Barış Pınarı Harekâtında, yazıyı kaleme aldığım an itibarıyla 7. günü tamamlandı. 120 km genişliğinde, 30 km derinliğinde bir bölgede devam eden harekâtın çok süratli geliştiği görülüyor. Güneyde M4 karayoluna kadar inildi. Bu psikolojik eşikti, aşıldı. 2 İlçe, 1 belde ile 50’ye yakın köyün kontrol altına alındığı kamuoyuna yansıdı. MSB’nin belirtiğine göre harekât, planın önünden gidiyor.
Sürpriz olmazsa harekâtın ilk safhasının tamamlanmasının yakın olduğu ifade ediliyor.
ABD’nin harekât öncesi bölgeden çekildiği, YPG’nin büyük çoğunluğunun da buna paralel harekât alanının dışına çıktığı anlaşılıyor. Çünkü ABD’siz Türk Ordusu’na direnme şansları yok! Bu nedenle harekât bölgesinde sert bir direniş gösteremedi.
YPG’yi yönetenler Ayn İssa, yani “İsa’nın gözü” demek olan kasabaya yerleşti. Bu kasaba, Tel Abyad’ın yaklaşık 35 km kadar güneyinde. YPG’nin, biraz da Batılılara şirin görünmek amaçlı olsa gerek, burayı kuracağı uydu devletin başkenti yapmayı düşündüğü söyleniyor. Bu anlamda örgüt açısından önemli bir merkez olduğunu ifade edelim ve asıl konumuza devam edelim.
Peki, ABD’nin harekât bölgesinden çekilmesi nasıl oldu? ABD’nin, onbinlerce tır silah gönderdiği, donattığı, eğittiği ve “kara gücüm” dediği, hatta Akdeniz’e çıkışı olan uydu bir devlet kurdurmak istediği YPG’yi satmış olabileceği düşünülebilir mi? Buna evet demek büyük saflık olur!
Harekât başladıktan sonra özellikle ABD Başkanı Trump’ın çelişkili, şizofrenik açıklamalarından en akılda kalanı “Türkiye belirlenen sınırların dışına çıkarsa ekonomisini mahvederim” oldu.
“Sınırların dışına çıkarsa” vurgusu önemli.
Bu sözlerden anlıyoruz ki elbette Türkiye’nin baskısı sonucu, ABD, Fırat’ın doğusunun bir bölümüne, aslında Kürt nüfusun yoğun olmadığı bir bölgeye Türkiye’nin girmesine müsaade etmek zorunda kaldı, YPG’ye de olası bir kısım garanti verdi.
HAREKÂTTAKİ SİYASİ HEDEFİMİZ NE?
Peki, bundan sonra ne olacak?
Kontrolün sağlandığı oldukça geniş bölgede ne yapılacak? Fırat’ın doğusuna harekâtın asıl siyasi amacı nedir?
Hemen ifade edeyim ki bizim olmazsa olmaz siyasi hedefimiz, bölgede YPG terör örgütü kontrolünde bir uydu devletin kurulmasına asla müsaade etmemektir. Bu sınır ve ülke güvenliğimiz açısından olmazsa olmazımızdır.
Bundan sonraki siyasi hedef ise,Türkiye’ye göçmek zorunda kalan mültecileri, YPG’den temizlenerek kontrol altına alınan bölgelere yerleştirmek olmalıdır.
Bunların gerçekleşmesi için son Ankara zirvesinde de vurgulanan Suriye’nin toprak bütünlüğünün, bir başka siyasi hedef olarak belirlenmesi gereklidir! Bu yaklaşım, bizi işgalci gibi göstermeye çalışan odakların propagandasını da boşa çıkartacaktır.
ŞU ANKİ HAREKÂT SURİYE’DEKİ SİYASİ HEDEFLERİMİZİ KARŞILIYOR MU?
Esas siyasi hedef, bölgedeYPG hâkimiyetini kırmak, onların burada uydu bir devlet kurmasına mani olmak ise, şu anki harekât, bu eylemin ancak ilk safhası olabilir. Bundan sonraki aşamalarda, Türkiye; kontrol edilen bölgenin batısında ve doğusunda, YPG’nin çok daha güçlü olduğu Ayn El Arap (Kobani) ile Kamışlı’dan Dicle Nehri’ne kadar olan bölgede de bu yapının barınmaması için tedbir getirmek zorundadır.
Buna Fırat’ın batısında bulunan Menbiç ve Tel Rıfat bölgeleri de dâhildir.
Bunu demek elbette kolay. Ama bölgede öyle karmaşık bir denklem var ki… Çözmenin kolay olmadığı, çok taraflı, çok sorunlu bir durum ile karşı karşıya olunduğu da bir gerçek. Türkiye’nin bu denklemi tek başına çözme imkân ve yeteneğine sahip olmadığı görülüyor…
Yani asıl siyasi hedefimize ulaşmamızın zorlu bir süreç olacağı, çünkü bölgede başat rol üslenen ülkelerin hedefleri doğrultusunda hiçbir ilke tanımadıkları ortadadır.
Bakın Rusya’ya! ABD’nin silahlandırdığı, Suriye’nin toprak bütünlüğüne büyük tehdit oluşturan YPG’ye karşı mı? Olmadığını, ilişki geliştirdiğini biliyoruz. Malum, söz konusu örgütün Rusya’da iki temsilciliği bulunuyor.
Sizin YPG’nin gücünü tamamen kırmak gibi bir niyetinize karşı sadece ABD değil, Rusya da karşınızda olacak.
Yukarıda bahsi geçen Tel Rıfat bölgesinde Ruslar YPG’lilerle beraberler. Oraya yapacağınız bir harekâtta Rusları da karşınıza alacaksınız demektir.
Nusaybin’in karşısında bulunan ve sınırımıza çok yakın konuşlu ve Kürt nüfusun yoğun olduğu Kamışlı’ya bakarsınız daha da karışık bir durumun olduğunu görürsünüz.
Kamışlı’da bir havaalanı var. Bu Suriye devletinin yani Esad’ın kontrolünde. Burada Rus askerleri de bulunuyor. Kamışlı şehir merkezi ise YPG’nin kontrolünde. Aslında iç içeler. Atlamadan ABD askerlerinin de burada olduğunu ifade edelim. Hatta son gelen haberlere göre ABD güçlerini takviye etmiş!
Yukarısı aşağısı değil, nere tükürsen sıkıntı. İran’ın bile bölgede Türkiye’nin kontrolünde Sünni bir oluşumu tehlike göreceği açık!
Bu arada yeni gelen bilgilere göre sahada sıkışmışlığını aşmaya çalışan YPG, ihtimal Türkiye ile Suriye güçlerini de karşı karşıya getirmek için Esad yönetimiyle temas kurmuş.
Bazı bölgeleri Suriye’ye bıraktığı kamuoyuna yansıdı. Özellikle Münbiç’te bu gözüküyor. Fırat üzerinde çok önem arzeden Tabka barajının kontrolünün de Suriye devlet güçlerine terk edildiği haberleri geliyor. Bu, YPG’nin kontrolündeki diğer bölgelere de sirayet edebilir ve tuhaf, karmaşık bir durum ortaya çıkabilir.
HANGİ ABD?
Bu arada YPG’nin sözde komutanı Mazlum Kobani bu sıkışmışlığı Barzani’nin yayın organı Rudaw’a yaptığı açıklamada şöyle ifade ediyor: “Sınırda yaptığımız tahkimatları yıktık ve en iyi savaşçılarımızı geri çektik. Bunu ABD’nin Türkiye’nin bize asla saldırmayacağına dair garanti vermesi üzerine yaptık.ABD askerleri bizi tanır, takdir ederler. (…)Bugün gelinen noktada biliyoruz ki Rusya ve Suriye ile anlaşmak için acı verici tavizlere mecburuz.”
Yukarıda yazdıklarımızı doğrulayan bir yaklaşım.
Burada ABD’ye bir kırgınlık var gibi. Söyleşinin tamamında ABD’yle ne kadar bütünleştiklerini ortaya koyuyor. Şimdi sadece nispeten dolaylı ilişki kurdukları Suriye yönetimi, özellikle de Rusya ile açık ilişki geliştirmekten bahsediyor. Bu söylem danışıklı dövüşün bir parçası mıdır, ABD’ye şantaj mıdır, şimdilik bir şey söylemek zor!
ABD, belli ki Türkiye’nin baskıları üzerine, onu tamamen karşıya itmemek adına bu operasyona göz yumuyor, ama YPG’yi de kaybetmemek için bu harekâtın bir an önce ve belirlenen sınırların dışına taşmadan sona ermesini istiyor. Bu anlamda Türkiye’nin burnunu sürterek bunu yapmaya çalışıyor. ABD Senatosu’nda Cumhuriyetçilerle, Demokratların her hangi bir konuda böylesine sıkı biçimdebir araya geldikleri görülmez. Ancak Türkiye’nin harekâtına karşı tek vücut oldular.
Farklı sesler, değişken duruşlar… Pentagon, Trump, senato… Günü gününe ve birbirine uymayan açıklamalar. Uyumsuzluk hat safhada,’ kaç ABD var’ dedirten davranışlar görüyoruz. ABD içerisinde ortalık bir hayli karışık görünüyor. Kamuoyunun bunu görmesi de bu harekâtın sonucudur diye düşünüyorum.
GELİNEN AŞAMADA ABD VE RUSYA SURİYE’DE NASIL BİR ÇÖZÜM İSTİYORLAR?
Bu anlamda Suriye’deki denklem de giderek daha zor ve karmaşık hal alıyor.
Bu karışık denklem içinde aktörlerin harekât tarzından gidişatı yorumlamaya çalışalım. Harekâtın ikinci günü BMGK’de Türkiye’nin harekâtının kınanmasını Rusya ve ABD veto etti. İki ülkenin bir olayda ortak tepkisi de pek görülen şey değil. Bu veto gerçekleşirken Trump, akşamdan sabaha değişen, çelişen,akla ziyan zihni sinir Türkiye açıklamalarına devam ediyordu.
Peki, bu olanı biteni nasıl okuyacağız?
Benim okumam şudur, açıklamalar şu bu bir yana, vetodan da anlaşılacağı üzere Suriye’nin geleceği ile ilgili ABD İle Rusya anlaşmışlar gözüküyor. Söylemlerin tersine,oldukça geniş yetkilere sahip yapılardan oluşan federal bir Suriye öngörüldüğü olasılığı oldukça kuvvetlidir.
Burada Rusya’nın başından beri bu çizgide olduğunu, ABD’nin ise, önce YPG kontrolünde bağımsız uydu bir devlet düşündüğü, ancak bölgedeki diğer aktörlerin direnci karşısında geri adım attığı açıktır. Burada Türkiye’nin direnci göz ardı edilemez.Türkiye’yi tamamen kaybetmemek adına ABD, geri adım atmıştır. Ancak geri adım atarken dahi bir oyun çevirebileceğini göz ardı etmemek durumundayız.
ABD’nin Suriye’de Türkiye’ye taviz verir gözükürken, dünyada da Türkiye’yi yalnızlaştırma politikası güttüğü açık. Avrupa Birliği ve İslam Birliği’nin Türkiye karşıtı açıklamalarını da bu çerçevede okumak gerek. Ayrıca güya biraz daha burnumuzu sürtmek ve iç siyasetinin de bir yansıması olarak Türkiye’ye uygulanacak yaptırımları da yürürlüğe koyacağı olasıdır.
İslam Birliği deyince, sadece Libya’nın harekâtı desteklediğini ifade edeyim. Katar ve Sudan ise çekimser kalmış. Bunun dışındaki tüm Müslüman ülkeler, hatta yıllardır İslami cenahın dış siyasette bir numaralı sorun olarak gördüğü Filistin dahi kınama metnine imza koymuş.
Yani İsrail ile Filistin Türkiye karşıtlığında birleştiler, düşünün!
Müslüman cenahta bunlar olurken, Hristiyan cenah olan AB’de, kendilerini Atilla’nın torunları olarak gören ve Türklerle akraba olduklarını ısrarla belirten Macarlar, Türkiye’yi kınama bildirisini veto ettiler.
Bu yaklaşımların, iç kamuoyunda, özellikle İslamcı cenahta şu an için çok açık edilmese de derin kırılmalar yaratacağı olasıdır. Yani hiçbir şey eskisi olmayacak, bence bu anlamda iyi de olacak. Barış Pınarı Harekâtı, dışarda olduğu gibi içerde de bazı dengelerin yanı sıra katı düşünceleri de değiştirmeye vesile olacaktır.
Bunları bir yana bırakalım ve ABD’nin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışalım…
SAHİ BU HAREKÂTI KİM YÖNETİYOR?
Son olarak ABD Türkiye ile ilgili yaptırım listesi yayınladı ve Enerji, İçişleri ve Milli Savunma Bakanları’nın da bu listede olduğu açıklandı. Kabul edilebilir bir şey değil, ama…
Çok ilginç! Yani sanki Suriye’ye müdahale kararını kendi başlarına bu bakanlar vermiş gibi…
ABD’nin hedefinde olduğu ilan edilenlerin, Türk kamuoyundaki konumunun yükseleceği açık! Bunu ABD bilmez mi? Bilirse neden böyle bir şeye yönelir.
Aklımda deli sorular, çılgın düşünceler, acayip yaklaşımlar…
Ama bunları şimdilik paylaşmayayım.
Fakat şu kadarını da söylemeden geçmeyeyim; ABD, Suriye’de bize vermek zorunda kaldığı tavizin karşılığında, dünya kamuoyunu aleyhimize çevirmek, bölgede Suriye ve Rusya ile karşı karşıya gelmemizi sağlamak, bu yollaTürkiye’yi kendine mecbur kılmak için her türlü provokatif yaklaşım içinde olacağı değerlendirme konusudur.
ABD, dış kamuoyunu etkilemek için çeşitli faaliyetler içindeyken, bu arada Türk kamuoyunu etkileyerek ileriye dönük siyasi aktörler yaratma çabası içinde de olabilir. Bu da ABD karşıtlığının en yoğun olduğu ülke olan Türkiye’de, ABD olarak birilerini övmekten değil, aksine hedef göstermekten geçer. Türkiye’deki genel algı, ABD kime saldırıyorsa o iyidir, desteklenmesi gerekir noktasındadır.
O zaman?
Şimdi sorayım, Barış Pınarı Harekâtı’nın komutanının ismini bilen, duyan var mı? Hani Fırat Kalkanı’nı Korgeneral Zekai Aksakalllı, Zeytin Dalı’nı Orgeneral Metin Temel yönetmişti. Barış Pınarı’nı hangi komutan yönetiyor?
Kamuoyuna yansıyan bir isim yok! Varsa yoksa Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar. Her yerde o! Neden? Harekâtı bir bakan olarak yönetmesi mümkün değil! Ama sanki onun yönettiği algısı verilmesi tuhaf değil mi?
Kısaca parlatma çalışması mı diye sorsak? Umarım yanılıyorumdur…
***
Karışmasında reddedemeyecek kadar emeğimiz bulunan Suriye’deki kargaşanın; bundan sonra da hem içerde, hem dışarda çok canımızı sıkacağı açık. Bu anlamda hiçbir şeyin kolay olmayacağını bilelim.
Dış aktörlerle teması devam ettirelim, uluslararası ilişkilerde dostlukların değil, çıkarların esas olduğunu unutmayalım; iç aktörleri de gözden kaçırmayalım, olası oyunlara dikkat edelim. İç kamuoyunun birlik beraberlik içinde olması önemli. İç cephe güçlü olmalı. Bu anlamda tabii ki siyasilerin kullandığı dil çok önemli. Burada iç siyaset, parti çıkarları değil, ülke çıkarları önde tutulmalıdır.
Sonuç olarak, dışarda elimiz masada, ayağımız sahada; içerde ise gözümüz,bozguncuların yanı sıra, bu zor durumda dahi kariyer hesabı yapanlarda olmalıdır.
Nasıl ki bir insan kendi beynini kullanmak zorundaysa, bir ülke de “ortak beyin” gücünü kullanma kabiliyetinde olmalıdır, kurtuluşun ve gelişmenin ön şartı olarak. Mustafa Bey, siz de olayı geniş bir açıdan analiz ederek bizi aydınlattığınız için teşekkürler. Bu arada ABD’nin geçmişten beri çeşitli yetkili ağızlarından da dillendirdiği gibi bu coğrafyadaki tek gerçek müttefikinin İsrail olduğunu, Türkiye’nin müttefikliğinin ise kağıt üzerinde kaldığını bilmeyen kişiler var. ABD’nin Türkiye aleyhine yaptıklarını kaç düşman ülke yapıyor günümüzde acaba?
Son paragraflarde belirttiğiniz üzere karışmasında pay sahibi olanlar hala iktidardadır parti olarak. Davutoğlu her ne kadar istifa ettiyse de kurumsal olarak bu pisliği başımıza akp açmıştır. Şimdi mecburan doğru olduğunu düşündüğümüz operasyonu da deliğe süpürüldüğünü düşündüğümüz akp iradesi başlatmıştır. Akp bunu sulandırmadan, zaten yeterince ambargo yemişken geri adım atmadan bu işi Ypg-pkk ya olabildiğince çok zarar vererek bitirmelidir. 30 km aşağı inemiyorsak da, operasyonu bitiş tarihi ilan edip, bir iki gün öncesinde de terör yapılanmasının mühimmat depolarını ve lider kadrosunun bulunduğu yerleri yoğun şekilde havadan karadan vurup zarar vermeliyiz! böylece hem sınırı aşmamış oluruz hem de sınırı aşmış oluruz!
Mustafa Bey, artık sivil hayattasınız. Asker değilsiniz. Buna alışmanız lazım. Harekatı yöneten komutan veya komutanların isimlerinin reklam edilmesi neyi değiştirecek?
Nihayetinde onlar devletin atanmış bir görevlisi. İşini yapıyor. Allah yardımcıları olsun.
Bu harekattaki bir başarısızlığın veya yanlışın hesabını, vatandaşa o atanmışlar vermiyor. Siyasetçiler veriyor.
Eski çamlar, bardak oldu !
Ne olup bittiğini merakla anlamaya çalışıyoruz. Trump ve Putin’in gizlice anlaştığı ve/veya ortak çıkarlar doğrultusunda Türkiye’nin önünü kesmeye çalıştıkları görünüyor. Suriye’de Esad kukla pozisyonunda. Peki İran bu denklemde nerede? Çıkarlarına ters dahi olsa düşmanca tutum sergilemekten geri kalmıyor… Enteresan.
Abd gibi sözde dahi olsa bir müttefiki zorlarken, neden Rusya’yı zorlamıyoruz? Putin sözünde durmadı mı? İran’a karşı pasif bir politikadan, agresif bir politikaya mı dönmek gerekir? Abd-İran düşmanlığı bir göz boyama mı? İran’da da fetö benzeri bir oluşum mevcut olabilir mi? Esas hedef biz miyiz? Dünya’da Türkçe konuşan insan sayısı perspektifinden bakarsak dahi herkesin bize düşman olması açıklanabilir mi? Coğrafi konumumuz sebebiyle topraklarımıza ve değerli su kaynaklarımıza mı göz dikildi? Dünyada mevcut anormal Türk düşmanlığına karşı ne yapılabilir? Hem Türk düşmanlığı, hem de İslam düşmanlığı ile iki cephede birden mücadele edebilir miyiz? (İslam ülkeleri dahi bize düşmanken)
Binbir soru var cevabı bilinmeyen.