Barış Doster
Barış Doster
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Emperyalizmin sarmalından kurtulmak mümkün mü?

Emperyalizmin sarmalından kurtulmak mümkün mü?

featured

Barış Doster yazdı…

Dünyanın önde gelen bankalarının, kredi derecelendirme kuruluşlarının, Atlantik sisteminin iktisadi ayağının ikiz kurumları olarak anılan Dünya Bankası ve IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) hem dünyanın ekonomik görünümüne hem de Türk ekonomisine ilişkin açıklamaları birbirini izliyor. Ülkemizle ilgili enflasyon tahminlerini, büyüme oranına yönelik beklentilerini güncelliyorlar sürekli. Vatandaşın gözü ise altın fiyatlarında, ABD Doları ve Euro’daki yükselişte.

Ne var ki Türkiye; yıllardır ekonomiye ilişkin sağlıklı tartışma yapmadığından, 1980 yılındaki 24 Ocak kararlarından bu yana farklı partilerin iktidarında tek bir program uyguladığından, 24 Ocak kararlarının eksiksiz uygulanması da 12 Eylül 1980 darbesiyle kotarıldığından, Türkiye için yakın gelecekte çıkış görünmüyor. Çünkü üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerini konuşmadan, yıllardır ekonomi denince rant, repo, faiz, borsa, döviz konuşan bir milletiz. Yatırımı, üretimi, istihdamı, ihracatı değil, şehir rantını, imar plan değişiklikleriyle elde edilen belediye rantını konuşuyoruz. Tasarrufu unutmanın, eldeki sınırlı kaynakları verimli kullanmamanın, tarımı ihmal etmenin, akıl ve bilimi dışlamanın, Cumhuriyetin halkçı ve devletçi ekonomi politikalarından vazgeçmenin bedelini ödüyoruz. Daha da ödeyeceğiz maalesef.

İç siyasetteki bu yanlış tercihlerin yanında, bir de dış ilişkilerde girdiğimiz bir sarmal var: ABD ve NATO sarmalı. Atlantik sistemi sarmalı. Soğuk Savaş ezberlerinden kaynaklanan sarmal.

Çünkü egemen sınıfların yöneliminin, neo liberal tercihlerin, vahşi kapitalizme teslimiyetin sadece ekonomik politik sonuçları yoktur. Çok daha geniş ölçekte sonuçları vardır, güvenlikten diplomasiye, akademiden kültüre dek. Çünkü emperyalizmi yok sayarak, görmezden gelerek hiçbir ekonomik, politik, diplomatik, askeri tartışma yapılamaz.

Oysa elimizde, takım çantamızda bu konuya ilişkin önemli araçlar vardır. Zengin bir külliyat söz konusudur kuramsal, bilimsel, entelektüel olarak. Fakat sadece Türk siyaseti, bürokrasisi değil, Türk akademisi de emperyalizmi, sömürüyü, sömürgeciliği gündeminden çıkardığı için, büyük ölçekte liberal, neo liberal tezlere teslim olduğu için, kimlik siyasetinin tuzağına düştüğü için, tartışma zemini hep güdük, hep zayıf kalmaktadır.

Ne var ki, siyasal iktisat, eskilerin deyimiyle iktisadı siyasi üzerine kafa yormadan, siyasal ve bilimsel tartışma olmaz. Bu alanda Antoine de Montchrestien (Fransız yazar ve iktisatçı, ekonomi politik kavramını 1615 yılında literatüre sokan kişidir), John Atkinson Hobson (emperyalizm kavramını ilk kullanan İngiliz iktisatçı, Lenin’i çok etkilemiştir), Rudolf Hilferding (finans kapital üzerine çalışmasıyla bilinen Avusturya asıllı Marksist iktisatçı, döneminde Alman sosyal demokrat partisinin en önde gelen kuramcısıdır) gibi Avrupalıların yanında, Türkiye’den Mısır’a, Asya’dan Afrika’ya dek pek çok ülkeden, milletten, coğrafyadan yazar, iktisatçı, düşünür, bilim insanı, siyasetçi çıkmıştır. Marx’tan Lenin’e, Sultan Galiyev’ten Samir Amin’e, Hikmet Kıvılcımlı’dan Mehmet Ali Aybar’a, Doğan Avcıoğlu’ndan Korkut Boratav’a, Bilsay Kuruç’tan Ergun Türkcan’a dek Türkçede zengin bir kaynak vardır bu konularda. Bu liste çok daha uzundur elbette. Hemen anımsatalım, İngiliz iktisatçı J. A. Hobson; 1902 yılında basılan “Emperyalizm” adlı kitabında, kapitalizmin gelişmesinin zorunlu sonucu olarak yaşanan bir süreç olarak görürken emperyalizmi; Marx ve Hobson’dan etkilenen Lenin de 1916’da yazdığı ve 1917’de basılan ünlü eserine şu ismi vermiştir: “Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”.

Günümüze gelirsek, ister ABD’nin Rusya’ya karşı Ukrayna’yı cepheye sürmesi ve NATO’yu genişletmesi, ister İsrail’in Gazze’deki vahşeti ve barbarlığı, ister Avrupa Birliği’nin geleceği tartışılsın, emperyalizm kavramı kullanılmadan tartışılamaz. Pazar, hammadde, ucuz emek talebi yanında, üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileri konuşulmadan, verimli bir tartışma yapılamaz.

Şimdi asıl büyük sorunumuza dönelim.

ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasını, Ortadoğu’ya yönelik ilgisini, bu ülkenin emperyalist karakterini konuşmadan nasıl ele alabiliriz? ABD’nin, Latin Amerika ülkelerinde 20. yüzyıl boyunca toplam bin kadar darbe ve darbe girişimi yapmasını nasıl izah edebiliriz? ABD ekonomisinin lokomotif sektörlerinden olan, siyasetten bürokrasiye, iş dünyasından üniversitelere, medyadan düşünce kuruluşlarına kadar güçlü etkisiyle öne çıkan askeri endüstriyel yapının, ülkenin dış politikası, ordusu üzerindeki nüfuzunu, NATO üzerindeki baskısını nasıl açıklayabiliriz?  Hegemonyasının aşındığını gören ABD; emperyalist karakterinden, hegemonyasını restore etme gayretinden, zayıflayan hakimiyetini güçlendirme çabasından geri durur mu? Rusya ve Çin’in, küresel ölçekteki hamlelerini önleyemeyen, aralarındaki işbirliğini geliştirmelerini engelleyemeyen ABD; yakın müttefiki olan devletlerin (İngiltere, İsrail, Kanada, Avustralya, Avrupa ülkeleri, Japonya, Güney Kore başta olmak üzere) Çin ve Rusya’yla ilişkilerini geliştirmelerini ister mi?

Soruları çoğaltabiliriz elbette.

Fakat unutmamak gerekir ki, doğru yanıtları vermek için, kavramsal bilinç, ideolojik berraklık, politik tutarlılık zorunludur.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!