Nihat Genç
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Poz veren dağlar

Poz veren dağlar

featured

Ne yemyeşil çayırları ormanları ne şelaleleri, aklımı alan, dağların öyle duruşu!

Üretim ve teknolojik ihtiyaç için kayaları un ufak ediyor tüneller yollar açıyor dev kaya kütlelerini paramparça ediyoruz!

Çok mu geri kafalıyım, ağrıma gidiyor taşların kırılıp un ufak edilmesi!

O ebedi duruşları, varlıkları, kimlikleri, görüntüleri hiç bozulsun istemiyorum!

Portakal gibi patates gibi soyulması doğaya ihanet ediyormuşuz gibi!

Zenginlik hazineler madenlerinde mi ilahi duruşlarında mı ben başka şeyler söylüyorum!

Dağların üstünde dağlar var, dağların arkasında dağlar, servetlerin serveti, ötelerin perdesi gibi!

O yüksek demirden granit tepelerde ruhumuzu eğiten felsefe okulları var!

O yalçın tepelerde düşüncemizin yuvası var!

Göklere meydan okuyan duruşuyla içimizde yükselen ve hiç bitmeyen yücelikleri var!

Dağlar arkası dağlar, yukarılara bakan derin gözleri, yağlı boya tablolar ve kart postalların, en yakışıklısı!

Dağların arkası dağlarda kaynayan kazanlar var!

Manzarası neden büyüler bizi?

Aklımı başımdan alan dağlar!

Düşüncemizi sonsuzluğuna taşıyan!

Sanki ruhumuz ebediyyen o tepelerde taş kesilip donup kalmış!

İçimize kök salmış sıra sıra yüksek yalçın tepelerin ve dağların görüntüsü!

Düşüncemiz sanki taştan heybetten kalıbına oturmuş!

Dağlar, bir soyut bir kelime bir fenomen, sanal hiç değil, ağırlığı cüssesi heybeti olan, gerçek bir varlık, adına dünya diyor doğa diyoruz, insan uydurması bir tartışma hiç değil!

Manzarası kendinden de neden yüksek, nereye çağırır bizi?

Gümüşhane’nin demirden dağları, aşıyorsun, Erzincan’ın el değmemiş göz görmemiş, altın rengi ve kurşuni ve toz rengi tepeleri, Allahım genişlikler içinde bu ne yücelik!

Ne zaman görsem yolu uzatırım, ne keyiflidir uçakta pencere yanı, Toroslar’ı seyretmek, Isparta’nın ve Niğde’nin dağları!

Terör yüzünden kırk yıldır giremediğimiz Erzincan’ın ıssız tepeleri, ne kadar sert ve soğuk ve uzak, düşlerinizi eriten, donmuş öfkeden tepeler!

Açık havada Borçka’nın Arhavi’nin tepeleri ve o yüksek tepelerin de üstünde kat kat sıra sıra bulutlar içinde karlı tepeler, akıl almaz yüksekliklerde işte karşınızda Kafkasya dağları!

Kaf dağının ardı gibi, ulaşılmaz tepeler, taşkın duygular, sonsuz yücelikler, zihnimizde bir şölen başlıyor!

Zihnimiz hangi yemeği istiyorsa işte karşınızda sofraların sofrası!

Dünyamızın mucizevi, doğal mabetleri, gözlerimizi ruhumuzu alıp, kayıplara ötelere karıştırır!

Aşağılarda çok mu aşağılandık, bu yüceliklere neden hayranız!

O granit tepelerin bir ruhu mu var!

Orada ebediyen asaletiyle bize yolu gösteren, yaşlı ve kahraman bilgeler mi var!

Yalçın tepeler hayal dediğimiz şeye neden bu kadar yakın durur, ve bakışlarında küstahlık ve kibir ve bilmişlik, neden hiç yoktur!

Hem çok büyük hem çok güzel olmayı nasıl başarmışlar?

Güçsüz anlarımızda bize sanki bir saltanat bir egemenlik uçsuz bucaksız bir imparatorluk, bağışlıyor gibi, açıyor bahçelerini biz de kuşları gibi cıvıldayalım diye!

Poz verir gibi duruşlarında, çok tutkulu ilahi sözler saklı, çeliğin demirin aşka gelmiş taş olmuş hali!

Allahım bu ne mükemmel suskunluk, lezzetlerin en güzeli en yükseklerde saklı?

Düşüncemi alıp tepe tepe yücelerde gezdiren!

İçimdeki yer çekimini kaldıran ancak oradan baktığımda rahat eden!

Durduğum yere o da bana bakıyor derin gözleri, içimde bir şey kabarıyor, anında ömürlük yorgunluğumu alıyor!

Hiç el sürülmemiş başka hiç kimse görmemiş akşam güneşiyle sim sim parlayan geniş alınlarıyla gümüş tepeler!

Saldırmıyor, hücuma geçmiyor, hiç korku eziyet vermiyor, üstünüze düşmüyor, dağlar arkasında dağlar, düşüncemin buz gibi derinliklerini eritiyor, şırıl şırıl akıyor, buluyor yolunu, buluyor sesini düşüncem, yüksekliği başımın tacı oluyor!

Özgürlüğün doğduğu vatanı bu tepeler mi?

Dağlarda başka tür bir irade mi var, yüksekler yücelerle sessizlik, şarkılarla renklerle heybetiyle ahenk içinde!

Bu granit tepeler içlerinde neyi saklıyorlar böyle, sımsıkı!

Kapkara bulutlar geçip gider ve yakıcı güneş gelip geçer ve kar ve yağmur ve kuşlar gelip geçer, sanki onlarda Tanrı’nın sağlamlığı, sanki onlarda kırılmaz bir şey, yıkılmaz bir şey var, Tanrı’nın evi gibi, doğanın en cesur askerleri, düşüncemizin kalelerini bekleyen ordusu!

Neden bir an için olsun umutsuz inançsız amaçsız bir görüntü vermezler, neden, ulaşılmaz bir gücün sahibi gibi dururlar ve tek tek taşlarını düşürse de her bakışınızda yeniden boy verir enginliklere kök salarlar!

Ve varlıklarına inandırırlar sizi, işte dünya dersiniz, işte dünya, işte dünya, işte dünyayı bekleyen kutsal nöbetçiler!

Granit tepelerin bizden uzak tuttuğu gizlediği bir şey mi var, milyonlarca çağdır aynı yerdeler, sonsuz ömürleri bize ölümsüzlük mü bağışlıyor!

Geçici olmayan, uçucu olmayan, ölümlü olmayan, hayal gibi kaybolmayan, asla hüsrana uğramayan ve hiç şüpheye düşmeyen, insanın öz varlığı, bir direniş mi öğretiyor?

Seni beni bizi, yücelerin yücesine kim taşıyor?

Neden dağ başlarında ilahi bir hayranlığın sevinci içindeyiz, kat kat karanlık ve kalın perdeler açılır, pırıl pırıl semalar içindeyiz!

Sapasağlam duruşları, yalnız dağ başları insan büyütür, başka tür pencereler açılır, bakışlarımız dindarlaşır!

Kaskatı sert duruşları, dünyaya hiç taviz vermeyen, ruhumuzun hazineleri!

Hiç erimeyen hiç vaz geçmeyen, ruhumuzu kimliğimizi dilimizi düşüncemizi ilahi bir tutkalla kendine bağlayan!

Bir yanı bahçeler çayırlar ormanlar içinde renk renk cümbüş içinde bir yanı kopkoyu lacivert karanlığa gömülü, başı ötelere uzanmış, vücudumuz ve ruhumuz gibi, ve dünya dediğimiz, aynı bedende!

Ve her biri heykel gibi, neden hepsi, en yakışıklı çağında en gencimiz gibi!

Hem ihtiyar bilge bir profesör, hem sevgilimiz gibi!

Kimse çözemedi dağların bu ürküten heybetli duruşunu, işte bir bakışıyla askere alıyor gibi, işte sert bakışları, komut verir gibi!

Bir yanardağ olup henüz lavlarını fışkırtmadan işte orada duruyor dimdik içimizi patlatan, saf coşkunun semalara yükselen ilahi çığlığı!

Sanki insan denen varlığın öz yurdu gibi, sanki eşiğinden aşınca, ruhumuz öz vatanına öz anne babasına kavuşacak gibi!

Zihnimin alamadığını, düşünceye sığmayanı, muhakeme, idrak edilmeyeni, ufkunda hayranlıkla gezintiye çıkartan!

Doyumsuz lezzetler içinde baka baka işte o tepelere, kırışıklıklar iniyor işte suratımız yaşlandıkça, gider ayak ömrün, hayretiyle, sert kemikli topografyasına dönüşüyor suratımız, seyrinde donakaldıkça!

Ne güzeldir düşünceler içinde yükselen düşünceler, dağlar gibi semalarda yüceleşen, ve kafatasımızı parçalamadan, dağlar gibi bozulmamış yerinde duran!

Zihnin açıklayamadığı, gözün görüp inanamadığını, bakışlarıyla, kemiklerimizi tavında dövüp demirleştirip şekilleyen, şüphe yok, insan evladı özgürlüğü bu manzaralarda öğrendi!

Dalıvermeyin bir bakış emeksiz zahmetsiz manzarasıyla büyütür sizi!

O kurşun bakışların, insanı çok erkenden öldürdüğünü, aklı karışıkların örtüsünü kaldırdığını, görürsünüz!

Özgürlük, hadi, istediğin yere gidebilmektir diyelim, dağlar arkası dağlardan nereden yol bulur düşüncemiz, ruhumuz istediği tepelere ötelere uçuvermek için bahane mi arıyordu?

İçimizdeki yer çekimini kaldıran ancak oradan baktığımızda rahat eden, uçurumumuzun yuvası!

Her insan evladının zihninde uçurum kıyısında çatısız ama terası çok geniş bir evi vardır, tıpkısı ikizidir, yastıklı yorganlı evinin!

Dile getirilemeyen bir şey var o yalçın tepelerde!

Dağlarda mı apoletlerini madalyalarını takıp süslenip püslenip görülmek istiyor, bizlere!

Aya güneşe bulutlara göklere kılıcını çekmiş kahraman gibi bize mi poz veriyor, bu havalı gösteriş, başka kime olacak, ben yoksam o da yok, o yoksa ben de yokum, ama işte varım, sonsuzluk dediğimiz sınırlarınız, işte bu kadar, aramızda dağlar var!

Ağırlık fiziki bir güç hacim yoğunluk değil, zihnimizin ufukları dağlar, dünyamızı tohumlayıp büyüten, sonsuzluğuna çeken, o kartal gözler başka derinliklerine süzülüyor!

Zihnimizde belki o yüksek tepeler gibi ‘görülmek’ istiyor, başkalarına da göstermek istiyor, belki mahrem iç ziynetlerini!

Dalgın bakışlarımız granit taşlarını kabuk kabuk soyup, kalbine ulaşmaya çalışıyor, ama o halinden çok memnun, dingin huzurlu duruşunun!

Zihnimiz de kimbilir dağlar gibi harika ve gizemli bahçelerine çağırmak ve çırçıplak ifşa etmek istiyor kendini!

Dağlar arkası dağlar, soyunduğumuz yer, ebediyet karşısında çırçıplak soyunmak için bahane aradığımız, yer!

Belki de bizim de taşlarımızı düşürmemizin vakti geliyor, soyundukça güzelleşen!

İçimizdeki, o ben, belki de dağlar gibi kalıcı, ve dünyaya sabit, ve en ince en kırılgan ucu, ulu göklerde dağlar gibi, ‘ben’ dediğimiz şey yoksa o yüksek tepelerde mi geziniyor!

Yaşlı gövdesi atalarımız gibi tarih gibi, kaderimiz gibi, yaratıldığımız ilk gün gibi, vatan dediğimiz ayağımızdaki prangalar gibi, ama o yüksek iri gövdeleri, çok sabırlı bilgelerin deha beyinleri gibi ve sanki sonsuzluk mahkemesinin acımasız yargıçları!

Hayal gücümüzü rengarenk zengin çeşit çeşit toz pempe pırıl pırıl rüzgarlarla savurur ve savaş ve bitmeyen fırtına, çağlar değişir ama dağlar bildikleri hep o yerde neden durur ve kimi bekler!

Dağların duruşunda bir kesinlik var, işte ben en yükseğim ve buradayım, diyen, varlığım işte bu, kimlik ve cüce şarlatanların soyut kelimeleriyle oyalanmayın, diyen!

Dağlarda, saf insan var, cinsiyetsiz, yaşsız, etnik dini farkı olmayan ve ama benim de insan gibi ego ve benlik gibi otantik ve varoluşla ilgili ilahi bir hikayem var, diyen! İnsan kendine merak saldıkça vurur dağlara!

Şöyle mi diyor, hiç kimse bana Tanrı’ya karşı geliyor diyemez, hiç kimse bana kafir o bizden değil diyemez, dağlar arkası dağlar, kendinde kendisi olan ve hiç yaralanmayan ve hiç kendinden kuşku duymayan!

Bir söz bir lakırdı bir dedikodu bir tartışma hiç değil, dağ işte, varlığıyla varlığımız aynı toprak aynı kan aynı nefes, karşımızda ebediyen duran!

İstediğin kadar hayatının alışkanlıklarını geleneklerini düşüncelerini değiştir, ama hakikat bu, yücelerin yücesi, yerini hiç değiştirmeyecek, aynı anda hem dünyanın hem de ötelerin öznesi, nefes nefese düşünce, yaşadıkça işte o yüksek tepelere sen istemesen de adımların değil zihnin tırmanacak!

Dağların arkasında dağlardan metafiziğe giden bir yol var, sonsuzluk duygusunu içimize sokuverir, dağ başlarında çok zamanlar unuttuğumuz o muhteşem yalnızlığımız var!

Türkülerin bilgelerin sözleriyle gezintiye çıkartır, ne zaman zihnimde gezintiye çıksam, çok güçlü bir maceranın başladığı hissine kapılırım, dağlar arkası dağlar  öteleri sayfa sayfa okutur!

Dağlarla yüzleşince hiç çelişmeyiz kendimizle, yalan dolan arınır gider! Sanki bir şeye inanmanın mecburiyetinde hiç değiliz! Sanki dağların arkasında dağlarda kaybolacağımıza hiç inanmayız, dağlar, ‘hiçliği’ mi, bomboş gündelik endişeleri mi, fuzuli yükleri, alır elimizden!

Asla yanılmayacağımız bir kesinlik verir, asla yolumuzu değiştiremeyeceğimiz, ötelere, bedenimizden ruhumuza açılan bulutların üstünde bir köprü!

Artık hiç bir şeyi sorgulamak istemeyen güzellerin güzeli, en güzeli, dağların arkası dağlar, sebebini sen de bilemezsin ama hep yoluna hep yollar açar!

Zihnin nehir suları gibi şırıl şırıl akar ve çöpü pisliği katıp önüne pirüpak tertemiz yıkayıverir!

Bizi çürüten bizi öldüren bizi kandıran bizi oyalayan şeylerin endişesini elimizden alan, dağların arkası dağlar, gözlerimiz adımlarımız yol aldıkça yükümüzü hafifleten!

İnsan ve bitki ve hayvan, hepsi sırlarını aça aça düşünce düşünce tohum tohum renk renk saçarak hayatını yaşıyor, ama kayalar başka, sanki, güzelliğini kıskançlıkla içinde saklıyor!

Bir gençlik mevsimi yaşayıp sırlarını tek bir iklimin rüzgarı karıyla, savurmak istemiyor!

Granit tepeler, sımsıkı, tutundukları ve gizledikleri şey neyse, açığa vurulmayan herkese gösterilmeyen, bilgelik mi öğretiyor!

Ne bir rüzgar bekliyor ne bir dost, o muhteşem yalnızlık, destansı manzarada, hava pırıl pırıl açık, ve sağlam bir yürek ve özgür bir kafa, ve dopdolu ve çepçevre bir genişlik, bahçelerin bahçesi, bir insan olarak yaşadığınızı hissettiğiniz o an, şükür dediğimiz dünyaya nihayet adım attığımız, o an!

Belki de dağların heybetinde zamanı küçülten vakti iklimi umursamayan bir şey var, dimdik uzamlarında zamanı eriten zamandan daha güçlü bir saydamlık!

Dağların ufuklarında geçmiş ve gelecek aynı anda, her şey geçer gider ama sanki bu poz verişte saklı insan duruşumuz!

Zorlu sınavlardan volkanlardan geçmiş ve ruhumuza eklenmiş içimizde hiç bitmeden tüten ateş!

Dağlar arkası dağlar, yücelerin iradesiyle, içimizdeki boşluğu dolduran, yalnız ve ölümlü değilsin, diyen!

Ve neden fırtına kuşları gibi düşüncemizin tepelerinde uçar, uçmakla düşünce ne kadar yakın!

Ne zaman yolum düşse o ulu yüce tepelere, durdurun şu arabayı, derim, kütüphanelerde arayıp bulamadığım, donma derecesinde düşüncemi ayaklandıran!

İki dünyayı da ferahlandıran!

Düşüncenin uçurumların aleviyle eriyip ötelerin kalıplarına döküldüğü o ilahi tapınak durmaksızın hep bizi çağırıyor!

Ne zaman o uçsuz bitimsiz tepelere vursam, tepelerin ardında başka tepeler, fırtınalarla bir alametin bir kıyametin tam ortasına düşerim!

Sanki hayat terazisine ağırlığımı koyduğum, işte bu koca koca dağlar, düşünceden dağlar, insan dengemi tövbe ettirir gibi sıfırdan ayarlar!

İşte tarihim, işte öz varlığım, bu yüce dağlar ve türküleri, derim, sanki aynada ruhumu görmüş gibi kendime gelirim, sanki bu ölümsüz mevsim hiç bitmeyecek!

İnsana iradesi ve sabrını ve özgürlüğünü ayna gibi yansıtan, dağlar arkası dağlar, çarpıp sert bakışlarına, geri döner yankısı, sabah akşam her gün bir ömür içimde ürpertisiyle tınlar, ve düşüncelerimi sonsuzluğuyla durular ve bitmez o yankının sesleri rüyalarımın şarkısı!

Büyüklük kahramanlık ve öfke ve dünyalık oyalanmalar, silinir gider, ve geri dönülmez o yolda, kalbim, dağlar kadar büyük bir çelenk!

Hayatla dopdolu!

Ey insanlar, yol bitmemiş imkan tükenmemiştir, dağlar arkası dağlar, içimizdeki gizli savaşları bitiren!

Ayak basılmamış el değmemiş, dağların düşünce coğrafyası, işte endamı boyu posu cüssesi, doğayla yıkanmış tertemiz elbisesi, hayatın!

İsteseniz de dizginleyemezsiniz, isteseniz de içinizden çıkartmanız mümkün değildir, içinizdeki aşkın o mesafeleri kısaltan ulu tepeleri!

Sonsuzluğa ulaşılmaz diyenleri nezaket ve yumuşaklık ve alçak gönüllüğüyle, iman ettiren, o bir çıkar yolu öğreten, o yüce tepeler!

İstesiniz de söndüremezsiniz, içimizdeki kutsal ateşin körükçüsünü, harlı harlı yanar içinizde, o karlı tepeler!

Çok yoksul ve kimsesiz ve giysilerimiz hırpani ve bedenimiz çok zayıf olabilir, ama kayaların sakladığı?

Kendimizle buluştuğumuz, insan olduğumuzu, düşüncemizi, sonsuz güveni altına alan!

Granit tepeleri, hiç birimize uzak olmayan, taş olup donmuş suratımız ruhumuz  işte o kutsal ateşi saklıyor!

Kuşların uçup uçup bir daha geri dönmek istemediği, o muhteşem manzarayı, insan oluşumuzu, tamamlıyor!

 

 

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. insanlık tüketim çılgınlığından vaz geçmedikçe kapitalizm dünya kaynaklarının üstünden silindir gibi geçmeye devam ediyor. tüketimden vaz geçecek gibi de gözükmüyor bu günlük yaşayan aklı kıt tür! en son abd antartikadaki madenlere göz dikti! belki mars’a falan giderlerde orda madencilik yapar, dünyayı rahat bırakırlar.

  2. Uzun zamandır en gıpta ettiğim kişi kim derseniz, Reinhold Messner derim.
    Doğuştan dağcı.
    Dünyada bulunan sekiz tane sekiz binlik dağlara sekizer kez, oksijen maskesi kullanmadan tırmanmıştır.Bir tırmanışında kardeşi gözü önünde yüce Everistin boşluğuna düşmüştür.O yinede dağlardan vazgeçmemiştir.

    Cevapla
  3. Oğullarımıza dağ adı vermemiz onları can bilmemizden,canımız gibi sevmemizden. Yükseklerin alçaltılması alçakların yükseltilmesi kıyamet alametidir.Maddi ve manevi anlamda yüceliklere ilişmemek onları korurken kendimizi de korumak güzelin en güzeli olur elbet.

  4. Yav onu istemiyoruz bunu istemiyoruzda cep tel. da edemiyoruz….
    Teknolojiden de uzak duramiyoruz.
    O zaman ya sömürecegiz ya sömürelecegiz yada bölüsecegiz……

    karar verelim , ne istiyoruz…

    Cevapla
Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!