Nihat Genç
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Yağmur ve savaş

Yağmur ve savaş

featured

Nihat Genç yazdı…

Aralık başında yumuşacık bir bahar havası, yağmur ne de güzel yağıyor, tam yürüyüş havası!

Hava şeker gibi tatlı ve ince ince yağıyor, çınarların kestanelerin en iri yaprakları da düşmek için en sona kalmış!

Çınar yaprakları sanki salına salına düşmemiş yüzüstü kapaklanıvermişler betona çakılıvermişler!

Dünyada ıslanmamış bir insan bir ağaç bir hayvan var mıdır, ne güzel işte, hepimiz ıslanmışız!

Serin yağmurlar havayı temizlemiş ve sokakları pırıl pırıl yapıvermiş!

Yağmurun güzelliği bacaklarımı açıyor insanın hayal gücünü besliyor, istemesen de neşeli tempolu bir şarkı dilinize yerleşiyor!

‘Kalenin bedenleri yar yar yar yandım koyverin gidenleri şinanay yavrum şinanay yar!
Koyverin gidenleri şinanay yavrum şinanay yar!

Hoppa şina-şinanay şinanay-nay şinanay yavrum şinanay-nay!!

Park park sokak sokak yürüyor yağmurun güzelliğiyle yolu uzatıyorum!

Ne acayip bir yazar ve sosyal kimliğim var, yolda beni gören, -merhaba, nasılsınız, hiç demiyor, tanışma faslı hiç yok, direk konuya giriyor!

Sanki bir gazete okurken yan sütuna geçer gibi ya da dün akşam izlediği TV’deki tartışmanın devamı gibi, beni görünce, lafın tam ortasından giriyor!

İşte orta yaşlı adam merhaba demeden lafa giriyor: -İsrail diyor ki, Tayyip, 28 Şubat’ı yaptım Fetö operasyonlarıyla önünü açtım, sana Türkiye’yi verdim, benim önümü artık kesemezsin, artık benim köpeğimsin!

İçimden, yürü geç, cevap verme, bu güzel yağmuru, gündeme boğma, savaşla analizlerle ne olacaklarla bozma, yağmur, ne güzel şeysin, sen! Oralı olmuyor söylenenleri hiç duymamış gibi yürüyüp geçiyorum!

‘Kalenin bedenleri, yar yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay yar, şinanay şinanay şinanay yar!

Parkın ortasında bir yaşlı kadın çıkıyor önüme -İsrail bunları Gazze gibi yapacak, at arabaları ve naylon çadırlarla taş devrine döndürecek, İsrail’in atına binmişler savaşa giriyorlar! İsrail’in köpeği olmuşlar, hepsi İsrail’in askeri olmuş!!

Hiç oralı değilim!

‘Kalenin bedenleri yar yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay-nay!

Yolu karşıya geçmeden kırmızı ışıkta yanımda yaşlı bir adam beliriyor: -Dengeler de alt üst oldu, Rusya İran bize doğalgaz vermezse? Şimdi İsrail’e de Amerika’ya da mecbursun! Artık İsrail ne derse o! Ulan şu güzelim memleketi mahvettiler!!

‘Hoppa şina-şinanay, şinanay-nay, ninanay yavrum ninanay-nay!

Yağmur yumuşacık, adımlarım kanatlarım olmuş gibi kuş gibi uçuyorum, kalenin bedenleri yar yar yar yandım, koyverin gidenleri!

Kızılaya kadar yürümek sonra dönüp bir daha turlayıp turlayıp yürümek!

Yağmur sadece havayı değil beynimi savaşları insanları gördüklerimi her şeyi yumuşatıyor!

‘Forrest Gump’ filmi geliyor aklıma! Adam şehirden şehire film boyunca koşuyor ve koştukça kitleler peşine takılıyor!

Hayatım boyunca drama yazmakla meşgul beynim bırakmıyor ki şu yağmurun tadını şarkı söyleyerek çıkartalım, şimdi diyorum, sokak sokak yürüsem, İstanbul’dan Antep’e kadar ve dilimde ‘kalenin bedenleri yar yar yandım’!

Ve bütün millet benimle birlikte savaşı unutsa hep birlikte söylesek, kalenin bedenleri yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay yar!! Üstelik bu şarkının takıntı gibi dile yapışmak ve kurtulamamak gibi bir huyu var, kalenin bedenleri yar yar yandım, koyverin gidenleri!

Şarkı söylemekteki inadım sanki bir direnişe dönüşüyor, kimse beni görsün istemiyorum, bir laf atıp, araya girip, beni meşgul etmesin, güzel Allahım şu güzel yağmurlu günün tadı bozulmasın!

Bir genç adam arabanın şoför penceresinden laf atıyor: -Bunlar var ya Nihat ağbi kafayı sıyırmışlar, elin adamı sana toprak niye versin yahu kardeşim, görmüyor musun, İsrail seni tuzağına çekmiş, oyunu kurmuşlar ağbi, Türkiye’ye oltayı atıp savaşın ortasına çekmişler, İsrail’le savaşacağız ne demek dünyayla savaşacağız!

‘Kalenin bedenleri yar yar yandım, koyverin gidenleri şinanay yavrum şinanay-nay!

Sokaklar ne güzel, ayağımın altında yüzüstü çakılmış çınar yaprakları, ne acayip diyorum, çınar yapraklarının en büyükleri en hüzünlü olanları mı, düşmek için filmin sonunu mu beklemişler?

Sokak başında kahvenin iskemlesine çöküyorum, daha bismillah demeden, garson önüme çayı koyuyor: -İsrail bizimkileri kucağa almış! Bu islamcılarda .ike sürülecek akıl yok, Mısır’ı Libya’yı Irak’ı Suriye’yi hepsini bunlara yıktırtılar, ağbi, var ya Tayyip istanbul’a belediye başkanı olurken, işte o zaman belediye başkanı yaptırtmayacaktın, geçti ağbi, geçmiş olsun! İsrail’in Gazze’de yaptığını görmedin mi aynısını da burada yapacak!

‘Kalenin bedenleri yar yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay-nay, koyverin gidenleri!’

Yan masadan bir adam lafa giriyor, -O Davutoğlu şeytanı bu belayı o sardı başımıza, şimdi gel pirincin taşını ayıkla, ulan İsrail Amerika sana toprak verir mi, niye versin, bize ne elin toprağından, otur oturduğun yerde, anlatamazsın!

‘Koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay-nay!’
Ama bir şey fark ettim!

Ulan, bu millet niye akşamları TV’de hücuma geçen Malkoçoğlu analistler gibi düşünmüyor, Televizyonlar başka konuşuyor bu insanlar başka!

Televizyonlar Selahaddin Eyyübi kılıcını almış hücuma geçmişler, millet ise, .arağı yedik, diyor!

Yahu yağmur ne güzel, ince ince çiseliyor, ilk sevgilimi aklıma getiriyor, koşa koşa ıslana ıslana çığlık çığlığa kahkahalar ata ata yürüyüp parkta bir ağaç altına sindiğimiz ve nihayet birbirine parmaklarımızla dokunduğumuz!

Yan masadan bir genç adam lafa giriyor: ‘Ağbi dün İsrail muhaberatı bombalamış, hangi casus kendine çalışıyor kimse bilmesin diye, ağbi var ya, Muhsin başkanı Fetö bu yüzden öldürdü, Muhsin başkan kim it kim ibne biliyordu, konuşur diye korkuyorlardı…

Diğer masadan yaşlı bir adam genç delikanlının lafını kesiyor, oğlum Muhsin Yazıcıoğlu’na takılıp kalma, Muammer Aksoyları Uğur Mumcuları kim öldürttüyse Kenanı başımıza kim bela ettiyse Halep’e giren İsrail’in peşine takılan onlar!

‘Kalenin bedenleri yar yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay-nay!

Garson: -Ağbi tazeleyim mi çayı?

-Tazele tazele!

Garson: -Ağbi son bir soru, bunlar sence İsrail’le boy ölçüşür mü?

-Çay demli olsun, tavşan kanı!

Tavşan, tavşan, nedir bu tavşan, korku panik, dehşet, tehlike, akılsız zavallı onun bunun oyuncağı kuklası, yahu yine inme derine, kalenin bedenleri yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay nay!

Ey tatlı tatlı yağan yağmur, sende insanı serinleten ve canlandıran bir şey var, sen de kaçıp sığınılacak hayaller limanlar var, sen de sebepsiz yere bizi neşeye boğan coşkular var, sende içimize işleyen ağırlığı olmayan saydam bir şey var, gözlerimizi açan bir şey, içimizi yükselten bir şey, ey yağmur, rahmet ve bereket ve ötesi var, ey yağmur, aklımızı bizden alıp bizi korunmak isteyen iç güdülerimizin ilk insan halimize döndüren bir şey var!

Ey yağmur, sende toprağımızı ve ruhumuzu yeşillendiren çiçekleyen maddelerin tohumu cevheri bir şey var, tepeleri ırmakları insana güzel gösteren tarihi ve bugünü pirüpak temizleyip yenileyen bir şey var, akılların içinde akıl var, çirkini kötüyü zehiri bile tatlandıran bir şey var!

Ey yağmur, serinliğinde inançtan ve imandan ve ideolojilerden daha güzel bir şey var, özgürlüğü çağıran, insanlığımızı hatırlatan, yoksulları sevindiren, ey yağmur, o kadar güzelsin ki hayranlığında hepimizi susturuyorsun, çarpılmış aklımızı saf haline döndürüyorsun, parçalanmış insanlığımızı merheminle tedavi ediyorsun, hayatla rüyayı iç içe sokuyor bize filmler yaşatıyorsun, üretkenlik ve çalışmaya iştah katıyor sanki insanlığımızı kırbaçlayarak şaha kaldırıyorsun!

Ve ıslatan damlaların, nağmeler ve melodiler gibi düşüyor üstümüze, kışın ortasında, işte baharsın sen!
Teknoloji, siyaset, savaşlar, korkunç canavarlar, şehvet ve iştahtan kudurmuşlar, ey yağmur, elimizde, dünyayı insanı bize baharı hatırlatan bir tek sen kaldın!

Savaşların ortasında işte bugün ne güzel yağdın, yeniden bir daha damlaların tohumlasın bizi, büyütsün içimizdeki baharları!

Yağ güzel yağmur, mevsimler iklimler o hiç bozulmamış ve kimsenin bozmaya gücü yetmeyecek ilk haline eski haline dönüşsün!

İçimizdeki zehri akıtsın ve bulanıklık çaresizlik kaybolsun ve dinginliği ve insan olmanın insan kalabilmenin huzurunu öğretsin bedenimize!

Ey yağmur, sende hiç bir dinde hiç kimseye ait olmayan Tanrı’dan bir şey var, sende hepimizi insan ve kardeş yapan bir şey var!

Sende meleklerden ruhumuza bir mesaj gibi müzik var, yaratıldığımız dünya ve kaos içinde her birimizi çok değerli ve kutsal yapan, bir şey var!

Bombaların silahların çeliklerin zenginlerin fethetemeye gücü olmayan bir şey!

Sende, yetersizliğimizi ve çaresizliğimizi gideren bir şey var!

Yaşamaktan varolmaktan çok korktuğumuzda imdadımıza yetişen ve yorgunluklar ve pişmanlıkları içimizden söküp alan pırıl pırıl bir şey var!

Ey yağmur sende, ıslanmamak için kendine saraylar ekranlar kuranların hiç bir zaman tadamayacağı eşsiz mucizevi bir güzellik var!

Ve atom bombalarından değil yağmurdan korkup şemsiyeler ve güvenlik bariyerleri ve çatılar altına saklananlar neden hep tuzağa düşürüyorlar!

Çünkü o ilahi mesajı doğadan değil istihbarattan TV’lerden ve savaş komutanlarından aldıkları günden beri birbirlerini boğazlıyorlar!

İnsan oldukları hatırlatılmasın diye hepimizi insan ve kardeş yapan doğadan uzaklaşıp istihbaratlarının dolarlarının silahlarının kölesi köpeği olalım diye yağmurdan kaçıp makineli tüfeklerin mermi yağmurlarının altına sığınıyor, zavallı köleler!

O kadar güzel ki yağmur, savaşa gündeme dönmek istemiyorum, dünyaya dönüş yolunu unutmak istiyorum ‘kalenin bedenleri yar yar yandım, koyverin gidenleri, şinanay yavrum şinanay-nay!

Karanlıkta yağan yağmur her insanı üşütür ama bu yağmur sıcacık, belki de beni ısıtan, içimde derinlerde düğümlenmiş bir hissiyat, işte o hissiyat yağmuru bahane edip su yüzüne çıkmış, o his nedir bilmiyorum ama bana neşe veriyor!

Sanki kıtalar arası transatlantik bir gemiye binmişim ve güvertesinden doyumsuz güzellikte tüm coğrafyaların güzelliğini seyrediyormuşum gibi!

Savaşlardan medet uman akılsızlar balıklar beyinsizler, tuzağa çekilen çok bilmişler, ve saraylar ve hamasi nutuklar, ve oyun kuruyoruz deyip oyuna getirilen zavallı böcekler! Haçlı ordularına asker olmuşlar ve İslamın zaferi gibi nara atan kafayı sıyırmışlar!

Koskoca bir ülkenin siyasetçisi aydını yazarı akademisi bu mudur?

Bir ülkenin yaşayabilmek için tek dayanak noktası Cumhuriyet ve toprak bütünlüğüdür ve toprak bütünlüğü milli egemenliğin teminatıdır, İsrail’in yemi oltasına geldiğin bu günleri emperyalistler seksen yıldır gün gün planladı! Diktatörleri bahane edip zaten derme çatma milli devletleri yıktırdı ve İsrail tüm tarihinin en güçlü haline senin sayende getirildi

Garson: -Ağbi, bir çay daha?

‘Kalenin bedenleri yar yar yandım, koyverin gidenleri!’

Annem doktora gitti ve kanser teşhisi konulduğunu bana söylemiyor ve hiç adeti değil evde peş peşe Bitlis’te Beş Minare türküsü söylemeye başladı!

-Doktor ne dedi, anne, dedim!

Annem, -artık morali yüksek tutmak için hep türkü söylemelisin, dedi!

-Yani doktor kanser mi dedi, anne, diye ben çığlık atıyorum, annem:

-Bitlis’te Beş Minare beri gel oğlan beri gel!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Kaleden kaleye şahin uçurdum.Hayaller kale gerçek uçurum.

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!