Suriye Savaşı başladığı günden beri hemen her yazımda ya da Kanal B’de hazırlayıp sunduğum Cuma akşamları yayınlanan Bekleme Odası programında, “Türkiye bu işe karışmamalıdır. Suriye’den kaçanların da istedikleri ülkeye gitmelerine engel olmamalı, Avrupa yolunu hep açık bırakmalıdır” tezini savundum.
Bizimkiler ise Suriye konusunda önce ABD’nin ipiyle kuyuya indiler, sonra da oradan Rusya’nın ve İran’ın ipiyle çıkmaya çalışıyorlar. Anlayacağınız iki ucu ..oklu değnek. Ama bu konuyu bir kenara bırakıp, Yunanistan sınırında yaşananlardan hareketle unutulmuş, daha doğrusu komşumuz Yunanların hatırlamak istemediği, bizimkilerin de çok fazla haberdar olmadığı yaşanmışlıkları yazacağım. Ayrıca unutmadan belirteyim, kalleşler ve sahtekârlar topluluğu Avrupa Birliği, kendi çıkarları söz konusu olunca hele bir de işin içinde Türkiye varsa, ne Yunan askerinin öldürdüğü, gaz bombası attığı, denize dökmeye çalıştığı göçmenlerin insan haklarını görür ne de demokrasi dinler. Eğer o göçmenlerden biri Türk askeri tarafından vurulsaydı ya da göçmen botlarını bizim sahil güvenlik batırmaya çalışsaydı, dünyayı başımıza yıkarlardı. Şimdi bile alçakça suçu bize atıyorlar. Utanmazca para teklif ediyorlar.
İktidara geldiklerinde koşa koşa Brüksel’e giden Avrupa Birliği ile yatıp onunla kalkan mevcut yönetimin bu gerçeği anlaması biraz geç oldu, ama iş işten geçti. Bizimkiler o saçma sapan göçmen anlaşmasını Brüksel ile imzalamasaydı ve İdlib’e kadar beklemeseydi bunlar olmayacaktı. Dedim ya iş işten geçti, ihale bize kaldı.
İçlerinde 20 yıl yaşamış, siyasetçileriyle yöneticileriyle haşır neşir ilişkiler yürütmüş biri olarak Avrupalıların ruhunu bilirim. Aslında onlar gerçek yüzlerini ortaya koyuyorlar, ama ülkemizde Avrupa Birliği’ne tapan, öyle ki sloganlarını bile “Tek Yol Avrupa Birliği” olarak belirleyen aşağılık kompleksli sürüngenlere ne demeli?
Neyse biz gelelim asıl konumuza. İkinci Dünya Savaşı’nın resmen başladığı tarih, Nazi ordularının Polonya’yı işgal ettiği 1 Eylül 1939’dur. Almanlar Avrupa ülkelerinde hızla ilerlerken, faşist Mussolini yönetimindeki müttefikleri İtalya da, 10 Haziran 1940 tarihinde resmen savaşa katıldı.
Daha önce 7-15 Nisan 1940’da Arnavutluk’a giren İtalyan orduları, 28 Ekim 1940’da da, Yunanistan’ı işgale başladı. Almanlar ise Yunanların direnişi kırmak için İtalyanlara yardım amacıyla 1941 yılının Nisan ayından itibaren Mihver Devletlerine katılan Bulgaristan ile birlikte Yunanistan’ı kuşatmaya başladı. İşte bu gelişmenin ardından 1941 yılı Haziran başında Yunan direnişi durdu. Bu noktadan sonra direnişçiler için Türkiye sayfası açılıyordu. Dağlarda, adalarda ve Batı Trakya’da barınamayacaklarını anlayan, çok zor şartlar altında kalan Yunan direnişçiler arasında yapılan değerlendirme toplantılarında çoğunluk, Küçük Asya olarak adlandırdıkları Anadolu’ya geçme kararı aldı.
İkinci Dünya Savaşı’nı girmeyen ve tarafsızlığı seçen Türkiye, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan Yunanlar için en yakın ve güvenli bir alan olarak öne çıktı.
Ülkelerini terk etmek zorunda kalan Yunanlar arasında, yaşanan büyük açlık nedeniyle gelen siviller, Mısır’da kurulan sürgün hükümetine katılmak isteyen askerler ve ana karadan adalara kaçan direnişçiler vardı. Tüm bu insanlar çıkış kapısı olarak Türkiye’yi görmüştü. Evet, 20 yıl önce işgal Anadolu’ya, “Küçük Asya Felaketi” olarak adlandırdıkları bozgunu yaşadıkları topraklara, şimdi hayatlarını kurtarmak için gitmek zorunda kalmışlardı.
Sayıları 60 bini bulan Yunan sığınmacıların bir bölümü daha önce de belirttiğimiz gibi Mısır’daki sürgün hükümetine katılmak için gitti. Bunların önemli bir kısmı Suriye ve Lübnan üzerinden Mısır’a geçti. Ama kalanlara ise Anadolu insanı sahip çıktı, misafir etti. Kimi Yunanları, mübadele ile Türkiye’ye gelip İzmir ve çevre ilçelere yerleştirilen Türkler misafir etti. Özellikle Alaçatı ve Çeşme’deki mübadil Türkler, evlerini yaklaşık 4 yıl Yunan misafirleri ile paylaştılar.
Yunan Komünist Partisi’nin önde gelen yöneticilerinden Alexis Papulyas, sürgün hükümeti ile görüşmelerde bulunmak Mayıs 1942’de üzere gittiği Mısır’dan dönüşte, İzmir’e de uğrayarak bir süre kalmıştır. Türkiye’ye sığınan Yunanlar arasında akrabaları da vardır. Onları ziyaret eden Papulyas, gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyememiştir.
Partisine Ocak 1942’de sunduğu raporda ve savaş sonrasında 1951’de yayınlanan hatırlarında Alexis Papulyas çarpıcı ifadeler kullanmıştır.
“Çok değil 20 yıl önce İngiliz ve Fransızların desteğine güvenerek, topraklarını işgal ettiğimiz, evlerini mallarını yaktığımız Türkler, hepimizi utandırdılar” değerlendirmesini yapan Papulyas, “Türkler, zorda kalan Yunanlara evini, sofrasını hepsinden önemlisi yüreğini açmış. Yunanlar burada komşularının hatta kardeş diyebileceğimiz insanların koruması altında. Bir kez daha anlaşılıyor ki, 4 yüzyıl şu ya da bu şekilde birlikte yaşadığımız Türkler ile düşman olunmaz, olmamalıyız” demektedir.
İkinci Dünya Savaşı’nın en hareketli günlerinde İzmir’e gelen İtalyan gazeteci Alberto Zanotti de, Türkiye’ye sığınan Yunanlar konusundaki izlenimlerini La Stampa gazetesinde 14 Haziran 1943 tarihinde paylaşmıştır.
“Yunanlar, böyle bir komşuya sahip oldukları için çok şanslılar” ifadeleri ile yazıya başlayan Zanotti’ye göre Türkler unutulmaması gereken bir misafirperverlik yapıyorlardı. “Türkiye’nin savaşa katılmaması bir fırsat olabilir, ancak Yunanları evlerine almaları tam bir insanlık örneğidir” diyen Alberto Zanotti şöyle devam ediyordu: “Bu savaş milyonlarca Avrupalının ölmesine, yaralanmasına, evsiz ve yiyeceksiz kalmasına yol açtı. Savaştan kaçanların çoğunluğu sığınabilecekleri bir ülke bulamadı. Ama Yunanlar, bir süre önce yakıp yıktıkları komşularına giderken belki başta kaygılıydılar. Türkler zor durumda kalmış bu insanların halinden anladı. Yunan komşularına evlerini sonuna kadar açtılar. Tarihsel sorunları bulunan bu iki halkın birbirileri ile olan yakın ve samimi ilişkileri örnek alınacak güzellikte göründü bana.”
Aynı dönemde İzmir’e gelen Katolik Kilisesi yardım Komitesi’nden rahibe Madia Berlanga da Türkiye’ye sığınmış Yunanlara yönelik misafirperverlikten çok etkilenmiştir. Yaklaşık 1 ay boyunca Efes Meryem Ana’da kalan rahibe Berlanga, Vatikan arşivlerinde bulunan T.S.W 1725 Gr.ref 1943 kodlu bir dizi belgede, Alaçatı, Foça, Çeşme, Urla ve 1 haftalığına gittiği Trakya’da, Keşan-İpsala-Uzunköprü’de ziyaret ettiği Hristiyanların (Yunanları) durumunu anlatmıştır.
Madia Berlanga, “Müslüman Türkler, Almanlardan kaçan Hristiyan komşularını sadece ülkelerine değil evlerine de almışlar. Avrupa’nın her yanını savaş kasıp kavururken, Yunanlar, Türklerin sağladığı olanaklarla çok iyi bir hayat sürüyorlar. Konuştuğum Türkler, misafirleri için Katolik Kilisesi Yardım Komitesi’nin herhangi bir girişimde bulunmasına gerek olmadığını söylüyor. Yunanlar da, Türkleri doğrulayan sözler ediyor. Bir gün bu savaş bittiğinde, Hristiyanlar Yunanistan’a döndüğünde, Türklerin bu örnek insani davranışını unutmamalarını umuyorum” demektedir.
Birçok belgeli örneğin içinden sadece üçünü paylaşarak yorumu size bırakıyorum.
Belkide mesele gelenlerin yunanli, türk yada suriyeli olmasi degildir, mesele sadece yardima ihtiyaci olanlara kucak acmak, onlari koruma altina alip insanlik göstermektir! Teoman, ne dersin? Biraz insanlik cok fazla bir beklenti mi?
ne alakası var, mülteciler suriyeli,, Türk değil.. Ne alakası var..Türkler Yunanistan kapısına dayanmadı Suriyeliler dayandı..
din kavramini insanlarin arasina sokan ve fikir babasi her kimse……. nifak tohumu ekmis………. bu böyle bilineeeeee