Şahin Filiz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Ahiret muhasebesi: İnancın pragmatist kâr-zarar defteri ve dünyevi gerçekliği

Ahiret muhasebesi: İnancın pragmatist kâr-zarar defteri ve dünyevi gerçekliği

featured

Şahin Filiz yazdı…

İnsanlık tarihinin en kadim ve en sarsıcı sorusu, belki de bir fısıltı kadar sessiz, bir evren kadar engin olan şu sorudur: “Sonra, yani öldükten sonra ne olacak?” Bu sorunun en sistematik ve vaatkâr cevaplarından biri, başta teistik / tanrılı dinler olmak üzere birçok inanç sisteminin merkezinde yer alan ahiret inancıdır. Ahiret, basit bir “öbür dünya” tahayyülünün ötesinde, varoluşa, ahlaka ve adalete dair köklü iddialar içeren, çok katmanlı bir metafizik önermedir. Ancak bu önerme, sadece soyut bir teselli midir, yoksa dünyevi düzeni şekillendiren, hatta manipüle eden güçlü bir araç mıdır? Bu yazımızın amacı, ahiret inancını kutsal metinlerin teolojik zemininden alıp, onu psikolojik, sosyolojik, felsefi ve eleştirel bir “yatırım aracı” olarak ele almak ve sonuçta bir bilanço çıkarmaktır.

METAFİZİK YATIRIM TEKLİFİ: AHİRET’İN VAADİ, ŞARTLARI VE TEMEL ÇELİŞKİSİ

Her yatırım teklifi gibi, ahiret inancı da bir dizi şart ve bir vaat edilen getiri sunar. Bu teklifin temelini, hayatın bu dünyayla sınırlı olmadığı, ölümün bir son değil, bir geçiş kapısı olduğu varsayımı oluşturur. “Dünya ahiretin tarlasıdır” sözü, bu anlayışın özünü oluşturur: Bu dünya, ahiret için bir hazırlık sahasıdır ve tüm eylemler, nihai hasadın yapılacağı öte dünyaya göre şekillendirilmelidir.

İslam teolojisine göre bu yatırımın “sözleşme şartları” oldukça nettir: Mevt (ölüm) ile başlayan süreçte, Berzah (kabir hayatı) denilen bekleme döneminden geçilir, Ba’s (yeniden diriliş) ile tüm insanlık Mahşer meydanında toplanır. Burada kurulacak olan ilahi mahkemede, Muhasebe (hesap verme) süreci başlar ve ameller Mizan (adalet terazisi) ile tartılır. Son olarak, Sırat köprüsünden geçişle belirlenen nihai varış noktası, ya ebedi mutluluk diyarı olan Cennet ya da ebedi azap yurdu olan Cehennem’dir.

Bu çetin şartların karşılığında vaat edilen “getiriler” ise insan ruhunun en derin arzularına hitap eder. İlk olarak, mutlak bir adalet garantisi sunulur; bu dünyada cezasını bulmayan zalimlerin ve karşılığını görmeyen mazlumların varlığına karşı, her şeyin yerli yerine oturacağı bir ilahi mahkeme vaat edilir. İkinci olarak, “Neden iyi olmalıyız?” sorusuna kozmik bir cevap vererek ahlaki eylemlere anlam ve motivasyon yüklenir. Son olarak da kayıplar, acılar ve kendi ölümlülüğümüzle yüzleştiğimizde varoluşsal bir teselli ve ümit kaynağı olur.

Ancak tam da bu noktada, inancın temeline dair eleştirel bir soru belirir: Acaba dünya gerçekten ahiret için midir, yoksa ahiret, bu dünya için kurgulanmış bir düzenek midir? Yani, ahiret inancı, dünyayı şekillendirmek, insanları korku ve ümit ekseninde tutmak, doğumundan ölümüne kadar bireyi deyim yerindeyse “esir alan” bir tür psikolojik ve sosyal şantaj mıdır? Ahiretin varlığı veya yokluğu bu bağlamda ikincil bir meseledir; asıl mesele, bu inancın dünyevi güç odakları ve bireylerin davranışları üzerindeki manipülatif potansiyelidir. Tarih boyunca sayısız örnekte, ahiret vaatleri ve cehennem tehditleri, kitlelerin belirli bir otoriteye boyun eğmesi veya belirli politikaları desteklemesi için kullanılmıştır.

AKIL VE AHİRET ARASINDAKİ İLİŞKİ(SİZLİK): MANTIKSAL BİR SORGULAMA

Ahiret inancının sunduğu “mutlak adalet” vaadi, rasyonel bir incelemeye tabi tutulduğunda bazı temel soruları beraberinde getirir. Salt akıl yönünden bakıldığında, bu dünyadaki yaşam biçimi ile ölüm sonrası hayatta karşılaşılacağı iddia edilen muamele (sevab / ödül ya da ikab / ceza) arasında nasıl bir münasebet, yani mantıksal bir ilgi ve zorunlu bir bağlantı kurulabilir? Örneğin, bir bireyin sonlu bir yaşamdaki, çoğu zaman kültürel ve coğrafi koşullarla şekillenmiş sınırlı eylemlerinin –belirli ritüelleri yerine getirmek ya da getirmemek, belirli dogmalara inanmak ya da inanmamak gibi– evrensel ve sonsuz olduğu iddia edilen bir ceza veya ödülle nasıl bir orantısal ve mantıksal ilişkisi olabilir? Bir insanın 70-80 yıllık bir ömürdeki eylemlerinin, sonsuzlukla çarpılması veya bölünmesi, akli bir ölçülülük ilkesiyle ne kadar bağdaşır? Bu, inancın kendi iç tutarlılığı açısından değil, akıl ve mantık süzgecinden geçirildiğinde ortaya çıkan bir gerilimdir.

PRAGMATİST BİLANÇO: İNANCIN PSİKOLOJİK VE SOSYAL ‘KARLARI’

Bu eleştirel sorgulamalara rağmen, ahiret inancının birey ve toplumlar üzerindeki gözlemlenebilir etkileri de dikkate değerdir. Pragmatist bir analiz, bu “kârları” görmezden gelemez.

Öncelikle, ölüm kaygısının yönetiminde önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Pozitif psikoloji ve nörobilim alanındaki bazı çalışmalar, inancın zihinsel sağlık üzerindeki olumlu etkilerine işaret eder. Özellikle “Korku Yönetimi Teorisi,” insanın tüm kültürel yapılarının ve benlik saygısının temelinde, ölümün getirdiği varoluşsal korkuyu yönetme çabası olduğunu öne sürer. Ahiret inancı, bu korkuya karşı geliştirilmiş en doğrudan psikolojik kalkanlardan biri olarak ölümü bir “yok oluş” olarak değil, bir “yer değiştirme” olarak kodlayarak varoluşsal paniği yatıştırabilir.

Bununla birlikte, inanç, görünürde hiçbir denetim olmadığında bile kişiyi dürüst ve erdemli davranmaya iten güçlü bir ahlaki iç denetim mekanizması sunabilir. İlahi bir göz tarafından sürekli izlendiği hissi, sosyal düzenin ve güvenin temelini oluşturan öz-denetimi teşvik edebilir. Ayrıca, inançlı bireylerin, büyük kayıplar veya travmalar sonrasında daha hızlı toparlandığını ve “travma sonrası büyüme” gösterdiğini ortaya koyan çalışmalar da mevcuttur; bu da travmatik durumlara karşı artan bir dayanıklılık anlamına gelir. Ahiret inancı, yaşanan acıları daha büyük, aşkın bir planın parçası olarak görmeyi sağlayarak onlara bir anlam yükleyebilir. Son olarak, ortak bir metafizik hedef ve kaderi paylaşmak, bireyler arasında güçlü bir aidiyet ve sosyal bağlılık ile güven duygusu yaratabilir, bu da sosyal sermayeyi güçlendirebilir.

POTANSİYEL ‘ZARARLAR, RİSKLER VE ELEŞTİREL MUHASEBE

Her yatırım gibi, ahiret inancının da potansiyel riskleri ve “zararları” vardır ve bunlar genellikle inancın kendisinden çok, onun yorumlanma, yaşanma ve özellikle de kullanılma biçiminden kaynaklanır.
Bunlardan ilki ve belki de en temel olanı, ahiret inancının tek ve mutlak öncelik olarak kabul edilmesinin, insanın dünyayla sahici ve gerçekçi bir ilişki kurmasına ciddi biçimde ket vurabilmesidir. Ahiret odaklı bir hayat, dünyadaki güzellikleri, zenginlikleri, deneyimleri –yemyeşil bir ağacı, masmavi bir denizi, güzel bir evi, arabayı, kısacası hayatın somut nimetlerini– sürekli bir “geçicilik” ve “yalancılık” (“yalan dünya”) filtresinden geçirerek sadece değersizleştirmekle kalmaz, aynı zamanda adeta gerçek-dışılaştırır. İnanan kişi, bu dünyayı sanki bir çizgi film dekoru içinde, geçici bir sahne üzerinde yaşar gibi algılayabilir; gördüğü, dokunduğu, hissettiği somut güzellikleri, ‘dünya malı değil mi?’ diyerek küçümserken, onları içtenlikle takdir etmekte ve onlarla sahici bir bağ kurmakta başarısız olabilir. Bu durum, varoluşsal bir kopukluğa ve dünyaya karşı bir tür estetik ve duygusal körlüğe yol açabilir; her şey, ahiret için bir basamak veya imtihan aracına indirgenir.

Bu zemin üzerine kurulu bir düşünceyle, insanlar veya toplumlar hayatta başarısız olduklarında, bu başarısızlıklarını ahiret beklentisiyle dengelemeye veya meşrulaştırmaya çalışabilirler. Bu, bir tür “hatalı hesap yapan hesap makinası” işlevi görebilir. Örneğin, borsada veya ticarette büyük zarar eden bir kişi, rasyonel bir özeleştiri yapmak yerine, “Allah’a şükür en azından faize bulaşmadım, önemli olan o, ahiretimi kurtardım” diyerek maddi kaybın gerçek nedenlerinden ve öğrenilmesi gereken derslerden kaçabilir. Ya da uğradığı bir haksızlığın hesabını bu dünyada aramak, adaletin tesisi için mücadele etmek yerine, “öbür dünyada nasılsa hesabını verecek, ben hakkımı orada alırım” diyerek pasif bir bekleyişe girebilir. Bu tür bir yaklaşım, bireysel inisiyatifi, problem çözme becerisini ve dünyevi adaleti arama güdüsünü körelterek bir tür öğrenilmiş çaresizliğe yol açabilir. Bu durum, “nasıl olsa bu dünya geçici bir imtihan yeri” düşüncesiyle birleştiğinde, bireyleri ve toplumları bilim, sanat, felsefe gibi dünyevi uğraşlardan ve daha da önemlisi, toplumsal adaletsizliklerle mücadeleden alıkoyabilir. Örneğin, kaynaklarını ve enerjisini ağırlıklı olarak uhrevi hedeflere yönlendiren toplumların, dünyevi sorunların çözümünde, teknolojik gelişmelerde veya sosyal reformlarda daha yavaş veya pasif kalabildiği, buna karşın daha seküler veya dünya odaklı toplumların bu alanlarda daha proaktif olabildiği yönünde tartışmalar, gözlemler ve hatta somut örnekler vardır.

Diğer bir yandan, ahiret inancının en tehlikeli yorumu, “cennet garantisi” veya “ilahi görev” adı altında fanatizm ve şiddetin meşrulaştırılmasıdır. Kendi yorumunu mutlak doğru kabul eden radikal gruplar için ahiret vaadi, bu dünyada işlenen en büyük suçları bile kutsal bir amaca hizmet eden araçlara dönüştürebilir.

En çarpıcı eleştiri ise, “dünya ahiret içindir” söyleminin aksine, pratikte sıklıkla “ahiret dünya içindir” ilkesinin işlemesidir. Yani, ahiret inancı, tarih boyunca dinî ve siyasi otoriteler tarafından kitleleri kontrol etmek, sorgusuz sualsiz itaate yönlendirmek ve dünyevi gücü pekiştirmek için güçlü bir araç olarak kullanılmıştır. Cennet vaadi ve cehennem korkusu, insanları belirli davranış kalıplarına sokmak, eleştirel düşünceyi bastırmak ve mevcut hiyerarşileri korumak için bir şantaj unsuru olarak işlev görmüştür. Bu manipülasyon potansiyeli, kaçınılmaz olarak şu soruyu gündeme getirir: Ahiret inancını vaaz edenler, bu inancı gerçekten ne kadar içselleştirmişlerdir? Yoksa bu, kitleleri yönetmek için bilinçli bir strateji midir? Tarihte birçok din adamının veya ruhani liderin dünyevi zenginlikler içinde yaşaması, kendi söyledikleriyle çelişen davranışlar sergilemesi bu şüpheyi besler.

Dahası, din kurucuları ve önde gelen figürlerinin kendileri için belirli imtiyazlar, dünyevi avantajlar veya “istisnai” bir konum talep edip etmedikleri, söyledikleriyle ne ölçüde uyumlu yaşadıkları da bu bağlamda sorgulanması gereken önemli bir noktadır. Eğer ahiret herkes için adil bir hesaplaşma ise, bu dünyada bazılarına tanınan ayrıcalıklar veya bazı kurallardan muafiyetler, ahiret anlatısının evrenselliği ve adalet vaadiyle çelişmez mi? Bu tür bir istisnailik, ahiret söyleminin samimiyetini ve tutarlılığını zedelemez mi?

MUHASEBE DEFTERİNİN KÖKENİ: İNANÇ NEDEN BU KADAR EVRENSEL VE KULLANIŞLI

Bu kâr-zarar denkleminin insanlık için neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için, inancın kökenlerine inmek gerekir. Evrimsel psikoloji, soyut düşünme ve geleceği öngörme yeteneğine sahip insan zihninin, kendi kaçınılmaz sonunu, yani ölümü idrak etmesinin yarattığı anksiyete / endişe ile başa çıkmak zorunda kaldığını belirtir. Bu perspektiften ahiret inancı, zihnin bu “varoluşsal virüse” karşı ürettiği en başarılı “antivirüs programı” olabilir. Antropolojik kanıtlar da, ilkel kabilelerden modern toplumlara kadar neredeyse tüm insan kültürlerinde bir tür ölüm sonrası yaşam inancının var olduğunu göstererek bu fikrin evrenselliğine işaret eder. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alan “kendini gerçekleştirme” ve “kendini aşma” basamakları da, insanın anlam arayışının ve kendinden daha büyük bir bütünün parçası olma arzusunun temel bir ihtiyaç olduğunu gösterir ki ahiret inancı bu ihtiyacı karşılayan güçlü anlatılardan biridir.

Ancak bu evrensellik, aynı zamanda ahiret anlatısının manipülasyona ne kadar açık ve “kullanışlı” bir araç olduğunu da gösterir. Temel insani korkulara (ölüm, adaletsizlik, anlamsızlık) ve umutlara (sonsuz yaşam, adalet, mutluluk) hitap ettiği için, kitleleri yönlendirmede, onları belirli bir düşünce veya davranış kalıbına sokmada son derece etkili bir kaldıraç görevi görebilir.

SONUÇ: RASYONEL YATIRIMCININ DERİNLEŞEN İKİLEMİ

Ahiret inancının kâr-zarar karşılaştırması, basit bir aritmetik işlemle sonuçlandırılamaz. Bilanço, inanan kişinin yorumuna, eleştirel düşünme kapasitesine, içinde yaşadığı toplumun koşullarına ve özellikle de bu inancın nasıl kullanıldığına göre dramatik şekilde değişir.

Pragmatist bir bakış açısıyla, ahiret inancının sunduğu psikolojik “kârlar” –daha az ölüm kaygısı, ahlaki çerçeve, dayanıklılık ve yaşam amacı– yadsınamaz derecede gerçektir. Ancak potansiyel “zararlar” da bir o kadar ciddidir: Dünyayı ve içindeki güzellikleri takdir edememe, onu değersizleştirme ve gerçek-dışılaştırma sonucu varoluşsal bir sığlığa sürüklenme, pasifliğe itilme, fanatizm, eleştirel düşüncenin körelmesi ve en önemlisi, dünyevi çıkarlar için bir manipülasyon aracına dönüşme riski.

Nihayetinde ahiret inancı, sofistike bir Pascal Kumarı’na benzer. Ancak bu kumar sadece ölümden sonra ne olacağıyla ilgili değildir; aynı zamanda ölümden önce nasıl bir hayat yaşanacağını, hangi değerlerin önceleneceğini, bireysel ve toplumsal sorumlulukların nasıl üstlenileceğini ve dünyanın hangi gözle görüleceğini – bir aldanışlar ve geçici hevesler toplamı mı, yoksa deneyimlenmeye ve iyileştirilmeye değer somut bir gerçeklik mi olarak görüleceğini – de belirler. Rasyonel yatırımcı için soru artık sadece şudur: Psikolojik konfor ve ahlaki bir çerçeve sunan bu metafizik poliçeyi satın almanın bedeli, eleştirel düşünceden feragat etme, dünyevi sorumlulukları ihmal etme ve potansiyel bir manipülasyonun parçası olma riski olabilir mi?

Bu yazımızın amacı bir hüküm vermek değil, bu derin ikilemin katmanlarını, özellikle de inancın dünyevi iktidar ve kontrol mekanizmalarıyla olan girift ilişkisini aydınlatmaktır. Cevap, her bireyin kendi varoluşsal risk iştahına, anlam arayışına, eleştirel sorgulama cesaretine ve akıl ile kalp arasındaki o hassas dengeyi nerede kurduğuna bağlıdır. Ahiret muhasebesi, sadece bireysel bir vicdan hesabı değil, aynı zamanda toplumsal bir güç analizi ve bir akıl yürütme pratiği olmayı da gerektirir.

Bu nedenle inanç hiç bir toplumun üst kimliği olamaz. Bireysel tercihle doğrudan ilgilidir ve öznel bir tutumdur.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya abone olun!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet