Prof. Dr. Semih Güneri yazdı…
“…Muazzez Çığ anısına…”
Evet, Sümeroloji yıllarca sümen-altı edildi. Bir önceki yazımda da belirttim. Atatürk 1930’lu yılların başında Sümerce ve Hititçe dallarının iki ayrı kürsü olarak kurulması için Milli Eğitim Bakanlığı’na gereken talimatları vermişti. 1935’te DTCF (Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi) açıldı. Bir yıl içinde Sümeroloji ve Hititoloji kürsülerinin DTCF’nde kuruluşu gerçekleştirildi. Nazi baskısı altında Almanya’da işsiz kalan iki değerli Yahudi bilim insanı Benno Landsberger ve Hans Gustav Güterbock DTCF’nde işe başlatıldı. İlki Assiriyolog, ikincisi Hititolog idi. Atatürk’ün ısrarı ile ilk kürsünün adı Assiriyoloji değil ‘Sümeroloji’ olarak kaldı. Diğeri zaten Hititoloji adı ile varlığını sürdürdü. 1936 döneminde Sümeroloji’ye öğrenci alınmadı. Hititoloji kürsüsü ise o yıl ilk öğrencilerine merhaba dedi. Sevgili Muazzez Çığ -saygıyla anıyorum- bu ilk öğrencilerin içindeydi. Benim öğrenciliğim dönemine (1979-83) kadar Hititoloji bölümünde öğrenci iseniz Akadça’yı öğrenmek zorundaydınız. Sümerce öğrenimi zaten yoktu. Ama 1936’dan 1948’e kadar Hititoloji kürsüsündeki öğrenciler Sümerce, Akadça, Hititçe derslerini B. Landsberger’den ve Hans G. Güterbock’tan alma şansına sahip oldular. Ve hepsi 1940’ta hem Sümerolog, hem Assiriyolog hem Hititolog olarak mezun oldular. Muazzez Çığ, Sümerce, Akadça, Hititçe formasyonlarını işte o yıllarda (1936-40) o iki süper bilim insanı yanında yaptı. Birikimini ise 1940 ile birlikte İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi’nde saklanan binlerce Sümerce, Akadça, Hititçe çivi yazılı tabletin sınıflandırılmasına, pek çoğunun da kopyalanması ve yayınlanmasına hasretti. Bu işler sanıldığı gibi kolay işler değildir. Çivi yazısını okumak ayrı beceri gerektirir. Onun Sümercesini, Akadçasını, Hititçesini sınıflandırmak için her üç dili bilmeniz gerekir. Her zaman alçak gönüllülüğü ile öne çıkan Muazzez Çığ hanımefendi her üç ölü dilin üstesinden gelecek denli bilgi birikimine sahip olarak hayatını binlerce çivi yazılı tablet parçasını okuyarak geçirdi.
Muazzez Çığ hakkında, o yaşarken de ölümünden sonra da asılsız, hatta çirkin şeyler söylendi. Hiçbirini hak etmedi. Bunu yakın meslektaşları da ucundan-kıyısından maalesef yaptı. Benim sevgili dostum Muazzez Çığ, Benno Landsberger ve Hans Gustav Güterbock gibi iki olağanüstü bilim insanı yanında yetişen özel bir ölü diller uzmanıdır. Üstelik hayatının son 30 yılında yazdığı sayısız kitaplarla, verdiği konferanslarla bilgisini gündelik yaşamın ta içine aktarmıştır. Halkın bilgilenmesinde kullanmıştır. Bunu yapabilmiş kaç akademisyen tanıyoruz? Adının önünde kalabalık akademik dereceler bulunan? Ona her fırsatta laf sokuşturan meslektaşı ‘ölü dillerin efendisi’ lakaplı kişi de buna dâhil. O da mutlaka özeldir. Saygındır. Bir şey dediğimiz yok. Ne ki o kişinin, değil ders almak ya da yanlarında yetişmek, o iki süper beynin bulunduğu enstitülerin kapısından bakacak durumu bile olmamıştır. Bu bilgiyi, sevgili Muazzez Çığ hanımefendiye laf sokuşturan, çamur atan her türlü tip için buraya kaydetmek benim de bir görevim olsun.
“…Yıl 1940-1957. Sümeroloji kürsüsüne hâlâ öğrenci alınmıyor…”
Sümeroloji kürsüsüne 1936-1957 arasında 21 yıl boyunca öğrenci alınmadı. Ne ilginç değil mi? Sümerce kürsüsüne öğrenci alınıyordu-alınacaktı derken, II. Türk Tarih Kongresi geldi çattı: 20-25 Eylül 1937, İstanbul. 20.’si gelecek yıl 2026’da yapılacak olan Türk Tarih kongresi ilk ve son kez Ankara dışında bir yerde toplandı. Atatürk hastaydı. Ve o toplantılara katılmak istiyordu. O nedenle kongre İstanbul’da yapıldı. Atamız hasta-hasta o toplantılara katıldı. Hiç şüphem yok ki Ulu Önderimiz her ay dünyanın parası ödenen ilgili kişiye elbette soracaktır: “Sümeroloji çalışmaları nasıl gidiyor hocam?” diye. İlgili kişi B. Landsberger de “şöyle gidiyor, böyle gidiyor efendim” diye rapor verecektir. Ne konuşulduğunu bilemeyiz ama gelişmeler, belgeler ortada. Sümeroloji kürsüsünün 1936’da, 1937’de öğrenci almadığı belli. Adam ne diyecek Ata’ya? “…bla-bla-bla…”. Ve Atamızın ölüm yılı 1938. Dünyanın parası ödenen bu sorumlu kişilere hesap soracak ikinci bir adam kalmıyor ortada. Nerede Sümeroloji programı? Nerede ‘İkinci Adam’? Tanrı rahmet etsin ‘İkinci Adam’ın bu konu zaten hiç derdi olmamıştı.
Ertesi yıl 1939. Ve ardından 1940. Atatürk’ün Almanya’ya öğrenim için 9 yıl önce yolladığı Ekrem Akurgal ve Sedat Alp yurda birer ‘Pan-Helenist ateş topu’ olarak dönüyorlar. Benno Landsberger ve Hans G. Güterbock’un tezgâh kurduğu DTCF’nde işe başlıyorlar. Oh oh ne âlâ. Hepsi bir arada. Alman ekolünün en keskin temsilcileri ve onların ‘yerli işbirlikçileri’ DTCF’nde toplanıyorlar. Nerede Sümeroloji programı? Yıl 1940-1957. Sümeroloji kürsüsüne hâlâ öğrenci alınmıyor.
“…1940’lardan 2025’e. Koca 85 yılda DTCF üçüncü katında gelişen, değişen nedir?..”
Sümeroloji işte böyle sümen-altı ediliyor. Gerekçeyi sorarsanız (…) “öğrenci gelmiyordu, bla-bla-bla” diyecekleri kesin. Almazsan gelmez. Almak için çaba göstermezsen ben de gelmem. Kimse gelmez. Ve nihayet yıl 1958. O yıl değerli Assiriyolog’umuz Veysel Donbaz Sümeroloji’nin tek öğrencisi olarak öğrenciliğine başlıyor. Tamam da, iş böylece bitmiyor. Veysel Donbaz neyin Sümerolojisinin öğrencisi olacak? Sorumlu kişi bazı bürokratik nedenlerle yurdu 1948’de zaten terk etmiş gitmiş. Sümerce’nin kurumsal öğrenimi, araştırması zaten yapılmıyor. Ve zaten DTCF’nde o günlerde herkes mutlu-mesut. Tam bir lale devri. Sümerolojinin kökü bu şekilde sonsuza dek kurutulmuş oluyor.
1940’larla birlikte DTCF üçüncü katta Pan-Helenist bir sistem kurulmuş. Alan memnun, veren memnun. Sistem tamamen emperyalizmin dayattığı ‘kutsanmış klasik arkeoloji’ ve ‘hümanist formasyon’ temel ilkelerine göre hazırlanmış. Üçüncü katta şu kadar ulusal nitelik taşıyan bir kıpırdanma yok. Öğrenim programında ne kapı komşumuz Kafkasya arkeolojisi var, ne Orta Asya bozkır kültürleri var ne de Mezopotamya arkeolojisi var. DTCF üçüncü kat, 1940’lardan itibaren en ufak bir ulusal farkındalık duygusu bulunmayan Tahsin Özgüç-Ekrem Akurgal-Sedat Alp Pan-Helenist/Hint Avrupacı üçlüsü tarafından, onların canı ne çektiyse ona göre programlanmış, tanzim edilmiş, yapılandırılmış, yanlarına aldıkları ‘çanta taşımaya uygun’ asistanlar üzerinden günümüze devretmiştir. Üçlü ittifakın canı Batı Anadolu’nun klasik arkeolojisini çekmiş. Kurulmuş. Bir diğerinin iştahı Kültepe Kaneş’e kabarmış. Kurulmuş. Berikinin canı oturduğu yerden Hint-Avrupa kültürüne övgüler yağdırırken falanca höyüğün alâkasız kazılarını çekmiş. Kurulmuş. Bugüne gelmişiz. Geçiyoruz. Hepsi bu. Uğurlu olmuş, kutlu olmuş. Ne diyelim.
1940’lardan 2025’e. Koca 85 yılda DTCF üçüncü katında gelişen, değişen nedir? Bir yanda Pan-Helenistliğinin farkında bile olmayacak kadar hadiseden uzaklaşmış akademik kalabalık. Diğer yanda ıssızlaşmış bir Sümeroloji anabilim dalı. Sevgili Hasan Erel’in sözüyle, işte “Sümeroloji’nin sümen-altı edilmesi”nin kısa hikâyesine dair bir kesit daha. Bir sonraki Sümeroloji hikayesinde buluşmak dileğiyle.
“Türk Tarih Tezi” kitabımı sonbahara bitirmek istiyorum
Hocam yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Ayrıca odatv den Kaan Arslanoğlu’nu da takip ediyorum.
Güneş dil teorisiyle ilgili yazılarınıza da görmek isterim. (İlerde belki yazarsınız.)
“Türk Tarih Tezi” kitabımı sonbahara bitirmek istiyorum
Türkiye ye yapilan hainligi dile getiriyorsunuz.
Yazilarinizi ilgiyle okuyorum !
Devam etmelisiniz.
SIZLANMANIN ANLAMI yok .
Bizleri bu konuda bilgilendirmeye devam.
Tesekkürler size ve Veryansintv ye!