Murat Bölükbaşı yazdı…
Açıkçası hiç rahat değilim! Maça saatler kala, içimde beni oldukça rahatsız ve huzursuz eden bir hisle cebelleşiyorum. Merih’in, sevincini paylaşmak adına, maç sonu Türk seyircilere karşı yapmış olduğu Bozkurt işaretinden sonra Alman Bakan’ın iş güzarlığını görev edinen UEFA’nın verdiği iki müsabakadan men cezası ortalığı kaynayan kazana çevirmiş durumda. Açıkça söylemek gerekirse, maç öncesi, müsabaka esnası ve sonrasında oluşabilecek provokasyonlar turnuva tarihine damga vurabilir endişesini iliklerime kadar hissediyordum. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, ‘’Merih Demiral’a karşı yürütülen kampanya, Batı’nın İslamofobi hastalığıdır.’’ diye açıklama yaparak konuyu hiç alakası olmayan bir mecraya taşıması ayrıca düşünülmesi gereken bir açıklamaydı. Oysa bu konu Merih Demiral üzerine yürütülen bir kampanya değil; uluslararası bir spor organizasyonu kullanılarak Türk kimliği, varlığı ve değerlerini bir suç unsuru haline getirmek amacıyla Batı’nın tezgahladığı organize ve planlı olduğu çok belli olan bu operasyonun muhatabı, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere Dünya üzerindeki tüm Türk Devletleri ve Halklarıydı. Temsil ettiği makam gereği Fahrettin Altun’un bunu bilmemesi mümkün değildi..!
Bu duygu ve düşünceler içinde Hollanda maçını beklerken, Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Erhan Afyoncu’nun Avusturya galibiyeti sonrası, ‘’Viyana 341 yıl sonra düştü’’ paylaşımını da, spor kültürü etiği ve Olimpik değerler çerçevesinde ve taşıdığı kurumsal kimlik sorumluluğunda kurulmaması gereken bir cümle olduğunu düşünüyorum. Sayın Afyoncu’nun futboldan ne kadar anladığını bilmiyorum ama; Eğer bu maçı tarihi bir olay ile özleştireceksek, Avusturya karşısında aldığımız galibiyetin Viyana kuşatmasından çok, Kanije Kalesi savunması olarak değerlendirilmesi, kazandığımız maçın hikayesini anlatmak adına daha doğru olur kanaatindeyim.
Bunları düşünür ve yazarken takımımız seremoniye çıktı. Ben seremonide İstiklal Marşı söylenirken bütün takımın Bozkurt işareti yapmasını arzu ederdim ama, Milli takım heyeti ve sporcularımız omuz omuza resim vermeyi tercih ettiler ki, burada Merih üzerinden Türk milletine ve devletine uygulanan cezaya en büyük tepki bu şekilde bir tavır almak olurdu. Maalesef askerimizin başına çuval geçirildiğinde, ‘’Ne notası veriyorsun, müzik notası mı?’’ diyen siyasi liderlik bana göre yine sınıfta kaldı.
İşte; 4 gündür memleketi karıştıran bu atmosfer içinde maç başladı. 10. dakikada Barış Alper’le van Dijk’in girdiği ikili mücadelede Barış’ın düşürülmesini es geçen Fransız orta hakem Turpin, tarafını Batı emperyalizminden yana kullandığını ilan ediyordu. 28. dakikada bir duran topta Abdülkerim’le gole çok yaklaştık. 30. dakikada Simons’un kırmızılık müdahalesini sarı kartla geçiştiren Turpin Hollanda’ya ikinci kıyağını geçiyordu. Maçta 1/3’lük zaman geçilirken Hollanda temkinli, Millilerimiz daha ofansif bir görüntü sergiliyordu. Millilerimizin bu istek ve arzusu 35. dakikada meyvesini verdi. Sağ kanatta topla buluşan Arda yine mükemmel orta asistiyle Samet’i buluşturdu. Arka direkte topla buluşan Samet’in kafa vuruşuyla takımımız öne geçiyordu. (1-0) Golün getirdiği moral ve motivasyonla Millilerimiz her hattıyla savaşıyordu. Tıpkı Sakarya Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün savaş stratejisinde ifade ettiği gibi; ‘’Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatan’ın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz’’ ruhu ve inancı adeta tüm takımımızın ruhuna işlemişti. İlk yarı, bu duygu ve mücadele ruhu içinde Millilerimizin 1-0 galibiyeti ile sona erdi.
Devreye 1- 0 önde girmiştik ama, içimde hep bir şüphe ve tedirginlik vardı. Bu emperyal yapı ne yapar eder, Türk’e bir madik atar, aman dikkat diye kendi kendime mırıldanıyordum…
Bu duygu ve haleti ruhiye içinde takımımızın vuruşuyla ikinci 45 dakika başladı. Maçta 55. dakika geçilirken Hollanda takımı sahamıza yerleşmiş, Millilerimiz ise birinci bölge savunması karakterine bürünmüştü. 56. dakikada Arda’nın aldığı serbest vuruşu yine Arda kullandı. Sol ayağıyla yaptığı vuruş direğe vurup auta giderken, Hollanda tribünleri derin bir ohhh çekiyordu. Hollanda aradığı golü 70. dakikada takımın en uzun oyuncusu De Vrij’in kafasından buldu. İlk yarıda çok övdüğümüz satıh müdafası ikinci yarıda yerini gözle müdafaya bırakmıştı… Depay’ın ortasında bomboş pozisyonda De Vrij’in penaltı noktasında yaptığı kafa vuruşu ağlarımızla buluştu. Yediği golden sonra bocalayan takımımız 76 da ikinci golü ağlarında gördü. Dumfries sağdan ortaladı Mert’in ters dokunuşu topun ağlarımızla buluşmasına sebep oldu. Montella 82’de Cenk ve Zeki, 89’da Semih hamlesiyle oyuna müdahale etti. Son dakikalar can havliyle geldik ama meşin yuvarlağı Hollanda ağlarıyla buluşturamadık. Yarı finali hak etmişmiydik? Bence etmiştik. Yarı final olmasa da olanları gördük. Avrupa’nın ikiyüzlü tavrını her yerde görmüştük ama, Avrupa kupası sayesinde yeşil zeminde de görmüş olduk. Her şeye rağmen ülkenizi, milletinizi çok mutlu ettiniz çocuklar! Yensek de, yenilsek de son cümle; ‘’Ne Mutlu Türküm Diyene!’’
Bu gözlüklü tipitip öldürür insanı.İsrail yahudisi gibi bizim dincilerde aynı kafa.Amcaoğulları.Bi bunlar mağdur bi bunlar ezilik.Halbuki bütün düzenbazlık bunlarda.İslambilmemnesiymiş.Pek tabii ki helal olsun bizim takıma ve ancak ve sadece Ne Mutlu Türk’üm Diyene!