Hümay Göbel yazdı…
“Ölüm her şeyi bitirir bir gün
Kimseleri, kimseleri incitmeyin.
Ölüm her şeyi bitirir bir gün
Ömrünüz size bir kısa oyun
Ölüm her şeyi bitirir bir gün
Ardınızda güzel anılar koyun.
Sevgiden başka her şeyi
Her şeyi bitirir bir gün
Biraz da ölümü düşünün…”
(Biraz da Ölümü Düşünün – Şükrü Erbaş)
Bu yazının konusunu çok farklı hayal etmiştim. Felsefik ve psikolojik düzlemde, sanatın renklerini de katarak bir aydın-taşralı eleştirisine hazırlamıştım kendimi. Hazır kışa giriyorken üstat Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye ödüllü Kış Uykusu filminin analizini yapacak, Jung’un, Heidegger’ın, Canetti’nin, Cioran’ın, Woolf’un kulaklarını çınlatacaktım. Sonra bir kötü haber bütün her şeyi değiştirdi… Ölüm var…
Dün akşamüstü saatlerinde bir ebediyete intikal haberi gördüm. Zira son haftalarda aldığım vefat haberlerinin sarsıntısını henüz atlatamamışken bu haber bir katarsisi tetikledi. CSO’nun (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) 30 sene boyunca konzertmeisterlığını (baş kemancı) yapmış, emektar müzik insanı, naif virtüöz, çok sevgili hoca Oktay Dalaysel geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucu evinde hayatını kaybetmişti. Yalnız çok kıymetli bir müzik insanını değil, ortak dili konuştuğun çok güzel bir dostu, hayatını öğrenmeye ve öğretmeye vakfetmiş bir ilim insanını yitirmenin acısıyla donakaldım. Ölüm karşısında insanın hiçliğini bir kez daha idrak ettim…
Oktay Dalaysel 1938 yılında Isparta’da dünyaya gelir. Orta yaş üstü okurların çok iyi bileceği gibi erken dönem Cumhuriyet yıllarında okullarda mandolin dersi oldukça revaçtaydı. Oktay Dalaysel de ilkokul dördüncü sınıfa kadar Isparta’da mandolin çalar ve müzik yeteneğini herkes fark eder. Annesiyle babasının boşanmasının ardından velayeti annesinde kalan Dalaysel’e dayıları sahip çıkar. Allah vergisi müzik kulağı ve çalışkan karakteriyle çok kaliteli bir müzik insanı olacağına inandıkları Dalaysel Ankara’daki dayısının yanına gönderilir.
“Oktay eğer benim oğlum olsaydı onu yine konservatuara verirdim.” (Licco Amar)
Oktay’ın dayısı askerdir. Disiplinli ve mükemmeliyetçi karakterinin de Oktay’ın müzikal gelişiminde etkisi oldukça büyüktür. Önce Cebeci’de bir ilkokula kaydettirilen Oktay için herkes, “bu çocuğun iyi bir müzik eğitimi alması şart, derhal konservatuara yazdırılmalı.” önerisinde bulununca Ankara Devlet Konservatuarı’nın kapısı çalınır. Dayısı eğer Oktay’ın gerçekten üst düzey bir müzik insanı olabilecekse bu eğitime devam etmesi gerektiğine inanmaktadır. Orta düzeyde kalacak olursa bu eğitimi almasının hiçbir anlamı yoktur ona göre. Konservatuarla yapılan görüşmeler neticesinde Oktay’ın yeteneği ve azmi tescil edilir. Dayısının niyeti Oktay’ın gündüzlü piyano eğitimine başlamasıdır. Ancak heyet, o dönemki şartlarda piyano edinmenin ve pratik yapmanın zorluğunu da gözönünde bulundurduğundan Oktay için yatılı keman eğitimi önerir. Zira Oktay fiziksel olarak da keman için daha uygundur.
Oktay büyük bir azim ve fedakarlıkla çalışmalarına başlar. Okulun en çelimsiz ve en küçük üyesi olmasına rağmen kısa sürede herkes ismini öğrenmiş ve onu çok sevmeye başlamıştır bile. Dönemin konservatuar eğitimi de kaliteli ve nitelikli müzik insanları yetiştirmeye yönelik olduğundan oldukça yoğun bir eğitim programı ile keman serüveni başlar. Burada küçük bir parantez açıp Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e minnet sunmak gerek diye düşünüyorum. Zira onun sanata verdiği önem olmasaydı, Oktay’ın gidebileceği bir Ankara Devlet Konservatuarı da olmayacaktı. Ankara Devlet Konservatuarı’nın yokluğu demekse Türkiye Cumhuriyeti sanat tarihinin neredeyse sıfırlanması demek olurdu. Ruhu şad olsun, bu ülkenin sanat hayatı için en önemli yatırımı yaparak bu ülkeye Ankara Devlet Konservatuarı’nı bıraktı Ulu Önder…
Oktay Dalaysel’in hocası, 1915 yılında Berlin Flarmoni Orkestrası’nın baş kemancılığını da yapmış Yahudi asıllı Macar Licco Amar olur. Licco Amar’la uzun ve verimli bir çalışma dönemi geçirir. Amar onu oğlu gibi benimserken Dalaysel için de Amar, disiplinli bir baba figürüdür. Aralarında geliştirdikleri ortak dil sayesinde Oktay kemanda, genç yaşına rağmen, herkesin takdirini kazanan bir gelişme kaydeder. Bu arada dayı da düzenli olarak okulu ziyaret edip Oktay’ın gelişimi hakkında bilgi almaktadır. Bu gidip gelişleri neticesinde Licco Amar ile de bir dostluk gelişir aralarında ve bir gün kendisine açıkça sorar. “Hocam Oktay gerçekten üst düzey bir müzik insanı olabilecek mi? Orta düzey bir müzisyen olacaksa onun bu eğitime devam etmesine gerek yok.” Amar kendinden emin bir edayla cevabını verir: “Oktay eğer benim oğlum olsaydı onu yine konservatuara verirdim…”
Amar, Almanya’da Freiburg Yüksek Müzik Okulu’nda görev yapmaya başlayacaktır bu nedenle Dalaysel’le yolları ayrılır. Bu gidişin ardından bir bocalama dönemine girmiş olsa da kısa sürede kendini toparlar ve Ankara Devlet Konservatuarı’ndan 1958 yılında mezun olur.
Mezun olur olmaz, sınavı dahi beklemeden kendisini CSO’ya asistan kemancı sıfatıyla alırlar. Sınav teferruatı da kısa sürede büyük bir başarıyla çözülür zaten. Zira CSO’nun kaliteli ve nitelikli yetişmiş müzisyenlere çok büyük ihtiyaç duyduğu bir dönemdir. Ancak 1959’da çok kıymetli hocası Amar’dan bir mektup alır ve hocasının daveti üzerine burslu eğitim almak üzere Freiburg Yüksek Müzik Okulu’na gider. Burada da kısa sürede yeteneğini ve çalışkanlığını ispat eden Dalaysel ülkesine dönmeden önce Alman ekolü ile kendisini geliştirme fırsatı bulur. Eğitimi henüz tamamlanmamışken hocası Amar vefat eder ve Dalaysel eğitmini Ulrich Grehling ile sürdürür. Amar Türkiye’de nitelikli müzisyenlerin yetişmesinde çok emeği olan bir müzik insanıdır. Paha biçilmez değerimiz Suna Kan’la da çalışma süreci geçiren Amar 2. Dünya Savaşı döneminde Türk vatandaşlığına geçmiştir.
1962 yılında Türkiye’ye dönen Dalaysel azimle CSO’daki görevine sarılır. Bu arada resitaller ve dörtlü konserleriyle de dönemin tanınan müzik simalarından biri olmaya başlar. 1973 yılında gelindiğinde CSO başkemancısı sıfatını kazanır. 2003 yılına kadar da bu görevi onurla ve başarıyla icra eder.
2 Yorum
- Yorumların Sıralanışı
- Yeniden Eskiye
- Eskiden Yeniye
Allah rahmet eylesin, taşı toprağı ağır gelmesin. Türkiye ıssızlaşıyor.
1970 Gazi Müzik Bölümü dönem arkadaşlarımızın başı sağ olsun. Işıklar içinde olsun. Biz mezun olduktan sonra da bizim dönemle bağını hiç koparmadı, Gazi Müzik salonundaki anma toplantılarımıza hep gelirdi, birlikte çok güzel anılarımız oldu. Cumhuriyet öğretmeniydi, iyi ki onu yakından tanıma şansımız oldu.