Avatar
Hüseyin Vodinalı

‘Son darbe’: Tucker-Putin röportajı

featured

Hüseyin Vodinalı yazdı…

Bu röportaj öylesine dikkat ve tepki çekti ki, 2000’li yılların en önemli röportajı denilebilir. 

Dünya, üçüncü paylaşım savaşının eşiğindeyken yapılması önemini elbette artırdı.

54 yaşındaki Tucker Carlson ilginç bir figür. 

Röportaja girmeden önce biraz ondan bahsetmek lazım.

Ne de olsa Putin’in yanında röportajın bir diğer yıldızı da O’ydu.  

Normalde ABD’de sağcı muhafazakar kesimin bir sözcüsü. 

6 yıl boyunca Cumhuriyetçilerin televizyonu Fox News’ın ikonik yüzü olan Carlson, Kaliforniyalı bir sanatçı anne ile gezgin (gonzo reporter) bir gazeteci babanın oğlu.

Babası daha sonra ABD’nin resmi radyosu Voice of America’nın direktörü de olacaktı.  Annesi ise Tucker 6 yaşındayken aileyi terk ederek Fransa’ya gitti, Tucker bir daha onu hiç görmeyecekti.  

1979’da Carlson’un babası, Swanson Enterprises’ın varisi, Gilbert Carl Swanson’un kızı ve Senatör J. William Fulbright’ın yeğeni Patricia Caroline Swanson ile evlendi. 

Patricia aile servetinin bir lehtarı olarak kalsa da, Swanson’lar markayı 1955’te Campbell Soup Company’ye satmıştı ve Carlson’un babası evlendiğinde eşi markanın sahibi değildi. 

Bu, Tucker Carlson ve erkek kardeşini yasal olarak evlat edinen Swanson’un üçüncü evliliğiydi.

Tucker, Trinity College’da üniversite (wikipediada yazmasa da Putin eski bir KGB ajanı olarak öğrenmiş; Tarih ana dalında) okudu ama notları mezun olmasına yetmedi. 

Daha sonra CIA’ye girmek için başvurduysa da (Putin röportajda bunu kendisine hatırlattı!) kabul edilmedi. 

Tucker Carlson bundan sonra gazetecilik kariyerine yöneldi. 

Medya dünyasına ilk kez 1990’larda girmiş, New York Magazine, Esquire ve The New Republic gibi birçok önde gelen dergilere yazmıştı.

Bugün müesses (ziyo-con) nizam tarafından neredeyse hain ilan edilirken, aslında yolu olağan şüpheli ana akım medyadan geçmişti.

Bir gece programına ev sahipliği yapmak üzere MSNBC’ye geçmeden önce 2000’li yılların başında CNN’de yorumcu olarak çalıştı.

2009’da girdiği Fox’ta zaman zaman düşük reytingli programlarda çalıştı. Hatta bir kez sabah programında uyuyakaldı!

Yıldızı Trump ile parladı denebilir. 

2016’da Donald Trump’ın başkan seçilmesinden sadece birkaç gün sonra Tucker Carlson Tonight programıyla “prime time”da arzı endam etti.

Carlson iyi bir gazeteciydi. 

Dersine iyi çalışan, konuklarını konuşturmasını bilen, ilişki ağı güçlü olan ve elbette ekran dostu yüze sahip bir kişiydi. 

2022’de ifşa ettiği Covid 19 pandemi komplosu sonrası Fox News tarafından kovuldu. 

O saate kadar en yüksek reyting alan TV programının sunucusuydu. 

Fakat yıldızı an akım medyadan kovulduktan sonra parladı. 

Kendi kurduğu internet kanalında aldığı izlenme oranları Fox News’ü zaman zaman 10’a katladı.

Putin ile yaptığı efsanevi röportaj kendi kanalında yaptığı 73. söyleşisiydi.

Carlson bu röportaj için Batı kampında hain ve casus suçlamalarını göze aldı ve Kremlin’e gitti. 

Batı dünyası Rusya’nın Ukrayna harekatı sonrası Moskova’yı “iptal” operasyonu başlatmış, Putin’i ise “kötü diktatör” koltuğuna oturtmuştu. 

Carlson’un her programı milyonlarca kez izlenirken, Putin ile yaptığı iki saati aşan söyleşisi, en çoğu ABD olmak üzere 200 milyona yakın izlendi.

Siyonist medya kudurdu, Beyaz Saray’da sinir krizleri yaşandı. 

Avrupa’daki NATO finoları ağızlarından salyalar saçarak Tucker’ı istenmeyen adam ilan etti.

Ben ise izlediğim kadarıyla röportajı çok farklı ve çarpıcı bulmadım. 

Genel olarak Vladimir Putin’in pek çok yerde tekrarladığı argümanlardan oluşuyordu. 

Rusya’nın saldırgan değil kendisini müdafa eden konumda olduğunu ve Batı dünyasının üzerlerine topyekün saldırdığını anlattı iki saat boyunca. 

Ki, bence tamamen haklı. 

Putin’in derdi sansasyonel bir reyting patlaması değildi. 

Rus liderin esas hedef kitlesi ABD ve Avrupa halklarıydı.

Sürekli olarak onlara şu mesajı verdi: Biz sizin düşmanınız değiliz, ama sizi yöneten seçilmemiş elitler ve onların kuklaları, sizi ve bizi hedef seçti!

Ayrıca Batı’daki küresel seçilmemiş Davos ve benzeri elitlere oluşan tepkiyi de kullandı. 

Hristiyan ve muhafazakar humanist değerlerden dem vurdu. 

Batılı kamuoyunu ikna için, SSCB’nin çöküşü sonrası ABD, Kanada, Avrupa ve Rusya’yı kapsayan ortak bir güvenlik sistemi önerisinden, bir zamanlar kendisinin Clinton’a NATO üyeliği talebinden (hemen reddedilen) dahi söz etti. 

1990’da Rusya’ya verilen NATO’nun doğuya bir santim bile genişlemeyeceği sözünün 5 kez çiğnendiğinden da bahsetti. 

Bush ile görüşmesinde Avrupa’daki füze savunma sistemini ortak kurma önerisini de anlattı.

Sonra, Ukrayna’daki Nazilerin Batı tarafından adım adım nasıl desteklenerek iktidara geldiğini tek tek gösterdi.  

Bunların hepsi tamamen doğru, bundan şüphem yok.

Bu konuşmaların tamamında alt metindeki esas mesaj, “Kusura bakmayın, biz defalarca ortaklık önerdik reddettiniz, bize Çin, İran ve dünyanın geri kalanıyla işbirliği yapmaktan başka çare bırakmadınız”dı.   

Dediğim gibi, hedef kitle ABD ve genel olarak batılı kamuoyu idi.

“ABD’nin buna (Ukrayna savaşına) ihtiyacı var mı? Ne için? Ulusal topraklarınızdan binlerce kilometre uzakta. Yapacak daha iyi bir işiniz yok mu? Sınırda sorunlarınız var. Göçmenlikle ilgili sorunlar, devlet borcuyla ilgili sorunlar. 33 trilyon dolardan fazla. Yapacak daha iyi bir şeyiniz yok. O yüzden Ukrayna’da savaşmalısınız. Rusya ile müzakere etmek daha iyi olmaz mı?”

İki saat yedi dakikalık röportajın özeti bu paragrafta yatıyor. 

Putin, bu röportajı bir fırsata çevirdi. ABD’ye müzakereye açığım mesajı verdi.

Ama bir mağlup olarak değil, oyunun kazananı olarak elbette. 

BRICS konusu çarpıcıydı: “Rusya’nın bu yıl başkanlığını devraldığı BRICS ülkeleri genel olarak çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Bakın, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, 1992 yılında G7 ülkelerinin dünya ekonomisindeki payı yüzde 47 iken, 2022 yılında bu oran sanırım yüzde 30’un biraz üzerindeydi. BRICS ülkeleri 1992’de sadece yüzde 16’lık bir paya sahipken, şimdi bu oran G7’den daha fazla. Bunun Ukrayna’da yaşananlarla hiçbir ilgisi yok. Bu, az önce de belirttiğim gibi, küresel kalkınma ve dünya ekonomisindeki eğilimlerden kaynaklanıyor. Ve bu kaçınılmaz. Bu olmaya devam edecek. Bu tıpkı güneş ışınları gibi. Güneşin doğmasını engelleyemezsiniz. Ona uyum sağlamak zorundasınız. ABD yaptırımlar, baskılar, bombalamalar ve silahlı kuvvetlerin kullanımıyla nasıl uyum sağlayabilir? Bu kendini beğenmişlikle ilgili. Siyaset kurumunuz dünyanın nesnel koşullar altında değiştiğini anlamıyor.”

Ve finalde Carlson asıl soruyu patlatıyor: ABD’yi aslında kim yönetiyor?

Ancak bu gollük ortaya Putin beklenen hamleyi yapmıyor. 

Topu orta sahada çeviriyor, Amerikan politik sisteminin karmaşıklığından falan bahsediyor. 

Tek somut söylediği: “Baskın olan iki parti var: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. Ve bu parti sistemi içerisinde kararları hazırlayan karar veren merkezler var.” 

O kadar. 

Oysa ünlü Amerikalı film yönetmeni Oliver Stone ile 2017’de yaptığı röportajda çok daha çarpıcı ifadeleri vardı. 

O söyleşi çok daha ilgi çekici ve felsefi açıdan zengindi.

Tabii 2 yıl gibi uzun bir süreç içinde, toplamda 30 saatten fazla süren röportajlarla yapıldığı düşünülürse bu hayli normal kabul edilir.   

Oliver Stone bir gazeteci değil ama politik bir figür ve Kastro ve Putin ile yaptığı röportajlar basın tarihi olduğu kadar sinema tarihine de geçmiştir. 

Putin orada, Kremlin bahçesinde Oliver Stone ile dolaşırken, Stone’ın “Nükleer savaşta kazanacağınıza inanıyor musunuz?” sorusuna, “O savaşı kimse kazanamaz, herkes kaybeder” demişti. 

Batı’daki oligark kuklası liderlerin yanında, kuşkusuz Vladimir Putin, yakın tarihin en önemli politik figürü olarak kayıtlara geçecektir. 

Bu arada Tucker Carlson röportajında bir nokta çok dikkatimi çekti, yazıyı onunla bitireyim. 

Carlson sorar: Peki şu anda dünyada olup bitenlere baktığınızda metafiziğin iş başında olduğunu düşünüyor musunuz? Tanrı’yı iş başında düşünüyor musunuz? Hiç kendinize bunların insani olmayan güçler olduğunu düşündüğünüz oluyor mu?

Putin: Hayır, dürüst olmak gerekirse. Ben öyle düşünmüyorum. Benim görüşüm, dünya toplumunun gelişiminin içsel yasalara uygun olduğu ve bu yasaların ne ise o olduğu yönündedir. İnsanlık tarihinde bu hep böyle olmuştur. Bazı uluslar ve ülkeler yükselmiş, güçlenmiş ve sayıca artmış ve daha sonra alıştıkları statüyü kaybederek uluslararası sahneden çekilmişlerdir. 

Bu sözlerin devamında, ABD’yi Roma İmparatorluğu’na benzetiyor. 

“Muhtemelen örnek vermeme gerek yok ama Cengiz Han’la başlayıp Altın Orda’yı fetheden ordularla devam edebilir ve Roma İmparatorluğu’yla sonlandırabiliriz. İnsanlık tarihinde Roma İmparatorluğu gibi bir şey hiç olmamış gibi görünüyor. Bununla birlikte, barbarların potansiyeli de nüfusları gibi giderek artmıştır. Genel olarak, barbarlar güçleniyor ve bugün söyleyebileceğimiz gibi iktisadi olarak gelişmeye başlıyorlardı. Bu durum sonunda Roma İmparatorluğu’nun ve Romalılar tarafından dayatılan rejimin çöküşüne yol açtı. Fakat Roma İmparatorluğu’nun dağılması beş yüzyıl sürdü. Şu anda yaşananlarla aramızdaki fark, yaşanan tüm değişim süreçlerinin Roma dönemine kıyasla çok daha hızlı gerçekleşmiş olması.”

Özeti: Biz “barbarlar” kazandık, siz “Romalılar” kaybettiniz, şimdi dünyayı yok etmeden uslu uslu gelin masaya konuşalım. 

KAYNAK: https://harici.com.tr/rusya-lideri-putin-amerikali-sunucu-tucker-carlsonin-sorularini-yanitladi/

 

      

 

 

 

 

  

  

     

 

 

 

 

 

‘Son darbe’: Tucker-Putin röportajı

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 18 Şubat 2024, 22:27

    putin’in konuşmasını bende çok çarpıcı ve efsane bulmadım. bilinen şeyler bunlar. ancak rusya’nın saldırgan olduğuna bende katılmıyorum. zira abd ile anlaştığı oranda ukrayna’dan toprak elde ediyor.bu da onu saldırgan yapmaz. ikinci başrol oyuncusu yapar. abd ile anlaşmadan bu savaşı yapmazdı. rusya’nın abd ile olan bağları kızılhaç’a kadar uzanır. çok eskidir. çok dikkate aldığım bir röportaj değil. hiçbir siyasetçinin dünya görüşü enteresan değildir. arka planı yansıtmaz. gerçekten dünyayı doğru okuyanlar gerçeği gayet iyi anlarlar. bu röportaj magazinden ötesi değildir. oliver stone kremlin bahçesinde putin ile dolaşırken”nükleer savaşı kazanacağınızı düşünüyor musunuz” diye soracağına “hitler’in kiraladığı evde daha önce lenin kalırken kaç mark kira veriyordu” diye sorsaydı o zaman büyük bir soru olurdu.

  2. Sevgili Vodinalı, tesadüfen youtube’da cüneyt özdemir’in bu röportajla ilgili yayınını izledim. Bu eğleceden mahrum kalmamanızı isterim.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!