BATI’NIN ARAP POLİTİKASI VE SUUDİ AYAKLANMALARI
Araplar, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeden çöküşe evrildiği 18.yüzyılda, Batı’nın kışkırtma ve desteğiyle, Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaya başladılar. Ayaklanmaların öncüleri, başlangıçta özgürlük ve eşitlikten söz ediyorlardı ancak Türk devletinde Türk unsurlardan bile daha özgür ve ayrıcalıklı yaşıyorlardı.
Emperyalist çatışmanın yoğunlaştığı ve petrolün önem kazandığı 20.yüzyılla birlikte, Arap ayaklanmaları Batı’dan aldığı destekle yayıldı. Suudilerin saldırıları, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin içinde oluşan bir ihanet hareketine dönüştü. Ayaklanmacıların Türklere karşı uyguladığı yöntemler, çok vahşiydi ve insanlık suçu oluşturacak denli şiddet içeriyordu. Suudi ayaklanmaları nedeniyle, Arabistan çölleri onbinlerce Anadolu gencine mezar olmuştu.
Osmanlı yönetimine karşı ilk karşı çıkış, 18.yüzyıl ortalarında Vahabiler tarafından başlatıldı. Şeyh Muhammet bin Abdulvahhap, ayaklandı ve 1744’te adına devlet dediği talanla geçinen bir yapı oluşturdu. Irak ve Suriye’ye saldırılar düzenledi, soygunlar yaptı.
1806’da, Emir Muhammed Suud, Osmanlı birliklerinin hiç ummadığı bir anda Mekke’ye saldırdı. Suudlar; 3.Selim’in giriştiği yenileşme çabalarına karşı çıkıyor, Osmanlı Hükümeti’nin ve Padişah’ın bizzat kendisinin, “Frenk kafirlerinin kirli amaçlarına doğru Allah’ın buyruklarına aykırı eğilim” içinde olduğunu ileri sürüyordu.1
İNGİLTERE VE FRANSA KIŞKIRTICILIĞI
Muhammed Suud, o güne dek hiçbir Arap ileri geleninin düşünmediği, düşünse de göze alamadığı böylesi bir girişimin cesaretini, İngiltere ve Fransa’nın bölgeye yönelik politikalarından alıyordu. Bu iki devlet, o dönemde sömürgeler için sert bir yarışa girişmişti. Bu yarışa yön veren politikalar, bölgedeki siyasi dengeyi bozma amacına yönelmişti.
Muhammed Suud ayaklanması, kapsadığı alan ve halkın katılımı bakımından değil, niteliği nedeniyle önemlidir. Araplar, Osmanlı yönetimine karşı ilk kez, siyasi içerikli silahlı savaşıma girişmişler ve Mekke’yi ele geçirecek kadar başarılı olmuşlardı.
Buna ek olarak, Avrupalı büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu içinde, dinsel kışkırtmayı siyasi amaçla ilk kez kullanıyor ve bunda da son derece başarılı oluyordu. Hıristiyan olmalarına karşın, paranın gücüne ve işbirlikçilere dayanarak Müslümanı Müslümana kırdırıyor, üstelik bunu çok ustalıklı bir biçimde yapıyorlardı.
EMPERYALİZMİN DİN SİLAHI
Günümüzde de süren bu politika, son ikiyüz yıl boyunca hem Türklerin hem Arapların bağımsızlıktan yana girişimlerinin karşısına çıkarılmıştır. İngilizler, Fransızlar ya da Almanların (şimdi Amerikalıların da) Doğu politikaları tümüyle, dinin politik araç olarak kullanılması üzerine kuruludur. Suud ayaklanması ve halifelik sorunu, bunun örneklerinden biridir.
1806’da, yeniden elde etmek için uğrunda ayaklanılan halifelik, yüzyıl sonra 1922’de Türkiye’den çıkarıldığında; hemen tümü Batılılarca kurulmuş olan hiçbir Arap devleti tarafından sahiplenilmemiş ve ortada kalmıştı. Dinin siyasi amaçlı kullanımı bugün, artık büyük yatırım yapılan bir ‘sanayi’ ve değer verilen bir siyasi uzmanlık alanı olmuştur. Büyük devletlerin tümünün, Müslüman ülkelere karşı uyguladığı politikaların temeli, bu politika üzerine oturtulmuştur.
1810 ve 1817’de Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından iki kez yenilgiye uğratılıp Medine’den çıkarılan Vahabiler, Türk yönetimine olan karşıtlıklarını değişik yoğunluklarla sürdürdüler. Osmanlılardan sonra Mekke Emiri olan, bir başka Suudi Şerif Hüseyin, Birinci Dünya Savaşı’na, Hıristiyan İngilizlerle birlikte binlerce Anadolu Türkünün öldürdü.
BATI DESTEKLİ TÜRK DÜŞMANLIĞI
Türk düşmanlığı, Arap Yarımadası’yla sınırlı kalmadı. Özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra, o dönemde birer Osmanlı eyaleti olan Mısır, Suriye ya da Irak’ta birçok Arap örgütü ortaya çıktı. Kendilerine Arap milliyetçisi diyen ancak büyük çoğunlukla Batılı devletlerle ilişkili olan insanlar; dernek, parti, vakıf ya da tarikatlar içinde örgütleniyor ve buralarda Türk yönetimine karşı siyasi savaşım yürütüyorlardı. Osmanlı Devleti’ne karşı çıkmak, son derece kârlı bir iş ve geçerli bir meslek olmuştu.
Hemen her örgüt, hem İngiliz ve Fransızlar’dan, hem de “Arap muhalefetini kazanmaya çalışan” padişahtan para alıyor ancak hemen tümü, Osmanlı Devleti’ne karşı savaşıyordu. İşin ilginç yanı, İngiliz ya da Fransızlar ödedikleri paranın karşılığını alırken; Osmanlı Devleti, kendini yıkmaya çalışan düşmanına yardım eder konuma düşüyordu. “Para, pahalı armağanlar, aşırı cömert ağırlamalar, yüksek görevlere atanmak, Boğaz’da değerli yalılar edinmek”2, sonucu pek değiştirmiyordu.
PARÇALAMA VE SINIR YENİLEME
19.Yüzyılın sonlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu, Batı Trakya dışındaki (onu da 1912’de yitirecektir) tüm Avrupa topraklarını yitirmiş; Kıbrıs, Girit, Sisam, Ege Adaları, Tunus, Cezayir, Mısır ve Aden üzerindeki egemenlik haklarını başkalarına bırakmıştı.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Arapların yaşadığı Osmanlı toprakları, gizli-açık haber alma örgütlerinin cirit attığı, tam bir cadı kazanıdır. Ortadoğu ve Anadolu’yla ilgilenmeyen ve bölgede etkin siyaset yürütmeyen büyük devlet kalmamış gibidir. Herkes, bölgedeki Türk egemenliğine karşı kitlesel bir taban oluşturabilmek için; Arapların, Kürtlerin, Rum ve Ermenilerin peşindedir. Diplomatlar, yerli-yabancı gizmenler (ajanlar) ve misyonerler yoğun bir çalışma içindedir.
PETROL VE SÜVEYŞ
İngiltere, Mezopotamya’nın nereye ve nasıl katılacağına çabuk karar verdi. İngiliz Hükümeti, Hindistan Dairesi Askeri Sekreteri Sir Edmund Barron’un hazırladığı raporu ve bu raporda yapılan önerileri değiştirmeden kabul etti. Petrolce zengin Mezopotamya ile Süveyş Kanalı için önemli olan Mısır’ı kendisine ayırarak Arap Yarımadası’nda, Suud egemenliğinde yeni bir dini merkez oluşturmaya yöneldi.
İngiliz gizli belgelerinde işlenen konular, hemen aynısıyla ve kendi çıkarlarına uygun olarak Fransız ve Alman belgelerinde de işlendi. Bugün olduğu gibi, o dönemde de tüm büyük devletler, bu toprakları paylaşma ya da kullanmanın peşindeydi. Fransızlar, Arap desteğiyle Lübnan ve Suriye’yi; Almanlar, ittihatçı desteğiyle tüm Ortadoğu’yu elegeçirmeye çalışıyordu.
İngilizler, elli yıllık Arap politikasının meyvelerini Birinci Dünya Savaşında topladılar ve Vahabi Suudiler başta olmak üzere, Araplar’ı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yoğun bir biçimde kullandılar. Araplara yönelen ve oldukça uzun süren çalışmalar, İngilizleri, Ortadoğu’da etkili bir güç haline getirmişti; savaş çıktığında, geniş bir Türk karşıtı cephe hazırdı.
DİPNOTLAR
1 “The Resources of Turkey” J. Lewis Farley, sf.2, 3; ak. Z.N. Zeine, “Türk Arap İlişkileri ve Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu” Gelenek Yay., 2003, sf.42
2 Büyük Britanya, Dış İlişkiler Dairesi, “British Documents on the Origins of war, 5:7–20” ak. a.g.e. sf.54
benim merak ettiğim, Araplar, günümüzde yaşadıkları tüm acılar, savaşlar, müslüman’ın Müslüman’ı katletmesi… acaba biz neden bu durumdayız diye bir sorgulama yapıyor mudur?