Nihat Genç yazdı…
Öğleden sonra bahçesinde oturduğum kahve, işlek bir sokak, kahvenin üstü emekliler lokali, yan tarafı dersane, karşısında ucuz lokantalar ve barlar ve yolun ortasında irili ufaklı ağaçlar ve süs bitkileri ve çalılıklarla dolu minik bir park!
Kahvenin önünde oturanlar ve önünden geçenler aniden iki tane minik kedinin ağlayışlarıyla sarsıldı!
Altın sarısı iki minik kedi, çok şık ve çok sosyetikler, yavru değiller ama büyük de değiller, ikisinin de parlak metaldan ışıldayan kolyeleri var ve tertemiz tüyleri çok kabarık ama yer gök feryat içinde nasıl cıyaklıyorlar!
Kedilerin başına toplandık, dersaneden bir genç, biraz önce bir genç kız ağlayarak onları bırakıp gitti, dedi, ben görünce, annem çok hasta istemiyor, dedi ve ayrılmadan kedilerin önüne yemeklerini koydu ve üstlerine parfüm sıktı ve doya doya sarıldı, ağladı ve kaçtı dedi…
Kalabalık içinden biri ‘kardeşim bakamayacaksınız niye eve alıyorsunuz, yazık değil mi bu hayvanlara’, ‘şu zavallılar sokağa atılır mı?’ dedi”!
Ama nasıl miyavlıyorlar, incecik çaresiz çığlıkları jilet gibi bozuk mızıka gibi ruhumuzu kesiyor, can dayanır gibi değil, elini uzatsan, korkup kaçıyorlar, nasıl ürkek ve korkmuşlar, etrafa sokağa ne kadar yabancılar panik içindeler!
Niye buraya bıraktı, dedim öğrenciye, ağabey dedi buraya, bir emekli öğretmen teyze var kedilere düzenli yemek koyuyor, herkes tanıyor onu, burada kediler aç kalmaz diye düşünmüş olmalılar, derken, öğretmen teyze bir hışımla kalabalığı yarıp geldi!
Ah canım, bir tanem, deyip sarılmak istedi kedilere, kedilerin ikisi de gerisin geri kaçtılar!
Öğretmen teyze öyle bir beddua okuyor ki kedileri sokağa atanlara, Allah belanızı versin, bunlar da insan bunlar da canlı, nasıl kıyarsanız bu iki yavruya, sonra, çantasını açtı, alelacele telaşla plastik tabaklar içinde mamalarını koydu, kediler hiç oralı olmadı!
‘Utanmazlar bir de kolye takmışlar, bu kolyeler hayvanları boğar’ deyip, kolyeyi, hırsla koparttı ve boncuklar tesbih taneleri gibi sokağa dağıldı!
Öğrenciye döndü, Pamuk muymuş, adı, dedi ve Pamuk hadi gel, pisi pisi hadi’ dedikçe Pamuk kaçtı yangın merdiveni dibinde çalılığın arkasına karanlıklar içine gizlendi ama nasıl cıyaklıyor!
Bir lokma yemeden bir köşeye sindiler ve saatlerce ağladılar, kalabalık uzun süre dağılmadı!
Öğretmen hanım, hadi burayı boşaltalım, ürkütmeyelim kedileri, onlar sonra gelir yer, deyip kalabalığı dağıttı!
Ve kedilerden birine ölen kocasının adını Orhan koydu, bizim Pamuk’a ise Amerika’da okuyan kızının adı Peri koydu!
Peri, peri, peri, peri, peri, dedikçe Peri kaçıyor ve yoruldum ve ben de gidip sandalyeme oturdum ama ama gözlerim Orhan ve Peri’de!
Yahu nasıl kıyılır iki küçük kediye diye futbol muhabbetini bırakıp insanlığımızı sorgulamaya başladık, arada bir, ne de güzellermiş, Allahım, nasıl şirinler, diye gözlerimizle uzaktan sevmeye başladık hatta dayanamayıp arada bir yerimizden kalkıp Peri, Peri, pisi pisi, diye yanlarına gidip sevmeye başladık!
Peri’nin ciyaklamaları tüm sokağı ayağa kaldırdı apartmanlar balkon balkon döküldü, yaşlı bir teyze: ‘araba mı ezdi’ diye bağırdı, hayır teyze, sokağa bırakıp kaçmışlar!
Yemeğini niye yemiyor diye öyle üzülüyoruz ki, dayanamadım, hadi Peri, kalk ayağa, bak, yüz metre ilerde balıkçılar, yan sokakta sakatatçılar, ve karşıda ucuz çorbacıların çöp kutuları var, hadi Peri, bu sokak bir saray mutfağı, koş, deliklerden geç, duvarları aş, yalvarırım, doyur şu karnını!
Böyle hep ağlayacak mısın, çalılığın arkasına sinip sinip nereye kadar, hadi Peri, boş ver sana ihanet edenleri, unut gitsin!
Unut gitsin Peri, neleri unutmadık ki?
O anlar orada bir şey dikkatimi çekti, Peri, diğer kardeşi Orhan’la hırlaştı ve birbirine pençe atıp uzak durdular, neden, kardeş değiller mi, yoksa ev, aile bitince kardeşlikde mi bitiyor! Ulan sokağa birlikte atılmadınız mı, kardeşten de öte kader arkadaşısınız!
Aç ve sokakta kalmış iki kardeşin en zor anlarında birbirleriyle hırlaşmasına akıl sır erdiremedim!
Öğretmen teyze geldi gitti yemek taşıdı ve bir uzun gün önlerine koyulan hiç bir şeyi yemediler, saklandılar, ağladılar, insanlardan kaçtılar, ve ertesi gün, gözlerim Peri ve kardeşi Orhan’ı aradı, hala çalılıklar içindeler, duvar diplerinden sine sine yürüyorlar, her tıkırtıda ürküyorlar, her ses yabancı onlara, hala yanınıza gelmiyorlar, hala uzatılan yemeği yemiyorlar ve hala acı acı ciyaklıyorlar!
Birkaç hafta geçti sanırım, arkamdan iri yarı bir sokak köpeği geçiyor, korkup sandalyemi yana çektim ve ama bir kedi bıçak çeker gibi sert hırladı köpeğe!
Döndüm, bu bizim Peri!
Köpeğe diklenişindeki cırlayışındaki bıçak sertliği köpeği ürküttü!
Ve köpek götün götün geri adım attı! Ulan Peri, ne çabuk sokakların kurdu olmuşsun be!
Daha dün bu sokakta yalnızlıktan ağlıyor her sesten korkuyordun, iki gün içinde, alemin kralı oldun, Batman’dan Antalya’daki otele üstünde giysisi cebinde parası hiç olmayan acemi bir garson olarak geldin, iki gün geçmedi, şimdi Antalya’nın haracını kesen mafya lideri pozlarındasın!
Peri’yle gurur duydum, helal olsun, öğrendin işte sokağı! Dalacaksın üstüne saldıracaksın, bu sokakta başka türlü ekmek yok Peri, aslanım Peri!
Birkaç gün sonra Peri’yi, olacak şey değil, belgesel çekimi gibi, boyu çok uzun kokulu servi ağacının yaylanan en tepesindeki ince dalında gördüm!
Karşıki dala atlayacakmış gibi panter gibi saldırı pozu almış! Çok heyecanlı film gibi!
Hayırdır, o yüksek dala nasıl çıkmış, niye çıkmış, derken, karşı daldaki kargayı gözüne kesmiş, ama nasıl sabırla kesiyor, nasıl siper almış ve kargaya odaklanmış! Sen busun, deyip, hayran kaldım Peri’ye!
Peri bir pantere dönüşmüş!
Tam o sırada iki tane Japon öğrenci kargaya saldırmakta olan Peri’yi gördüler ve cep telefonlarıyla kayda almaya başladılar, bekliyorlar, Peri saldırsın ve bu saldırı videosunu çekip yayınlayalım, ulan, dedim Peri, kahramanlığın artık dünya medyasında!
Japon gençler beş on dakika sonra sıkıldı ve yürüyüp gittiler, Peri Japonlardan da sabırlı çıktı panter pozisyonunu hiç bozmadı!
Birkaç ay geçmiş olmalı, rutin olarak kedileri besleyen Öğretmen hanımın çığlıkları ortalığı inletti, koştuk, hayırdır, öğretmen hanım, Peri’nin dedi, kardeşi Orhan ölmüş, hurdacı arabasının tekerlekleri altında kalmış, kanlar içinde, leşi çıkmış, upuzun yatıyor, ölmüş! Bakılacak gibi değil, çok kötü oldum, tarifsiz bir üzüntü içindeyiz, öğretmen teyze ağlıyor biz ağlıyoruz kahvenin koca koca yaşlıları cesedin başında ağlıyor!
Orada tuhaf bir şeye şahit oldum, kardeşinin cesedi saatlerce orada uzandı ve Peri hiç oralı olmadı ve gelmedi!
Başka bir sokağa mı gitti Peri niye yok!
İnsan kardeşinin cenazesine gelmez mi? Ve Peri’yi arka duvarın üstünde gördüm, uzaktan gördü kardeşinin cesedini ama hiç yaklaşmadı!
Duygulandı mı kahretti mi üzüldü mü Peri’nin derin bakışlarına odaklanıp, çok merak ettim!
Duygusuzluk sana yakışır mı Peri, dedim, gel ve kardeşini son kez kokla, gelmedi!
Sokakta yaşamak gaddarlığı mı öğretiyor, bilmiyorum, ölen ölür, sokakta yaşamak ve bir de kardeşinin acısı yük mü olur Peri’ye!
Sokak insanı bencil mi yapar, kardeşinin cesedi ayak bağı mı olur!
Üzüntüsünü taşıyamayacağını mı bilir, bilmiyorum, Peri, hiç oralı olmadı ve olmayışı bana dert oldu!
Birkaç gün geçti Orhan’ın ölümünü ben de unuttum ve bir köşeye sıkıştırıp aldım Peri’yi kucağıma!
Kedilerin o stres emen sıcaklığını koynuma doldurdum!
Ve o an, ben de Peri gibi o yumuşacık okşayışın sıcaklığıyla Orhan’ın ölümünü unuttum, gitti!
Peri öyle sıcak öyle neşeli öyle oyunbaz öyle meraklı öyle atik öyle yerinde duramayan, Peri’nin öyle bir hayat neşesi var ki, nedir bunun kaynağı?
Yandı mı Nihat Genç’in beyin devreleri, ulan, sahiden bu kedilerde acıyı emen bir şey var, beyinleri sünger gibi acıyı emiyor, burada başka bir iş var!
Oysa insan beyni ise acıyı saati saatine intikamı alınacak arşivler haline getirir depolar hiç unutmaz ve kuşaktan kuşağa acısını aktarır!
Çeker oğlunu yanına, oğlum bak, babanı böyle sokağa attılar, baban böyle aç kaldı, babanı böyle dövdüler, babana böyle haksızlık ettiler, diye, acısını sonraki kuşağa aktarır!
Ne için, hadi intikam için demeyelim iyi tarafıyla bakalım, güya çocuğumuz tecrübe sahibi olsun, tetikte olsun, aynı acıları yaşamasın, diye!
Oysa kedilerin hayatı ertesi gün sıfırdan hayat neşeleri kaldıkları yerden devam eder, dünyanın yaratıldığı ilk gün gibi! Bu dünyada daha önce hiç kötülük olmamış gibi!
Bir yıl geçmiş olmalı, öğretmen hanım sevinçle bağırdı, koş koş, Peri doğurmuş dedi, koştum, duvar dibinde yavruları, Allahım nasıl güzeller!
Her biri yeni açmış gonca gül gibi!
Yavru kediler nasıl meraklılar, nasıl oyuncular, nasıl capcanlılar, nasıl sevimliler!
Yavru kedileri sevdikçe galiba Peri haklı dedim, bizim intikamımızı çocuklarımız niye alsın, işte ne güzel kendi hayatlarına sıfırdan başlıyorlar, pençeleri tüyleri sağlıkları yerinde ve işte sokak işte hayat! Dünün intikamıyla dünün acısıyla bugünün neşesini niçin kaçıralım!
Peri yerinde ben olsaydım, oğlum bak, Orhan sokakta hurdacının tekerliği altında üstelik açlıktan soğuktan öldü, der, bitmeyen bir ortaçağ feodalitesi gibi, bitmeyen nefret ve bitmeyen öfkemi, çocuklarıma geçirmek için, çırpınıp dururdum ve bu nasihatlarımı da edebiyat ve felsefeseyle süslerdim!
Ah canım, bir tanem Peri, biliyor musun, sen haklısın, öfkemizi çocuklarımız niye taşısın!
Beyin taşıyorsak bir marifeti olmalı ve acıyı sünger gibi kendi emmeli ve zehri kendini yakmalı ve genlerimize geçmemeli!
Kediler bitkiler hayvanlar, iklim ve facialarla yaşadıkları zehrin acısını şüphesiz yaşıyordur ama kuşaktan kuşağa sadece çeviklikleri ve zekalarını ve sıcaklıklarını geçiriyorlar, hayat işte böyle olmalı, acının zehir olamayacak kadar çok azını belki aktarmalı ama gerisini unutabilmeli insan!
Hepimiz bitimsiz acılar çekeriz, huzur dediğin, adam dediğin, o acının zehrini emecek güçte olmalı!
İnsan dediğin damıtıp o zehri, soyuna sopuna hayatın sadece neşesini, canlılığını, oyununu, coşkusunu, zevkini bırakmalı!
Asıl kitabı işte doğada okuyor insan, hayatımızın bir hesabı evet olmalı ama çocuklarımızın hayat neşesine ipotek koyarak değil!
Unutan doğa, unutmayan insan, hangisi daha uzun süre yaşayacak, acısını intikama öfkeye savaşa dönüştürüp bir de medeni mi oluyoruz!
Ülkelerin ülkelere, dinlerin dinlere, insanların insanlara bu kadar düşmanlığı çağlardan çağlara insanlığı yakan yok eden lavlar gibi akarken bir de buna tarih, felsefe, edebiyat ve kültür mü diyeceğiz?
Diyelim on kuşak ayağınızı çok sıkan bir demir ayakkabı giymeye mahküm edilsek ayaklarımız nasır tutar ve o nasır genlerimize yazılır ama bir nasır bu, nihayetinde beden için çok küçük bir hasar! Neden tarih felsefe diye diye kaşırız bu nasırı!
Neden bir nasırı beyin kadar büyütürüz!
Ve sonra nasırlaşmış ve nasırdan bir beyinle hayatı doğayı insanı ve yaratılışımızı boşuna anlamaya çalışırız!
Doğa, en temizi, beyinlerin!
Doğa, en safı, ahlakın!
Kahin mi müneccim mi evliya mı kehanet mi mucize mi filozof mu arıyorsunuz, buyrun, damarlarında felaketler ve trajedilerin ve katliamların zehri akan ama zehri kalbine taşımayan doğa!
Hadi peygamberim, filozofum Peri, daha çok konuş benimle, daha çok anlat bana, daha çok öğret bana, insanoğlunu sakatlayan ve doğasından ve Tanrısından ve neşesinden onu alıkoyan nedir?
Peri’yi çoktan unutmuştum çünkü Peri’yi uzun zamandır sokakta göremiyordum, dün, Güvenpark Ankara Kızılay merkez ve yolumun üstünde, burada abidevi bir heykel var, heykelin özelliği kasları çok güçlü iki adam ve altında kocaman Türk Öğün Çalış Güven yazısı…
Kaslı adamların önünde herkes hatıra fotoğrafı çektiriyor ama kaslı heykelin tam önünde bir kedi aslan gibi oturmuş gelip geçeni seyrediyor, yaklaştım, ulan bu bizim Peri!
Heykeldeki heybetli adamların ve kaslarından fırlayan çelikten mermerden iri damarları, sanki Perinin bedeni olmuş, heykel ile Peri’nin pozu cuk oturmuş!
Gene bunalmış bir ruh halinde nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde ruhumu hafiflettin. Sağol Nihat baba.🥰
Nihat Genç okumayı film izlemeye yeğlerim.
Her yazısını bir solukta okuduğum Nihat GENÇ Bu topraklarda iyi ki varsınız
Hep olunuz, daima olunuz…
Saygılarımla sizi selamlıyorum
Nihat Abi öyle hikayeler yazıyor ki gerçekten yaşadı mı yoksa uydurdu mu anlayamıyoruz. Ama her iki durumda da de efsane hikayeler torunlarına anlatırsın Türk ne demek diye. Kalemine sağlık
Peri, amcaları orhanın ve kendi başlarına gelenleri yavrularına aktarmayacağı için ileri bir zamanda cumhuriyetlerini, devletlerini, özgürlüklerini kaybedeceklerini düşünebildi mi acaba?
Sokağa terk edilmedik belki ama Atatürk’ten sonra sahipsiz kaldık.
Atatürk’ün bize gül bahçesi bırakamadığını çok geç anladık.
Bir kedi kadar olamadık! Üzgünüm!
Biraz daha uzasa roman olacak Nihat Bey’deki zeka, hayal gücü, edebiyat yeteneği kaç kişi de var? Acaba kaç kişi bu yazıyı üşenmeden sonuna dek okudu. Kaç kişi Nihat bey için iki satır yorum yazacak teşekkür edecek? Muhteşemsiniz Nihat BET