Yusuf Yavuz
Yusuf Yavuz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Nihat Genç yıllar öncesinden bugüne sesleniyor: Afrika’yı bu kadar kolay yağmalayamadılar!

Nihat Genç yıllar öncesinden bugüne sesleniyor: Afrika’yı bu kadar kolay yağmalayamadılar!

featured

Yusuf Yavuz yazdı…

“Madenlerimizi, dağlarımızı, köylerimizi satarak nereye gidebiliriz? Bu da bizim başka türlü bir Arjantin olduğumuzu gösteriyor. Biz aslında çoktan Arjantin olmuşuz. İşte verdik dağlarımızı derelerimizi, yatak odamızı. Her şeyimizi teslim ediyoruz artık… Ben iddia ediyorum, 18 yüzyılın İngilizleri, Fransızları, Belçikalıları; Afrika’yı, Çin’i, Hindistan’ı bu kadar kolay yağmalayamadılar. En azında yerliler çıktı karşılarına. En azından buralardaki köylü liderleri, aşiret liderleri çıktı. En azından bir direnç gösterdiler…”

Bir süredir akciğer kanseriyle savaşan yazar Nihat Genç’in tedavisinin sürdüğü bu dönemde Türkiye’nin dört bir yanından gelen köylüler, dün Ankara’da Meclis önünde basın açıklaması yaptı. Artvin’den Tokat’a, Muğla’dan Kütahya’ya, Erzincan’dan Çanakkale’ye kadar yüzlerce insan, yıllardır vahşice yağmalanan ülke coğrafyasının akciğerlerini söküp atacak maden kanunu teklifine karşı seslerini yükseltti.

ARTIK KENDİ AKADEMİSYENLERİNİ, KENDİ MUHTARLARINI YARATTILAR

Zeytinlikleri, ormanları, suları ve verimli topraklarımızı bir avuç maden ve enerji şirketinin insafına bırakacak bu yasa teklifinde imzası olan vekiller arasında maden şirketi patronları da var. Artık açıktan ve hiç çekinmeden saldırıyorlar. Yıllar önceki çekingenliklerini çoktan üzerlerinden attılar. Kendi televizyon kanalları, gazeteleri, haber siteleri var; kendi akademisyenlerini yarattılar, kömürü ve yıkımı baş tacı edecek kendi köylülerini, muhtarlarını oluşturuyorlar. Artık bu son büyük yağma seferinde yanlarında kendi akademisyenleri, kendi köylüleri, kendi gazetecileri var. Türkiye’de 200’den fazla üniversite, onlarca ziraat-orman fakültesi var; hiçbirinden zeytinin, meşenin, derenin hakkını savunan bir ses çıkmıyor…

Akbelen’de halk 4 yıldır yaşam alanlarını korumak için direniyor

NİHAT GENÇ’İN İÇİNDE HİÇ SÖNMEYEN MEMLEKET ATEŞİ

Nihat Genç ayakta olsaydı dün Meclis önünde buluşan köylülerin arasına karışır, sözünü söyler, hançeresi çıktığı kadar ormanların, suların, dağların, ovaların sesini dillendirirdi. Ülkesinin coğrafyasıyla bu kadar haşır-neşir olan, Karadeniz ormanlarının deli balını yutmuş bir yazarın içinde hiç sönmeyen memleket ateşi birçoğumuz için her zaman örnek oldu.

SON BÜYÜK YAĞMA TASASIRI İLE ‘ALTIN VURUŞU’ YAPMAK İSTİYORLAR

Nihat Genç ile geçmişte yaptığımız söyleşilerde ağırlıklı olarak ormanı, suyu, dağları, vahşi madenciliği konuştuk. 2004 yılında Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikle ilk büyük yağma başlamıştı. 2006’da su kullanım anlaşmalarıyla dereler, ırmaklar 49 yıllığına enerji şirketlerine tahsis edildi, mera kanunu ile meralar köylülerin, çobanların elinden alındı. Şimdilerde bu son büyük yağma tasarısı ile ‘altın vuruşu’ yapmak istiyorlar.

NİHAT GENÇ YILLAR ÖNCESİNDEN BUGÜNE SESLENİYOR

Yazar Nihat Genç, yıllar öncesinden bugünlere çarpıcı uyarılarda bulunmuş, bu toprakların bir yazarı olarak ufuk açıcı tespitleriyle bugünleri öngörmüştü…

Nihat Genç ile farklı zamanlarda yaptığımız söyleşilerden derlediğimiz vahşi madenciliğe, ormanlara ve memleket yağmasına karşı tespitlerinden bazı bölümler:

 ‘KARADENİZ OTOYOLU İÇİN SERT YAZILAR YAZDIM, TECRİT EDİLDİM’

“Karadeniz otoyolu inşa edildiği dönemde çok sert yazılar yazdım. Giderek yoruldum ve tecrit edildim. Hatta Karadeniz’de bana neredeyse hain gibi bakıyorlardı o dönem. Şimdi çok seviyorlar ve neredeyse kahraman gibi bakıyorlar ama bir zamanlar o karayoluna karşı çıktığımız için öyle bakıyorlardı. Karadeniz otoyolunun rantı 15-20 şirket tarafından bölüşüldü. Şimdi de bu HES’lerde uygunanıyor. Ülkenin dört bir yanındaki HES’ler belki de 50-60 tane büyük iş adamına bölüştürülmüş durumda. Bu şekilde bir bölüşümün yapılması, medyada HES karşıtı seslerin yeterince duyulmasına engel olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle sorunun üzerine gitmiyor medya. Medya sahiplerinin neredeyse hepsinin bu işlerle bir ilgisi var. Bunun için görmezden geliniyor.

‘EN ÇOK DA DERELERİ ANLATTIM’

Ben 150 tane televizyon programı yaptım neredeyse her programda benzer sorunları dile getirmeye çalıştım. En çok da dereleri anlattım. Beşer onar dakika ayırmaya çalıştım bu konuya. Anlatmaya da devam edeceğim. Ancak bu yetmiyor. Önümüzdeki günlerde sivil toplum örgütleri ve aydınların da katılımıyla geniş kapsamlı bir toplantı organize edip bıçağın kemiğe dayandığını anlatmamız gerekiyor. Ancak siyasi olarak ağır bir baskı altındayız. Ergenekon süreçleriyle suçladıkları için ağır bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla HES’ler, nükleer santraller ve diğer çevre konularına maalesef yeterince eğilemiyoruz. Alanımız ve zamanımız yok. Türkiye’nin bütün kamuoyunun gözleri Ergenekon davasına yöneltildi. Çünkü asıl büyük çürüme burada yaşanıyor. Dolayısıyla asıl bakmamız gereken yerlere bakamıyoruz. Enerjimiz buralarda tükettiriliyor.

‘DÜŞMAN SULARIMIZA, ORMANLARIMIZA, TARLALARIMIZA GELDİ’

Bir dönem ülkenin büyük kamu yatırımlarını sattılar. Yaptıkları o yardımlar filan buralardan sağlandı. Türkiye’yi bir kaç yıl buralardan geçindirmeye çalıştılar. Buralar tükenince şimdi yeni para kaynağı olarak suları, ormanları satmaya başladılar. Hani Kurtuluş Savaşı’nda düşman tarlaya geldi diye bir deyim vardı. Şimdi de aynen bunu yaşıyoruz. Düşman sularımıza, ormanlarımıza, tarlalarımıza geldi. Bu iş öylesine zıvanadan çıktı ki, şu anda sokağa çıkıp kendimizi öldürmemiz lazım. Durum o kadar ciddi yani. Uçakla sık seyehat ettiğim için Türkiye’nin yontulan dağlarını görüyorum her defasında. Ben içim sızlayarak sayıyorum bunları. Sinop’la İstanbul arasında 400’e yakın yontulmuş tepe sayıyorum. Türkiye kevgire döndü. Bunu hiç kimse görmüyor. Dereler artık  borunun içinde, hayatı borunun içine almışlar. Böyle bir şey olabilir mi?” (Şubat, 2011)

‘ANTALYA ARTIK SADECE BİZİM RÜYAMIZ DEĞİL’

“Çocukluğumuzda ‘cennet’ diye tabir edilen yerler vardı ve bu yerlerin başında Antalya geliyordu. Artık sadece bizim rüyamız değil, bütün dünyanın rüyası bu. İngiliz’in, Alman’ın rüyası. Antalya ve Ege sahillerimiz bu gün yabancılar için de önemli cazibe merkezleri haline geldi. Bu nedenle buraları gözümüzün bebeği gibi korumamız gerekiyor. Ancak bu son hükümet programında ülke genelinde olduğu gibi Antalya’da da gelişigüzel maden ruhsatları verilmesi ve bu ruhsatların ne için verildiğinin net bir şekilde belirtilmeyişi, Antalya’yı, Toros Dağları’nı tehdit ediyor. Ayrıca bu konudaki kişisel gözlemlerimi de burada belirteyim, bu düzenlemeler, Zonguldak’tan İstanbul’a kadar bütün Bolu Dağları, Köroğlu Dağları’nın tepelerinin tamamen oyulmasına yol açtı. Belki Kaz Dağları gündemde ama Köroğlu Dağları’nda yüzlerce tepe patates gibi soyuldu. Kim ne arıyor, ruhsatlar kime veriliyor kimsenin bildiği yok.

‘DAĞLARI BULDOZERLERİN NASIL SOYDUĞUNU GÖRÜYORUM’

Hükümetimiz bu konuda temel bir politika belirlemeli. Buralar turizme açılacaksa turizme açılsın, madene açılacaksa, o zaman turizme kapansın. Yani dışarıdan 100-200 milyon Dolar gelecek diye inanılmaz tavizler verilmeye başlandı. Bu tavizler bizim için emperyalizme ve sömürgeciliğe yönelik tavizlerdir. Yani iktisadi olarak çok güç durumda kalındığı için artık her türlü tavizi vermeye başladık. Her taşı mücevher olan Antalya’nın, elmas değerindeki Antalya’nın; değerleri böyle talana açılmamalı. Çünkü her yıl milyonlarca turisti ağırlıyor bu kent. Bu konuda hükümetin temel politikası ‘ülkemiz bir cennettir ve bunu bin yıl daha kullanalım’ biçiminde olmalıdır. Yani iki üç yılda dağlarını oydurarak, buldozerleri sokarak yok etmek değil. Bu bereketten bin yıl daha çocuğumuz, torunumuz yararlansın. Ama hükümet böyle davranmıyor. Ne yapıyor? Hemen ruhsatları dağıtıyor. Kimdir bu insanlar bilen yok. Size samimiyetle söyleyeyim, işim gereği Türkiye’yi uçakla çok gezen bir insanım; dağları buldozerlerin nasıl soyduğunu görüyorum. Bu ifade edilemez bir şey inanın.

‘KAYNAKLARIMIZ YABANCI FİRMALARA PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR’

Bu konuda bir de şunu söylemek istiyorum. Türkiye’de MTA’da çalışmış olan mühendislerle ilgili iddialar var. Madenler hakkında teknik bilgilere sahip olan bu insanlar ülke tarihinde yapılan tetkik ve araştırmaların bilgilerinin özel şirketlere satıldığına dair ortaya atılan skandal boyutunda iddialar var. Kaynaklarımız yabancı firmalara da böyle peşkeş çekiliyor. Eskiden definecilik vardı. Bu da bilimsel olarak yapılan bir tür definecilik gibi. Gerçekten maden varsa gelin bulun ama o da yok. Yüzeysel araştırmalar ve mühendislik dedikodularıyla oluşmuş bir piyasası var bu işin. Amerikalı, İsveçli, Alman, İspanyol şirketlere peşkeş çekiliyor. Bu kadar çok firmanın Antalya’ya çullanmasının nedeni de bu bana göre. Gelin ben size Sivas’ı anlatayım, başka yerleri anlatayım. Ortalık toz duman. Şu dağda şu var, bu dağda bu var gibi durumlar yaşanıyor.

‘AKLINA NERESİ GELİRSE RUHSAT VERİLİYOR’

Bu işin başka bir yanı da var; şunu söylemek istiyorum; mühendislerimiz okumuş insanlardır. Birçoğu da eski solcudur. Bu insanların böyle bir peşkeşe razı olmaları, ülkemizin mayası, hamuru hakkında beni çok düşündürüyor. Diyelim ki köylü, cahildir satar, tüccar paraya ihtiyacı vardır satar falan ama sen bu işlerin içinde bir insansın, devletin kritik noktalarında çalıştın. Senin burayı bizden daha çok koruman lazım. Hatta bu mühendislerin Antalya’ya gelip, kentin sivil kurumlarını, basını uyarması, talana karşı bilgilendirmesi lazım. Ancak tam tersine bu konudaki tetkik bilgilerini, harita bilgilerini gidiyorlar yerli ve yabancı firmalara satıyorlar. Hükümet de üç beş lira gelecek diye herkese ruhsat veriyor. Bu Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın tavrı. Enerji Bakanı’nın tavrı da böyle. Aklına neresi gelirse para toplamak için ruhsat veriliyor.

‘ÜLKEMİZİ PEŞKEŞ ÇEKİYORUZ’

Nasıl ki bundan on yıl önce ülkeyi satış noktası, biçimi; Surdibi’nde, Kaleiçi’ndeki tarihi yerleri, hükümetten, belediyeden adamlar bularak, buralara büfe yapmak, sit alanlarını bozmak, oraları kendi mülküne geçirmek şeklindeydi. Şimdi bu işler maden işine ruhsat aramaya döndü. Bu da bizim kaç kuşaktır soylu, ahlaklı, vicdan sahibi çocuklar yetiştiremediğimizi gösteriyor. Bunu kendimize itiraf edelim artık. Herkes bunu kafasına koysun. Bu konuda vicdanen ve ahlaken neden bu kadar zayıf duruma düştük? Ülkemizi biz peşkeş çekiyoruz. Yabancılara kızmayalım. Onlar geliyorlar, işbirlikçi buluyorlar. Bu konuda kendilerini, ülkelerini pazarlayacak insanlar buluyorlar. Bunu çok terbiyesizce buluyorum ben. Bakın, bizim gücümüz yetmiyor artık. Vakıflar Yasasını bir takip edin. Yabancı vakıflar Türkiye’deki aracılarına yardım yapacaklar ve istedikleri kadar mülke sahip olacaklar. Bunun bölgeye göre tercümesini yaparsak, bir Alman vakfı, Alanya’daki bir derneğe yardım yaparak oradaki 200-300 konutu ya da bir mahalleyi satın alma şansına sahip olacak. Bunun yanında 2B olarak adlandırılan orman vasfını yitirmiş denilen arazilerin satışı söz konusu.

‘BÜFE KAPMAKTAN RUHSAT ALMAYA DÖNDÜ İŞ’

Bir orman niteliğini niye kaybetsin ki. On yılda yirmi yılda orman niteliği kaybolmaz. Şimdi bir de buralardan, bu arazilerin satışından 20-25 milyar gibi bir para bekliyorlar. Bu tam bir talan. Hatırlayın, ANAP dönemini. Özal dönemini. Ben bu sağcı talan ve yağma döneminin devam ettiğini düşünüyorum. O dönemler büfeydi, sit alanını kapmaktı yöntem. Bugün ruhsat almak gibi daha profesyonel yöntemlere döndü iş. Eskiden gecekondu affı, imar affı diyorduk, bu da 2B arazileri gibi daha kavramsal bir yere döndü. Eskiden ‘yabancıların oyunlarına geliyoruz, ülkeyi sömürge gibi kullandırıyorsunuz’ diyorduk. Bu da somut olarak Vakıflar Yasası’yla gerçekleşti. Bir de mütekabiliyet dediğimiz karşılıklı anlaşma gereği, Lozan’a göre, Yunanlılar İskeçe’de, Gümülcine’de Türklere ne yapıyorsa, nasıl yapıyorsa bizim de öyle yapmamız lazım ama taviz vermeler zıvanadan çıkmış durumda. Siyasi bir gücümüz yok. Medya gücümüz yok. Bunları dillendiremiyoruz. Ya da bunları dillendiren insanlar büyük örgütler haline gelemiyorlar.

‘AFRİKA’YI, ÇİN BU KADAR KOLAY YAĞMALAYAMADILAR’

Ülkede medya muhteşem bir uyutma işlevi görüyor ve medya yazarları bütün bunları küreselleşmenin bir gereği olarak ‘bunlar normaldir’ diyorlar. Ben iddia ediyorum, 18 yüzyılın İngilizleri, Fransızları, Belçikalıları; Afrika’yı, Çin’i, Hindistan’ı bu kadar kolay yağmalayamadılar. En azında yerliler çıktı karşılarına. En azından buralardaki köylü liderleri, aşiret liderleri çıktı. En azından bir direnç gösterdiler. Ancak şimdilerde direnç mecliste kırıldı. Artık direnç gösterilmiyor. Mesela Antalya’nın sivil kurumları direnç gösteremiyor. Niye? Çünkü meclis bunun yolunu tıkıyor.

‘HER ŞEYİMİZİ TESLİM EDİYORUZ ARTIK’

Bir de mühendislerimiz talanın yolunu açıyor. Belediye başkanı, mühendis bu talanın yolunu açarsa, ben mahalledeki filan gazete, falan sivil toplum örgütü ne yapabilirim. Benim gücüm neye yetebilir. Bütün bunları, türbandı, din karşıtlığıydı, İslam karşıtlığıydı gibi bir yere yerleştiriyorlar ki artık hepten maçı kaybetmek üzereyiz. Biz toprağımızı seviyoruz. Toprağımızdaki ezan sesleri, minarelerimiz, istiklal marşımız; bu cennet vatanın en güzel süsü onlardır ama bu cennet vatanın güzelliği ancak bağımsız olarak kalabilir. Madenlerimizi, dağlarımızı, köylerimizi satarak nereye gidebiliriz? Bu da bizim başka türlü bir Arjantin olduğumuzu gösteriyor. Biz aslında çoktan Arjantin olmuşuz. İşte verdik dağlarımızı derelerimizi, yatak odamızı. Her şeyimizi teslim ediyoruz artık.

‘ÇOK BÜYÜK BİR DİKTATÖRLÜĞE VE SİYASİ ŞIMARIKLIĞA GİDİLİYOR’

Bunu daha önce defalarca söyledik. Çok büyük bir siyasi diktatörlüğe ve şımarıklığa doğru gidiliyor. Ancak seçimlerden önce halk bunları onaylıyor gibi bir tavır içinde oldular. Siz istediğiniz kadar söyleyin, halk çalıp çırpmayı onaylıyorsa demek ki buraya kadar. Bu demokrasiyle buraya kadar. Demokraside halkın karşısına geçemiyoruz. Hepimiz bu toprağın çocuklarıyız ve bu ezanlar için yaşıyoruz. Ama bunlar ‘dinimizi elimizden alıyorlar’ diye diye kandırıyorlar halkı.

‘YOL GETİRECEĞİZ DİYE İNSANLARI KANDIRIYORLAR’

Antalya’ya şunu söylemek istiyorum; gitsinler dünyayı gezsinler. Arap ülkelerini, Batılı ülkeleri gezsinler. Antalya hiçbir yerde göremeyeceğiniz eşsiz bir ülkedir. Hem yayla hem deniz hem kar hem kış yan yana. Florasıyla, bereketiyle, tarihiyle ve arkeolojik zenginliğiyle tarihte böylesi bir kent yok. Sultan Alâeddin’den bu yana bu topraklarda biz en güzel türküleri söyledik. Dünyaya açıldık, dünyayla tanıştık. Bu gün Türkiye bütçesinin önemli bir kısmı Antalya’dan geliyor. Tüm Antalyalılar toprakları için ellerinden gelen her şeyi yapsınlar. Ama her şeyi. Karadeniz bitti. Karadenizlileri yol getireceğiz diye kandırdılar. Halkımız da buna inandı. Yaprakla denizin iç içe girdiği dünyanın en güzel coğrafyası, sahilden 60 metrelik düz ve cetvel gibi bir alan oluşturularak uzaklaştırıldı. Sıradanlaştırıldı. Kızıldeniz’de, Tunus sahilinde de böyle bölgeler var ama Karadeniz bir başkaydı. Yeşilliği inanılmazdı. Ama bitti. Şimdi Türkiye’de 150 yıldan beri bir yol hastalığı var. Yol getireceğiz diye insanları kandırıyorlar. Oysa dünyada artık yol yapma kavramı kalkıyor. Uçak seferleri koyuluyor bunun yerine. Uçakla insanlar istediği her yere gidebiliyorlar. Ya da tünel açmak eskisi gibi zor değil. Doğayı yok etmeden başka türlü tekniklerle daha faklı çözümler bulunabiliyor. Ama bu belediyeler, bu hükümet tutturmuş yol diye bütün dağlarımız portakal gibi soyuluyor. Biz bu toprakları dünyaya açmak istiyoruz ama bunun yolu 200 yıl önceki metotlar değil. Ya da cahilane sağcı politikalar değil. Burada çok dikkatli olmalıyız. Bütün Karadenizliler şimdi topraklarının güzelliğinden bahsedemiyorlar. Burada edeceğimiz en acı laf şudur. Benim çocukluğumda cennet bir ülkemiz var diyorduk. Antalya’mızla, Karadeniz’imizle övünüyorduk. Ama artık cennet bir ülkemiz var diyemiyoruz. Herkes bunu bir düşünsün. Benim söyleyeceğim budur.” (Nisan, 2008)

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. Fetişist bir halkız. Yol fetişisti, asfalt fetişisti, teknoloji fetişisti…. doğayla aramız hiç iyi değil.

  2. Memleketin derdi ,tüm varlığıyla memleket kesilmiş bir insanın damarlarında dolaştı dolaştı başına dert açtı.Senin derdin çalıp çırpmaktan haram yemekten değil elhamdülillah. Memleket üzerindeki kara bulutlaŕ yordu gönlünü,dağ gibi bir oğlumuz yıprandı.Allah Kerim sevgili Nihat Genç!Memleketi soyup yiyip doyanlardan olmasın ve her fırsatta onların ipliğini pazara çıkardın ya memleketin duası yeter sana.Sen bilgini birikimini halka tepeden bakmak için halktan uzaklaşmak için kullanmadın ;dağ ,taş,çalı,yağmur oldun. Memleketin her cefasında hüzünlerin var.Sen yiyip içip sefa sürmedin ülkem acı çekerken ,sen bizim derdimizele dertlenen “derdi güzelimizsin”Seni Murat Nehrimiz ,Süphan Dağımız gibi seviyoruz.

  3. 25 Haziran 2025, 22:13

    Uyutmuslar herkesi ninniler ile bizde uyumusuz. Utanma ve uyanmak için çok geç!
    Yüzleri kizarmadan hâlâ her gün ekranlardan hikaye anlatmaya devam ediyor.
    Ülkenin kaderini yine milletin azim ve kararlılığı çözecektir. Siyasilerden medet ummak ve oy vermek ihanet ile eşdeğer.

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya abone olun!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet