Kazıdıkça altından NATO’nun en tehlikeli ve en kirli propagandaları; Yugoslavya’nın parçalanma sürecinden alınmış propaganda örnekleri çıkıyor.
Şebnem Korur Fincancı’nın dosyasından bahsediyorum.
Dosya kabarık.
Türkiye’yi, sistematik biçimde, yılmadan, hiç durmadan dış odakların kendi çıkarları için benimsediği “yalanlarıyla” yaylım ateşine tutmuş.
Hekim, ama Türkiye karşıtı uluslararası cephenin sözcüsü gibi çalışmış, bağlantıları güçlü. İcraatlarına bakılırsa kendini “özgürlük savaşçısı” olarak gördüğü muhakkak.
SREBRENITZA’DAN CİZRE’YE
Yazmaya biraz daha geriye gidip Cizre’den başlayalım. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) o zamanki Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, 15 Temmuz 2016’da “Cizre Türkiye’nin Srebrenitsa’sıdır” diye bir açıklama yapıyor.
Cizre’de, Srebrenitsa’daki gibi bir “toplu kıyım” yaşandığını ve etnik kimliği yok etmeye yönelik “şiddet uygulandığını” dünya kamuoyuna duyuruyor.
Fincancı, Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaptığı incelemeler sonunda “Cizre’deki durumun hatta Bosna’nın çok ötesinde olduğunu” ifade ediyor ve ekliyor: “Cizre’nin bodrumlarında yaşananlar da toplu kıyımı gösterdi.”
Okuduğunuzda kanınız donuyor.
Türkiye, Cizre’de soykırım yapmış da Türk halkının haberi mi olmamıştı?
Fincancı’nın ima ve açıklamalarına göre sanırsınız ki; Türk Ordusu, Cizre’de binlerce kişiyi katliamdan geçirdi, kadınlarına toplu tecavüz etti, etnik temizlik yaptı…
İnanılmaz.
Allah kuru iftiradan saklasın derler ya o cinsten.
Çünkü Fincancı’nın kıyasladığı Srebrenitsa; 1995 yılında Hırvatistan-Bosna Savaşı’nda, Sırp Cumhuriyet Ordusu’nca sadece sekiz günde en az 8.372 Bosnalı’nın öldürüldüğü, toplu tecavüze uğradığı yer.
Çünkü Srebrenitsa katliamı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımının yapıldığı yerin adı.
Fincancı’nın iddialarına göre “Cizre’deki durum Bosna’dan da beterdi”.
Nasıl yani, Cizre’de aynı Srebrenitsa’da olduğu gibi sekiz gün içinde en az 8-9 bin kişi katledildi, toplu tecavüzler oldu ve Türkiye ayağa kalkmadı, basın bunu gizledi öyle mi?
Kışkırtmaya bakar mısınız?
CİZRE KIŞKIRTMASININ ARKA PLANI
Şebnem Korur Fincancı bu kışkırtmayı yaparkenki amacı pek aşikar uluslararası camiayı ayağa kaldırmak, Birleşmiş Milletler’in gözlemci olarak Cizre’ye gelmesini sağlamaktı. Tam da bu süreçte ABD’nin, Suriye-Irak-Türkiye sınırında Cizre’nin hemen karşısında Ayn Divar’da üs kurmayı planlaması tesadüf değil. Ayn Divar, Cizre ve Dicle’yi tepeden gören, Semelka kapısını, Türkiye’den Irak’a açılması planlanan Ovaköy hattını ve tüm sahanın denetiminin sağlanabileceği çok stratejik bir nokta.
Şebnem Korur Fincancı Cizre hamlesini yaparken yalnız değil.
Batı basını da o günlerde “Cizre’nin, dört parçalı Kürdistan için Kobane kadar stratejik öneme sahip olduğu” saptamasını sıkça yapılıyor.
“Büyük Kürdistan” planları için Cizre, Güney Doğu Anadolu’yu kontrol altına alacakları stratejik bir kilit noktası…
Bu açıdan değerlendirildiğinde, Şebnem Korur Fincancı’nın “Cizre, Srebrenitsa’dır” iftirasının plansız programsız ABD bağlantısız olduğunu söylemek mümkün değil. Bu kara propaganda elbette ABD’nin bölgedeki işgâlini güçlendirmek, Cizre’yi uluslararası denetim altına aldırtmak hedefini taşıyordu. Cizre’ye BM güçleri gelseydi “bir daha çıkarlar mıydı, orada neler olurdu, BM’nin Hollandalı Mavi Bereli askerleri aynı Srebrenitsa’da olduğu gibi suç işlerler miydi” sorularının yanıtı açık.
Kesin olan durum Şebnem Korur Fincancı’nın suç işlediğidir. Türk devletini ve Ordu’sunu bölücü maksatlarla karalamak, itibarını zedelemek, devlet otoritesini zayıflatmaya çalışmak, halkı kışkırtmak, yabancı müdahalelere zemin hazırlamak…
TÜRK TABİPLER BİRLIĞİ BAŞKANI TÜRK ORDU’SUNU HEDEF ALIYOR
“Vicdanını yitirmiş” Hekim Şebnem Korur Fincancı kariyer basamaklarında yükseldikçe propagandanın dozunu da artırıyor. Siyasallaştırdığı Türk Tabipler Birliği Başkanlığı’nın koltuğundan “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kimyasal silah kullandığı” iddialarını gündeme getiriyor, çünkü TSK’nın bölgedeki varlığı Kürdistancıları rahatsız ediyor; PKK’nın dağ ve şehir kadrosu, iç-dış Türkiye karşıtı odaklar el birliğiyle, TSK’nın Kuzey Irak ve bölgeden çıkması için aylardır her yola baş vuruyor.
Batılı merkezlerden bu amaçla aralıksız yükselen hakaret, aşağılama, iftira, baskı, tehdit içeren tavırların zirve yaptığı tam da bu süreçte Fincancı “TSK kimyasal silah kullandı” iddiasını gündeme taşıyor.
Tabii ki tesadüf değil.
TSK’nın envanterinde kimyasal silah olmadığı gerçeği Atlantikçi gözü dönmüşleri bağlamıyor, çünkü Irak’ı işgâlde “Saddam kimyasal silah kullandı” yalanının nasıl işe yaradığının gayet iyi farkındalar.
FİNCANCI’YA SORULAR
Ağzını açtığında Srebrenitsa soykırımından başlayıp “Cizre’de Srebrenitsa’dan daha fazlası oldu” diyebilen, propagandayı “Türk Silahlı Kuvvetleri kimyasal silah kullandı” noktasına vardıran “hekim” Şebnem Korur Fincancı’nın, acaba militanlığını yaptığı NATO’nun 1999 yılında, 78 gün boyunca Birleşmiş Milletler yetkisi olmaksızın Sırp hastaneleri, okulları, alt yapı ve kimyasal tesisleri bombalayıp, kimyasal silah kullandığına dair söyleyecek bir sözü var mıdır?
1945’ten bu yana Alman katılımıyla Yugoslavya’da yapılan ilk saldırganlık savaşının, ekolojik ve insani felaketlere yol açtığını NATO basını pek yazmaz. Türkiye’yi karalama söz konusu olduğunda yüksek perdeden öncülük yapan Fincancı’ların susması gibi, PKK’nın gizli müttefiki Alman Vakıfları, çevre örgütleri, Atlantikçi Birlik 90/Yeşiller ve benzerlerinin bugüne kadar bu konuda hâlâ sessiz kalmalarına şaşırmamalı.
24 Mart 1999’da NATO Sırbistan’a karşı hava savaşı başlattığında, Yeşil Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ve meslektaşı Rudolf Scharping savaşı neyle körüklüyordu biliyor musunuz: “Etnik temizlik” “insani felaket” “önüne geçmek için acilen uluslararası müdahale” propagandasıyla.
Tıpkı Fincancı’nın Cizre kışkırtmasında örnek aldığı gibi.
Ancak ne çare, Fischer gibi Alman siyasetçilerin asılsız iddiaları çürütüldüğünde iş işten çoktan geçmişti.
NATO, 121 sanayi kuruluşunu vurduğu, 2.500 sivili öldürdüğü bu kirli saldırısında 80’den fazla yerde 30. 000’i aşkın uranyum mermisi kullanıp, Pančevo, Novi Sad ve Bor’daki büyük kimya merkezlerini kasıtlı bombalamıştı. Pančevo rafinerisinin vurulmasıyla sızan petrol iki hafta boyunca, Novi Sad’daki eski petrol rafinerisine saldırıda dökülen 80.000 ton petrolün 20.000 tonu günlerce alev alev yanmıştı. Şehrin üzerinde kurum, katran, yağ parçacıkları, kükürt dioksit ve azot oksit içeren büyük bir bulut tabakası asılı kalmış, insan ve doğanın ciğeri kararmıştı…
Orada beyaz fosfor kimyasal silahları kullanılması sonucu bölge halkı yaygınlaşan ağır kanser vakalarıyla bugün hâlâ boğuşuyor…
Yugoslavya’da kanser nedeniyle dehşet boyutlara ulaşan yıllık ölüm oranları sadece tıp mecmualarında vicdanlı hekimlerin makalelerinde yer alıyor.
İnsan hakları denilince yüksek sesle konuşan Almanya ve bu konuda Türkiye’ye karşı zalimleşen Fincancı gibi dostları burada elbette susacaklar.
Sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri kimyasal silah kullanmış, öyle mi?
NATO’nun kimyasal silah kullandığı saldırı savaşlarının listesi buraya sığmayacak kadar uzun. Fincancı Srebrenitsa’daki katliam örneğinden yola çıkıp Cizre soykırımı iftirasını attığından, ben de kendisinin kimyasal silah iftirasına aynı coğrafyada yaşanan NATO’nun kimyasal silahlı saldırı faciasının insani boyutlarından örnekler vermek istedim…
Şebnem Korur Fincancı “NATO işlediği insanlık suçları için cezalandırılmalıdır” diyebilecek kalibrede değil hekim değil, insan hakları savunucusu hiç olamaz.
Fincancı, Uğur Mumcu’nun katil zanlılarına “görmeden” “muayene etmeden” sahte işkence raporları, sahte beyanlar verebilmiştir.
İnsanları görmeden, muayene etmeden, bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli tıp raporu düzenlemek tıp etiğine aykırı suç olması yanında ağır suçtur.
Mumcu ailesinin açılacak davanın bu bağlamda genişletilmesi ve müdahil olması beklenilmelidir.
Fincancı’nın derdinin “Ermeni soykırımı” ile suçladığı Türk devleti ve Türk milletiyle olduğu, dış uzantılar doğrultusunda hareket ettiği açıktır.
Şebnem Korur Fincancı, bilimsellikten uzak dayanaksız iddiaları ve tarafsızlığını yitirmiş olması nedeniyle Türk Tabipler Birliği’ndeki Başkanlığı’ndan istifa etmeli, hekimlikten men edilmeli, Profesörlük titri iptal edilmelidir.
Sistematik kışkırtıcılığı ve Türkiye karşıtlığına rağmen Fincancı’yı Tabipler Birliği’nin başına kadar getirten, o makamın hekimliğin olmazsa olmazı tarafsızlık ilkesinden çıkartılıp Batı propagandalarının aleti yapılmasına, etnikçilik noktasında siyasallaştırılmasına yol açan, göz yuman düzen de sorgulanmalıdır.
Çok etkilendim. Okurken yurdum insanlarının nasıl da kandırıldığını, etki ajanlarının bilinçli denilen kesimlere suç işlettiklerini, birlikte olduklarını görmek çok acı. Teşekkürler Gönül Kenter hanımefendi.
Aynen katiliyorum.
Çok bilgilendirici bir yazı, teşekkürler. Her suçlanan kişiye sahip çıkma alışkanlığı olanlar umarım bu yazıyı okuyup kendilerine bir çeki düzen verirler.
Hocam şahsı çok güzel bir şekilde tanıtmışsınız ama başta Kılıçtaroğlu olmak üzere CHP nin bu şahsa destek ziyaretinden bajsetmemişsiniz
tek kelime ile mukemmel bir bir yazi;
maalesef ulkemiz, vatanimiz bunun gibi binlerce haini agirliyor besliyor
ELINIZE DILINIZE AGZINIZA SAGLIK
Ben 1995 yilinda bizzat bosna savasinda neler yasandigini cok iyi biliyorum. INADINA NE MUTLU TURKUM DIYENE.
Tamamen katılıyorum. TTB’nin 2000 yılında, cezaevlerinde gerçekleştirilen “Hayata Dönüş Operasyonlarına” yönelik tavrı da ibretliktir. Cezaevlerindeki yoksul, gariban mahkumların ölüm oruçlarına zorlandığı, aşırı sol ve bölücü örgütler tarafından koğuşların eğitim kampı gibi kullanıldığı bozuk düzenin devamını sağlamak için malum odaklar devreye girmiş ve aynı bugünkü gibi melanetlerini kusmuşlardır. Fincancı yargılanırken; cezaevlerinden sahte raporlarla sağlık gerekçeleri ile salıverilen aşırı sol ve bölücü terör örgütlerinin mensuplarına o raporların nasıl verildiği de incelenmelidir. ABD’nin Irak’ta yaptığı katliam ve tecavüzlere hiç sesini çıkarmayıp akıl almaz iftiralarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saldıranların kimlerin hizmetkarı olduğu malumdur. Dış güçlerin Türkiye’deki elleri ve kolları artık kırılmalıdır.
Fincancı gereksiz biri.
Batı’nın parçala yut histerisini durdurabilecek bir güç şu anda maalesef yok. çünkü, Türkiye dahil tüm ulus ülkelerinde çok sayıda işbirlikçisi var. o nedenle benim bu yönde bir beklentim yok.
Bu zat iğrenç bir işbirliği halinde, iyice anlaşıldı.
Tabi burada sorgulanması gereken, en basitinden Cizre iftirası sonrası, bu TSK’ ya bile iftira atacak cesareti nasıl buldu, kimler teşvik etti, kimler TTB’ nin yolunu açtı. Umarım ömrünü cezaevinde tamamlar da, buna el tutanlar soruşturmaya dahil edilecek mi..
Bosuna nefes tüketmeye gerek yok. Sahsin soy agacini arastirin yeter.
Çok çarpıcı bir yazı olmuş. Biz yıllardır bu durumu meslektaşlarımıza anlatmakta zorlandık.
Ben bir doktor olarak bu Fincancı’yı TTB başkanı olarak görmüyor ve kabul etmiyorum. Ajan demek daha doğru gibi.