Şahin Filiz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Yunus Emre ile dolandırmak 

Yunus Emre ile dolandırmak 

featured

Şahin Filiz yazdı…

Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk, dindar olmadığı halde din pazarlayanların çirkin davranışlarını tanımlamak için “Allah ile aldatmak” kavramını Türkçemize kazandırmıştı. Tam da söylediği gibi oldu, oluyor ve bu gidişle olmaya devam edecek. Helal kazanç elde edilen meslekleri tenzih ederim ama Allah ile aldatmak diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi artık ülkemizde de vazgeçilmez bir meslek oldu. Dinin sırtından doyan doyana; sayıları, grupları, kitleleri korkunç denecek boyutlara ulaştı ve bunlara neredeyse her gün yenileri ekleniyor. Türk toplumu, giderek dayanılmaz hale gelen geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, enflasyonist baskı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin sıklıkla çiğnenmesi karşısında, bütün varlığını yalnızca “nefes alarak yaşama tutunma”ya endekslemek zorunda kalmaktadır. Kimi samimi dindarlığından, kimi vicdan sahibi olduğundan ve belki de kimi kendi kişiliğine ve ahlakına yakıştıramadığından olsa gerek, Allah ile aldatılmayı meslek sayanlardan uzak durmaya çalışıyor. Ne var ki bu ‘meslek’, her türlü kutsalı itibarsızlaştırıyor. Neden? Çünkü neye inanırsak inanalım, “Allah” deyin, ya da “Tanrı” deyin, bu kavram sadece Müslümanlar için değil insanlık için de kutsalın zirvesini temsil eder. Şöyle veya böyle inanın ya da reddedin, sonuç değişmez. Hiç değilse hemen herkesin en kutsal kavram olarak bildiği, inandığı ya da saygı duyduğu bir Allah’tan ya da Tanrı’dan söz ediyorum. 

Allah ile aldatma furyası siyasi, hukuki ve ekonomik alanlarda güçlenip semirdikçe toplumda buna direnenlerin sayısı azalmaktadır. Başka türlü diyelim: Türk toplumu, borsa misali sürekli yüksek ve temerrüt faizi gibi sürekli artan kazancın etnikçi ve dinci çevrelerin elinde büyük bir güç oluşturduğunu gördükçe, hakkın, adaletin, helal kazancın, insan olmanın erdeminden uzaklaşıyor. Toplumsal çürüme, ahlaki yozlaşma ve nihayetinde etnik ırkçı terörizmin ülke gündemini meşgul edip kirletmesi ile toplumsal ayrışma, dinci ahlaksızlığın kutsalı çiğneyerek yine kutsal üzerinden illegal, gayri ahlaki yollarla sermayedar olması, öfkelenen Türk halkını Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve Türklük bilincine karşı duyarsızlaştırıyor. Ahlakı olmayanın vatanı, bayrağı, milleti olur mu? Hırsızın, yolsuzun, kutsalı kirletenin inancı, imanı, vicdanı olabilir mi? Allah ile aldatanın ailesi, insanlığı, namusu, ilkesi, ülküsü olur mu? 

Elbette olmaz.

Allah ile aldatmak, Allah’tan sonra her kutsalı gözden çıkarmak demektir. Allah ile aldatan aileyle aldatır, kutsal kitapla aldatır, ibadet veya dua ile aldatır; toplumun değer verdiği her şey ile aldatır. Şeyh Said’le, emperyalist yalan “Kürt Sorunu” ile, Seyyit Rıza ile, Öcalan ile, altında hinlik yatan barış, demokrasi ve halkların kardeşliği (sanki düşmanmışlar gibi)  teranesiyle…aldatır. Etnik ırkçı Türk düşmanları ile dinci bölücüler aynı saftadır. “Cumhuriyet Allah’ı silmiştir” iftirası atarken “ömrüm boyunca Apocu olacağım” sözüyle sözde Marsist-Leninist bebek katiline köleliğini deklere eden Önder, bu kirli ittifakı iki cümleden teyit etmiyor mu? 

“Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halka müderris olsa da, Hak’ka âsidir.”

Hakk’a asi dincilik ve bölücülük bu yetmiş iki millet sınıfına giremez.

 Yunus Emre, ülkemizde her inanç, kültür ve din mensubunca en üst değerlerden biridir. Çünkü o, “Yetmiş iki millete bir nazarla bakar”. Türklük din, dil, ırk veya bölge gözetmeksizin İslam öncesinden beri bütün topluluklara, milletlere bir nazarla bakabilmenin adıdır ve Yunus Emre Türklüğün bu evrensel karakterinin sembolüdür. Mala, mülke, zenginliğe, mevki ya da makama değer vermez; Hak katında insan ( ama biyoloji-üstü insan olmalıdır)  sevgisi ve erdemlilikten öte zenginlik yoktur. 

“Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan!…

Yunus Emre bu dizelerinde hırsızlık, yolsuzluk veya çapulla mal edinenlerden çok  helal yolla mal biriktirenleri uyarıyor. Helal kazançla elde edilen mal-mülk, mevki makam ya da varlık, sonuçta Hakk’a aittir; insanlar yalnız emanetçidirler, çünkü hiçbirimiz hiçbir şeyi ölürken yanımızda götüremiyoruz. Basit ama herkes için geçerli yakıcı bir gerçeklik söz konusu. Emek ürünü mal-mülk, helal de olsa, tapınmaya, sonsuza dek sahiplenmeye ve bütün varlığımızı vakfetmeye gelmez. Bütün malımız, mülkümüz ve nihayetinde canımız döner, ilk sahibini bulur. Bir anda her şey elimizden çıkar gider; “ebedileştirecek” sandığımız hiçbir şey bize baki değildir. Baki kalan tek şey, insanlık onuru ve vicdanımızda kökleşmiş ahlak duygusudur.

Eğer Yunus Emre, kendi adına kurulan bir vakıfta kendi adına dolandırıcılık yapıp “mal-mülk, servet edinenler” olduğuna duysaydı kim bilir nasıl kahrolurdu?

Nasıl mı?

Mütevelli Heyeti Başkanlığını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yaptığı Yunus Emre Vakfı’ndaki “naylon” fatura soruşturması kapsamında gözaltına alınan 11 Vakıf çalışanından 8’i gece yarısı biten sorgulamadan sonra tutuklandı.

Haberler şöyle: 

“Maliye Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişleri Yunus Emre Vakfı’nda milyarlarca liralık yolsuzluk tespit etti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılması üzerine Vakıf’ta Başkan Yardımcısı olan Aile Bakanı Mahinur Göktaş’ın eşi ve MHP genel başkan yardımcısı Semih Yalçın’ın oğlu Kutalmış Yalçın istifa etti.  Geçtiğimiz günlerde 18 çalışan hakkında yakalama kararı çıkarıldı.”

Bu haberi Yunus Emre okusaydı, herhalde yukarıdaki dizelerini daha sert kaleme alırdı. O, helal mal ve paradan söz ederek bunlara bel bağlamamak gerektiğini dillendiriyordu. Kendi adını kullanıp haram, hırsızlık ve yolsuzluktan edinilen malın sahiplerini kim bilir nasıl ve hangi dille uyarırdı? Tahmin bile edemiyorum.  

Ancak bunun bir açıklaması olmalı. 

Allah ile aldatma aşamasını geçtikten sonra Yunus Emre ile dolandırmak insanlara çok sıradan geliyor ve bu Türk toplumunun manevi değerleri adına çok yıkıcıdır. Bu aldatma ve dolandırma, Allah ile aldatmaya göre ikincil kalsa da Yunus Emre’nin, toplumsal kültürün görünürlüğünü temsil etmesi bakımından daha çok zarar verici niteliktedir. Örgün ve yaygın eğitim sürecinde maddi-manevi kültür önderleri olarak bilinen kişilikler, sahtekarlığa ve haram yemeye alet edildiğinde, Türk gençlerine örnek olarak gösterecek bir şeyimiz kalmayacaktır. Yunus Emre örneği gençlerimiz için son derece önemlidir. Gençlerimiz, karakterli olmaya, harama el uzatmamaya, dünyaya değil insanı sevmeye ve saymaya teşvik edilirken Yunus Emre gibi  örnek Türk büyüklerinden ilham almalıdırlar. Yunus Emre’nin adını hiçbir hırsız, hiçbir kalpazan elbette kirletemez ama kendi kirlerini onun adıyla meşrulaştırmaları kabul edilir bir şey değildir.

Yunus Emre, 

“Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim, sevilelim

Dünya kimseye kalmaz”

Diye çağlar öncesinden haykırırken gök kubbede hoş bir seda bırakmaktan başka servetimiz olmayacağına işaret eder. Bu bir miskinlik felsefesi değil, dinamik, gerçekçi ve eyleme dönük bir yaşam anlayışı, sürekli eylemsellikle tanımlanan bir varoluş felsefesidir. Mal-mülk, Hakk’a ve insanlara duyulan sevgi yolunda sıradan ve geçici azıktır. Hedef, azık ve rızık değil, Hak ve hakikat sevgisidir. Ama heyhat! Gel de bu hakikati, Allah’ı bile aldatmakta beis görmeyen Yunus Emre dolandırıcılarına anlat ki anlayabilsinler. 

Neden anlamazlar peki?

257 yılında vefat eden ilk sufilerden Haris b. Esed el-Muhasibi der ki: “İki türlü günah vardır: Birincisi, insan zayıflığından, yanılgı ve bilinçsizliğinden dolayı bir hata yapar. Bu hatada akıl inceden inceye plan yapmamış, kişi adeta görmediği bir çukura düşmüştür.  Günahı sehven işlemiştir; akıl başta değildir, hırsları ve nefsinin dayanılmaz şehveti yönetimdedir. Bu hatadan dönülebilir; içten bir pişmanlıktan ve hata yaptığını kabul ettikten sonra Tanrı’ya yakarıp özür dilebilir. İnsanlardan helallik isteyebilir. Başka bir deyişle bu günah insani zaaflarla sehven işlenmiştir ve tekrar edilmemek üzere dönüş yapılırsa hem Tanrı hem de insanlar nezdinde affedilebilir. Örneğin parası olmadığı için ekmek çalıp biyolojik ihtiyacını gidermek gibi. 

İkincisi ise bunun tam tersidir. Kişi bile bile, plan yaparak günah işler. Akıl planlayıcıdır ve ne yaptığını çok iyi bilmektedir. Örneğin, herhangi bir kutsalı istismar edip inanmadığı halde onun vasıtasıyla çıkar, kazanç, mal-mülk ya da makam elde etmek bu bilinçli günah sınıfına girer. Muhasibi, böyle planlı günahların asla ve kat’a affedilmeyeceğini ve insanlar nezdinde de rezil rüsvay damgasının vurulacağını belirtir. 

İlkinde günah (siz buna hata, yanlış, suç vb. diyebilirsiniz) işlerken  insan , “biyolojik varlık” olarak bu hatayı yapmaktadır. Antropolog Hermann Wein insan varlığını biyolojik ve biyoloji-üstü olmak üzere iki katmanlı olarak görür:

İnsan, hayat kavgası ve varlığını korumak için -hayvan ile karşılaştırılırsa- biyolojik donanım bakımından oldukça zayıftır. Bu sebepten insan, yalnız normal olarak görevlerini yapan bir insan topluluğu veya bir grup içinde kendini koruyabilir. Bu görüş, çok eskidir. Daha Aristoteles, insanı, ‘sosyal bir canlı varlık’ diye tanımlamıştır. Yalnız bu sosyal dayanışma sayesinde birey, hayatta kalabilir. Robinson Crusoe, sırf bir kurgudur (fiktion), hatadır.[1]

Biyolojik katmanı açısından insan, diğer canlılarla aynı sınıftadır. Doğar, yer, içer, ürer, büyür ve ölür. Beden canlı bir makinedir ve bu makinenin çalışması, biyolojik ihtiyaçlarını en asgari düzeyde karşılayabilmesine bağlıdır. Bu aşamada insan, insan değil, bir canlıdır; hayvandır. Hayvan ise, temel ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda, ikinci aşamadaki varlık tarzına nispetle, yaptıklarının sonuçlarından daha hafif oranda sorumludur.

Ancak ikinci katman onun insan olmasını sağlayabilecektir. Bu ise insanın biyoloji-üstü varlık tarzıdır ve bu varlık tarzı onu kültürel varlık yapar. Kültürel varlık katmanında artık insan bütün yapıp ettikleri karşısında önceki düzeyine göre daha ağır sorumluluklar altına girmeye ehil demektir. Yaptıkları çok önemli olduğu için sonuçları da o nispette ağır sorumluluk eseri olacaktır. 

Wein, biyoloji-üstü varlık tarzını  tanımlar:

‘Kültür’ [Kültür] kavramı, günümüzün anladığı bir hümanizma anlamında biyoloji-üstü ve birey-üstü olan insan eseri demektir.[2]

Kültürel varlık aşaması, insanın biyoloji-üstü varlık tarzına karşılık gelir. Bu aşamada insan, biyolojik aşamada olduğundan daha çok yetkili, sorumlu ve özgürdür. Bu üç özellikle kültür varlığı olmasıyla insana diğer insanlara karşı sorumlu, özgür ve yükümlü olduğunu anlatır. Yunus Emre hümanizmi, “Yetmiş iki millete bir gözle bakmak” sözünde somutlanmıştır.  Yunus’a bu yüzden Türk hümanizminin öncüsü demek yanlış olmaz.[3] Yunus Emre ile Hümanizmin birlikte geçmesinden rahatsız olanların genellikle din ve Yunus Emre istismarcıları arasından çıkması rastlantı değildir. 

Oysa, Yunus tahmin etmiş olmalı ki  bunun gibi temelsiz eleştirilere

“Cümleler doğrudur,

Sen doğru isen

Doğruluk bulunmaz

Sen eğri isen”.

Dizeleriyle cevap verir.

Allah ile aldatan, Yunus Emre ile de aldatıyor. En kutsaldan daha az kutsala, hatta insani olan her şeye çıkarları için savaş açanlar, biyoloji-üstü birey olamazlar. Biyolojik varlık da olamazlar. Çünkü hem makam sahibi hem de biyolojik varlık tarzıyla yaşamak mümkün değildir. Ya kültürel bir bireydirler ya da hayvan hatta hayvanlardan da aşağılık biyolojik yaratıktırlar:

“Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin davetine kulak verdiklerini yahut doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar”.[4]

Wein, insan için tek varlık tarzının biyoloji-üstü varlık tarzı olduğunu belirtir. Bir önceki aşama, diğer canlılar aleminden olduğumuzu gösterir ama onlarla aynı koşullarda yaşayacağımızı garanti etmez. 

Yunus Emre Vakfı’nı soyup soğana çevirenler, “biyoloji-altı” yaratıklar olmalıdır. Yunus’un onlara ihtiyacı yoktur. O bütün insanlar için biyoloji-üstü bir varlık, kültürel bir insan, cümleleri de kalbi de dosdoğru bir birey olmayı gerçek dindarlığın ve  hümanizmasının ilkesi yapmıştır. 

Yunus dergahında hırsızlara, dolandırıcılara ve biyolojik aşamayı geçememiş canlılara yer olmamalıdır.

[1] Hermann Wein, Felsefi Antropoloji Tarih, İnsan ve Dil Felsefesi Üzerine, Çev. İsmail Tunalı, Fol yayınları, Ankara 2019,  s. 38.

[2] Hermann Wein,A.e.,  s. 37.

[3] Filiz, Ş. (2021). Türk hümanizminin öğretmeni Yunus Emre. Yunusca (Eskişehir-Mihalıççık Belediyesi Kültür Yayınları) (2): 29-45.

[4] Kur’an-ı Kerim, Furkan Suresi, 25/ 44.

 

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!