Gülümser Heper yazdı
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “hekimliğin saygınlık meselesi doğru anlaşılması gereklidir; ücret artışına endeksli bir saygınlık, para gibidir kolay erir. Saygınlık düz düşünülecek konu değildir. Bence, özle ilişkilidir. Ücret madde ise saygınlık manadır. Başkasına borçlu olunmayan saygınlık kaybedilmez” demiş.
Felsefe, düşünme ve düşündürme sanatı olarak bilinir ve madde ve insan ilişkisi üzerinde iç seslerin zarifçe dile getirilmesidir.
Sayın Koca’nın cümlelerinde görünüşte bir felsefe olduğu mutlaktır. Ancak Koca’nın bir filozof olmadığı, sağlık sistemi ile para kazanma arasındaki ilişkiyi kıramayan, bir dizi özel hastanenin sahibi olduğu da mutlaktır. Öyleyse Sayın Koca’nın bu sözleri sarf etmesindeki amaç nedir?
Sayın Koca, AKP ikliminin yarattığı sağlık sistemini mi eleştirmekte yoksa maddeyle hemhal olmuş bünyesinde kendi saygınlığına dair şüpheleri başkasının gözünden anlatarak yansıtma mekanizmasını mı kullanmaktadır? Her koşulda bu cümleler ciddi bir analizi gerektiren bir olgudur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu dinamiklerinin tanımladığı sağlık modeli, kendi ekonomik ve içtimai koşulları çerçevesinde geliştirilmiş son derece özgün ve zamanı için devrim kabul edilebilecek bir sistemdir. Biz bunu Cumhuriyet Tıbbı olarak tanımlarız. Beş yüz elli dört hekim ve on iki milyon ahali ile başlatılan sistem, sadece yerel uygulamalara imza atmamış; dünya ölçeğinde de başarılı olmuş bir modeldir.
Ancak 21. yy. başından itibaren gelişen tek kutuplu dünya ekonomik dizaynı diğer tanımıyla ekonomik globalizasyon, sağlık finans kapitalinin de yeni pazarlar oluşturmasına karar vermiş ve bu sisteme dahil olmayan Türkiye gibi ülkelerin de sisteme entegrasyonunu dayatmıştır. AKP bu entegrasyonun gönüllü neferi olmuş ve özgün adıyla “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” isimli derin bir operasyon bu millete reva görülmüştür.
Bu süreçle birlikte hastalığın oluşmaması için önlem alınması yani koruyucu toplum sağlığı uygulamalarının ön planda olduğu Cumhuriyet Modeli demode olarak yaftalanmış ve sahip olduğumuz tüm deneyimlerle birlikte 1920’lerden bu yana uygulanagelen bu özgün sistem bir kenara itilerek “-tercihan- yabancı isimli”, “satın alınacak yeni ve modern ekipmanlara uyumlu mimariye sahip hastanelerin” vitrinde olduğu, çeşitli yöntemlerle bazen zorla akademiden aktarılan kadroların hizmet verdiği ve bunun uygulayıcılar tarafından ‘bakın artık istediğiniz zaman lüks hastanelerde hocalara muayene olabiliyorsunuz’ şeklinde halka yansıtıldığı çarpık bir sistem oluşturulmuştur. Görünürde hasta hekim arasındaki para alışverişini kesmek amacıyla hekim muayenehanelerinin kapatılması dayatılmış; düşük ücret ve aşırı iş yükü nedeniyle hekimlerin özellikle kamudan/akademiden özel sektöre ucuz iş gücü olarak geçmesi sağlanmıştır. Çok sınırlı sayıda olumsuz örnek olmasına karşın “bıçak parası” tanımlamasıyla bir yandan hekimlerin tümünün haksız bir biçimde damgalanmasına yol açılırken diğer yandan kamuda çalışan hekimlere yapılan işlem/istenen tetkik bazlı performans ödemeleriyle tüm branşlarda bu istismarın önü açılmış yani tabiri caizse bıçak parası kurumsallaştırılmıştır. Diğer yandan şehir hastaneleri sistemiyle oluşan finansal vakum kamu maliyesinde giderek büyüyen bir kara deliğe yol açmış ve ödeme güçlüğü çeken devlet, sosyal güvenlik sisteminin peyderpey devreden çıkmasıyla hasta bireylerin giderek artan biçimde sağlık tekelleriyle baş başa kaldığı bir süreç ortaya çıkmıştır.
Kapitalizmin temelinde var olan harcama, harcatma, kazanma ilkesinin sağlık alanındaki getiri ve götürüleri tüm Dünya’nın hassasiyetle incelediği bir konudur. Kapitalist politikaların adeta sağlıkta bir pazar yeri gibi kullandığı ülkemizde, siyasilerimizin varlığını düzenle ilişkilendirdiği bağları yanında sağlık kavramı gelişmemiş bir halkımızın olması, sağlık sistemimizin kendi elimizle yıkılmasında önemli faktörler olmuştur.
Kapitalizmi doğası gereği sağlık modellerine uygulamak oldukça tehlikelidir. Kapitalizm insanlığın feodalizm sonrası geçirdiği bir evre olup, doğası bireysel varlığa ve bu varlığa ulaşırken yarışmacı bir mücadeleye dayanır. Kişilerin, ailelerin, sınıfların varlığı ve sağlığı, tüm insani değerleri yıkma pahasına diğer grupların elinden alacağı bir kavramdır. Sosyal eşitliksizlik ve adaletsizlik kapitalizmin ilgi alanı değildir. İşte bu nedenledir ki kendi ülkesinin sınıflar arası farklılığına aldırmadan, dünyanın en yüksek sağlık harcamasını yapan ABD bile kapitalist sağlık modelinin altında kalmıştır. Zira kapitalizm sözde bir bilimin kanatları üzerinde oturtulduğu sürece sağlıkta tedavi edici harcamanın sonu olmayacaktır. ABD gibi dünyanın en gelişmiş ülkeleri için dahi sorun olan bu model, bizim gibi az gelişmiş ülkelere uyarlandığında, sistem milletin üzerine yıkılmıştır.
TUİK verilerine göre 2000 yılında Toplam sağlık harcaması 2020 yılında 249 milyar 932 milyon TL ye yükselmiştir. 2020 yılı hesaplamalarına göre Şehir hastanelerine 25 yıl için toplam olarak 82 milyar ABD Doları ödenmek zorunda kalınacağını ortaya çıkarmıştır. 2022 de toplam ödeme 100 milyar dolar üstünde olacağı bilinmektedir.
Elimize tutuşturulan ve Dünya’ya egemenlerin sağlık modelini uygulamakta kararlı görünen AKP’nin sağlık sistemi bir çıkmazdadır. GSYH’mızın en ciddi bölümünü yatırdığımız sağlık sistemimiz, manüplasyonlu istatistiksel verilere rağmen Dünya ülkeleri arasında en alt performans standardında kalmıştır. Mevcut model ile yukarı çıkamayacağı mutlaktır. Zira modelin uygulama süresi sağlık çıktılarını almak için yeterlidir. Başarısızlık tescillenmiştir.
Gıda açlığı, protein açlığı çeken bir milletin vergileriyle kurulan sistemde, toplanan para uluslararası sağlık baronlarına, hastane sahiplerine, ilaç şirketlerine aktarılmıştır. Sunulan sağlık ve harcanan para, ölçülen sağlığın karşılığı olmamıştır.
Şimdi tekrar dönelim Sayın Koca’nın ifadelerine. Sayın Koca, hekimlerin maaşlarının bu vurgun düzeninde devede kulak olduğunu bilmesine rağmen, maaşlar üzerinden hekimlerin saygınlığı konusunu irdeliyor. Fevkalade yanlış yapıyor ve özüyle ilgili açıklar veriyor. AKP döneminin zenginleri bunu hep yapıyorlar. Kazandıkları para ile saygınlığı satın alamadıklarında akıllarınca felsefeye sığınıyorlar. Bu bir felsefi tartışma değil de, içsel hesaplaşmanın yansıtma mekanizması olmasın?
Ben cumhurbaşkanı olsam Gülümser hocayı hiç düşünmeden sağlık bakanı yaparım.
Sistem bazen çok önemli değildir. Önemli olan önce insan sonra hekim yetiştirmektir. Bunlar olsa zaten bu ucube sistem bu kadar rahat getirilemezdi. Maddeye bu kadar teslim olmuş toplumdan birşey beklemek zor. Adam yine özel hastaneye, profesöre gitmeden tatmin olmaz. Gösterişli şatafatlı vitrinlere plazalara tatmin olmaz. Bu hoca ve akademik kadrolar o kadar yetersiz insanla dolu ki? Nereden başlamalı?
bana hep olumsuz yorumlar yapıyorsun diyorsunuz. işte gerçek ortada. Cumhuriyetimiz’in durumu ortada. Rochtchild gibi güçlerin elinde oyuncak olmuşuz.
Soyleyemediklerimizi ve acı gercekleri yazmaya devam ediniz lütfen..nezaketiniz yazinizdan da anlaşılıyor, bu sizin karakteriniz belli ki, peki bu hırsız ve yolsuz takımı bu nezaketi hakediyor mu!! Eskiden gidip hastanede sıra beklerdik ancak o gün muayene olurduk, şimdi ise randevu dahi alamaz, tedavi olamaz durumdayız, özel e git dercesine randevular hep dolu veya kapalı..sistem calismiyor