Avatar
Şahin Filiz

Dinler tahterevallisi: İsrail-Hamas savaşının teolojik kökleri

featured

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

İsrail-Hamas savaşı bugün itibarıyla 11. Gününe giriyor. Hamas’tan önce, Gazze aleyhine orantısız bir savaş olduğunu ve masum sivillerin acımasızca bombalandığını, bir an önce İsrail’in bu katliamı durdurması gerektiğini vurgulayalım. Savaşı siyasi, stratejik ya da jeopolitik yönden ele alıp analiz yapmaktan çok, dini arka planı üzerinde duracağım. Hamas’ın Filistin Kurtuluş Örgütü’nden rol çaldığını, Gazze’deki sivillerin üzerine ölüm yağdırılmasına en temel neden olduğunu ve savaşın sonunda neler olabileceğini işin erbabına bırakıp teolojik analizlere geçelim.

Her şeyden önce Filistin davası, Filistin halkının ulusal bir davasıdır. İslam topraklarını Yahudilerin elinden kurtarmak değildir. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün böyle bir amacı yoktur. Çünkü İsrail karşısında bağımsız bir Filistin Devleti kurma ülküsü çok uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür. Diğer yandan, Filistinlilerin hepsi Müslüman değildir. Aralarında ateist, deist ve Hıristiyan Filistinliler de vardır ve hepsi birden Filistin davasını ulusal bir dava olarak savunmaktadır. Ne var ki İsrail’in desteğiyle kurulan Hamas, bu haklı seküler, siyasal ve ulusal mücadeleyi dinsel bir merkeze çekmeye çalışmaktadır. Şaibeli bir örgüt, ulusal Filistin davasını, din ve ümmet davası gibi gösterecek söylemlerle İsrail’in dinsel belleğini yeniden canlandırmış görünmektedir.

İslam dünyasındaki dinci örgütler ile Yahudi dünyasındaki dinci örgütler, İsrail-Filistin gerginliğini sürekli teolojik bir alana çekmeyi ve din merkezli karşılıklı bir nefrete dönüştürmeyi başaramasalardı, belki de bağımsız bir Filistin Devleti kuruluş sürecini daha hızlandırmış olabilirdi. İki tarafın dincileri yüzünden, üç dinin kutsalı olan Kudüs’ün, İsrail’in başkenti olarak tescil edilmesi ile sonuçlanan dinci politikaların sonucunu hep birlikte görüyoruz. 

Genel olarak Arap-İsrail çekişmesinin en kanlı sonuçlarından biri olarak bugünkü acı olaylar, bu kavganın temelinde iki dinin tahterevallisinin yattığını bize bir kez daha göstermektedir.

İki din diyorum; ilki Yahudilik, ikincisi İslam’dır. Yahudilik, İslam’ı, Hıristiyanlığa göre daha yabancı bulur. Başka bir deyişle, tarihsel süreçte zaman zaman bir kısım mensupları arasında çatışmalar çıkmışsa da Yahudilik ile Hıristiyanlık, teolojik açıdan birbirine daha yakın, hatta iç içedir. Yahudilik ile Hıristiyanlık bir cephede, İslam diğer cephede görünüyor. 

İsrail-Hamas savaşını iki dinin tahterevallisiyle analiz ederken, Yahudilik ile Hıristiyanlığı bu analizde tek bir din gibi sınıflandırıyorum. Nedenini yazının sonunda belirteceğim. 

Şimdi iki dini, bu savaş bağlamında karşılaştıralım

Yahudilik, MÖ 3000-2000’li yıllara kadar giden eski bir tarihe sahiptir. Tevrat (Torah) ve diğer 39 kutsal kitap külliyatıyla yazılı tarihleri, yalnız dinsel değil beşerî olaylar ve hükümleri içine alır. Yazılı kültür bakımından güçlü bir gelenek kurmuşlardır. Kutsal külliyatın tümüne Tanakh denir. Bu nedenle Tevrat, dinsel olduğu kadar ulusal kitaplarıdır. Varlıklarını ve mücadelelerini Tevrat’a ve onun tamamlayıcısı olan diğer kutsal kitaplarına borçludurlar dersek Dinler Tarihçileri ile ters düşmeyiz. Yalnız Tevrat ile diğer kitaplar arasındaki farkı belirteyim. Tevrat ( özellikle ilk beş kitap, Torah) ana metindir. Ana metinlerde Yahudilik, evrensel bir din olarak geçer ve “Yahudi olmayanlara karşı zulüm ve baskı” kesin dille yasaklanır. Yahve (İsrail Tanrısı), bütün insanların tanrısıdır. Ne var ki Sözlü Talmud ve Rabbinik din yorumları, dini yalnız İsrail oğullarına ait gösterir. Tanrı ile ahitlerini bozarak ona karşı inanç ve ibadetlerinde kusurlu davranan İsrail oğulları, tarihte çeşitli sürgün ve felaketlerle terbiye edilir, ancak tövbeleri kabul edilir ve tekrar tekrar Tanrı ile ahitleşmeye devam edilir.  Ancak bu çelişki sadece sözlü gelenekle sınırlı kalmaz. Yazılı gelenek Tevrat bazı konularda olduğu gibi burada da çelişkidir: “Rab bu kavimlerin tümünü önünüzden kovacak. Sizden daha büyük, daha güçlü kavimlerin topraklarını mülk edineceksiniz. Ayak basacağınız her yer sizin olacak. Sınırlarınızdan Lübnan’a, Fırat Irmağı’ndan Akdeniz’ uzanacak”. (Torah, Tesniye 11/21-28).  

Tevrat’ta İsrail oğulları bazen tüm milletlere üstün tutulur, bazen de lanetlenir. Tanakh baştan sona çelişkiler ve tereddütlerle doludur. Yahudilikteki kafa karışıklığı Tanakh’a daha eleştirel gözle bakılmasının yolunu açmıştır.

Benzer tereddüt ve kafa karışıklığı Müslüman dünya için de geçerlidir. Kur’an, İsrail oğulları’nı açık bir dille “bütün alemlere üstün tuttuğu”nu ilan eder: “Ey İsrail oğulları! Size vermiş olduğum nimeti ve sizi alemlere tercih ettiğimi, üstün tuttuğumu anımsayın” (Kur’an 1/122; 44/32; 45/16; 2/63-64). Bir zamanlar “alemlere tercih edilen İsrail oğulları”nın yine Kur’an’ın Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir” (3/112-113) ayetiyle aşağı çekildiklerini görürüz. Tıpkı Tevrat’ta olduğu gibi Kur’an’da da Yahudiler konusunda tereddütler ve birtakım çelişkiler gözlemlenmektedir. İki dinin teolojik tahterevallisi, Araplar ve Yahudiler arasındaki husumeti, asırlarca bitip tükenmeyen gergin bir tarihe hapsedecektir.

Tevrat’ın doğasında ulusallık var demiştim.¹ Kur’an ve yorumcuları, Yahudiliğe göre İslam’ın evrensel olduğu noktasında birleşirler. Ne var ki Kur’an dilinin Arapça olması, Araplara hitap eden ayetlerin bulunması (Tıpkı Tevrat’ın İsrail oğullarını bir yüceltip bir eleştirdiği gibi) Kur’an’da, Hadislerde ve Kur’an ilimlerinde Araplar hakkında leh ya da aleyhte kesin bir yargıya varmamızı güçleştiriyor. İslam evrensel ise, Araplara özgü dil, kültür ve hitap tarzını benimsemiş olmakla ve “Yahudileri bir üstün tutup bir zilletle anması” ile yerel olduğu izlenimi edinilmesine yol açmaktadır.

Kur’an evrensel mi tartışmasına bağlı olarak Müslümanları “ümmet çatısı” altında tutmak için sabit politik nitelikli nass önerilmemektedir. Ama diğer yandan da, “ulusal”lığı, belki Araplar aleyhine değil ama diğerleri aleyhine reddetmektedir. Tevrat bağlılarına nazaran Kur’an bağlıları buna göre, daha az şanslı görünüyor. Ne ümmet ne de millet olabilmek için sarsılmaz bir dogma arayışı halen sürmektedir. Ulusallık Araplar lehine açıkça desteklenen bir öneri olsaydı, İsrail -Hamas savaşına karşı ümmet çağrısı Ulus-Devlet Türkiye’de değil, ulus-devlet olamamış; ilkel kabile formunu muhafaza eden Arap dünyasında seslendirilirdi. Arap dünyası Filistin meselesine en fazla Papua Yeni Gine kadar duyarlı olabildiğini her seferinde göstermiştir. Oysa Tevrat, aynı zamanda ulusal bir kitaptır. Her yerde dağınık durumdaki Yahudileri olağanüstü durumlarda birbirileriyle bütünleştirebilmesi Tevrat’ın bu ulusal özelliğinden kaynaklansa gerektir.

İki taraf birbirini yalanlar. Yahudiler, Kur’an’ın Sami kültürüne eklemlenmiş sözde kutsal kitap olduğuna, asıl din ve kutsallığın kaynağının kendileri olduğuna inanırlar.  Müslümanlar, buna karşılık, Tevrat’ın değiştirildiğini tahrif edilmiş ve bunu yapanın Yahudiler olduğunu iddia ederler. İki taraf da bu dinsel tahterevallinin uçlarında bir o yana bir bu yana ağar durur. Bu savrulma çatışmalarda istikrarı sağlar.

Yahudiler dinlerini yazılı tarihlerinden, Müslümanlar ise, tarihlerini dinden türetirler. 

İki tarafın anlaşmazlığını ve sonuçta çatışmasını besleyen en önemli etken, Yahudi ve Müslüman radikal dinci yorumların kutsal kitapları gölgede bırakacak denli hipergerçeklik düzeyine çıkarılmış olmasıdır. Yazılı Ahit (Antlaşma, Sözleşme) ile Sözlü Ahit ikiliği, dinci bağnazlığı açıklar.

İsmailoğulları (Araplar), Torah’a göre, Yahve’nin Tevrat’ını reddetmişlerdir. Tevrat’ı kabul eden tek kavim İsrail oğulları olmuştur. (Çıkış 20:13; Tesniye 5:17; Tekvin 15:40). Bu nassa göre, Tevrat’ı kabul etmek “seçilmişliğe”; reddetmek ise, dışlanmışlığa kanıttır. 

  1. Mabed Dönemi (MÖ 538’den sonra), İsrail oğulları’nın Kudüs’te dinsel ve ulusal yeniden inşaları demektir. Mabedin yeniden inşası için edilen dua ile İsrail için edilen dua birbirinden ayrılmaz. Bu ise, Yahudilerin Müslümanlara göre kendi açılarından daha “milli” olduğuna işaret sayılabilir. Üstelik İslam dünyası, milliği, gerçekliği olmayan ümmetçilik adına sürekli eleştirir, küfür ile eş değer kabul eden dinci akımların baskısı altındadır. Bunun sonucu ne ümmet ne de millet olabilen kalabalık bir dünyanın yönsüzlüğü ve dağınıklığındaki istikrardır. 

Yahve, Yahudilikte krallar kralı Tanrı’dır. Atanan her kral onun hizmetkarıdır. Krallık ile Tanrısallık, tıpkı dinsellikle ulusallık gibi, birleşmiştir.² Dahası, İsrail oğulları Tanrı Yahve’nin karısıdır. Başka deyişle, “Yahve İsrail’in kocasıdır”: “Ve o gün gelecek diyor Rab, ‘bana kocam diyeceksin” (Hoşea 2:16-19). Buna göre Tanrı ile İsrail oğulları arasında kutsal “evlilik”ten doğan bir akrabalık vardır.

İslam dininde Allah Müslümanların “kocası” değil; yaratıcısıdır. İki din, Tanrı’ya farklı mesafede buluyor. İlkine göre “karısı” ne derse onu yapabilecek bir “koca” söz konusu iken, ikincisinde Allah-kul ilişkisi mesafeli bir teolojik anlama geliyor.

Arap-İsrail çelişkisinin bir diğer kaynağı şudur: Yahve İbrahim’e Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları vadederken, bu vaadini aslında hep Araplara hem de İsrail oğullarına aynı anda yapmış olmaktadır. Ne var ki İsrail oğulları, İbrahim’in has eşi Sare’nin oğlu İshak’tan; İsmail oğulları (Araplar) da yine İbrahim’in cariyesi Hacer’den olma İsmail’in soyundan gelmektedir. Has hanımın çocuklarının, cariye hanımın soyuna çok olumlu bakmayacağı açıktır. 

Son olarak Yahudilik ile Hıristiyanlık arasındaki sıkı bağa gelelim. İkisi tarihsel, kültürel ve teolojik anlamda birbiri içine geçmiş; adeta özellikle İslam karşısında yek vücut olmuştur.  Teolojik yakınlık şudur:” Aslında Tanrı, peygamberi aracılığıyla Yeni Ahid’i (yani İncil’i) bildirmektedir: ‘İsrail halkıyla ve Yehuda halkıyla yeni bir ahit yapacağım günler geliyor…Yasamı içlerine yerleştirecek, yüreklerine yazacağım. Ben onların Tanrısı olacağım, onlar da benim halkım olacak”. (Yeremya 31: 31,33; Yeremya 32: 39-40). Bir başka kanıt da şudur: MS II ve III. Yüzyıllarda Eski ve Yeni Ahid’i bir arada içeren kutsal kitabın Yunanca ve Latince birçok nüshası ortaya çıkmıştır.³ Bugün elimizdeki Bible yani kutsal kitap, Tevrat ve İncil’i birden içermektedir.

Bu tarihsel ve teolojik kanıtlar çoğaltılabilir, ayrıntıları ile anlatılabilir. Ama bu yazının sınırlarını aşar. Bununla birlikte Yahudi-Hıristiyan birlikteliğine en son ve güncel kanıt hepimizin gözleri önünde, sözüm ona Hamas’a karşı İsrail’i desteklemek üzere Akdeniz’e gelen ABD, İngiltere ve Fransız uçak gemileridir. Her bir ülke farklı Hıristiyan mezheplerinden olsa da (hele hele Fransa jakoben laik bir ülke olmasına rağmen) Yahudiliğin yanında tereddütsüz yerlerini almışlardır. İsrail-Hamas savaşı tam da radikal dinci Hamas’ın ve yine radikal dinci Yahudi çevrelerinin ve şeriatçı İsrail devletinin istediği gibi, din merkezine oturtulmuştur. Filistin ulusal davası yerine İslam-Yahudilik savaşına dönüşen bu gerilim, İslam dünyasında “ümmetçi” refleksleri uyandırmadığı gibi, Türkiye’deki milli refleksi köreltecek cihatçı selefiyeci örgütlerin giderek keskinleşmesine yaramaktadır. Filistin davası unutulmuş, bunun yerine  “Allah için cihada” dönüşmek üzeredir.

Radikal dinci Yahudi çevreleri bu fırsattan yararlanmakta gecikmemektedir. Ne var ki bizi ilgilendiren yanı, İslam dünyasının çöküşünde büyük payı olan Müslüman Kardeşler, Işid gibi Cihatçı-selefiyeci terör örgütlerle Hamas’ın aynı koroda yer almasıyla, din savaşının yönünün, radikallerin savaşına doğru yol almakta olmasıdır. 

Türklüğü, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk bayrağını, Atatürk’ü ve Cumhuriyet değerlerini hedef alan aynı çevreler, Araplardan ve İslam ümmetinden herhangi bir tepki gelmeyeceğini bildiklerinden, Türk askerini Gazze’ye, radikal dincilik savaşının ortasına sürüklemek için can atmaktadır.  Atatürk’ün dediği gibi, “Arap çöllerinde ölecek Mehmetçiğimiz yoktur.”  Eğer bu savaş, ümmetler arası olsaydı, Hıristiyan -Yahudi ümmeti Akdeniz’e doluşurken İslam dünyası Filistin davasına kör, sağır ve dilsiz kalmazdı.

Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Ümmetçilik, şeriatçılık ve dincilik kartını kullanan radikal kesimler, 300 milyonluk Arap’tan değil bir ümmet, millet bile çıkamayacağını hala anlamış değiller.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş ilke ve esaslarıyla bu savaş karşısında ne dinsel ne de ırksal herhangi bir tarafın fiilen destekçisi olmadığı gibi, ülke ve millet olarak Gazze’deki İsrail katliamlarını da reddetmektedir. Çünkü her iki din bloğundaki teolojik tahterevalli, Ortadoğu’yu sürekli kaygan bir zemin haline getirmiştir. Dinlerdeki tereddüt ve iç çelişkiler, Arap-İsrail rekabetini yüzyıllardır beslemekte; bu rekabetteki kafa karışıklığını giderecek reformlara kapılarını hep kapalı tutmaktadır.

Türkiye işte bunun için dinle yönetilemez ve yine bunun için dinler ya da soylar savaşının fiili tarafı olamaz.

¹ Bkz. Baki Adam,  Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Saba Y., Ankara 1997, s. V vd.

² Bkz. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi Taş Devrinden Eleusis Mysterialarına-I, Çev. Ali Berktay, Alfa Y., s. 458-460.

³ Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, s. 25-27.

 

Dinler tahterevallisi: İsrail-Hamas savaşının teolojik kökleri

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 18 Ekim 2023, 09:34

    Birkaç kitapta öğrenilecek bilgiler hap gibi anlatılmış. Elinize sağlık.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!