Müslümanlar yapıp ettikleri şeylerin dine uygun olup olmadıklarını öğrenmek istediklerinde bunu yetkin kişi ve kuruluşa sorarlar.
Verilen cevap iki şekilde olur:
“Caizdir” veya “Caiz değildir”.
Sadece bu şekilde sorulardan ibaret ciltlerce kitap vardır.
İngilizce öğrenirken nasıl bütün işlerin kahramanı Mr. Brown varsa bizde de bütün işleri yapıp eden ve soruları soran Zeyd Efendi vardır.
Teknik olarak biz buna fetva diyoruz.
Şimdi bu işleri Diyanet ve müftülükler yapmaktadır.
Hatta Alo fetva hattı var.
Her şeyi sorabiliyorsun ve bir süre sonra cevap alıyorsun.
Bir de Din İşleri Yüksek Kurulu var. Yargıtay ve Danıştay İçtihatı Birleştirme Kurulu gibi.
Bu hafta içinde rüşvet vb. nedenlerden ötürü Samsun Büyük Şehir Belediyesinden bir daire başkanı tutuklandı. Yapılan aramada milyonlarca lira para bulundu.
Şimdi bu adam müftüyü arasa ve dese ki;
“Acayip paralar çaldım bunların bir kısmını okuyabilsin diye yoksul öğrencilere, kötü yola düşmesin diye dul kadınlara ve açıkta kalıp aç kalmasınlar diye yetimlere versem caiz midir?”
Diyanet ne cevap verir bilmiyorum.
Hukuk ne yapacak onu da biliyoruz. Her halükarda yapanın yanında kâr kaldığı bir sistemimiz var.
Ama imamhatip bitirmiş üstelik birincilikle ve sonra çeyrek asırdır ceza hukukçusu olarak tecrübeme dayanarak “El cevap” şöyle derdim.
“Ey insanlıktan çıkmış kafir yavşak daire başkanı.Eğer sen milletin/kamunun/Allahın malını çalmasaydın, rüşvet yemeseydin zaten caiz mi diye sorduğun kişilerin böyle bir ihtiyacı olmayacaktı.”
Şimdi ben çok ağır konuştum değil mi?
“İnsanlıktan çıkmış, kafir ve yavşak” dedim.
Şimdi bu benim söylediklerim caiz mi değil mi diye sorsam ne cevap alırım acaba.
Diğer yandan insanlıktan çıkmak, kafir olmak ve yavşak kelimesi ceza hukuku anlamında benim suç işlediğim hakaret ve iftira anlamında doğru mu?
İyi bir müslüman olmaya doğru bir vatandaşlığa devam edebilecek miyim bu halimle?
Zamanımız yok müftüye sormaya ve kendimizi savcılığa ihbar etmeye.
Yazı bitmeli müftü ve savcı beklemez.
Verelim cevabı gitsin. İnsan kendine de adil olmalı değil mi?
İnsanlıktan çıkmış evet bu doğru. Bir başkasının malına el atmak hayvanların işidir.
Delillerim:
Öncelikle National Geographic. Sırtlanları hatırlayın.
İkinci delilim ise Bakara 188. ayettir.
Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.
İlgili kişiye neden kafir denir. İnsanlığa ve ayete ve hukuka aykırı başkalarının malını yediği için hakikatı örtmüştür, karartmıştır. Kâfir kavramı da bu anlama geliyor zaten.
Peki tamam da adama yavşak neden dedin. Aslında benim için ayıp oldu. Ayıp etmek bana caiz değildir. Lakin adam kafirlik yapıp küfür işlemiş. Babamın nasihatı “küfür işleyene sövmek adaptandır” derdi. Hakkını vermek.
Cumhuriyet kuvvetler ayrılığı için çok uğraştı. Nitekim bu olmadan işlerin olmayacağını CHP’de gördü. Yoruldu iflahi kesildi.Tek Parti mecalsiz kaldığını ifade etti. Ve çaresiz çok partili hayata geçti.
İşte öyledir doğrusu. “Tek” ilk sadece Allah’a yaraşır. Bu iddia iddianın sahibine zülümdür aksi halde.
Lakin kuvvetler ayrılığına benzer üçlü bir ayrışma vardır Cumhuriyet’te. Diyanet, Genel Kurmay ve diğer tüm Anayasal kuruluşlar diye. Bu her ne kadar Anayasal bir bütünlük içinde kodlanmış ise de manevi, sembolik başkaca görünüşleri vardır. Bunu ben kodlamıştım şu şekilde hukuk fakültesindeyken. İman gücü, silah gücü ve devlet gücü diye.
Onun için bu iki kurum hem devlet düzeninin dışında hem de içinde bir mana önceliğiyle değerlendirilmeli. Diyanet zayıf hadisleri ayıkla ve muhkem ilerden bir manevi güç devşir. Genel kurmay bütün fitnelerden azade hazır ol cenge. Devlet bu iki güçle hep sulh içinde kalabil.
Allah murad etseydi dünyada tek dil olurdu. Ama insan bunu da sürdüremedi. Dillerin çoğalmasının hikayesi Babil döneminden başlar. Açıp okuyun ne olmuş diye.
İnsan Allah’a her dille muhatap olur dilsizler bile olurken. Hatta harfsiz kelimesizdir gönül dili. İşte bu işler siyasete konu olmaz demiyorum. Siyaset bu işleri sorumsuzluk yaparak kendine konu yapmaz diyorum. Ne diyeyim başka. Bir dörtlük yazmıştım paylaşayım aşkla.
Allah bilir bütün dilleri
Saklı kalmaz kulun işleri
O ki sürekli gözetendir.
Bilmez mi sanırsın gönülleri.
Geçen haftaki “Ey İnsan” başlıklı yazım çok emek verdiğim ama az beğenilen veya anlaşılan bir yazı oldu.
Yazının içinde “artan mal azalan insanlık” diye bir tespit vardı. Bütün bu haksız mal edinenleri içine alan nefes aldırmayan bir tespit olarak ortaya konmuş idi. Değişmez hem doğal hem hem hukuksal bir yasa gibi. Bir çoğu bundan sonraki yazılarımıza “insan” bağlamında yol haritası olacak sözlerde ve değerlendirmelerden ibaret olsun istemiş idik.
Neyse biz başkasının hakkına göz dikmişlerle uğraşırken yaklaşık bir asır önce kendi hakkından feragat eden adamlarımız vardı.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’ten bahsediyorum.
Kendisine ayrılan tahsisatı almıyor. İstiklal Marşı ile ilgili başvurusuna gitmek için bir arkadaşının dönmesini bekliyor. Çünkü paltosu yok gelen arkadaşın paltosunu giyecek ve gidecek.
Başka kendisi Arnavut lakin, Türk Milletinin İstiklal Marşını yazmak nasip oluyor. Hak ediyor hatta.
Başka bir hikaye ise Akif’in haksızlığa karşı tavrını özetliyor. Arasının iyi olmadığı ve kendisi giderse yerine geleceği genel müdürünün haksız olarak görevden alınmasına tepki koyar ve genel müdür olacakken mevcut görevinden de istifa eder.
Kendisine verilen 500 lira tahsisatı Kızılay bünyesinde kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken birime bağışlar o sırada 600 lira borcu olmasına rağmen.
Kurtuluş mücadelesinde Gazi’nin de talebiyle inanılmaz cihadlarda bulunmuştur. Minberlerde arazi ve cephelerde bulunmuştur. Kalemini en keskin kılıç gibi halkı uyandırmaya ve birliğe teşvik etmiştir. Siyasi konularda Abdülhamit ve Gazi ile anlaşamamışlardır. Benimde her üçü ile anlaşamadığım konular vardır ama her birinin anlamı azaltmaz. Rahmetler dilerim.
İnsanlar vatanları için samimiyetle uğraşırlar yanlış yapabilirler elbet. Ama tarih ve milletin vicdanı hükmünü verir.
Samimiyetle yapılan hatalar caiz midir? sorusu her zaman.
El cevap: Caizdir diye yerini alır tarihte.
İşte birbirleriyle anlaşamasalar da bir Abdülhamit bir Atatürk bir Akif kıymetleriyle anılırlar. Hatalarından ders çıkarmamızı da tavsiye eden bir yaşam bir tavsiye bırakırlar bize.
Öyle değil mi Selahattin Demirtaş?
Siyasetin ve hukukun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vb tüm konjonktürün labirentlerinden medet ummak ve uzun emel ve avuntu peşinde koşmaktansa samimiyetle hareket etsen daha iyi olmaz mıydı?
Adına ve birikimine bu yakışmaz mıydı? Vicdanın da öyle demiyor mu?
Hatalar ve yanlışlıklar veya siyasi kargaşa üzerinden bir fırsat devşirme kolaylığı yerine Arnavut olan Akif gibi bir Kürt olarak davranmaz mısın? Aksi vatanın dediğin yerlerin bir kaç defa imarına yarayacak ülkenin birikimini fitneye ve fesada harcadık. Emperyalizmin kirli oyunlarının kamuflesi AHİM vb. yerlerden medet ummak yerine halkların kalesi samimiyete dost olsaydın. Sana yakışan da bu olurdu.
Saygıdeğer Devletim.
Saygınlığın verdiğin sözleri tutmaktan gelir.Bu sözleri tutman için bana verdiğin sözlerden bir süreliğine vazgeçmen veya bana ait imkanlardan feragat etmemi, daha kanaatkar yaşamamı istemene razıyım.Hatta otur oturduğun yerde de diyebilirsin.Vatanım ve milletimle ilgili bir sorunun aşılmasında bize düşen sorumluluk neyse her zaman kapım açık.Hatta sus konuşma da diyebilirsin.
Bunu diyeceksen ve henüz dememişken fırsat bu fırsatken söyleyeyim.
Sevgili Devletim seni her zaman sen koruyor değilsin.Korumakla yükümlü olduğun milletin ve nedense hala bizden umudunu kesmemiş Allah koruyor.Bunu unutmayasın ve şükreder olasın.
Beka endişesi taşıyan devletim. Bilir misin ki adaletin ipine yapışırsan ilelebet payidar kalırsın.
İnsan Allah’ın kulu vatandaşta senin kula yüklediğin anlamdır. Allah kuluna ne yaparsa sen de vatandaşa öyle davranmalısın. Kul Allah’a isyan ediyor ama hâlâ rızkını, sağlığını, itibarını koruyor.
Mühlet veriyor. Pişmanlığını ödüllendiriyor. İsyan eden kula karşı devlete eleştiri nedir ki?
Bırak vatandaşlarımız özgürce konuşsun. Sövsün ki sevmeyi hatırlasın. Eleştirsin ki devletine devletine aidiyeti artsın.
Olaylar açık olsun ki işler yürüsün kolay.
Vatandaşla davalaşmak olmaz. Çekin bütün davaları. Bereket husumetin olmadığı yere gelir ve bereket iktisatçıların okuduğu bir şey değildir.
Vatandaşa devletin dava açması caiz değildir.
İlber Hoca ile Dilber’in hikayesini irdelemek caiz midir.
Bir şiirimde geçiyor mısra.
“Değişir mi zannedersin
Yedisinde neyse yetmişinde aynı olan.”
Maşallah bir başladık bir bardak çay içene kadar yazımız bitmiş.
Haftaya kadar caiz olan işleriniz olsun.
Gıybet şeyler paylaşmayın, yapmayın.
Sn. Yazar,
İster iktidarda, ister muhalefette, isterse başka bir konum veya makamda olsun şahsi menfaatlerini, siyasi istikballerini bu memleketi ekonomik, siyasi kültürel olarak tahakküm altına almak isteyenlerle tevhid edenlerin tek bir adı vardır Türkçe’de, “Vatan Haini” Bu nedenle Demirtaş alçağını samimiyete çağırmak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu zat ne diyecek? Ben ABD, AB ve İsrail’in çizdiği; bölge ülkelerinden koparılan parçalarla kukla bir Kürt devleti kurulması ve İsrail’in yalnızlığına son verilmesi projesinde önemli bir rol üstleniyorum mu diyecek? Bu yüzden allayıp pulluyorlar, manşetlere çıkarıp, AİHM’den karar çıkarıyorlar diyecek? Ya da YCHP ve İYİP genel başkanları gibi onların borusunu üflediğim sürece burada oturmama izin veriyorlar mı demeliydi? Bu işin bütün dümeni hainliği çeşitli yol ve yöntemlerle gizlemek, demokrasi, özgürlük, değişim, insan hakları vb.
Siz etkili ve yetkili bir makama gelirseniz, yani aynı zamanda halife de olan bir Padişah veya bugünkü CB gibi biri olursanız vatandaşla davalaşmayın kardeşim. Ama biz kul hakkı yiyenle de, iftira atanlarla da, haraç mezat devlet malını satanla da, rüşvet alan, yandaş kayıranla da, Fetöcüsüyle de, çocuk istismarcısıyla da, Allah’la kul arasında aracılık iddiasında olanla da sonuna kadar hesaplaşacağız. Problemlerinizin çoğunun Abdülhamit’ten ziyade Atatürk ile olduğundan da eminim.
Ne var ki siz bu satırları bir kalem sürçmesi ya da konjonktürü analiz edemediğiniz için yazmıyorsunuz. Siz bunları düşünerek taşınarak, bilerek isteyerek bilinçli yazıyorsunuz. Siz bu sayfanın kimyasıyla hiç uyuşmuyorsunuz. O nedenle bir an önce terk edin.
Hocam Ülkemizde ve dünyada uygulanan mevcut düzene tepki olarak alayının arka cebine koyayım rumuzunu kullanıyorum.Ne anlamda kullandığım açıktır bu rumuzu kullanmam caiz midir hocam?
Eğer değilse bu rumuza ilham kaynağı olan sevgili Nihat Genç sorumlu mudur?
Sayın hocam, “devlet” denilen nesne, kendisine hitap edilebilecek canlı ve akıl sahibi bir özne değildir. O sadece, birlikte yaşamak için işbirliği ve işbölümü yapmayı akıl etmiş kişilerin tarih içinde oluşturduğu bir hukuk sistematiğidir. O sadece kargaşayı düzene çevirmek için icat edilmiştir. Onu çalışır kılmak için kişilere “demokrasi” denilen başka bir kurallar silsilesi dahilinde halk tarafından görev verilir. Sizin hitaplarınız işte o görevli kişileredir yani devlet aygıtında seçilmiş veya atanmış olarak görev verilmiş kişilere yapılmıştır, devlet denilen ve kişiliği aslında var olmayan ama var zannedilen devasa organizasyona değil!
Lütfen önce bunu idrâk edin.
Sorunların kaynağı, hakkına razı olmayan kişilerin fiilleridir. İşte devletin, daha doğrusu onu çalıştıran ve yöneten gerçek kişilerin aslî ve öncelikli amaç ve görevi, bu fiillerin gerçekleşmesini önlemek ve böylece adaleti tesis etmektir. Onun için “Adalet mülkün temelidir.” denilmiştir.
Saygılarımla.
“Geçen haftaki “Ey İnsan” başlıklı yazım çok emek verdiğim ama az beğenilen veya anlaşılan bir yazı oldu.” Yazıyı okudum, insan’a dair söylenen önermeler sıralaması gibi, her cümle bir yönümüze atıfta bulunuyor, en beğendiğim, “insan olmamız dışındaki her şey bir iddiadan ibarettir.” Ama bu cümlelerin çağrıştırdığı tecrübeyi bulmak için düşünmemiz, hikayesini kendimiz yazmamız gereken bir yazı.
Bugüne kadar okuduğum en bilge yazı. Yazıda devlete verilen akıl da var. ve devletin de buna ihtiyacı var. Devlet dediğin de sonuçta dört tane adamdır :) Çıktığı ağacın en üst dallarından ayakları titrediği için geri inemeyen insana dışarıdan merdiven uzatmaktan başka kurtuluş imkanı olmayabiliyor. o Yavşak kelimesi hariç keşke onun yerine başka bir kelime konsaydı. Bunu başkaları yazabilir bizler de yazabiliriz nihayetinde sokaktan vurdu kırdılardan gelmiş kişileriz. bize belki uyardı ama Hüseyin Başkana aslaAAAA ( dört elif miktarı :) uymazdı. selam ve saygılarımla sayın başkanım
Güzel yazmışsınız da; bu olmamış
Cumhuriyet kuvvetler ayrılığı için çok uğraştı. Nitekim bu olmadan işlerin olmayacağını CHP’de gördü. Yoruldu iflahi kesildi.Tek Parti mecalsiz kaldığını ifade etti. Ve çaresiz çok partili hayata geçti.
İsmet paşanın halt etmesiydi bu kısmı Abd nin demokrasi dayatmasına karşı duramadı.
Hüseyin bey ne yalan söyleyim önceki yazınızı ben de anlamamıştım. Üslup meselesi demek ki herkes beğenemiyor bu dili
Abdülhamit ile Atatürk’ün aynı cümle ve yargı içinde geçmesine itirazım var. Bunun dışında gönlümden geçenleri çok hoş şekilde yazıya dökmüşsünüz. Emeğinize sağlık.
Yazının içerdiği mesajlar memleketin gündemiyle paralel olarak o kadar yoğun ki üstadım, şöyle hızlıca bir sıraladım içerisinden 9-10 ayrı yazı çıkar , bu kadar yüklenmeyin biz aciz okurların fehmine
Kaleminize sağlık üstadım
Hocam,inanç ve irade sahibi yapıp ettiğini bilmem ne idüğü belirsize sormak yerine,yaradılışına gömülü vicdanına sorsa bu kadar oynağa ihtiyaç kalır mı?Kalmaz.Neden böyle peki?Çünkü canı ahlaksızlık yapmak için yanıyor ve yapıyor ve komisyoncuya maddi manevi kemiği verip rahatlıyor.Bir ahlaksız diğer ahlaksızın sebebi ve sonucu.Bin yıllardır.İşte doğu hikayesi.Bahsini geçirdiğiniz “İnsanlıktan çıkmış kafir yavşak” sözü?Valla şiir gibi.Yani insanlıktan çıkmış kafir yavşağa,insanlıktan çıkmış kafir yavşak demezsek ne diyeceğiz?Bir ihtimal daha olabilir ama o zaman da yorumu yayınlamıyorlar.
Sizi kutluyorum tüm kalbimle
Biraz daha yüksek haykırsanız duyulur belki sesimiz. Kelamınıza bereket