Avatar
Şahin Filiz

Toplumu tercihe zorlamak

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı...

featured

Türk toplumu, son araştırmalara göre, İslam’dan çok önce, binlerce yıllık geçmişe ve köklü bir kültüre sahiptir. Benzer saptamayı belki her millet için geçerli sayabiliriz. Gerçekte de öyledir. Maddi ve manevi kültür öğelerinden oluşan insanlaşma süreci, kültürel hareketliliğin ve kültürel zenginliğin ulusal bellekte sürekli yaşatılmasına bağlıdır.

Çoğumuz kültürün hangi öğelerden oluştuğuna dikkat etmeyiz. Kültür; maddi ve manevi görünümler olmak üzere bilim, ekonomi, din, sanat, siyaset, edebiyat, müzik ve dil gibi temel yapılardan oluşur. Biri diğerine tercih edilmez ama özellikle burada dili ayırmamız gerekir. Doğrusu diğer bütün kültür öğelerini oluşturan dildir. Türkçemiz dünyanın en güçlü ilk beş dili arasındadır ve buna göre Türk kültürü ve onu oluşturan maddi-manevi öğeler tarihsel sağlam köklere sahip olmak durumundadır. Başka bir yazıda tartışacağım için Türk dili ve kültürü ilişkisini şimdilik burada anmış olayım.

Türk kültürünün başlangıcı, Türklerin İslam ile tanıştığı 9. Yüzyılın başı değildir. Bir kere bunu belirteyim. Binlerce yıl öncesine uzanır. Ne var ki, dünden bugüne, Türk kültürü, her tarihsel dönemeçte süreklilik, üretkenlik ve gelişmişlik göstermiş değildir. Bütün zenginliğine ve bu zenginliği matematiksel kıvraklıkla aktarabileceği Türkçe gibi bir kudretli bir dil olmasına karşın, bilimde, ekonomide, siyasette, dinde, sanat ve edebiyatta birbirine koşut ve istikrarlı bir seyir izleyebilmiş değildir.

Kültür fenomeni, bir bütündür. Dilin, gücünü kanıtlayabileceği diğer öğeler, dil kadar güçlü değilse, kültür fenomeni bütün olarak zaafa düşmüş demektir. Örneğin Türk dili, Kutadgu Bilig’de, Divanu Lugati’t-Türk’te, Yunus’ta en parlak dönemlerinden birini yaşar. Ama, diğer bir kültür öğesi olan din, Türkçenin kudretine koşut olarak gelişmez, hatta ona ayak bağı olacak bir sığ anlayışın ürünü haline gelir. Örneğin Kutadgu Bilig’te, Selefiyeci kadın görüşü ağır basar; Yusuf Has Hacib, kadını sırf kadın olduğu için yerden yere vurur. Farabi, kanun adlı müzik enstrümanının mucididir; ama gel gör ki, Türk kültüründe müzik, ‘İslam’da müzik
haramdır’ uydurmasının hışmına uğrar. Şimdi bakın, insan ruhunu derinden titreten çok önemli bir enstrümanı icat edeceksiniz, ama mensubu olduğunuz toplumda din ve inancın çarpık yorumundan doğan dinsel kültür öğesi, onu çalmayı kısıtlayacak.

Kültür öğesi olarak dininiz “hırsızlık, sahtekarlık, yalancılık ve cinayet haramdır” diyecek, ama siyasal ve ahlaksal kültür öğeniz, “yolsuzluk haram değildir; dava uğruna her şey mubahtır” diye gayrı meşru bir öğeye dönüşecektir. Ahlak kültürü, ahlaksız bir kültürsüzlük haline gelecektir.

Çanakkale Savaşı’nda, Kurtuluş Savaşı’nda sırf Atatürk’ü anmamak, adını en yakın tarihten silmek uğruna, “yeşil sarıklı melekler”in küffara karşı cihat ederek bu savaşları kazandığımız” yalanını Türk toplumunun kültürel zihnine kazıyacaksınız. Gerçeklerin üstünü örtüp hayali hurafeleri yerleşik kültür öğesi yapacaksınız. Burada hurafeci olacaksınız, ama Türk mitolojisi dendiğinde, en sıradan bir Türk kültür öğesinden söz edildiğinde, “zinhar bu İslam’a aykırıdır; İslam, hiçbir toplumun kültürünü Tevhid’e uygun bulmaz” diyeceksiniz. Ama medyanın bin bir kolunda dinde esamisi okunmayan kurgulanmış masallarla, hikayelerle ve akıl/insanlık dışı fetvalarla insanları büyüleyeceksiniz. Üstelik bütün bunları İslam’ın vazgeçilmez ilkelerinin gereği gibi gösterip siyaseti, ticareti, devleti ve Türk toplumunu kafanıza göre inşa edeceksiniz. Faizin haramlığını “kâr payı” diyerek helal kılacaksınız; böylece iki kültür öğesini birden yani din ve ekonomiyi yerin dibine batıracaksınız.

Yine bir kültür öğesi olarak hukuku ve adaleti, Cumhuriyet’in eşitlik ilkesini çiğneyerek “kişilere göre” biçimlendireceksiniz; gerçekliği göreceliğe dönüştürüp adalet ilkesini öznelleştireceksiniz, herkes için geçerli olduğu gerçeğini, “inanan-inanmayan” ayrımıyla karartacaksınız. Bilimin işini, kadere havale edip hem dini hem de bilimi, sağlıklı birer kültürel öğe olmaktan çıkaracaksınız. Hem dine hem de bilime en öldürücü darbeyi vuracaksınız.

“İçine tükürülen sanat”, kültür öğesi olmaktan çıkacaktır. Plastik sanatlar, müzik, şiir, edebiyat, heykeltıraşlık, mimari ve benzeri bin bir koluyla topluma yaşama sevinci vadederken, “ahlak”la çatıştırılacak; dinle karşı karşıya getirilecek ve sonunda “toplumun damarlarından biri kesilmiş” olacaktır. Müziksiz, edebiyatsız, festivalsiz, şiirsiz, eğlencesiz, heykelsiz, resimsiz bir toplum için yaşamanın çok fazla anlamı kalmayacaktır. Heykeli haram kılan sapkın din yorumu, İslam’ın vazgeçilmez iman esası olarak toplumun kültür belleğine
kazınmıştır. Oysa Hz. Süleyman’ın çeşitli freskler, heykeller ve süslemelerle bezediği sarayından “hayranlık”la söz eden Sebe Suresi 13. Ayetin üstü örtülecek, hiç anılmayacaktır. Toplum, gerçek dinin ilkesini değil, dinci yorumu tercih etmeye zorlanacaktır. Bilgi değil, zorbalık tercih ettirilecektir.

Kültür ve onun öğeleri, dayatma ve zorlamalarla yaşamaz; erozyona uğrar ve sonunda yok olur gider. Görüyorsunuz, kültür öğelerinden biri ya da birkaçı, kültür fenomeninin doğasına aykırı biçimde değişime ve dönüşüme zorlandığında, bütün diğer öğeleri aynı şekilde bozulmakta ve dönüşmektedir. Ne var ki kültür değişmeleri tepeden inme, zorlama ve dayatmalarla sağlıklı bir seyir izlemez. Biri bozulunca diğerleri sağlıklı kalmaz. Sanatı gelişmiş ama bilimde geri, ya da ekonomisi gelişmiş ama adaletsiz olan bir toplum varsa da sağlıksız, hasta bir toplumdur.

Dini araçsallaştıran siyaset tarzı, kendince yarattığı yeni kültür öğelerini ve dönüştürdüğü eski kültür öğelerini dayatarak toplum mühendisliği yapar. Halkı, siyasetten aldığı güçle bunları tercih etmeye zorlar. Tercih, iradidir; özgürce yapılır. Özgürce tercih yoksa, o toplumda kültürel gelişme olmaz. Böylelikle İslam dini, Türk kültürünün zenginliği olarak görülecek yerde, diğer kültür öğelerini tarumar eden bir manivelaya dönüştürülür.

Toplumsal kültürü baskı ve tercihe zorlama yoluyla geliştirmeye kalkmak, çalıyı tepesinden sürüklemeye benzer. Köklerinin ne kadar derinliğe indiği fark edilmez. Tercihe zorlanan toplum, yalnız kültürel değil, ahlaki çöküntüye uğrar; toplumda güven, huzur, üretkenlik, mutluluk ve en önemlisi yaşama sevinci yok olur.

Aynı değerlendirmeleri bir kısım “Eşantiyon Atatürkçülüğü” ve “Tabela Cumhuriyetçiliği” için de yapmak yanlış olmaz. Siyaset burada yine sahnededir. Tabelanın ardında etnik bölücülük, seküler makyajlı dincilik, hümanizm adına terörseviciliği ve kültürü ortadan kaldırmak için Türk düşmanlığı saklıdır. Bunlar da toplumu tepeden düzenlemek konusunda ilk kesime benzer. Demokrasi, barış, halkların kardeşliği, Türksüz Türkiye, adsız “millet”, vatansız halktan söz ederler. Bu sahtecilikleri ne zaman fark edilse, hemen “Atatürk’ü bizim kadar sevemezsiniz” diyerek muhataplarını mahcup etme cüretini göstermekten çekinmezler. Atatürk ve Cumhuriyet adını kullanarak, Türk toplumunu, kendini inkara, adını unutmaya, vatanını paylaşmaya, topraklarının yağmalanmasına, Cumhuriyet’inden vazgeçmeye zorlarlar; öyle ki Atatürk’e ve Cumhuriyet’e sözüm ona inancı adına lanet okuyan tarikat ve cemaatlerle; vatanına kasteden terör örgütleriyle helalleşmeyi, dillerine pelesenk ettikleri “Atatürkçülük”ü kullanarak topluma tercih ettirmeye çalışırlar. Siyasette söz sahibi olduklarında, berikilerin tercihe zorladıkları şeyleri değiştirip kendileri de farklı bir yolla ama içeriği aynı yöntemle tepeden tercihe zorlayarak sorunu çözeceklerini vaat ederler.

Her iki kesim de Türk toplumunun tarihsel süreç içinde dünden bugüne yarattığı kültür ve kültür öğelerini tanımaz. İlki, çarpıttığı dinle Doğu adına; ikincisi de bilmediği Batı adına bunu yapar. Türkiye, cahil zorba Doğucular ile öykünmeci-mandacı Batıcılar arasında, bir onu bir öbürünü sürekli tercih etmeye zorlanmaktadır. Kısır bir döngü içindedir. Doğu, Türkleri “mevali”; Batı ise “az gelişmiş” görmektedir. Batıcılar Türk ulusuna oryantalistlerden ödünç aldıkları “jakoben” bir yaklaşımla, Doğucular da Neo-oryantalist (Doğulu olup Doğuya Batılılar gibi bakmak) bir yaklaşımla Türk ulusunu mevali sıfatıyla tercihe zorlamaktadır. İkisi birbirinden farksızdır. Çünkü her ikisi de Türk kültürünü ve uygarlık birikimini, önce “Türk”ü yadsıyarak yok etmeye programlanmıştır. İlki, İslam söylemiyle İslam’ı; ikincisi de Atatürk söylemiyle Atatürk’ü önemsizleştirmeye zorlar. Yolun sonunda hedefleri birleşir: Atatürk’ü unutturmak, Cumhuriyet’i lağvetmek ve Türk’ü Anadolu’dan sürmek…

Türk ulusu, kendi kültür ve uygarlık köklerini yeniden keşfederse bu kısır döngüden kurtulacaktır.

Batı, kendi kültür ve uygarlığını, eski Yunan köklerinden hareket ederek keşfetmiş ve geliştirmiştir.

Şimdi Batı ve onun tarihsel köklerindeki kültür öğelerine kısaca bakalım.

Eski Yunan mitolojisi, İ.Ö. 2. Ve 3. Binyıllara kadar gider. “Mutluluk Adası” Girit, Knossos Sarayı çevresinde oluşan Miken kültüründen başlar ve önce Batı Anadolu, ardından merkezi Atina olan Yunan Anakarasında 9. Yüzyıldan itibaren yavaş yavaş görünmeye başlar. Tarihsel bilgileri uzatmayacağım. Her meslekten, her yetenekten ve işten sorumlu onlarca tanrı ve tanrıçalar, bir yığın mitler, mitoslar, şölenler, yarışmalar, deniz ticareti ve binlerce ada arasında dur durak bilmeyen toplumsal etkileşimler derken, felsefe ve felsefenin içinde bilimin ilk izleri ortaya çıkar. Kültür öğeleri mitsel düzeyde olsa da Yunanlılarda yoğun olarak vardır. Batı, çağımızda bilim ve teknolojinin, özetle uygarlığın merkezi olarak kendini konumlandırırken, kültürel kökleri olarak eski Yunan tarihine ve kültürüne gönderme yapar. Doğu karşısında son üç yüzyıldır kurdukları üstünlük, din, mitoloji, sanat, edebiyat, bilim, ekonomi, müzik, heykeltıraşlık ve benzeri kültür öğelerini birlikte geliştirmeleri ile doğrudan ilintilidir. Birini diğerine tercih etmemişlerdir. Din ile devleti, kilise ile siyaseti kendi alanları içinde tanımlamalarına karşın, aralarındaki kültürel geçişleri ve karşılıklı geliştirici etkileşimleri engellememişlerdir.

Batı’da gelişmenin tarihi uzun ve sancılı olmuştur. Toplum mühendisliğine girişenler doğal olarak Batı’da da vardır ve olmuştur. Ancak neredeyse 13. Yüzyıldan beri Batı, bugünkü düzeyine erişmek için en az 700 yılını vermiştir. Başlangıç olarak 17. Yüzyılı alsak bile 300 yıllık bir kültürel inşanın olduğunu görürüz. Batı, Rönesans’tan Reformasyona, modern düşüncenin başlangıcından (Descartes) Sanayi Devrimine ve bugün Yapay Zekâ teknolojisine uzanan bilimsel, kültürel ve felsefi sürece, din adamı, siyasetçisi, ressamı, müzisyeni, heykeltıraşı, ekonomisti ve pozitif bilim insanlarının ortak çabalarıyla ulaşmıştır. Toplumlarını “tepede ürettikleri” kültür öğelerini tercihe zorlamak yerine, toplumun tercihlerini esas alan ürünler ortaya koymuşlar; değişim ve dönüşümün, siyaset gücünü ele geçirerek değil, ancak zihinsel devrimle mümkün olduğunu, Antik Çağ’ı yeniden çözümleyerek görebilmişlerdir.

Türk ulusunun da antik çağı vardır. İslam öncesine ait binlerce yıllık kültürel birikimi yerli ve yabancı bilim insanlarınca çağımızda didik didik edilmeye başlamıştır ve elde edilen sonuçlar, “kırk katır mı, kırk satır mı” dayatmacılığından kurtulmamız için ümit verici düzeydedir. Doğu ve Batı, ancak Türk kültürünü yeniden keşfederek yorumlanabilir. Anadolu, Doğu ve Batı uygarlıklarının köklerini barındırır ve bu topraklarda çok zengin bir kültür ve uygarlık arşivi bulunmaktadır. Türk kültürü, topraklarımızda gelip geçen bütün kültürleri yeniden keşfedip yorumlayarak çağımızda dünyaya ve özellikle Türk Cumhuriyetlerine öncülük
edebilecek kapasitededir. Arada kalmış silik bir kültür olmaktan kurtulmamız için, tercihe zorlayanlara en kesin yanıtı verebilecek aydınlık, özgür ve devrimci bir tarihsel belleği canlandırma zamanıdır. Batı’nın bugünkü hegemonyasına ödediği dört-beş yüzyıllık bedeli, misliyle biz de ödemedikçe, hangi siyaset tarzını uygularsak uygulayalım, 1950’den beri birimizin yaptığını öbürü yıkacak; ilkine “kaderin planı”, ikincisine de “vatan kurtarma” deyip duracağız. Bu kör döngüde hep efendiler, ağalar, şeyhler, liderler… elimizle yarattığımız etten tanrılar olacaklar; Türk halkı da bir gün bu tanrıdan, ertesi gün o tanrıdan
medet umacaktır. Tanrılar değişmeyecek; murassa tahtlarında zevk u sefalarında iken biz de
iki kör grup olarak kavgamızla onlara yiyecek taşıyacağız.

Eğer Türk, titreyip kendine dönerse, hizmetine ve tercihine zebun olduğu tanrılar yerine, tıpkı Eski Yunan’da olduğu gibi, kendi hizmetine ve tercihine boyun eğecek tanrıları seferber edebilecek bilinç düzeyini yakalamış olacaktır. Tercihe zorlanan değil, tercihe zorlayan bir halk olacaktır.

Demokrasi, etnik bölücülük ile siyasal dincilik arasında tercihe zorlanmaktan kurtulmaktır.

Türk milleti kendi kaderini kendisi tayin edecek güce, kültürel birikime ve uygarlık deneyimine, yeryüzündeki pek çok milletten daha çok sahiptir. Varlık içinde darlık, Türk milletinin kaderi değil, kültür fukaralarının zorladığı yokluğun kaçınılmaz sonucudur.

Türk milleti “Ata”sının etrafında kenetlenerek gücünü toparlayacaktır.

Toplumu tercihe zorlamak

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. Çok güzel bir yazıydı. Türk milleti “tercihe zorlanan değil, tercihe zorlayan bir halk” olmak için Atatürk’ün “yegane fahrim ve servetim” dediği Türklüğünü yeniden hatırlamalı, okumalı, keşfetmeli. Türkçülük (kafatasçılık anlamında değil Türk kültürüne değer verme yüceltme, koruma anlamında) bizi kurtaracaktır. Kafamızı sakız çiğnemek orucu bozar mı, veya para kazanmak için kriptoya mı borsaya mı altına mı yatırım yapmalıyız gibi uçucu ve anlamsız uğraşlardan kaldırıp Türkçülüğe ve bilime vermeliyiz. Emeklerimizin karşılığında küllerimizden doğabiliriz. İnşallah millet bu bilince varsın. Tercihe zorlayan, siyasilere baskı kuran, bilinçli ve yetkin bir halk olsun

  2. iyiki varsınız hocam.

  3. 11 Mart 2023, 10:02

    ata ittifakı benim de oy vereceğim tek seçenek. iyi ki var, yoksa ölümle sıtma arasında kalırdık.

  4. Hocam basitçe biz Tengri’yiz demeli ve vergi verdiğimize göre verdiğimiz verginin bu inanma biçimine aktarılıp resmi hale getirerek ayaklarımızı bağlayan saçmalıklardan kurtulmalıyız!

  5. Değerli bir dersi can kulağıyla dinler gibi okudum yazıyı

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!