Avatar
Nihat Genç

Bitmemiş satırlar!

featured

Nihat Genç yazdı…

BİR

Cumhuriyet’in yıkılmaya başlandığı günlerde ülkemizin en değerli baş savcılarından ağabeyimiz büyüğümüz Sabih Kanadoğlu 85 yaşında vefat etti, başımız sağ olsun, Allah rahmet eylesin!

Sabih bey, ‘anayasanın’ ve ‘devletin sesiydi’ hep ‘yasa’ konuşurdu, üstüne gidip zorlasanız da tek kelime ‘siyaset’ konuşmazdı!

Vural Savaş’tan sonra Sabih Kanadoğlu’nun da İslamcı ve liberaller tarafından şeytanlaştırılmasına sebep o ünlü ‘oy sayısı yetmez, toplantı yeter sayısı 367 olacak’ çıkışıdır!

Vural Savaş ve sonra görevi alan Sabih Kanadoğlu da Cumhuriyet’e saldırıların başladığı kumpas süreçlerinde Cumhuriyet’e ve anayasaya bağlılıkta görevlerini yılmadan korkmadan asla geri çekilmeden çıktıkları her platformda yasaları bas bas seslendirerek soylu görevlerini yerine getirdiler!

Hakikaten konuşmaları duruşları ahlakları ve varlıklarıyla ‘devlet’ adamıydılar!

Çalıştığım bir çok TV’de ve özellikle Halk TV’de Sabih Kanadoğlu’nu çok ağırladım!

Son üç-beş yılını bilmiyorum ama o yıllarda çok ama çok sigara içerdi! Ben de o yıllarda ‘sarma’ sigara içerdim ve hocaya her gelişinde elle sigara nasıl sarılır, nereden hangi türü satın alınır diye aklımca sarma sigaranın akıl işte daha az zararlı olduğunu anlatırdım!

Sabih hocanın savcılık hakimlik yaptığı Erzurum ve Bingöl’de bir çok meslek anısını dinledim!

Ve Sabih hocadan Cumhuriyet’in ilk kuşağı üniversitedeki çok ünlü hocalarının hatıralarını çok dinledim!

Ve ama Sabih hocaya çok takılırdım, o ağır Fetö operasyonları döneminde bir nefes almak için muhabbeti geyiğe çevirirdim, şöyle, hocam, derdim, 70’li yıllarda Devlet Tiyatrosu’nun çok şöhretli sanatçısı Yıldırım Önal vardı! Yıldırım Önal’ın çok etkileyici sesi o yıllardaki Radyo dinleyiciler tarafından çok bilinir ve taklit edilirdi!

Hocam, derdim, emekli olmuşsun, sesiniz de Yıldırım Önal gibi, kararlı ve tok ve tiyatral, gelin sesinizi ‘seslendirmede’ kullanalım!

Gülerdi. Ve 60’lı 70’li yıllarda Anadolu’da görev yaparken akşamları aklında kalmış radyo programlarını anlatırdı, ki, bunlardan en meşhuru Hüseyin Rahmi’nin  Mezarından Kalkan Şehid adlı ‘arkası yarın’ tabir edilen radyo dizisiydi! Mezarından Kalkan Şehid’in efekti-sesleri çok korkunçtu! Radyo başında korkar battaniye altına saklanırdık!

Cumhuriyet’i ordusundan hukukuna yıkan işgal planı Fetö operasyonları döneminde Sabih Kanadoğlu her telefonumuza çıktı davet ettiğimiz her programa koştu geldi, insanların korkudan battaniye altına saklandığı günlerde, Cumhuriyet ve Devlet’in yıkıldığı o korkunç seslerle milletçe yaşadığımız karanlık akşamlarda!

Az kaldı, İslamcılar ve fişfişçileri liberaller de ‘anayasa’ nedir, anayasaya bağlı kalmak bir toplum ve devlet için neden hayatidir, çok yakındır, devletin kolonları bu en temel yasalara onların da çok ihtiyacı olacak!

Unutmadan, Fetö operasyonları döneminde hocanın evini aramaya tutuklamaya geldiler, hocam, sizi niye tutuklamadılar, dedim, Sabih hoca, devletin bana verdiği silahı çıkarttım yanıma koydum, arama yapılırken, yanaşamadılar, dedi. ‘Silahı çeker miydiniz’ dedim, ‘tutuklamaya kalksaydılar o zaman görürdük’ dedi…

       İKİ

Bu ülkenin akademisyenleri ekranları aydınları ‘rakamları’ neden bilmiyor! Memlekette ‘rakam’ algısı yok!

Anlaşılan o ki depremi maliyetiyle idrak etmek üç-beş senemizi daha alacak!

Deprem öncesi eski ‘rakamlar’ın öldüğünü birileri söylesin, gayri safisi, konut maliyeti, fiyatları, değerleri, hepsi ucuz sahte kalkınmanın rakamları olduğu ortaya çıkmadı mı? Yeni maliyetlerin eskisinin iki-üç katı olacağı aşikar değil mi? Bugünden ihalesi verilen rakamlara bakın, inşaatçısı da bakanı da hala depremi hazırlayan eski rakamlarla dans ediyor!

Aklınızı başınıza alın, sağlam bir konut sağlam bir iş sağlam bir tazminat sağlam bir sokak sağlam bir şehir ve güvenilir bir hayat kurmanın sigortası maliyeti artık o kadar ‘ucuz’ değil!

Depremin sosyal ve siyasi olarak idrak etmek ise sosyal ve siyasal depremler yaşanmadan bilinemeyecek!

Acele etmeyin, bu kadar büyük maliyetin altından kimse kalkamaz, muhtemel yeni hükümet değil ondan sonraki de baş edemez, önümüzdeki on yıllar, maliyetle baş edemeyen onlarca hükümet gelip geçecek! Başta İstanbul ve Adana, onlarca şehrin yeniden inşası söz konusu! Bir ülkenin geçmiş 80 yılı heba oldu!

Aynı kafa aynı müteahhitler tekrar geliyor, anlatmanın imkanı yok, bu devasa iş yükü milli seferberlik işi, ahlak işi, çok sert yasaların işi ve çok kararlı devlet adamlarının işi! O da hem siz de hem de ortaya atlayan laz müteahhit başkanlarınızda görünür olanlarda hiç yok!

Vahşi kapitalizmin çöktüğünün kimse farkında değil, aynı hırs aynı doymayan iştah, aynı fırsatçılar, aynı hırsız üçkağıtçı düzen aklınca hızla inşaata girişiyor, yüzbinlerin ölümüne ve kıyamet gibi acılara hiç doymamışlar!

İstanbul’a bir buçuk milyon yeni konut diyor, aynı kafa, bir buçuk milyon insan yeni ve artı maliyetleri nasıl karşılayacak, evinden olanların isyanlarını kim bastıracak, semt kültürü ve estetiğini de düşünmeden ortada bir İstanbul kalır mı?

Milletin çok ağır travmasını ve iktidarın tarihe ibret olmuş inanılmaz ihmal ve beceriksizliklerini bastırmak için ortaya atılan bu rakamlar ve vaatler günü kurtarmak için!

On milyon insana beton ve demir ve buzdolabı ve çamaşır makinesi ve dolap ve kapı ve bilgisayar, vs. ve dükkan ve iş ve meslekler ve hepsinin toplamı an itibariyle hepimizden aynı müteahhitleri değil devlet aklı ve devlet refleksi bekliyor! Mesela bu ağır maliyet için diyelim Diyanet bütçesi sıfırlayacak gücünüz var mı, yok, o halde, nereden kısacaksınız, milli eğitimden mi?

Önümüzdeki otuz yılda ekonomiyi borsayı siyaseti doları maaşları vergileri kredileri derinden sarsa sarsa etkileyecek çok büyük bir beka sorunuyla karşı karşıyayız!

1980 yılından önce bir memur emekli olduğunda bir ev değilse de ona yakın emekli ikramiyesi alıyordu, 80’li yıllarda Güney Doğu Anadolu Projesi’ne ayrılan kaynaklar devreye girdi ve ikramiyeler gülünç düzeyde küçüldü, yani tüm kaynakların inşaat’a odaklanması Türkiye’yi bir elli yıl geriye götürecek!

Size 1939 büyük Erzincan depreminin siyasi ve sosyal sonuçlarıyla ilgili birkaç laf edeyim, Varlık Vergisi Şükrü Saraçoğlu tarafından 1942’de çıkarıldı, neden, Türkiye Erzincan depremiyle dibi ve çaresizliğini gördü, ve varlık vergisi meclisten geçerken işadamlarına şöyle dediler, bu devlet size şimdiye kadar teşvik kredi herşey verdi ve size sunulan imkanları siz şahsi servetler haline getirdiniz ve milletin yaralarına menfaatine hiç koşmadınız…

Yani Varlık Vergisi, zorunluluktu ve sonra İslamcılar ve liberaller varlık vergisini Hitler rejimiyle kıyaslayıp romanlar yazıp filmler çektiler ve devlete yapmadık eleştiri ve hakaret kalmadı!

Hadi buyrun, Varlık Vergisi benzeri ağır yük ve sorumluluklar getirmeden bakalım nasıl kalkacaksınız altından, mesela esnaf batarken her yıl düzenli kar gösteren bankaların karlarına hiç dokunmadan yeni kredi düzeni kurmak mümkün mü? Peşkeş çektiğiniz o trilyon dolarlara el koymadan altlarınızdan malikaneleri almadan ve şahsi servet haline getirdiğiniz kaynaklara dokunmadan bu büyük maliyetleri karşılamak mümkün mü?

Üç beş lira bağışla ve ihaleleri eskiyi hiç sorgulamadan sipariş ederek geçiştirilemeyecek büyük bir sosyal ve siyasal felaketlerin pimi henüz çekilmedi!

Yeni konutların maliyetleri ve ödeme ve kredi sistemi ortaya bir çıksın, o zaman, seksen yıldır sağ iktidarlarla işbirliğine girmiş halkın vaveylasını ve sistemi nasıl zangır zangır sallayıp önüne her gelen hükümeti nasıl devirdiğini yani uyuyan devin nihayet uyandığını göreceksiniz!

       ÜÇ

‘Boş gözlerle günlerdir yıkıntı başındayım! Sağa dön enkaz sola dön dümdüz! Enkazın tepesine tırmandı bir teyze oy oy oy oy, bağırıyor! Elinde kazma çekik gözlü adamlar geçti! Vietnam yazıyor! Mahallemde kimse kalmadı!! Enkazın önünde uyuyakaldım ay’a karşı. Bir gün sonra ayağımda ayakkabı olmadığını gördüm! Sesini unutamıyorum! Çığlıklar kulaklarımda!! Sokaklar boş! İniltiler! Naber diyecek kimseyi göremedim iki gündür! Önümden geçen kimse göreceğim bir yer yok! Buradayım burası yok! Enkaz altından ay’a karşı feryatlar! Bitti! Ne olacak, bilmiyorum! Yaşamayı bir daha! Çadırda yaralı çocuk! Ankara’dan profesör abla çocuğu görünce oy oy oy oy kucaklıyor! İtiş kakış insan kalabalığı nerede! Feryatlar kulağımdan çıkmıyor! Kimseye yüzlere bakamıyorum! Boşluk yuttu! Yer kabuğu kırılganmış! İkinci gün aynı teyze yorulmadı enkaz üstünde oy oy oy oy benden başka duyan yok! Ne oldu ne oluyor şimdi, dikkatim yok! Ailem komşularım elim kolum sokağım beynim uzuvlarım! Şehir bir çöp! Artık yokum beynim fişi çekilmiş cihaz! Acelem acil durumum kalmadı telefon etmeye birini aramaya! Kötülüğün en büyüğü patladı! Yapılacak günah kalmadı! Cenazemi alayım kaçacağım buradan! Tükenmiş kalemim, otuz dokuz yaşındayım! Gevşeyemiyorum! Kafama bir şey koyamıyorum! Ateşin başındakiler gözleri sönmüş mum dibindeki eriyik. Telefonum yok mesaj yok. Hayat ne hızlı yavaşladı! Ne kadar basitleşti, çiş yeri bulunca seviniyorum! Çorba kuyruğundayım! Küçük çocukların çığlıkları, o kadar işittim ki, her şey ters gitse de şaşıracak mecalim kalmadı! Haber merak etmiyorum! Enkaz üstünde fenerler vinçler kameralar orada değilim! ‘Avatar’ oldum! Kimse beni görmüyor! Cep telefonunun içinde yaşıyorum! Son sürat büyük hızlanmayı kim durduracak! Cenazemi kimden alacağım! Kim başlayacak yeniden. Bitmiş her şey bu telaş kimin işine yarayacak! İnsan doğasına uygun sürati kim keşfedecek! Hepsi çürükmüş! Bu iştah bu şehvet bu hırs! Bu yalanı kim yavaşlatacak! Ölümden başka hiçbir şeye odaklanamıyorum! Hiçbir ses dikkatimi dağıtmıyor! Boşa harcanmış bir hayat! Bir gecede her şeyi kaybetmek! Kafa tasıma yerleşti beton bir kalıp! Başkasının kötülüğünü düzeltemiyor beyin! Kendimi düşünemiyorum, enkaz altındakilere yetişemedim! Altında kalanlara derinleşemiyorum! Beyin kasları da çürük demir taşıyamıyor! Üçüncü gün aynı teyze aynı yıkıntının üstünde oy oy oy oy! Güçlü yapılı enkaz üstüne çıkmış kurtarıcılara özenmiyorum! Aynı apartmanda cenazesi olan birini bulmalıyım. Çadırın önünde biberon çalkalayan anne! Deprem oldu çalkalaması! Bir anne yolun ortasında kollarını makas gibi açtı, benim de evladım öldü, gitmeyin gitmeyin gitmeyin bu şehri terk etmeyin! Sesler ne çabuk değişti, kapı çalması! Telefon sesi, kardeşimin sesi, televizyon sesi, yer kaplıyormuş! Sessizlik boşluk emdi aldı hepimizi! Önüme çıkan herkese cenazemi sordum! Sesler kaybolunca kayboldum. Çocuklar öksüz kalınca daha yavaş koşturuyorlar! Çadırın arkasında iki kadın oturuyordu bugün geçtim iki kadın iki gündür aynı yerde taş kesilmiş! Birbirleriyle konuşmaya hali kalmamış çorba kuyruğunda insanlar! Kimse kimseye benim de üç çocuğum öldü eşim öldü demiyor, halinden anlıyor onun da ölmüş! Uyuşmuşum açlık hissetmiyorum! Bitkinlikten çöktüm kaldırıma, başımda yastık üstümde battaniye yok, düşünmedim! Kaçmalı, nereye, siren sesleri acı acı çığlıkların altındayım, kalkamıyorum! O gecenin sabahı enkazda tavana asıl kol gördüm. Geceye kadar gözümü kaçıramadım! Kaç gün geçti aynı kol orada! Bilmeden bir oyuncağı tekmeledim, bubi tuzağı patlayacak! Savaş olsa biri tehlike geçti der kimse tehlike geçti demiyor! İnsan elinden çıkma sığınacağım bir yer yok, ateşin başındayız! Upuzun sokak harabe! Ertesi gün toplama kampına! Kendi toprağımızda mülteci! Bir güvercin olup depremde uçabilseydik, uçtular!   Nasılsın demeye korkuyorum, mekanik cevaplar hazır, iki çocuğum bir de komşularımız! O ana şahit olmayanlara anlatmak imkansız! Moloz yığını, bir kepçe beni de alsa! Bugün hangi gün. Yer toprak patladı. Zaman ortadan kayboldu! Zamana varabilmek kaç gün. Egom kayboldu, öfkelenemiyorum! Yaşanmaya değer, kaldı mı! Beton yığınlarının altından çıkıp bezden kafeslere girmemiz dört gün aldı! Öldü sanılan komşudan yaşıyor haberi almak heyecan duymuyorum! Elimde en kaz parçaları oynuyorum! Bir ağlayabilsem zihnim açılır! Tüm günü oturarak geçirdim.! Boşluk duygusuzlaştırıyor. Beyin oyun oynuyor sessize takarak! Şoktan zehirden kendini koruyor! Uyuma becerimi kaybettim, iki tam gün hiçbir şey yemedim! Bitkinlik düşürüyor! Yürürken uyuduğumu hissediyorum. Beynimin bir tarafı uykuya devam. Beynim aynı yıkıntıları görmek istemiyor, gitmeliyim! Bir kadın gazeteciye bağırıyor, gitmeyin, burası bizim memleket… Başkalarını getirecekler, gitmeyin! İzmir’den bir doktor abla geldi, yanımda yatan yaralı çocuğa koşup oy oy oy oy dedi, gelen giden herkes oy oy oy, diyor, doktor ablaya eşkalini verdim cenazemi sordum! Çadırın arkasında iki kadın! Kaçıncı gün onlar da yürüdü kaldırıma, gitmeyin gitmeyin bağırmaya başladılar! Kaç git! On gün geçti mi, ateşin başında gece yarısı çoğaldık! Bir ağbi Toroslor’da yanan bir ocak görürseniz bu milleti hiçbir güç yıkamaz, demiş Atatürk, işte burada nihayet ağladım. Aynı kadın aynı kaldırımda delirmiş saçını başını yoluyor, arabaların önünü kesiyor, gitmeyin gitmeyin, bir de burada ağladım, enkaz kaldırılana kadar mezar yerini öğrenene kadar gidemem… Hatırladıklarım bu kadar!’

Bitmemiş satırlar!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. 1 Mart 2023, 11:03

    Nihat Bey Cumhuriyet demektir!

  2. 1 Mart 2023, 13:37

    Değerli Cumhuriyet Aydınımız sayın Sabih Kanadoğlu (ARE) ile ilgili kıymetli ve insanın içini ısıtan anılarınız; depremin ekonomik etkileri, sonuçları ile ilgili sıradışı, gerçekçi ve doğru tespit ve analizleriniz ve son-3, acı-elem-keder yüklü depremin acılı insanlarını anlatan yazınız… Hepsine çok teşekkürler, ‘onur verdiniz’, sevgiyle, saygıyla 🌹🙏

  3. Değerli Sabih Kanadoğlu’na rahmet diledim yazının başında, Allah rahmet eylesin, toprağı ona hoş kabri Nur mekanı cennet olsun tüm ölmüşlerimize. Yazının sonu dipsiz kuyu: “öksüz çocuklar daha yavaş koşturuyor…” deldi geçti bu cümle deldi geçti, daha kapanmaz bu açtığı oyuk-yokluk…

  4. vural savaş mı? kanadoglu ile lutfen aynı kefeye koymayın..

  5. İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın…insana değer vermeyen, açgözlü aç ruhlu, vicdansız ve merhametsiz düzenin yakıp yıktığı vatanımın acısı içimizi dağladı…sebep olanlar kahrolsun..
    Her yazınız o kadar değerli ki Sayın Nihat Genç..var olun..

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!