Barış Doster yazdı…
Son günlerin birinci gündem maddesi, emperyalizm destekli PKK terör örgütü liderine, bebek katiline yapılan çağrılar ve el yükseltmeler. Millet, adında “açılım” kelimesi geçmeyen bir açılım sürecinin başlamasından endişe ediyor.
Bu çağrıların iç dinamiklerden mi kaynaklandığı, iktidarın yeni bir anayasa yapmak için gereksinim duyduğu sayısal ve siyasal destek için mi yapıldığı, yoksa dış dinamiklerin baskısıyla mı gündeme geldiği henüz net olarak bilinmiyor.
Çağrıların sebepleri ve sonuçları önümüzdeki günlerde çok daha iyi anlaşılır elbette.
Konuyu, güncel gelişmeleri daha iyi kavramak ve geleceği daha isabetli öngörmek açısından, tarihsel ve ideolojik bağlamında ele alalım.
Biliyoruz, Türkiye’de etnik ve mezhepsel sorunların çözümünün, ulus devleti aşındırmaktan, zayıflatmaktan, hatta yıkmaktan geçtiğini düşünen bir kesim var. Bunlar, demokrasiyi güçlendirmek için, cumhuriyeti zayıflatmayı öneriyorlar. Dünyayla rekabet etmenin, gelişmelere uyum sağlamanın yolunun ulus devleti yıkmaktan, üniter devletten vazgeçmekten, milli kimliği yok etmekten geçtiğini savunuyorlar. O nedenle de Mustafa Kemal Atatürk’e ve ilkelerine karşı çıkıyorlar. Etnik ayrılıkçıların, PKK terör örgütü destekçilerinin, din tacirlerinin, inanç hortumcularının, neo liberal numaracı cumhuriyetçilerin oluşturduğu bu kesimler, Kemalist ilkelerin, Cumhuriyetin kurucu felsefesinin, kuruluş değerlerinin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu öne sürüyorlar. Atatürk’ün ilkelerinin, devrimlerinin tek partili, totaliter rejimlere özgü, faşist uygulamalar olduğunu dillendiriyorlar.
Öncelikle belirtelim, bu görüşlerin hiçbir tarihsel ve bilimsel geçerliliği yoktur. Bu kesimlerin tüm önermeleri yanlış, tüm düşünceleri temelsizdir. Tarih bilgisiyle de tarihsel bilinçle de izah edilemez. Atatürk’le ve Cumhuriyetle sorunu olan hiç kimse daha fazla milliyetçi, daha fazla devrimci, daha fazla dindar olmamıştır, olamaz da. Olsa olsa emperyalizmin uzantısı, uydusu, işbirlikçisi olur, olmuştur da. Örnekleri de çoktur üstelik geçmişte ve günümüzde. Bu kesimlerin en büyük müttefikinin FETÖ terör örgütü olması bunun kanıtıdır. Bu kesimlerin FETÖ terör örgütünün gazetelerinde, dergilerinde yazması, televizyon kanallarında program yapması, Abant Toplantılarına katılması da bir diğer kanıttır.
Mütareke İstanbul’unda, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı günlerde, İttihatçıların İtilafçılar ve Ahrar taraftarlarıyla çelişkisinde İttihatçıların karşısında duran; millici – mandacı çelişkisinde mandacıların yanında saf tutan; Kuvayı Milliyecilere, Müdafaa-i Hukukçulara karşı Kürt Teali, İslam Teali ve İngiliz Muhipleri cemiyetlerinde örgütlenen zihniyetin devamıdır bunlar.
Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de bu hat üzerinden yaşanan siyasal ayrışmada, ideolojik cepheleşmede, tarihsel hesaplaşmada, bir süreklilik olduğu görülür.
Kısacası, bir yanda Amerikan mandasını, İngiliz himayesini, emperyalistlerin dayattığı Sevr’i savunanlar vardır, diğer yanda tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması Lozan’ı savunanlar.
Çok güzel ama, hesaplaşmanın devamlılığını biraz daha ayrıntılama anlamında çok kısa bir yazı.
Barış bey ülkemizde temel sorun muhalefetin de dizayn edilmiş olmasıdır. CHP artık Atatürk’ün CHP’si değildir. Ve ne yazık ki mecliste Atatürkçü milletvekili sayısı bile bir elin parmaklarını geçmemektedir. Ç:özüm meclis dışı muhalefettedir. Sığınmacı sorununu önceleyen, etnikçi ve mezhepçi siyaseti reddeden, ortak değerlerimizi sahiplenen, iç cepheyi bir arada tutacak antiemperyalist bir anlayışa şiddetle ihtiyacımız var.
Valla hocam öyle bir döneme girdik ki CHP seçmeninin bir kısmı hala inatla CHP’yi savunuyorken bir kısmı da Özel’in hatasız olduğunu savunuyor. Bir kısmı ise aynı sizin bahsettiğiniz “mandacı” kafasında. Yani açılım da yapılsın, ulus devletten de vazgeçilsin kafasındalar. AKP ve MHP seçmenini es geçiyorum çünkü onlar liderleri ne derse onu savunur, diğer milliyetçi, cumhuriyetçi seçmenler ise azınlıkta. Yani bu duruma dur diyemeyeceğiz gibi. Siz çok daha şey görmüşsünüzdür ama ben Cumhuriyet’i kaybettiğimizi düşünüyorum artık.
aynen katılıyorum