Şahin Filiz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. ‘Değnek demeti’ mi ‘üç ok’ mu?

‘Değnek demeti’ mi ‘üç ok’ mu?

featured

Şahin Filiz yazdı…

Faşizm, tekil şeylerin birbirine bağlanarak güçlü bir birlik oluşturmasını temsil eden, birebir anlamı ‘değnek demeti’ olan Roma sembolü fasces’ten geliyor. Sarah Bakewell, “ideologlar ne zaman gerçek ya da mühim özgürlükten söz etse, bunun normal, sıradan özgürlüğün pahasına yapılacağından genel olarak emin olabilirsiniz. Bunu bir de fevkalade bir belagatle yapıyorlarsa, yaşanacak gerçeklik muhtemelen sefalettir”[1] der.

Etnik bölücülük ve mezhepçi dincilik, ayrı kategorilerde ama aynı zihniyetle tüm tekil değnekleri, yani bireyleri bir demet haline getirmeyi temel hedef kabul eder. Kategorileri ayrıdır ama tekil olanı birörnek ve tek tip demette toplayıp renksizleştirir. Her ikisi de Cumhuriyet’i ve onu kuran iradeyi; Atatürk’ü, Atatürk’ün yol ve kader arkadaşlarını faşistlikle suçlamaktan geri durmaz. Oysa Cumhuriyet ne dinsel ne de etnik referanslara dayanmamakta; hiçbir Türk yurttaşını tek bir demete sıkıştırıp birörnek birey yapmamaktadır. Bunun en yalın kanıtı, adalet, liyakat, yurttaşlık, hukukun üstünlüğü, inanç, düşünce ve vicdan özgürlüğü, insanın temel hak ve özgürlükleri ve tabii ki bütün bunların belirleyici garantisi olarak ülkenin ve Türk milletinin bölünmez bütünlüğü ilkelerinin ne bir dine ne de bir etnik yapıya dayandırılmasıdır. Asıl laiklik derin anlamını bu noktalarda bulur. Marksist-Leninist PKK terör örgütü, şimdilerde “zamanın ruhu” mezhepçi dinciliğin jargonlarını kullanarak mikro-ırkçı ideolojisini “Apo Açılımı” adı altında koskoca Türk devletine dayatmayı denemektedir. Hizbullah’la kanlı bıçaklı görünmesine bakmayın. Irkçı söylem onları bir araya getirmeye yetiyor. Terör örgütüyle iltisaklı Dem partililerden her biri gün geçmiyor ki bu dincilik-ırkçılık ortaklığını Cumhuriyet’i yıkmak ve ülkemizi parçalamak için açıkça ilan ediyor. Örneğin “İmralı Heyeti”nde yer alan biri, “Cumhuriyet Allah’ı sildi” diyebiliyor. Sanki Allah, kitap, din çok da umularındaymış gibi.  50 bin Türk gencini şehit ederek mi Allah’ın adını yazdınız? Ama gel gör ki, İslam dini ile yetinmeyen şeriatçı tarikatçı yapılar bundan pek de rahatsız değiller. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı kim olursa olsun, aynı safta olmaktan mutluluk bile duydukları apaçık. 

Mezhepçi dincilik, her bireyi aynı mezhepte, aynı tarikat ya da cemaatte tek tipleştirir. Aynı dinden başka mezhepler, farklı bir dinden daha yaman düşmandır. Çünkü dincilik pazarına talip olacak ilk gruplar, kendi dininden olanlardır. Onun için başka dinlere ve din mensuplarına geçici de olsa “hoşgörü” ile yaklaşırlar. Asıl rakipleri kendi dindaşlarıdır, kendi mezhepdaşları değil. Bu durum yalnız İslam dini ve onun tarihindeki mezhepler çatışmasından ibaret değildir. Benzer mezhep dincilikleri ve mezhepler arası çatışmalar Yahudilik ve Hıristiyanlık teolojisi ve tarihi için de geçerlidir. Ne var ki gücün getirdiği egemenlik ve sömürgecilik Yahudi ve Hıristiyan dünyasının tekelinde olduğu için mezhepler çatışması ve mezhepçi dincilik çok görünür değildir. Öyle ki tehlike olmaktan çoktan çıkmıştır. Çünkü Batı, etnik ayrımcılık ve mezhepçi dinciliği geriletmiş; kendi toplumlarını dinsel ve etnik referanslara göre değil, laik ve seküler ortak insanlık değerlerine göre eğitip yönlendirmişlerdir. Ancak ‘Doğu Sorunu’ Batı için 800 yıldır sömürge politikasının değişmez mottosu olmuş; Avrupa’da bilim ve teknolojideki gelişmeler Doğu’yu giderek sömürülecek bir meta gözüyle görmeleri ve ona göre tavır almaları sonucuna götürmüştür. 15. Yüzyıldan itibaren Avrupa ulus devlet modelini benimsemiş; etnik ve dinsel ayrımcılığı kendisi için değil, Doğu için sürekli silah olarak kullanmıştır, hala kullanmaktadır.

Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye yapılanlar ortadadır. Ezici çoğunluğu Müslüman olan bu ülkeler darmadağın olmuştur. Hoş gerçi, önceki rejimleri de sütten çıkmış ak kaşık değildi. Belki de bu sonu, önceki rejimlerin yanlış politikaları doğurdu. Nitekim öyle oldu. Bugünün Irak’ını, Libya’sını ve Suriye’sini dünün rejimleri hazırladı diyebiliriz. “Kendi varlığını küçümsemekten daha ağır bir varoluşsal hastalık yoktur” sözü uyarınca, Arap-İslam dünyası, dünlerine ve yarınlara dönüp kendi varoluşsal ağırlıklarını koruyamadılar. Seçtikleri liderler ortanın altı, özgüvensiz, cahil ve diktatördü. Bu tercih Arap dünyasının içten çürümesine ve dışarıdan müdahaleye açık hale gelmesine yol açtı. 

Eski rejimler yıkıldı; son Mohikan Esad da ülkeyi apar topar terk etti. Peki, şimdiki durum, eskileri bile aratacak vahamette değil midir? Bir ülke kendi iç sorunlarını dışarıya bağımlı formüllerle çözmeye kalkarsa, sonunda etnik ve mezhepsel ayrışmalarla dağılır gider. Önümüzdeki en canlı örneği Suriye’dir. Avuç içi kadar ülke deyim yerindeyse kırk parçaya bölünmüş durumda. İç savaş için neredeyse tüm gruplar ürkütücü bir sessizlikle hazırlık içindeler.  Bütün bu sefalete rağmen ne gariptir ki ülkedeki mezhepçi dinci gruplar da etnik bölücüler de memnun görünüyor. Oysa gün geçtikçe bunlar arasında toprak ve sınır kavgaları baş gösterebilir. Öyle ki İsrail Şam’ın kalbine kadar elini kolunu sallayarak, canı sıkıldıkça önüne gelen her şeyi bombalayıp ateş topuna döndürerek ilerlerken maşallah bizim acar Şeriatçılar, tarikatçılar, cemaatçiler ve İslam’ı kimselere kaptırmayan bir kısım siyasetçilerimiz hiçbir rahatsızlık duymuşa benzemiyor.  ABD ve İsrail BOP’un hamileri olarak bu mutlulukta büyük pay sahibi olmalılar. 

Doğu’ya yani İslam dünyasına yönelik 196 altı yıl süren Haçlı Seferleri (1095-1291) ile  Doğu sorunu başlamış ve bugün ABD ve İsrail onu BOP olarak yeniden karşımıza çıkarmıştır. BOP, Haçlı zihniyetinin bugüne taşıdığı Doğu sorunun yeni adıdır. Evet, Haçlı zihniyet için genel olarak Doğu, özel olarak İslam ve Türk dünyası bir sorundur ve bu sorunun kendi lehlerine çözülmesi için her türlü aracın devreye sokulması gerekir. İşte bu araçlardan biri mezhepçi dincilik, ikincisi de etnik bölücülüktür.

Tarikatlar ve cemaatler, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve devrimlerine, laik sosyal hukuk devleti ilkelerine, müreffeh ve çağdaş bir Türk toplum yaşamının gereklerine, bilim ve teknolojide Batı uygarlığını aşan ilerlemeci anlayışa en hafif deyimle hep düşmanca tutum takınırken bilerek veya bilmeyerek Batı’nın Doğu sorununun doğal taraftarı olmaktadırlar. 

Kürtçü bölücülüğe gelince…En faşist Kürtçü-bölücü terör yandaşları da iyi bilirler ki, Türk milleti içinde hiçbir zaman etnik ayrışma söz konusu olmamış; hatta gerginlikten bile söz edilmemiştir. Türk milleti içinde kimse kimseyi ırkından, milliyetinden, mezhebi ya da inancından dolayı toplumsal düzlemde hor görmediği gibi farklılıkları aklına bile getirmemiştir. Pahalılık, yolsuzluk, geçim sıkıntısı; eğitim- öğretimde fırsat eşitliğini tehdit eden yanlış politikalar, liyakatsizlik, adaletle ilgili sorunlar, hukuki sorunlar ve benzeri bütün hususlarda Kürt olsun olmasın herkes etkilendiğine olduğuna göre, kimseye leh ya da aleyhte gerek hukuki gerekse siyasal ayrımcılık veya ayrıcalık tanınmadığı halde, “Kürt Sorunu” yalanı sürekli tekrarlanmaktadır. “Kürt Sorunu”, tıpkı “Ermeni Soykırımı” gibi, emperyalist bir yalandır. Dağıtılan Arap ülkelerinde “Arap Baharı” yalanı ne idiyse, bu da bizdeki versiyonudur. “Türk Baharı” demeyeceklerine göre, “Kürt Sorunu” diyeceklerdi ve bu yalan, Haçlıların Doğu Sorunu adını verdileri Doğu düşmanlığının izdüşümünden başka bir şey değildir. Yoksa Kürtleri çok sevdikleri söylenemez. Batı, Doğu sorununu Arap dünyasında “Arap Baharı”, Türkiye’de “Kürt Sorunu” olarak güncellemiştir.

İşte faşizmin kökeni Haçlı zihniyetinden doğan Doğu sorunudur. Doğu sömürülecek üçüncü dünyadır. Toprağı değerlidir ama üzerinde yaşayanlar Batılılar kadar değerli değildir. Düşünceleri budur. Emperyalizm, tüm mezhepsel farklılıkları iç ve dış aktörlerle kışkırtarak laik Cumhuriyet’in; tüm etnik grupları bir araya getiren “Türk milleti” kavramının üzerine  sürerek etnik faşizmin aleti PKK’yı ve birbirleriyle boğuşan şeriatçı (İslam’ı kullanan militan siyasal dincileri) grupları Doğu sorununu kendi lehinde nihai surette çözmek için her fırsatta kullanmaktadır. Emperyalizm, etnik ve mezhepçi faşizme kendi ülkelerinde set çekerken Doğu’da fonlamaktadır. 

Fonlanan taraflar, anlatılan kendi hikayeleri değilmişçesine mutlu mesud olan biteni alkışlamakta; öyle ki Atatürk’e, Cumhuriyet değerlerine, laikliğe, çağdaşlığa, uygarlığa ve bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’ne sıradan bir insana yakışmayacak hakaretler ve küfürler savurabilmektedir. 

PKK terör örgütü ile iltisaklı DEM, Kürtlerin sözcüsü gibi konuşma hakkına sahip olduğunu savunuyor. Türkiye’de “karışmamış bir ırk yok; hatta Türk diye bir ırk yok, neden Türk milleti densin ki?  Ama Kürt Sorunu var” sloganıyla özetleyebileceğimiz bütün fikirleri işte birbiriyle çelişkili, mantık dışı, akıllara zarar bu sözlerdir. Bütün ırklar karıştıysa Kürt olan yurttaşlarımızı nasıl tespit ediyorsun?  Kafatası ölçümü mü yaptın? Kürtler dışındaki herkesin ırkı birbiriyle karışmış ama sadece Kürtler saf ırk olarak kalmışlar, öyle mi? Propagandaları bunu kastediyor. Adolf Hitler’den ne farkınız var? “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Türkiye halkına Türk milleti denir” mi faşist bir söylemdir yoksa “Kürtler dışındaki bütün ırklar karışıktır, ama Kürt sorunu vardır” yalanı mı faşist bir söylemdir? Kürt’üm diyen yurttaşlarımıza en büyük kötülük budur. Onları Türk milleti’nin doğal parçası olmaktan çıkarmak ırkçı faşizmdir. Terör örgütü ve ele başının isteği de sonu sefalete varacak  bu zorbalıktır. “Kürtler Türkiye’nin asli unsurudur” sözü doğru ama Colani’nin “Kürtler Suriye’nin asli unsurudur” demesiyle aynı zamana rastlaması anormaldir. İç içe geçmiş Türk milletini önce parçalara ayırıp sonra bütünleştiriyormuş gibi konuşmak devlet aklının yapacağı bir şey değildir.

Mezhepçi dincilik de Doğu sorununun bugünkü adıdır. Türk toplumunu, tıpkı Ortadoğu’daki mezhepler bataklığına çekmek ve aynı akıbete sürükleyen yanlış söylem ve politikalar üretmek Doğu Sorununun diğer kanadıdır. Haçlı zihniyeti İslam dinini kendi yalınlığı ve barışçıl öznelliği ile özümseyen, onu ulusal kültürünün bir parçası kabul eden özgür Türk yurttaşları olsun istemez. Onun istediği, aynı dinin mensupları tıpkı “barış ve demokrasi getirdikleri” Ortadoğu’da olduğu gibi-birbirini boğazlasınlar.

 Bunu mu istiyorsunuz?

Bölücü terör örgütü ideologları, “Demokrasi, barış, halkların özgürlüğü” kavramlarını sıklıkla kullanarak “saf ırk”tan müteşekkil bir fasces yani değnek demeti, yani faşizm üretme niyetindeler. Cumhuriyet, hayallerine sığmayacak bir demokrasi ve kardeşlik getirmişti. Normal ve insani demokrasiyi bırakıp Türk milletine karşı  terörist başının ırkçı faşizminden demokrasi ve barışa  “katkı” bekleyecek kadar aklımızı peynir ekmekle yemedik.  “Halklar”, çok tehlikeli ve bir o kadar da ilkel bir söylemdir. Bugün bir etnik grup için belagatle yapılan “demokrasi” ve “Türkiyelilik” söylemi nasıl ülkemizi dışarıda ve içeride sefalete sürüklemeye yarıyorsa, yakın gelecekte “başka etnik” grupların da aynı savlarla ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Siz Cumhuriyet’e ne verdiniz ki ondan ne istiyorsunuz? 

Cumhuriyet, her türlü etnik ve mezhepsel faşizme; Türk milleti ve devletini hedef alan “Doğu Sorunu”, “Kürt Sorunu” ve BOP’a karşı yıkılmaz kalemizdir. Bu üç adın toplamı etnik ve mezhepçi faşizmdir. Dün ve bugün hiçbir millete huzur, insanlık ve güzel yaşam sağlamamış olan bu faşizme, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti geçit vermeyecektir. 

“Değnek Demeti” olmayacağız; Oğuz Kağan’ın üç oku olacağız. 

[1]  Hümanistler: Özgür Düşünme, Sorgulama ve Umudun 700 Yıllık Tarihi, Çev. Gökçe Çakmak, Domingo Y., İstanbul 2024, s. 286.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!