Hüseyin Vodinalı yazdı…
Daha önceki yazımda Rusya ve Çin’in Suriye’yi nasıl kaderine terk ettiğini yazmıştım.
Rusya, HTŞ, PYD ve İsrail’e göz yumarak, Çin ise vadettiği yardımları ve yatırımları yapmayarak ve dahi sahaya inmeyerek Esad yönetimini desteksiz bırakmıştı.
Bu kez İran’ın nasıl satışa getirdiğini yazacağım.
Olayın İran versiyonunu dinledik.
İranlı askeri ve siyasi ağızlar, “Biz Suriye’ye, yani Esad’a iki ay önceden bu saldırının haberini verdik. Ama o gidip BAE ve Suudi Arabistan ile görüşmeler yaptı, onlara güvendi harekete geçmedi” diyor.
İranlılar ayrıca, çatışmalarda Suriyeli askerlerin cepheyi terk edip gittiğinden de söz ediyor. Ruslar da bunu bazı videolarla destekliyor.
Bu, olayın İran versiyonu.
Bir de muhtemelen Esad versiyonu vardır.
Babası Lübnan Barış gücü komutanlığı da yapan Lübnan ve Suriye kökenli Fransız siyasi danışman ve yazar Thierry Meyssan’ın iddiaları bundan aylar öncesine dayanıyor.
Bölgeyi ve denklemlerini iyi bilen Meyssan, İran’ın veya İran’daki belirli bir kliğin İsrail ile gizli pazarlıklar çevirdiğini yazdı.
Mesela, 8 Ekim 2024 tarihli “İran ve İsrail” başlıklı yazısında, “Tüm İran’ın İsrail’in Filistin’i sömürgeleştirmesine karşı olduğunu düşünerek ciddi bir hata yapıyoruz. Azınlık da olsa bir grup İranlı, Benyamin Netanyahu’nun soykırımcı rejimiyle bir anlaşma pahasına Batı ile ticareti canlandırmayı umuyor” dedi.
Meyssan bunun için eskilerden örnekler verdi:
“2009’da, Birleşik Devletler milliyetçi Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın yeniden seçilmesi sırasında bir renk devrimi girişiminde bulunduğunda, Washington o zaman açıkça eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’ye güvendi. Sonunda, 2013’te, Yüce Lider Ayetullah Ali Hamani’nin elçileriyle, Ahmedinejad’ın grubunun başkanlık seçiminden çıkarılması ve Hasan Ruhani’nin atanması için müzakere etmeyi başardılar.”
“2011’de atanan, Mossad sızmalarıyla mücadele eden İran karşı casusluk başkanı… bir İsrail ajanıydı. 2021’e kadar görevde kaldı ve şu anda İsrail’de yaşıyor. Kendisini İsrail’e kaçan yaklaşık yirmi kişilik bir ekiple kuşattı. Nükleer bilim adamlarının suikastlerini ve Benjamin Netanyahu tarafından sergilenen arşivlerin çalınmasını organize edenler onlardı.”
“Düşen helikopterde Cumhurbaşkanı Reisi ile birlikte ölen Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’dan sonraki yeni İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı’nın ailesi, Tahran’ın ABD ile bir anlaşmaya varmasını ve ticaret ambargosunun kaldırılmasını sabırsızlıkla bekliyor. İran halıları için en büyük uluslararası satış şirketinin sahibi.”
Şunu açıkça belirtelim ki, Thierry Meyssan klasik Atlantikçi İran düşmanlarından değil. Aksine direniş ekseninin sıkı bir savunucusu.
O yüzden onun sözleri benim için önemli.
Meyssan daha da ileri giderek Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın İsrail tarafından nokta atışı bir füze ile öldürülmesinde İran’daki hainlerin parmağı olduğunu da ima ediyor:
“İran, Tahran’ın bölgenin sömürgeleştirilmesine karşı savaşan tüm bağımsız silahlı gruplara yardım ettiği ve onları koordine ettiği General Kasım Süleymani’nin “Direniş Ekseni” stratejisini terk etti. İsrail işgali sırasında Lübnan’a yardım etmeyi reddetti, ardından iktidardaki bir grup, suikaste uğramaları için Hizbullah’ın başlıca askeri liderlerinin koordinatlarını İsrail’e iletti.”
Zaten ortada somut şekilde duran bir gerçeklik varsa o da İran’ın o ünlü İsrail’e karşı saldırısının ABD’deki 5 Kasım seçimlerinden beri yalan olduğudur.
Acem usulü onca esip gürlemenin sonunda sadece bir fıss sesi geldi.
Meyssan 5 Kasım 2024’te, “İran’ın İsrail’e kesin ve acı verici saldırılarının gürleyen beyanlarının yanıltıcı olduğu kanıtlandı. İran’ın saldırısına değil, ana aktörlerin yeniden konumlandırılmasına tanık olduk. Ülkelerinin bağımsızlığına adanmış, Gazze, Lübnan ve Yemen’de her şeylerini feda eden erkekler ve kadınlar, eski sponsorlarının desteği olmadan yeniden örgütlenmeli” diye yazdı.
İran’ın direnişi terk ettiğini, Esad’ın düşüşü ve İsrail’in Suriye’yi işgalinden bir ay önce duyurdu:
“İran’ın tutumu bölgesel müttefikleri için anlaşılmazdır. Tahran, İsrail’e duyurduğu gibi saldırmadı ve Hizbullah’a yardım etmeyi reddetti. Batı’yı füzelerini durdurabilmeleri için ne yapacağını önceden uyardı ve ABD ile müzakerelerini sürdürüyor. Bunu yaparken, kendisi “Direniş Ekseni”ne son verdi.
Aynı zamanda Tahran, Hizbullah’ı Seyyid Hasan Nasrallah’ın yerine geçen Seyyid Haşim Safieddin’in suikastından sonra Şeyh Naim Kasım’ı seçmeye zorladı. Ancak Safieddin her şeyden önce “Tahran’ın adamı”ydı ve Kasım da “mollaların adamı”ydı. Her ikisi de ne kadar saygıdeğer olsalar da, Nasrallah gibi değillerdi. Lübnan Direnişi şüphesiz Tahran’la veya Tahransız devam edecek, bu da Hizbullah’la veya Tahransız anlamına gelecektir.
Hamas’ın dönüşümü ise kendi adına zaten fark edilebilir. Yahya Sinwar’ın yerine kimin geçtiği bilinmese de, en olası sonuç örgütün artık Gazze’de Müslüman Kardeşler’in katı görüşlü bir üyesi olan Halil Hayyé tarafından yönetilecek olmasıdır. Bu şekilde Hamas, 2017’den önceki haline geri dönecek: laik Fetih’e (yani diğer Filistinlilere) karşı savaşan İslamcı bir siyasi parti olacak ve İsrail sömürgeciliğine karşı bir direniş ağı olmayacak.”
Suriye Cumhurbaşkanı ve Baas Lideri Beşar Esad’ın ABD-İsrail ve Türkiye iş birliğiyle teröristler kullanılarak düşürülmesinden önce de 3 Aralık’ta şunları yazdı:
“Bu projenin, sadece kutsal şehri ve yakın çevresindeki yerleşim yerlerini kapsayan eski Kudüs Krallığı ile hiçbir ilgisi yoktur; amacı, Jabotinsky’nin (Netanyahu’nun babasının emrinde olduğu faşist Ukrayna yahudisi siyasetçi) hamisi Benito Mussolini’nin eski Roma imparatorluğunu yeniden canlandırmak istemesi gibi, eski Asur imparatorluğunu yeniden canlandırmaktır.”
Suriye’den sonra sıranın İran’a geldiğini herkes biliyor.
Acaba İran siyasi eliti de Esad gibi Batı veya onun aracısı Körfez Arapları ile pazarlık yaparak kendilerini kurtarabileceklerine mi inanıyor?
Yoksa Dini lider Hameney’in son çıkışı gerçekten samimi mi?
Hamaney Suriye’nin düşüşü sonrası ABD ve İsrail’in yanı sıra isim vermeden Türkiye’yi de suçladı ve bölgeye daha güçlü olarak geri döneceklerini ima etti.
Bu sözlerinden farklı birkaç sonuç çıkarılabilir.
İlki, her zamanki gibi yüksek perdeden atıp tutma geleneğinin bir devamı olarak yorumlanabilir. Öyle ya beklenen İsrail’e karşı saldırı yalan oldu. Direniş ekseni Suriye ile birlikte öksüz ve yetim kaldı.
İkincisi ise İran’daki yeni ve Batı ile flörte yatkın reformcu Pezeşkiyan hükümetinin akıbeti ile ilgili olabilir. İsrail’in bu kadar alan kazanmasında kuşkusuz onların da rolü var. Elbette İran’ın dış siyaseti ve askeri politikaları Hamaney tarafından belirlenir ama son dönemde bunun değişime uğradığı yolunda şüpheler mevcut.
Ben şahsen İran’ın Suriye ve Direniş Ekseni’ni satışa getirmesinin hem İran hem de bölge üzerinde devamı gelecek büyük bir değişimin habercisi olduğunu düşünüyorum.
Bu değişim her iki yönde de olabilir!
sevgili vodinalı,
iran’ın dünyada meşhur olduğu bir durum yani atıp tutma konusunda sizinle hemfikiriz. buna halk arasında acem sallaması da denir. iran’ı gözünüzde hep çok büyüttüğünüze inanıyordum. çünkü iran hem mezhepçi, hem de amerika ile çalışan bir ülkedir. daha ileri gidersek israil’in gizli müttefiki. bakın suriye savaşı başladığında , suriye’de bunların önünü açan rusya değil bilakis amerika’dır. aralarındaki ilişkiler afganistan işgali esnasında da en üst seviyelerdeydi. kısacası iran ve direniş kelimeleri yanyana çok ironik. tek derdi sünni müslümanları şii yapmaya odaklanmış olan bir ülkenin, gayrımüslim emperyalistlere karşı “direniş” göstermesi kuyruklu yalandır. ikinci karabağ savaşı’nda ermenistan’ı tutan iran. azerbaycan’ı sık sık tehdit eden iran.. pkk yı hep destekleyen iran.. kime direniyormuş.. israil ile karşılıklı danışıklı dövüş içindeki iran’da yahudi aklının çok güçlü olduğunu unutmamalı..
insanlar hala ne olduğunu anlayamıyor. sevgili vodinalı.. suriye, türkiye’ye bırakıldı.. olan bu.. belki yakın bir zamanda netenyahu’nun hükümetten düştüğünü ya da ona başka şeyler olduğunu görmek mümkün olabilir. eğer pasifik’de bir harp olacaksa bunun önündeki engellerden ilki netenyahu olduğu için onun bir şekilde pasifize edileceğini düşünüyorum.
türkiye’nin etki alanı genişlemeye devam ediyor farkında mısınız. belki işbirliği yaptığı ülkelerden haz etmiyorsunuzdur ancak çin’deki 16 trilyon dolar kime ait peki… sovyetlerin savunma sanayisini kuran kimdi.. bir peki daha..
kısacası herkes herkesle çıkarları örtüştüğü sürece ilişki kuruyor. ideoloji , insanların oyalanması içindir..pragmatizm ise devletlerin işidir.
bu yüzyılda kutuplardan birisi de türkiye olacak. bu durumun zamanla anlaşılacağını düşünüyorum.
selamlar.
Günaydın!
Neyse ki Türkiye’den İsrail’e hizmet etmeyecek siyasetçi çıkmaz. Kafa rahat.