Şahin Filiz yazdı…
Anayasamızın ilk üç maddesi, 4. Maddede ifade edildiği gibi değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerdir. Eski dille bu maddelerden herhangi birini değil fiilen tağyir ve tebdil etmek, bunu teklif etmek dahi anayasal bir suçtur ve çok ağır bir hukuki yaptırımı gerektirir. Bu maddeleri ve onların hukuksal bağlamlarını, yetkin hukukçular kuşkusuz daha açık-seçik kavrayabilir ve anlatabilirler. Ben 12 Ekim’de Numan Kurtulmuş’un üçüncü maddeye ilişkin “tağyir ve tebdil” teklifi mahiyetindeki konuşmasını, yine ilgili maddenin hukuk felsefesi açısından yorumuna dayanarak çözümleyeceğim.
Önce Anayasamızın üçüncü maddesi ne diyor, anımsayalım:
“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.”
Bu madde, ilk iki madde gibi, dördüncü madde ile koruma altına alınmış; değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerden biri olduğu vurgulanmıştır. Başka ir deyişle, ilk üç maddenin koruyan; değiştirilmesinin teklif dahi edilmesini engelleyen dördüncü maddedir.
Bu ilk dört madde, “Yeni Anayasa” ya da “Anayasanın Değiştirilmesi” söylem ve zaman zaman da girişimlerinin doğrudan ve dolaylı olarak hedefi olmaktadır.
Geçtiğimiz haftalarda Hizbullah bağlantılı Hüda Par’ın başkanı Yapıcıoğlu, Türk Milleti’ni aşağılayıcı tarzda “Ahmağa anlatır gibi anlatayım: İlk üç maddenin değiştirilmesinden söz etmiyorum; dördüncü maddenin değiştirilmesi gerektiğini söylüyorum” diyerek sözüm ona zekice bir teklifte bulunuyormuş gibi kendini akıllı milleti aptal sanan bir demeç verdi. Oysa yavuz hırsız sirkatin söylermiş misali, kimin ahmakça konuştuğunu, kimin ahmak yerine konulduğunu herkes kavradı, ama bir kendisi bir de kendisi gibi sayıklayan bir avuç şirazesi kaymış azgın azınlık ağzından çıkanı aklı ve havsalası almadı.
İktidar içinden birtakım itirazlar ve en önemlisi de Türk milletinin büyük çoğunluğundan yükselen tepkiler nedeniyle Yapıcıoğlu, görünürde geri adım atsa da bu maddelere yönelik düşmanca tutum ve yıkıcı eleştirilerin devamı geldi.
Aradan çok geçmeden yine iktidar partisinden Numan Kurtulmuş, Anayasa’nın 3. maddesindeki, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” tabirinin de değişmesi gerektiğini söyleyerek, “Devletin ülkesi olmaz. Devletin milleti olmaz. Bu metin, ‘Milletin devleti ve ülkelisiyle bölünmez bütünlüğü’ şeklinde ifade edilmelidir. Bu seçkinci, devletçi anlayışın da yeni anayasada milletin gücü üzerine yükselen bir devlet anlayışıyla yeniden ele alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Kurtulmuş’a yine iktidar içinden tepkiler geldi. Cumhurbaşkanı, Başdanışmanı ve bazı partililer Kurtulmuş’un bu açıklamasına tepki göstererek ilk dört madde konusunun tartışmaya kapalı olduğunu; devlet-millet bütünlüğünün ayrılmaz bir yapı oluşturduğunu vurgulayan açıklamalar yaptılar. Ne ki etki de tepki de aynı kaynaktan gelmekte; iktidarın, anayasa değişikliği kapsamında ilk olarak bu maddelerle ilgili herhangi bir mütalaanın gündeme getirilmesine muhtemelen “yol kazasına” neden olur düşüncesiyle sıcak bakmadığı anlaşılmaktadır.
Uçum, Kurtulmuş’un üçüncü maddeyle ilgili açıklamasına şöyle tepki vermişti: “Sistemsel normları geçmişin pratik sorunları üzerinden değerlendirmek temel bir metodoloji yanlışıdır. Anayasanın, ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür’ hükmü madde kenar başlığında da yer aldığı üzere devletin bütünlüğüne ilişkindir. Bir ulusun /milletin ülkesiyle ve devletiyle birlikte varlığını koruması ancak egemen devletin, bütünlüğünü korumasına bağlıdır. Buradaki yaklaşımın, ileri sürüldüğü gibi milleti baskılamakla hiçbir ilgisi yoktur” diyen Uçum, ilk dört maddeyi tartışmak hem sorunlu hem de yersizdir” görüşünü dile getirdi. Kurtulmuş, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ifadesi yerine, milletle devlet kavramlarının yerini değiştirerek “egemenlik hakkının devletten millete teslim edilmesini” önerdiği açıklamasına karşı da Uçum, ilgili maddede vurgulanan anlamın ne teorik ne de semantik olarak yanlış olmadığını belirtti.
Şu hâlde Kurtulmuş’un sorunlu ve yanlış yaklaşımı bağlamında üçüncü maddeyi hukuk felsefesine göre yorumlayarak Kurtulmuş’un yalnız teorik ve semantik olarak yanlışa düşmediğini ayrıca hukuk felsefesi bağlamında geçerliliği olmayan bir yaklaşım sergilediğini kavramak gerekir.
KURTULMUŞ’UN 3. MADDE ELEŞTİRİSİNİN ANALİZİ: HUKUK FELSEFESİNE GÖRE
Kurtulmuş’un Türk Anayasası’nın 3. Maddesi’ne önerdiği değişiklik, görünüşte basit olsa da devlet, millet ve toprak arasındaki ilişkiye dair karmaşık hukuki felsefi soruları ele alıyor. “Bir devletin bir ülkesi olamaz, bir devletin bir milleti olamaz” şeklindeki argümanı, mevcut açıklamasında somutlaştırılan geleneksel devlet egemenliği anlayışına meydan okuyor. Bu analizde, Kurtulmuş’un ifadesini hukuk felsefesi merceğinden ele almak ve egemenlik, milliyetçilik ve Anayasa’nın rolü gibi temel kavramları yine aynı yöntemle incelemek gerekir. Yazımda, felsefi bakış açısından kaynaklanan görünüşte bir soğukkanlılık sezilebilir. Ancak bu soğukkanlı yaklaşım, ilk dört maddeye yönelik haksız, bilgisiz ve art niyetli saldırıları temelden reddettiğim gerçeğini değiştirmez. Ne var ki verilen yanıtın gücü ve etkisi işte bu felsefi yaklaşımın nesnelliğindedir.
Egemenlik ve Devlet: Geleneksel olarak bir toprak parçası içindeki en üstün ve mutlak güç olarak anlaşılan egemenlik kavramı, 3. Madde’nin merkezinde yer alır. Bu madde, devletin coğrafi alan ve halkı üzerinde en üstün otoriteye sahip olduğunu ima ederek “devletin toprakları ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü” vurguluyor. Bu, devletin birincil varlık olduğu, münhasır güce sahip olduğu ve otoritesinin sınırlarını belirlediği geleneksel Vestfalya devlet egemenliği modelini yansıtmaktadır.
Kurtulmuş’un eleştirisi bu modeli doğrudan sorgulamaktadır. “Devlet”in yalnızca bir araç, “millet”in kolektif iradesini kullanması için bir araç olduğunu ileri sürmektedir. “Devlet”in değil, “millet”in egemenliğin öznesi olması gerektiğini iddia ederek, halkın haklarını ve kendi kaderini tayin hakkını vurgulayan post modern bir egemenlik anlayışını öne çıkarmaktadır. Bu bakış açısı, devletin otoritesinden ziyade bireysel ve kolektif özgürlükleri önceliklendiren liberal ve sözde demokratik ideallerden etkilenmektedir. Ne ki siyasal İslamcılıkla demokrasi kültürü pek uzlaşır bir kuramsallığa ve tarihselliğe sahip değildir.
Millet ve Devletle İlişkisi: “Millet” kavramı Kurtulmuş’un argümanının merkezinde yer almaktadır. Önerdiği değişiklik, “millet”in nihai otoriteye sahip olduğunu, “devlet” ve “toprak”ın ise kolektif iradesinin araçları olduğunu ileri sürmektedir. Bu, halkın birleşik bir varlık olarak kendi siyasi kaderini belirleme hakkına sahip olduğu ulusal kendi kaderini tayin kavramıyla örtüşmektedir.
Ancak bu, “millet”in tanımı ve sınırları hakkında soruları gündeme getirmektedir. “Millet”, Yalnızca paylaşılan etnik köken, dil, din, mezhep veya kültürle mi tanımlanmaktadır? Yoksa daha geniş bir ortak değerler ve siyasi özlemler duygusunu kapsayabilir mi? “Ulus” teriminin belirsizliği farklı yorumlara yol açabilir ve özellikle çeşitli toplumlarda eşitlik ilkesiyle potansiyel olarak çatışabilir.
Anayasalar ve Devletin Rolü: Anayasalar, devletin yapısını, yetkilerini ve sınırlarını tanımlayan temel yasal belgelerdir. Bir toplumu yönetmek ve temel hakların korunmasını sağlamak için çerçeve görevi görürler. 3. Madde, şu anki haliyle, devlet egemenliğine ilişkin belirli bir anlayışı yansıtmakta ve devleti nihai otorite olarak konumlandırmaktadır.
Kurtulmuş’un savunduğu değişiklik, odak noktasını devletten ulusa kaydırmayı ve potansiyel olarak anayasal düzenin yeniden değerlendirilmesine yol açmayı amaçlamaktadır. Bu değişimi yansıtan revize edilmiş bir anayasa, muhtemelen bireysel haklar, kolektif haklar ve devletin rolü arasındaki ilişkide ayarlamalar yapılmasını gerektirecektir. Başlatmaya çalıştığı bu süreç, ulusun kolektif özlemlerine saygı gösterileceğini garanti etmemekte ama bireysel özgürlükler adı altında bir yandan farklı dinler, aynı din içindeki farklı mezhepler ve etnik bölünmeye yol açan bölgesel ve coğrafi gruplaşmaları körüklerken diğer yandan bütün bu gruplar sanki “başka bir devlet bekleyen bir milletmiş gibi” mevcut milletin yerine mevhum bir milleti mevcut devletin karşısına dikerek devlet-millet ayrımlaşmasına kapı aralar mahiyettedir. Sözde bireysel özgürlüklere alan açarken, yeniden dillere pelesenk edilen “çözüm süreci “ için, etnik ve mezhep patentli “halkların özyönetimi” kavramını çağrıştırıyor.
Millet veya ülke olmadan bir devlet kavramından bahsedebilir miyiz? Egemenlik ve otoriteyi devletten millete kaydırmak, milleti organize bir yapı olmaktan çıkarmaz mı? Devletin otoritesi yerine düzensiz bir milletin egemenliğinden bahsedebilir miyiz?
Sorulan sorular hukuk felsefesinin özüne inerek devlet ve onun hem ulus hem de toprakla ilişkisine dair geleneksel anlayışımızı sorguluyor. Bu soruları ele almak için “devlet”, “ulus” ve “egemenlik” kavramlarını tek tek ele almamız ve bunların birbiriyle olan bağlantısını incelememiz gerekiyor:
DEVLET: ULUSU OLMAYAN BİR YAPI MI?
Jean Bodin ve Thomas Hobbes gibi düşünürler tarafından dile getirilen devletin geleneksel hukuk felsefesi kavramı, egemenlik fikri etrafında şekillenir. Bu egemenlik, tanımlanmış bir toprak parçası ve sınırları içinde iradesini uygulayabilen bir hükümet sistemine sahip yapılandırılmış bir varlığa aittir. Şu soru ortaya çıkar: Millet olmadan devlet olabilir mi?
Paylaşılan bir kimlik olarak “millet”: “Millet”, açıkça yasal bir varlık olmasa da genellikle paylaşılan bir kimlik, tarih, kültür ve özlemlerin kolektif bir duygusunu temsil eder. Bir devletin etkili bir şekilde işlev görebilmesi için halkı arasında en azından bir dereceye kadar paylaşılan kimliğe ihtiyaç duyduğu ileri sürülebilir. Bu paylaşılan kimlik olmadan, yasaları uygulamak ve düzeni sağlamak önemli ölçüde daha zor hale gelir.
Bir örgütlenme aracı olarak “devlet”: Devlet, geleneksel anlamıyla, tanımlanmış bir toprak parçası içindeki bireylerin hayatlarını organize etmek ve düzenlemek için bir çerçeve görevi görür. Anlaşmazlıkları çözmek, kurallar koymak ve kolektif güvenliği sağlamak için bir yapı sağlar. Bir ulus daha şekilsiz bir varlık olabilirken, devlet onun kolektif iradesinin ifade edileceği somut mekanizmayı sağlar.
EGEMENLİĞİN DEVLETTEN MİLLETE KAYDIRILMASI: DAĞINIK BİR VARLIK MI?
Kurtulmuş’un egemenliği “devletten” “millet”e kaydırma yaklaşımı, bir “millet”in tanımlanmış bir yapı olmadan nasıl otorite kullanabileceği sorusunu gündeme getirir.
“Millet”in içsel belirsizliği: “Millet” kavramının kesin bir tanımı yoktur. Tanımlanmış kurumları olan somut bir varlık olan “devlet”in aksine, “millet” geniş ve akışkan bir kavram olabilir. Bu belirsizlik, “millet”in egemenliği pratik ve işlevsel olarak nasıl kullanabileceğini kavramsallaştırmayı zorlaştırır.
Kurumların iktidarı kullanma ihtiyacı: Egemenlik, doğası gereği, iradesini yürürlüğe koymak için bir mekanizma gerektirir. Tanımlanmış kurumlar olmadan, “millet” otoritesini yapılandırılmış ve tutarlı bir şekilde kullanamaz.
Anarşi riski: Egemenliğin devletten tanımlanmamış bir “millet”e kaydırılması, potansiyel olarak düzenin bozulmasına ve anarşiye doğru bir düşüşe yol açar. Kanunları uygulayacak ve uyuşmazlıkları arabuluculuk yoluyla çözecek net bir otorite olmadan kaos yaşanabilir.
“Dağınık Bir Ulusun” Egemenliği:”Dağınık bir ulusun” egemenlik kullanması fikri paradoksaldır. Bir ulus dağınıksa, gücü etkili bir şekilde kullanmak için gerekli tutarlılık ve yapıdan yoksundur.
Kurumların istikrarı sağlamadaki rolü: Bir ulus güçlü bir ortak kimlik duygusuna sahip olsa bile, özlemlerini somut eylemlere ve politikalara dönüştürmek için kurumlara ihtiyaç duyar. Bu kurumlar ister yasama ister yargı veya yürütme olsun, bir toplum içinde düzeni ve istikrarı sağlamak için olmazsa olmazdır.
Kolektif iradenin içsel sınırlamaları: Bir ulusun kolektif iradesi etkin bir güç olabilirken, aynı zamanda manipülasyona ve bölünmeye de açık olabilir. Güçlü kurumlar, ulusun iradesinin adil ve hakkaniyetli bir şekilde ifade edilmesini sağlayarak önemli bir dengeleyici görevi görür.
SONUÇ: DEVLET, MİLLET VE EGEMENLİĞİN KARŞILIKLI BAĞIMLILIĞI
Kurtulmuş’ın yanlış ve sorunlu yaklaşımı aracılığıyla biz, “devlet”, “millet” ve “egemenlik” kavramları arasındaki karmaşık etkileşimi daha açık görebilme olanağına sahip oluyoruz.. Millet, paylaşılan bir kimlik ve kolektif özlem duygusunu temsil etse de yapılandırılmış bir çerçeve olmadan egemenliği kullanabilen pratik bir varlık değildir. Tanımlanmış kurumları ve topraklarıyla devlet, milletin iradesini kanalize etmek ve onu somut eylemlere ve politikalara dönüştürmek için gerekli mekanizma olarak hizmet eder.
Sonuç olarak, bir millet veya ülke olmadan bir devlet kavramı kavramsal olarak zordur. Milletin bu gücü nasıl kullanacağına dair net bir çerçeve olmadan egemenliği devletten millete kaydırmak, kaosa ve düzensizliğe yol açabilir. Devletin hukuk felsefesi, bu kavramların karşılıklı bağımlılığına dayanır ve güçlü ve istikrarlı bir devletin halkı arasında bir dereceye kadar paylaşılan kimlik, tanımlanmış bir toprak ve yapılandırılmış bir yönetim sistemi gerektirdiğini kabul eder.
Türk devletinin milleti, Türk milletidir; ülkesi Türkiye ve rejimi Cumhuriyet’tir. Türk milletinin Türk devletiyle herhangi bir sorunu yoktur. Bu milletten olmayan çok küçük bir azınlığın devletle sorunu olabilir. Bu ise ancak olsa olsa yanlış, sorunlu ve sorumsuz açıklamalara neden olur ve açıklama, sahibine geri iade edilir. “Devlet dinsiz olmaz” derken, devlete din iliştirenler, nedense millet ve ülkeyi devletsiz sanma yanılgısına kolayca düşebiliyor. Oysa devletin dini olmaz ama milleti ve ülkesi olur.
Yoksa Hegel’in devlet felsefesini çok mu ciddiye alıyor sayın Kurtulmuş?
Evrencilerin tek dünya hükümeti argümanı ile bakarsak milletlerin devleti olmamalı çünkü devlet millet birliği cosmocrasi (tek dünya devleti) için bir engeldir.
YAPICI Elestiri:
Devletimiz var ama Borclar 500Milyarin üzerinde ve hukuk, denetim SIFIR !
Hangi devletten bahsediyoruz , bilmiyorum…..
Millet; vurdumduymaz ve geleneksel Din`in girdabinda bulundugu sürece uyumaya devam !
Dikkat edin Egitime, üretime degil camilere , tarikatlara YATIRIM var !!!!!
Dikkat edin; Mevcut Cb da bizi israil ile korkutuyor , ayakcisida BOPculugunu yapiyor…
iki ZIT durum !!!!!! ama yol ayni !!!