Avatar
Şahin Filiz

Akıl giderse ahlak kalmaz

featured

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

Öncelikle vahşi Fetö sürüsünün kumpaslarına hedef olan Manas’ın babası kahraman komutan Mustafa Önsel’e ve ailesine başsağlığı, melek yürekli aslan Manas’a Tanrı’dan gani rahmetler diliyor; Manas’ın değerli komutan babasının acısını yürekten paylaşıyorum.

Newton fiziğinden uzun uzadıya söz edecek değilim. Ama kısaca bazı bilgiler vereyim, sonraki söyleyeceklerim daha iyi anlaşılabilsin.

Genişlik, Derinlik ve Uzunluk Newton fiziğindeki evrenin üç boyutunu anlatır. Bu klasik mekanizme göre evren çok sayıda akıldan yoksun ve edilgen cismin birbirini anlamsızca ve amaçsızca itip çekmesi, bir araya gelip çözülmesinden ibarettir. Aydınlanma filozofları dinin temel öğretilerinin, Tanrı’nın mucizelerin varlığının, insan ruhunun ölümsüzlüğünün ve benzeri hususların  bilinebilir olmaları halinde, Newton’ın hareket yasalarını ortaya koyduğu gibi akılcı bir şekilde ortaya koyabileceğini varsaydılar. Kısacası, Aydınlanma filozofları, Newton’ın evrensel kütle çekimi yasasını nasıl kanıtladıysa İsa’nın tanrısallığı veya “iyi yaşam” yolunun da aynı şekilde bulunabileceğini düşündüler. Ancak bilimin varsayımları dini ve ahlaki düşüncenin temel ilkeleriyle taban tabana zıtlık göstermiş ve bilimsel sorgulamanın yöntem ve talepleri, bu alanlarda bilgi edinebilme ihtimalini daha böyle bir işe girişmeden ortadan kaldırmıştı.[1]

Yüzyılımızda ise, Einstein’ın Özel ve Genel Görelilik kuramından sonra gelişen parçacık fiziğine göre, Newton fiziğinin bulguları neredeyse temelden değişmiştir. Buna göre  atom molekülleri sırasıyla madde, canlı ve bilişsel varlıklar düzeyinde sürekli bir etkileşimsel evren modelini önümüze koymuştur. En bilinçli varlık olan insan ile cansız madde  karşılıklı etki-tepkiden oluşan etkileşim içindedir ve evrende kendi başına olan, var olan hiçbir şey yoktur. Varlık, etkileşimden ibarettir. Rastlantısal bir mekanizm değil, etkileşimsel bir evren anlayışı artık bugün bilinmektedir. Moleküller, Newton’ın mekanik fiziğinin aksine, amaçsızca ve rastlantısal olarak birbirini itip çekmemekte, tam tersine, bütün evren inorganik varlıktan bilinçli varlığa ya da tersi, birbiriyle etkileşmektedir.

Bu etkileşme, insan gibi bilişsel varlık düzeyinde en etkin ve en bilinçli bir davranış sergilemektedir. En alttaki pasif etkileşim ise inorganik varlıklar için geçerlidir. Başka bir deyişle, en pasif etkileşim, en az varlık, en etkin etkileşim ise en çok varlık demektir. Şu halde insan bilişsel bir varlık olduğu ve en etkin etkileşimsel davranış sergilediği için en bilinçli varlıktır. Ne var ki o da en pasif etkileşimin olduğu cansız maddeye kadar aşağıya doğru, cansız madde de bilinçli varlık insana doğru karşılıklı etki-tepki oluşturarak bu etkileşim her an var olmaktadır. [2]

Türk filozofları Farabi ve özellikle İbn Sina, etki-tepkiden doğan en etkin etkileşimin Tanrı’da gerçekleştiğini düşünürler. Başka bir deyişle, Tanrı hem “akıl eden”, “akıl edilebilen” ve hem de “akıl”dır. Ortaçağ’da yaşamamış olsalardı bu varlığın insan olduğunu da söyleyebilirlerdi. İnsan ya da Tanrı burada dikkat edilirse “akıl” ve onun türevleri ile birlikte anılmaktadır. Akıldan ırak düşen, pasif etkileşim gösterir; belki de olsa olsa canlı etki-tepkisi düzeyinde kalır.

“Yaşam nedir?” sorusuna belki çoğumuz, “sağlığımız yerinde, yiyip içiyoruz, barınacak bir damımız var, iyi kötü nefes alıyoruz, daha ne isteriz ki?” diye cevap verecektir. Yaşamı böyle tanımladığımızda, bilinçli bir insan davranışını değil, en fazla canlı düzeyinde daha az etkin bir davranış tarzını gösteriyoruz demektir. Başka türlü diyelim, insanlıktan uzak düşmüşüz demektir. Zaten madde düzeyine inen bir etkileşim içinde isek, ölmüşüz ya da bitkisel hayata girmişiz demektir.

Şu halde insan madde, canlı ve bilişsel olmak üzere üç temel etkileşimselliği varlığında barındıran bir bilinç varlığıdır. Bedenimiz gibi düşüncelerimiz de atomlardan oluşur. Ama etkin etkileşimsellikte bulunduğumuz sürece akıl ve bilinçle birlikteyiz demektir. Aklı ve bilinci olmayan ya da yeterince etkili bir etkileşimsellik özelliği göstermeyen insan da yok hükmündedir. Bilinç düzeyi yükseldikçe özgür irade, amaçlı davranış ve yaratıcı insan ortaya çıkar. Azaldıkça canlı düzeyine geriler. Öyleyse etkin olabilmek, etkileşimselliği en üst bilinçsellikle gerçekleştirmek anlamına geliyor. Yükseldikçe özgürlük alanı genişliyor; bu alan genişledikçe ahlaki duyarlılık ve titizlik artıyor.  Ahlak mantığa dayanır. Mantıksız ahlak olmaz. Akılsallık ahlaki hassasiyeti sürekli besliyor. Özgürlük alanı genişliyor; davranış çeşitleniyor ve bu davranışlarımızın kökenlerini daha iyi algılayabiliyoruz. Kökenlerini bilmediğimiz davranışlarımız, amaçsal ve ereksel değildir; tıpkı Newton’ın mekanik fiziğindeki varlılar gibi birbirini rastgele itip kakan canlı ya da cansız hareketlerden ibarettir.

Öyleyse akıl varsa ahlak vardır. Akıl davranışlarımızın etkin ve amaçlı olmasını sağlar. Etkin ve amaçlı davranışlar, alışkanlıklara bağlı rastlantısal ve otomatik canlı davranışlarından farklıdır. İkincileri ahlak ilkelerine kördür, sağırdır, duyarsızdır.

Ülkemiz gündemi, Newton fiziğindeki gibi rastlantısallıklar, akıl yoksunlukları ve doğal olarak ahlakın sefaleti için son derece iç karartıcı olaylara sahne olmaktadır. Buna rağmen gençlerimiz, çocuklarımız, geleceğimiz, sürekli akla ve bilince karşı pasif bir etkileşimsellik girdabına çekilmektedir. Uyuşturucu, kumar, hırsızlık, mafya, fuhuş, çete, devleti zarara uğratma ve Cumhuriyet ilkelerini ayaklar altına alma gibi, sadece hayatta kalmaya programlanmış canlı davranışlarının sergilendiği açık platform izlenimi vermektedir. Akıl, bilinç ve özgür irade zayıflamakta; akılsızlık, bilinçsizlik ve kulluk gibi canlı hareketleri revaç bulmaya yüz tutmaktadır. Üstüne üstlük cemaat ve tarikatlar, Türk sufilik geleneğinin tam tersine, tüm bu pasif etkileşim süreçlerini açıktan açığa beslemekte, semirtmektedir.

Onlara akıllı ve bilinçli etkileşimsellik değil, canlı hatta cansız pasif etkileşimsellik içine hapsedilmiş akılsızlar lazımdır ki, onlar lehine güçlendirdikleri canlı etki-tepkileriyle maddeleştirmiş müritlerine egemen olabilsinler. Kendilerindeki akıl, bilişsel insanın değil, kurnaz yırtıcı canlının zekasıdır. Zaten akıllı ve bilinçli insan etkileşimselliğini sergileseler, vahşi hayvanlar gibi ram ettikleri koyunları uyuşturup özgürlüklerini ellerinden almazlar, önce kendilerini insanlaştırırlardı.

Türk insanı vahşi canlı düzeyindeki insan görünümlü Fetö tipi canlıların inorganik arenasına kapatılmış mahpuslar gibi tüm etkin etkileşimselliğinden uzaklaştırılmakta; din işportacıları özgürlük alanlarını gün geçtikçe daraltmakta, Türk halkı akıllarıyla birlikte ahlaklarını da kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Tepkileri madde düzeyine kadar gerilemiş bireylerin sayısı sürekli artarken, “nasıl olur da devamlı dinden söz eden insanlar böylesine insanlık dışı fiilleri işlerler?” sorusu sorulmaktadır. Oysa yeni fiziğe göre etkileşim azaldıkça akıl ve bilinç düzeyi de azalır. Ardından ahlaki sorumluluk duygusu düşer. Çünkü sorumluluk, ancak özgürlük varsa vardır, yoksa yoktur.

Akıl zayıfladıkça özgürlük azalır, özgürlük azaldıkça sorumluluk azalır. Sorumluluk ortadan kalktıktan sonra, “haya duymuyorsan her şeyi yapabilirsin”.

Uyuşturucuda, mafyada, liyakatsizlikte ve eşitsizlikte haya var mıdır ki ahlak olsun? Ahlak var mıdır ki akıl olsun? Akıl var mıdır ki insanlık olsun? Bizim de içinde bulunduğumuz bütün evren hep etkileşimsel bütünlük gösteriyorsa, insan davranışları da aynı bütünlüğün doğal bir parçasıdır.

Newton fiziği ile din ve ahlak yaşatılamaz.

[1] Bkz. Robert C. Solomon, Akılcılıktan Varoluşçuluğa, Çev. Reha Kuldaşlı, Türkiye İşbankası Yayınları, İstanbul, 2020,  ss. 8-11.

[2] www.uzayzaman.com (Erişim Tarihi: 23.05.21, saat: 23:44).

Akıl giderse ahlak kalmaz

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

8 Yorum

  1. 25 Mayıs 2021, 19:16

    Çerçeveletip duvara asılacak bir yazı.Çok teşekkür ederim.

  2. 25 Mayıs 2021, 07:25

    “Yanılıyorsun dostum!” adlı kullanıcıya cevap olarak;
    hayat bu kadar rastsal iken tüm bu kurgunun O’nun elinden çıktığını iddia etmek kadar yanlış değildir sanırım!
    Ben, Tanrı’yı böylesi bi evrenden kurtarmak için onu yok bilmek zorundaydım. O’na emanet verdiğim her türlü yüce değeri ondan geri almak zorunda kaldım.
    Bu değerleri O’nun bu evreni bu haliyle yaratmış olduğu iddiası üzerinde aynı yerde tutamazdım.
    Bi bakın şu evrene, işleyişine. Bırakın o ismi, bu ismi; mutlak söz sahibi doğadır, kaostur. Onu dinleyin. Herkes onu dinledi.
    O bahsettiğiniz isimler de onu dinledi. Gelişigüzelliğin izlerini evrenin her köşesinde görebilirsiniz.
    Galaksideki başı boş yıldızlara bakın. Sayıca bi sahildeki kum tanelerinden bile daha fazlalar… Diyeceksiniz ki hepsinin bi görevi var. Hayır yok efendim. Hiç olmadı.
    Şimdi biraz da yeryüzüne dönelim; hadi insana gelelim, onun başlangıcına!
    1 yumurta hücresini dölleyebilmek için telef olan bilmem kaç milyon canlı sperm hücresinden bahsedelim…
    1 yumurta hücresi için milyon tane bi başka hücre; ve tek bi tanesi (burada dahi gelişigüzelliğin izi var, yumurta ikizleri gibi…) nihai mağlubiyeti için “galip” gelmek üzere “tasarlanmış”…
    Tasarlanmış öyle mi, hem de Tanrı’nın elinden!?
    Ayrıca nasıl bi benzerlik var değil mi yıldızlar ile; aynı savrulma ve rastsallık. Böyle bi tasarımı Tanrı’ya ben mal edemem; O’nun için edemem; yani insanın O’nun ismi üzerinde keşfettiği ve yarattığı
    her kutlu değer için edemem. Yani benim için, yine insan için edemem… Sizler edin! Ben, artık kendime tek bi süslü yalana ikna edemeyecek kadar yorgunum. Hani o bilmem kaç milyon sperm hücresinden telef olanlar var ya,
    işte onlardan biriyim. Sizler yumurtaya varanlar olun ama bilin ki doğa size de bana da aynı nihai hedefi çizmiş, yani hiçliği!..

  3. 24 Mayıs 2021, 20:33

    “O masum civcivi belli bi düzen içinde tavuk yapıp sonra bize yem eden her ne ise asla övgüye layık değil.” diye belirttiğiniz düşüncenizin “sonra” bağlacından önceki “O masum civcivi belli bi düzen içinde tavuk yapıp” cümleciğinizde anlaşılan Tanrı’nın tasaffurudur ama sonraki “bize yem eden” cümleciğinizde anlaşılan asla ve asla Tanrı’nın tasarrufu olamaz! O sadece ve sadece “insanın kendi tasarrufudur” aziz dostum! Onu kendine yem eden insanın kendisi değildir diyebilir misiniz, peki vejeteryen insanlara ne diyeceksiniz? Üzgünüm, yanlış hükmünüzden Tanrı’nın aslında var olmadığını sadece bazılarının zihninde olduğu sonucunu çıkartamazsınız. Naçizane tavsiyem, öncelikle insan denilen varlığın aslının, onun ruhu olduğunu ve bedenini kullandığını ve ilkinin metafizik ama ikincisinin fizik bir varlığa sahip olduğunu fark etmenizdir. İnsanlar bunu fark edemedikleri için fizikî bedenlerini kendileri zannetmekte ve bedeninin yaşaması için besleneceğine, bedenini beslemek için yaşamaktadır. “Kendini bilmek” denilen bu gerçeği idrak etmek pek kolay değil ama mümkün. Derviş Yunus Emre şunları söylemiştir: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”/ “İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nasıl okumaktır?”/ “Beni bende demeyin, Ben bende değilim – Bir Ben vardır bende, benden içeride.”
    Buna benzer şekilde Hacı Bayram Veli de şunları söylemiştir: “Bilmek istersen seni, Cân içre ara cânı. Geç cânından bul ânı, Sen seni bil, sen seni.”

    Bu dizeler size çok anlamlı gelmeyebilir belki ama adamlar 7-8 asır önce “kendilerini bilmişlerdir.”

    Son söz: O ne kadar istemişse biz o kadar yaşayabiliriz, ne eksik ne fazla. Tasarımcı O, eseri ise görülen fizik evren ve görülemeyecek olan metafizik evren! Onun cevabını veremeyeceği soru, varlığının başlangıcı ve sonu, çünkü ikisi de yok. O, mutlak tekillik! Akılların idrak edemediği, adı konulamayan yâni akıl ötesi! Fizik ve hatta metafizik ötesinde olduğu için Onu yok zannetmek ne kadar doğru?

  4. 24 Mayıs 2021, 19:10

    Sayın hocam, yazınızın 7. paragrafındaki 2. cümleniz olan “Bedenimiz gibi düşüncelerimiz de atomlardan oluşur.” cümlesi eğer bahsettiğiniz atomlar maddeyi oluşturan atomlarsa kesinlikle yanlıştır, çünkü “düşünce” denilen varlık soyut varlıktır; yâni eni, boyu ve kütlesi olmadığı için ölçülemez ve fiziksel varlığa sahip değildir. O yüzden tıpkı ruh gibi o da metafiziktir! Sırrını insanlar bilemez sadece Allah bilir! Bu yaptığım düzeltme, yazınızın asıl konusuyla ilgili değildir ama çok önemli bir felsefî ayrıntıdır. Genel okuyucuyu belki fazla ilgilendirmez ama tekrar değerlendirmenizde fayda vardır.

  5. 24 Mayıs 2021, 07:31

    Yaşam direniştir; evrenin üzerimizdeki rastlantısal tavrına karşı gösterdiğimiz ciddi bi direniş.
    Bu direnişi gösterdiğiniz kadar hayattasınızdır. Sanıldığı gibi teslimiyet, başarı sayılamaz.
    İnsan denilen varlık için de bu direniş temel olarak akılda her şeyden şüphe duymak ile başlar.
    Şüpheyi bi köşeye iten kişi insanlığını da en temelden bi köşeye itmiş ve pisliğin her türlüsüne de kapıyı ardına kadar açmış olur.
    Ayrıca mutlak olan kaostur efendim; tüm düzenler geçicidir. Evrene karşı geçmiş insanların yaşadıkları illüzyonlar, onları sorgulamayıp efsaneleştiren bizler için delüzyonlara dönüşmüş durumda.
    Gerçeklikten koptuk, onlar gibi illüzyonda dahi değiliz.
    Yaşadığımız delüzyonlar öyle ki; kaosun tüm işaretlerine rağmen, tüm keşiflerimize rağmen hala bi ahmak gibi mutlak düzene inanıyoruz ve onu arıyoruz…
    Hayır efendim, eğer hala hala anlamlı ve övgüye layık bi şeyler arıyorsak onu da yine kaosun kendisinde bulabileceğimizi bir an önce kabullenmemiz gerekiyor!
    Düzenlerin masumiyetlerini de lütfen tüm ömrünü bi fabrikada geçirmiş ve sonra kendini “ahlaklı mı, ahlaksız mı belli olmayan” bi insanın sofrasında bulmuş bi tuvuğa sorun.
    O masum civcivi belli bi düzen içinde tavuk yapıp sonra bize yem eden her ne ise asla övgüye layık değil. Ahlak diyoruz, düzen diyoruz, halbuki böyle daha da kirleniyoruz…
    Üzgünüm, artık gerçekleri konuşmamız gerektiğini düşünüyorum, ütopyalarımızı değil! ,
    Tanrı için de şunu söylemek isterim; Nietzsche gibi duygusal davranıp o öldü diyemem; ama onun ömrünün bizim ömrümüz kadar olduğunu söyleyebilirim.
    Yani o, biz ne kadar yaşarsak o kadar yaşayacak…

  6. Aydınlanma döneminin filozofları, Newton yasalarında ortaya konmuş olan; herhangi ereksel bir düzen ihtiva etmeyen rasgele çekim kuvvetleriyle ortaya çıkmış bir evren bilgisine sahip oldukları için insana ait düzenin kalıcılığının sağlanması ancak doğaüstü manevi varlığın müdahalesiyle mümkün olabilir düşüncesindeydiler. Dini ve ahlaki değerler ancak bu temel üzerinde inşa edilebilirdi. Yazının giriş bölümünde atıfta bulunulan 1 no’ lu tümcede ”bilimin, doğaüstü yaratıcı paradigmasını geçersiz kıldığı ve bu bağlamda din ve ahlakın kalıcı düzenin temini için yeterli olamayacağının anlaşılmış olduğunun” ifade edildiğini görüyoruz. Yazının sonunda ise bu kez modern fizik bağlamıyla ilişkilendirilmiş biçimde yeniden ahlaki kaygının etraflıca üzerinde durulduğu görülüyor. Ancak bu ilişkilendirmenin tam olarak nasıl kurulduğu anlaşılmadığı için ahlaki değerlere ilişkin yaklaşım yazının giriş ve sonuç bölümlerinde çelişik bir biçimde açıklanmış oluyor.
    Kökenini bilmediğimiz davranışlar ereksellik taşımaz değerlendirmesi bilimsel bir argüman olamaz çünkü evrenin toplamda ne ereksel ne de karşıtı bir hüviyet taşıdığına dair nihai bir bilgiye sahip değiliz. İnsandaki gibi yüksek bilişsel yeteneğin ahlaki normları a priori olarak içerdiği gözlemi ister aydınlanma ister gününüz felsefi öğretisi için aynı derecede sezgiseldir ve birinin diğerine üstünlüğü için farklı iki fiziksel bilginin ( Newton ve quantum) gerekçe olarak sunulması adına yeterince bilimsel veriye sahip değiliz.
    Son olarak mafya ya da hurafeler gibi modern devletlerin büyük ölçüde tasfiye ettiği kurumların/anlayışların esasında dünya üzerinde bilinçli bir biçimde korunduğu ve günümüz üretim paylaşım çarkında bir amaca da hizmet ettiğini-sömürünün sorun çıkmadan devamını sağlamaya yarayan- ereksel bir mekanizma olduğunu da unutmamamız gerektiğini ifade etmek isterim.

  7. Yokluk insana kendini unutturur. Türk insani yokluk ile terbiye edilip, insanligi, ahlaki unutturuldu. Ac kalmayacak kadar önüne ekmek atilarak yapildi ve hala yapiliyor bu. Ayni durumu devletler ölceginde de gözlemlemek mümkün. Toplum mankurtlarindan kurtulacak cesareti göstermedikce bu makus talihinden kurtulmasi mümkün degil.

  8. Küçük yaşlardan beri din eğitimi aldık tarikatlarda. Köle gibi kullanıldık Hocam. Bir zamanlar aktif olarak destek verip dini kullandıklarını ve insanlık düşmanı olduklarını gördüğüm FETÖ dahil bazı tarikatlar birer ajan yuvasıdır. Allah bizim de günahlarımızı affetsin. Aklımızı askıya aldık. Cahildik.
    Din ve iman yürekte yaşatılmalıdır. Yazdıklarınız can evinden vuruyor onları. Her kelimesi doğru.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!