırdı. Bu denetim ancak küresel muhalefetin bir parçası olarak yaygın siber korsanlığın iletişim ağlarını topyekûn ele geçirmesiyle kırılabilir.
Neyse uzatmayalım… Uzattıkça insan spekülasyona kayıyor.
Tek çözüm, kamuoyu oluşturma tekelini Devlet’in elinden almaktır. Bunun şartı, insanların dandik siyasî partiler ya da elektronik aletler aracılığıyla değil doğrudan iletişim kurabilecekleri ortamlar yaratmak ve bunları çoğaltmaktır.
Bir kentin meydanında belirli taleplerle toplanan yüz binlerce kişinin öfkesi, dünyayı değiştirme gücü ve etkisi, Molok’u çökertmeye, düğümü kesmeye, ardından gelecek yeni düşünce akımlarıyla, siyasî hareketlerle ve programlarla yeni bir dünyanın kapılarını açmaya yeter. Son yıllarda bu muhalefet biçiminin, düzenli ve sürekli bir gelişme kaydetmese de, dünyanın pek çok yerinde başladığı görülüyor. Kitleler kendi deneyimlerinden öğrenirler. Zamanla, bıçak kemiğe dayandıkça, tehlikeler büyüdükçe bu muhalefet biçimini de öğrenecekler.
Harika bir yazi. Tarih tekerrurden ibaret. 18.yuzyilda da ayni sorun. Gecmisteki dusunurler, olaylar, bilim, insan ve toplum, mantik ve surec tabanli dusunme hep ayni kapiya cikariyor.
Soru su. Insanlar sadece piramit yapidaki toplumlari olusturabiliyorlar. Sokaklardaki yuzbinler protestocu ise karsisindaki gucun yaninda basi kesik ordan oraya kosan tavuga benzemiyor mu? Molok u yenmek icin icimizdeki molok u yenmek, sevdiklerimiz de dahil herseyimizi baskalari icin seve seve feda etmek gerekmiyor mu? Insan bunu yapar mi?
Aradigimiz cozumde bir ahtapot misali, her kolunda ayri beyni olan, kollari kesildikce surekli yenisini cikaran, fil gibi hafizasi, kurt gibi avci, kartal gibi ileriyi goren ve karinca gibi isbirligi yapan, pili bitmeyen, politikacilarin, medyanin olmadigi, tam daginik yonetilen bir toplum organizmasina ihtiyac yokmu?
Molok tavuklardan, kazlardan harika yemekler yapacaga benzemiyor mu? Ne dersiniz?
Saygilar
Okuyucunuz