Barış Doster
Barış Doster

Türkiye ABD’yle masaya nasıl oturmalı?

featured

Barış Doster yazdı…

ABD Başkanı Joe Biden ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Mayıs’ta, Beyaz Saray’da görüşecekler. Böylelikle Erdoğan, ilk kez Biden’in resmi konuğu olarak Beyaz Saray’a gidecek. Görüşmede iki ülke ilişkileri yanında, Ukrayna’daki savaştan İsrail’in Gazze’deki vahşetine kadar pek çok konu gündeme gelecek. 

Peki, bu görüşmeden büyük sonuçlar, Türkiye’yi memnun edecek neticeler çıkar mı?  

Elbette çıkmaz. 

Neden çıkmayacağını sıralayalım… 

Birincisi, Türkiye’nin sadece ABD başkanını, yani Beyaz Saray’ı muhatap olması, liderler arası iletişimi, lider diplomasisini önemsemesi yanlıştır. ABD; başkandan, Beyaz Saray’dan ibaret değildir. Kongre (iki kanadıyla birden), Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, sivil – asker bürokrasi, istihbarat kurumları, iş dünyası, düşünce kuruluşları, lobiler, üniversiteler, medya mutlaka önemsenmesi gereken kurumlar ve yapılardır. 

İkincisi, Türkiye; dış politikada, denge unsuru mu yoksa istikrar unsuru mu olmak istediğine, henüz karar vermiş değildir. Başkaları adına denge kurmakla, kendi adına istikrarı öne çıkarmak farklıdır. Geçtiğimiz yıllarda, Türkiye’nin “değerli yalnızlık” politikasıyla övündüğü hatırlandığında, bu övünmenin ne kadar yanlış olduğu, bugün bir kez daha ortaya çıkmıştır. İç cephe zayıflayıp, kutuplaştığında, dış politikada ölçü kaçtığında, yaşananlar acı sonuçlar doğurmuştur. Anımsatmak gerekir ki Türkiye; coğrafyasıyla, politik, diplomatik tercihleriyle, ekonomik ilişkileriyle, toplumsal yapısıyla, enerji bağımlılığıyla, Osmanlı’dan bu yana tarihsel ve kültürel yönelimiyle, yalnız kalmaktan endişe eden, yalnız kalamayacak kadar büyük, yalnız kalamayacak ölçüde ilişkileri çok ve çeşitli olan bir devlettir. Türkiye; Kurtuluş Savaşı sonrasında, 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ve Soğuk Savaş sonrasında yalnız kalmaktan hep uzak durmuş, bunun tedirginliğini yaşamıştır.

Üçüncüsü, ABD; hegemonyası aşınmakla birlikte, emperyalist bir devlettir. Kendisine, bölgesine, dünyaya, müttefiklerine ve hasımlarına bakışını bu gerçek tayin eder. Türkiye; bunu unutmamalıdır. ABD; zayıflaması nedeniyle, müttefiklerini daha çok öne çıkarmakta, cepheye sürmekte, vekâlet savaşlarına daha fazla öncelik vermektedir. Bugünkü ABD; SSCB’nin dağıldığı yıl olan 1991’deki ABD, 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında Afganistan’ı işgal ettiği yıl olan 2001’deki ABD değildir. Daha zayıftır. 

Dördüncüsü, ABD; Rusya’nın, Çin’in yükselişini engelleyememiştir. İran’ın, Kuzey Kore’nin, Suriye’nin direncini kıramamıştır. Bu devletlerin hem kendi aralarında hem dünyayla hem de ABD’nin bazı müttefikleriyle ilişkilerini geliştirmelerini önleyememiştir. Türkiye; bu gerçekleri unutmamalıdır. 

Beşincisi, ABD; emperyalist karakteri ve küstahlığı nedeniyle kendisini dünyanın lideri, özgürlüğün savunucusu, demokrasinin koruyucusu olarak görür. Hatta ABD siyasetinde, bunu ABD’ye has bir istisna, ayrıcalıklı durum olarak görenlerin yanında, ilahi bir görev, tarihsel bir sorumluluk olarak görenler de vardır. Dahası, böyle düşünenlerin çoğuna göre ABD; günümüzün Roma İmparatorluğu’dur. İster Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun, ister muhafazakâr, neo con, evanjelist (bunlara Hristiyan Siyonistler de denir) ister liberal olsun, ABD’de pek çok yurttaş, ülkelerini, kültürlerini, rejimlerini üstün ve benzersiz olarak nitelerler. Pek çok ABD’liye göre ABD; dünya üzerinde küresel çıkarları olan tek devlettir. Bu ABD’ye önemli sorumluluklar yükler. Dünyanın da bunu bilmesi, buna göre davranması ve ABD’ye saygı duyması gerekir. O nedenle ABD’nin müttefiklerine, ortaklarına, hasımlarına bakışını ele alırken, tüm bunları gözetmek zorunludur. ABD; başka devletlere saldırmayı, işgal etmeyi, onların rejimlerini değiştirmeyi, onlarda darbe yapmayı, kendisine özgü bir imtiyaz, “ABD’nin çıkarları dünyanın çıkarlarıyla örtüştüğü” iddiasıyla, ABD’ye has bir istisna ve ilahi bir ödev olarak görür. Bu amaçla, “başarısız devletler”, “asimetrik savaş”, “denetlenebilir istikrarsızlık”, “özgürleştirici müdahale”, “önleyici vuruş” gibi kavramlar, ABD akademisinde, düşünce kuruluşlarında, medyasında üretilip, dolaşıma sokulmuşlardır. 

Altıncısı, NATO; ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtıdır. Sadece bir savunma ve güvenlik örgütü değildir. Çok daha fazlasıdır. Ekonomi politik, ideolojik tercihleri olan, üye ülkelerin iç siyasetini darbeler dahil her yolla şekillendiren, onları ABD denetiminde tutmayı sağlayan bir örgüttür. Türkiye, bu gerçeği artık anlamalıdır.  Türkiye’de ABD ve NATO’ya ilişkin yorumlar, yaklaşımlar Soğuk Savaş’tan kalmadır. Soğuk Savaş ezberi Türk siyasetinde, sivil – asker bürokrasisinde, akademisinde, iş dünyasında çok güçlüdür. 

Yedincisi, ABD; Türkiye’yi jeopolitik konumu, stratejik önemi, güçlü ordusu ve Müslüman kimliği nedeniyle önemser. Türkiye’yi bu özelliklerinden dolayı kullanmak, denetlemek, cepheye sürmek ister. Yoksa ABD açısından Türkiye; ne büyük, vazgeçilmez bir ekonomik ortaktır ne de teknoloji tedarikçisidir. 

Sözün özü, Türkiye’nin bu gerçekleri bilerek ABD’yle masaya oturmalıdır. 

Türkiye ABD’yle masaya nasıl oturmalı?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 11 Nisan 2024, 12:08

    Altıncı maddede zikrettiğiniz Türkiye bu gerçeği anlamalıdır ifadesi 68 kuşağı tarafından daha 1960 lı yıllarda anlaşılmıştı.Sonuç ne oldu ? Bugün masaya oturacak kişinin bagajında ülke menfaatinden ziyade kendi ailesi ve yakın çevresinin menfaati var.Olumlu bir sonuç beklemek abestir.

  2. Türkiye’ de, bazıları tv lere de çıkan, bir çok analist var.
    Bir konu bu kadar öz ve net ancak bu kadar iyi anlatılabilir..
    Eminim birileri tarafından da okunuyor ve yazar bahsedilmese bile reise söyleniyordur..
    Olsun, ülkemize faydası olsun da..

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!