Muharrem Karanfilci yazdı…
Son yıllarda, ülke gündemini meşgul eden olaylardan biri de belediye başkanlarının görevlerinden alınarak yerine kayyım atanmasıdır. Kayyım kelime anlamı olarak yasalarla belirlenen bazı durumlarda, başkasına ait bir işi görmek veya bir malı idare etmek için tayin edilen kimse, anlamını taşımaktadır.
Türkiye’de son on yıl içerisinde, yaklaşık 147 belediyeye kayyım atanmıştır. Bu elbette demokrasi ile yönetilen bir ülkede anti-demokratik bir uygulama olarak ele alınmalıdır. Halk tarafından seçilmiş belediye başkanını görevden alarak, merkezi hükümetin, bir başkasını görevlendirmesi, halk idaresinin hiçe sayılmasıdır.
Elbette suç unsuru taşıyan belediye başkanlarının ya da herhangi bir görevlinin, görevden alınması kadar doğal bir durum yoktur. Ancak, suçu sabit görülmeden, yargı unsuru işlemeden, suçlu damgasının vurulması, kasıtlı olduğuna işarettir. Kasıt unsurunun oluşmasının en büyük işaretlerinden biri de görevden alınan belediye başkanlarının tamamının, iktidara muhalif belediye başkanlarından oluşmasıdır.
Bu şekilde tutuklamalar, ülkede yaşayan herkesi, tehdit etmek anlamını taşımaktadır. Mesela; “Gizli Tanık” diye birini buluyorsun, ne ile suçlamak istiyorsan, suçlayabiliyorsun. Suç unsuru üretiyorsun. Yani sizin canınız ve malınız üzerinde, “gizli tanık” tasarrufta bulunabiliyor. Ne güzel dünya değil mi? Biraz da suyundan da koy misali…
Aslında bunun temelinde, toplumu susturmak, sesini çıkartmamak, mevcut iradenin aksine hareket ettirmemek yatıyor. Her şey mevcut iradenin istediği gibi olmalı. Her şey ona göre düzenlenmeli… Temel koşul bu…
Esenyurt Belediye Başkanı’nın ardından, Beşiktaş Belediye Başkanı da görevden alınarak tutuklandı. Ülke gündemi bir anda yeniden değişti. Bunun üzerine birbiri ardına yapılan açıklamalar, iktidar ile muhalefet arasında, kılıçların çekilmesine yol açtı.
Bana göre Esenyurt, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na uzanan yolun başlangıcıydı. Ardından Beşiktaş Belediyesi, bu öngörüyü daha da kuvvetlendirir hale getirmiştir. Bakalım İstanbul Büyükşehir’e sıra ne zaman gelecek ve sonrasında ne olacak?
Bu ülkenin insanı, gerçekten bu kadar zulmü hak etmiyor. Her gün yaşanan kaos, kavga, hakaret görüntülerine, sizin koltuk kavgalarınıza, bu ülke insanı gerçekten katlanmak zorunda hiç değil. Ama halk da bu durumu kanıksamış, alışmış görünüyor. Sandığa attığı oyun, gasbedilmesine ses çıkarmıyor. Bir eylemsizlik ve akıl tutulması devam ediyor.
Cumhurbaşkanı, konu ile ilgili olarak turp tarifi yaparken, bu sürecin artarak devam edeceğini işaret ediyor. Bu yeni kayyımlar üzerinde, belli bir programın olduğunun göstergesidir. Bir plan ve program dâhilinde yapıldığı açıkça görülmektedir.
Bu durumu, muhalefet kanadı, savaş olarak nitelemiş ve savaşacaklarını ifade etmiştir. Bakalım bu savaş, yeni kahramanlarını doğuracak mıdır? Gerçekten ülkeyi düşünen vatanseverlerin, eylemsizliğine işaret fişeği olacak mı, bunu zaman gösterecektir.
Bana kalırsa bu savaş, rahmetli Kemal Sunal’ın, Tosun Paşa filmindeki, Seferoğulları ve Tellioğulları atışmasından ve rekabetinden öte gitmeyecektir. Perde arkasında oynanan oyunların, dönen dolapların, makyajıdır.
Her ne kadar anti-demokratik uygulamalarla ülke cehenneme dönmüş olsa da halkın gündemi, ekonomi ve terörist başı Abdullah Öcalan’ın, İmralı’dan çıkarılmasıdır. Yani, Cumhurbaşkanının söz ettiği “turpun büyüğü heybede” sözündeki en büyük turplar; zamlar, ekonomik sefalet ve bebek katili Abdullah Öcalan’dır.
Ben bunu bilir, bunu söylerim. Cumhurbaşkanı, heybeden ne çıkarır bilmem.