Şahin Filiz yazdı…
Önce Esenyurt, daha sonra Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanları yerine kayyım atanmasıyla kavram terörü adeta Türkiye’yi tutsak aldı. Ülkemiz pahalılıkla, yüksek enflasyonla, iç ve dış sorunlarla boğuşurken kavram terörünü körükleyen etnikçi-dinci çevreler, bu sorunların oluşturduğu puslu-isli havayı lehlerine çevirmek için hummalı bir kışkırtma faaliyetine başladılar. ‘Kayyım’ atanmasının hukuki boyutlarını tartışacak uzmanlığım yok, bu yazının konusu da değil. Ama meddahlar hep bir ağızdan, hem de hiçbir karşı görüşe aman vermeden kayyım atanmasına karşı çıkıyorlar. Ama görevden alınanların hiç mi kusuru yok? Ahmet Türk, “üç kez yerime kayyım atanmakla Guinness rekorlar kitabına girdim” derken, neden el çektirildiği üzerinde düşünüyor mu? Terör kitabına kaç kez girdiğini de söyleseydi, her şey yerine otururdu. Meddahları da düşünmüyor. Nasreddin Hoca, “Hiç mi hırsızda kabahat yok” derken bu tür olayları kasteder.
Kayyım konusunu şu soruyla kapatıp asıl meselemize dönelim.
Beni hiçbir siyasi parti ilgilendirmiyor ve eleştirilerimi iktidar veya muhalefet ayrımı yapmadan dile getiriyorum. Çünkü akademik etiğin gereği budur. O yüzden kimse bu yazımı iktidar ya da muhalefet yanlısı olarak okumasın.
Kayyım atanması, AKP tarafından yapıldığı için mi yanlış, yoksa gerçekten hukuka aykırı, tümüyle siyasi bir uygulama olduğu için mi yanlıştır? Görevlerinden alınan belediye başkanlarının doğrudan ya da dolaylı olarak terör örgütüne destek verdiklerine dair kuvvetli iddia ve bulguları nereye koyacağız? Meddahlardan birisi, “Kürtlerin yaşadığı Esenyurt”un belediye başkanı görevden siyasi olarak alınmıştır derken, zincirleme suç işlemiş olmuyor mu? Kürt kökenli yurttaşlarımız için belli bir bölge, şehir ya da il/iller tayini yapanlar aslında PKK terör örgütünün değirmenine su taşımıyor mu? Kürt’ün belli bir bölgesi varsa, başka bölgelerde yaşayan Kürtler diasporada mı? Kaldı ki Güneydoğu Kürt yurttaşlarımızın en az olduğu bölgemizdir. Nasıl bir akıl tutulmasıdır? Her etnik gruba göre bölgeler tayin etmek, BOP’un meddahlığını yapmaktır.
‘İktidarı ve tüm muhalefetiyle ülkenin ve Türk halkının bu ağır sorunlarını hep birlikte çözmek için güç ve eylem birliği yapalım’ denileceğini her kim hayal etse, sanırım delilik ya da saflıkla suçlanacaktır. Belki bir avuç kaymak tabakası dışında 85 milyonun ezici çoğunluğunun gündemini yedi yirmi dört saat meşgul eden hayat pahalılığı, eğitim-öğretim sorunları, içeride ve dışarıda birliğimizi tehdit eden etmenler, etnik köken, din ya da mezhep, ideoloji ya da bölge ayırımı yapmadan hepimizi can yakıcı şekilde etkilerken, icat edilen çarpık, anlamsız ve çelişkili kavramlar gündemimizi hem saptırmakta hem de millet olarak bizi tehlikeli bir bölünme riski ile karşı karşıya getirmektedir. Bölgelere, mezhep veya meşreplere ya da etnik kökenlere göre bölemeyenler, ince bir taktik uygulayarak bölünmeyi zihinsel karmaşa yaratma yöntemiyle kotarmak peşindeler. İşte bunu kavram terörü ortaya atarak yapıyorlar. Felsefi derinliklere girerek okuyucuyu yormayacağım ama olabildiğince bu derinliği yalın sözcükleri çözümleyerek yansıtmayı elden bırakmayacağım.
İçeride ve dışarıda renkleri farklı, amaçları aynı olan çeşitli terör yapılarıyla tehdit altında olan ülkemizin varlığının temelini oluşturan değerler ve ilkeler, bu kavram terörü ile sürekli saldırıya uğramaktadır. Bölünme zihinde başlar; bu yüzden kavramları birbirine karıştırıp halkın Cumhuriyet’e bağlılığını gevşetmeye çalışan çevreler bu kavram terörünü sömürgeci güçlerin ülkemize dayattığı sosyal, ekonomik ve siyasal şablonlardan ödünç almaktadır. Kendi eliyle kendi geleceğini, varlığını ve köklerini baltalamak, bölünmüş zihinlerce sıradanlaşmaktadır.
Anayasada değişiklik ile anayasa değişikliği birbirine karıştırılır. Anayasada şimdiye kadar pek çok değişiklikler yapıldı. Buna anayasada değişiklik denebilir. Ancak bu kavramı kullanıp “anayasa değişikliği”ni kastetmek, ilk dört maddeyi hedef haline getirmektir. Bu karıştırma, art niyetliler için fırsata dönüştürülür.
“Eşit yurttaşlık”, ilk bakışta çok masum ve aklı başında herhangi birinin itiraz etmeyeceği bir kavramdır. Sık sık dillere pelesenk edilen “açılım” sözcüğüyle düşünüldüğünde, zaten var olan eşit yurttaşlığın sanki yokmuş gibi sunulduğunu, kavram terörü yaratıldığını görürüz. Anayasamızın 10. Maddesinde bu husus, akıl ve ruh hastaları için bile apaçıktır: Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Madde son derece açıktır. Burada hiçbir etnisiteye, dine, mezhebe ya da bölgeye ayrıcalık, imtiyaz ya da herhangi bir rüçhaniyet tanınmaz. Lehte veya aleyhte olsun, hiç kimse diğerinden ne üstündür ne de aşağıdır. Kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Daha ne kadar açık olabilir? Bu maddede Kürt’ten, Kürt olmayandan, dinliden dinsizden söz edilmez.
Ne var ki, eşit yurttaşlık kavramını ağızlarına sakız edenler ve onların meddahları, ilgili maddedeki eşitlikten hoşnut değildirler. Çünkü belli bir etnisite “daha eşit” olmalıdır. Çünkü onlar “farklı bir ırk”tan veya “farklı bir gezegen”dendir. Açılım kavramı, işte bu “farklılığı”, tüm eşit yurttaşlar bütününün üstünde pozitif bir eşitlik olarak görürler. Pozitif ayrımcılıkla belli bir etnik kökene imtiyazlar, ayrıcalıklar, toprak, bayrak derken devlet vaat ederler. Özgür Özel, “Kürtlere devlet vaat ediyorum” derken bu kavram terörünün meddahlığını yapmıştır. Elini, dilini daha da uzatarak, “bayraklarımız, renklerimiz farklı olsa da biz biriz” demiş; vaat ettiği devlet”in bayrağından bile söz edebilmiştir. Bu anayasal suçtur ve yargılanmayı gerektirir.
“Türk ırkı diye bir ırk yoktur” yalanı, yine bu kavram terörünün uzantısıdır. Kürt kökenli yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu bu kelime kurnazlıklarına pabuç bırakmayacak kadar sağ duyulu ve aklı başındadır. Ne var ki Hüda Par bağlantılı Hizbullah terörü ve PKK terörü onlar adına ahkam kesmekte, onlar adına kan dökmekte ve onlar adına “kurulu masalara” davet edilmektedir. Sanki masanın bir başında Türkler, diğer başında Kürtler oturup memleketi paylaşıyorlarmış algısı yaratırlar. Jean Baudrillard’ın simulakrlarına benzer bir sanal dünya oluştururlar.
PKK terörünün meclisteki uzantısı Dem ve onun meddahları, bilerek, kasten ve manipülatif yöntemlerle “Kürt halkı” ve “Türkiye Halkı” kavramlarını yan yana kullanırlar. Onlara göre arı-duru, hiçbir ırkla karışmamış, kafatasları ve kanları en yüksek teknoloji ile donatılmış laboratuvarlarda ölçülüp biçilmiş, nevi şahsına münhasır “Kürt Halkı” bir yanda, ‘Türk ırkının olmadığı’ bir “Türkiye Halkı” öte yandadır. ‘Kürt halkı’ çekip çıkarıldıktan sonra geriye kalan ‘Türkiye halkı’ da Türksüzdür. Bu şu demektir: ‘Kürt halkı’ Türkiye halklarından biridir ve farklılığını toprak, bölge, bayrak ve millet olarak ortaya koymuştur. Ancak bu hikaye burada bitmez; geriye kalan ‘Türkiye halkı’, içinden Kürtler ayrılsa da yine Türksüzdür ve çeşitli etnik gruplardan oluşur. O halde, ey geride kalan Türkiye halkları, bizi takip edin; aynı yolla her biriniz bu birlikten ayrılabilirsiniz.” İşte ‘Türkiyeli’, ‘Türkiye Halkı’, ‘Türkiye halkları’ndan oluşan kavram terörü zinciri böyle kurulmaktadır. Tek amaç, Türkiye’yi parçalamak ve iç savaş çıkarmaktır. Anlayacağınız, Türk’ün olmadığı ‘Türkiyelilik’ kavramı, üzerinde yaşadığımız vatan topraklarını emperyalistlerin kuklaları için bir savaş alanına dönüştürmeyi hedefleyen bir başka kavram terörüne örnektir. Bazı aklı evveller, bol keseden toprak, bayrak ve devlet vaadinde bulunurken bu uluslararası kumpasın meddahlığı yaparlar. Kimi Apo’yu Gazi Meclis’e davet eder, kimi ‘açılımı sonuna kadar götürecekleri’nin sözünü verir, kimi de fiilen iktidar’ olduğunu bile fark edemeyecek zekâ fukaralığı ile her konuşmasında sözde “Kürt Meselesi”ni diline dolar. Mesele yoksa bile mesele icat edilir. Bu etnikperest meddahları dinleyen şöyle sanır: ‘Kürt meselesi’ çözülürse, bu Cumhuriyet onları da kucaklayacak. Peki 10. Madde ‘Kürt meselesi’nin saçma bir emperyalist yalan olduğunu belgelemiyor mu? Hukuka saygıyı sadece iktidardan bekleyip ‘iktidar olmamaya adanmış’ bir kulübün üyesi gibi davranan meddahlar kendilerinde bu anayasal gerçekliği hiçe sayma hakkı görerek aynı kavram terörünü beslemiyorlar mı? Herkesin bildiği ama kavram teröründen dolayı bilinçli bir şekilde üzerinde düşünmediği bazı örneklerle devam edeyim. Örneğin 15-20 binden başlayan konut kiraları hangi etnik, dinsel ya da bölgesel eşitsizliğe göre belirleniyor? Elbette yüksek enflasyon ve pahalılık ülkemizde bir dizi sosyo-ekonomik eşitsizliklere yol açıyor. Hem de çok acımasızca yapıyor bunu. Bu eşitsizlik, Türk-Kürt eşitsizliği mi yoksa adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanan kötü ekonomik yönetimden kaynaklanan eşitsizlik mi? Tabii ki ikincisi. Tarikat-cemaat yapıları, Kürt’ün de Türk’ün de şimdisini, geleceğini karartmıyor mu? Tabii ki karartıyor. Ayrım yapıyor mu? Elbette yapmıyor. Peki, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “baldızla, evlatlıkla evlenebilirsiniz” fetvasıyla sadece Kürt kökenli yurttaşlarımızın mı aile düzenini berhava ediyor? Yoksa tüm Türkiye’nin mi? Elbette tüm Türk halkının aile hayatını, insanca inanıp yaşamayı olumsuz etkilerken etnik kökeni adres göstermiyor. Millet olmak, bu demektir. Tasada, kıvançta, sevinçte, kederde birlik ve dirlik içinde ruhsal ve zihinsel dayanışma duygusuyla var olabilmektir. Yoksa etnik farklılık, siyasal anlamda var olmak için yeter sebep değildir.
Anayasamızın 1.2. 3. Ve 4.; 66. ve 10. maddeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye Cumhuriyet’i sınırları içinde yaşayan Türk halkının varlığının ve bekasının temelidir. Şeriatçı-dinci yapılar nasıl ki İslam dininin esaslı ahlaki ilkelerini bulandırıp dinsel-kavram terörü yaratıyorsa, etnikçi-faşist çevreler de teröre alan açmak için ‘barış, demokrasi, halkların kardeşliği, eşit yurttaşlık, Kürt halkı, Türkiye Halkları… yan yana getirerek akla ziyan kavram terörü yaratmakta; meddahları da halkın acil sorunlarını çözmeye yönelmek yerine, kavgadan yorgan kapmaya çalışmaktadır.
Anayasamızın ilgili maddeleri kavram terörüne son noktayı koymuştur. Ama ben “açılım” heveslilerine ve meddahlarına bir daha hatırlatayım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir etnik, dinsel ya da ideolojik kesim ya da grupla paylaşılamaz. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve o milletin adı Türk milletidir. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük başbuğ ve Türklüğün ölümsüz önderidir. Türkiye Cumhuriyeti din veya etnik kökene bakmaksızın laik, sosyal hukuk devleti olarak egemenliği tüm Türk Milleti’ne emanet etmenin ifadesidir. Türklük, 350 milyonluk bir ırkın adıdır ancak Türkiye’de Türk halkı demek, kan ve kafatasına referans veren bir tanımdan ötedir ve bu kavramın ardında, daha çok, binlerce yıllık tarihsel, kültürel ve siyasal süreçlerden gelen birikim vardır. O yüzden herhangi bir etnik kökenden olmak, devlete, toprağa ya da karara ortak olmak için geçerli bir sebep olamaz.
Fiziki terörden kurtulmak ancak kavram terörünün kökünü kazımakla mümkündür. O takdirde meddahlar da kendilerine çekidüzen vereceklerdir.
Şu bulanık zamanda en çok ihtiyacımız olan yazıyı yazmışsınız hocam, herkese ulaşmalı bu yazı
Bir ilahiyatcı, felsefeci yazarın, Türk siyasetinin gündem olayındaki tesbitlerinin netliğine ve doğruluğuna bakarmısınız.
Tuvalet bekçiliği yapamayacak tipler, belirli noktalarda söz sahibi olarak ahkâm keserken, bir köşe yazarımız, biraz ne olup bittiğini anlamak isteyenlere, doğrulukla işte bu diyor.