Avatar
Şahin Filiz

Dağdan indim medreseye… Hüda Par ve HDP

featured

Şahin Filiz yazdı…

TBMM tarafından 3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhidi Tedrisat Yasası yani Eğitim-Öğretimin Birleştirilmesi Yasası ile eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış, medreseler kapatılmış ve eğitimde birlik sağlanmıştı. Ancak medreselerin bazıları yasadışı, bazılarıysa Kuran kursu adı altında faaliyetlerine devam ediyor. Bu durum, akademik çalışmalara da yansıdı. 2020’de “Günümüz Bitlis Medreselerinde Mantık Eğitimi (Norşin Medreseleri Örneği)” ve “Medrese Öğrencilerinin Popüler Dindarlık Düzeyleri: Tillo Örneği” adları ile yayınlanan 2 yüksek lisans tezinde medreselerin incelenmesi dikkat çekti.

Halen aktif olarak faaliyet yürüten medreseler hakkında yapılan yüksek lisans tezleri son yıllarda gittikçe artmaktadır. Araştırma alanı ve konusu olarak Yüksek Lisans tezlerine yansıyan medrese olgusu, akademik düzeydeki bu çalışmalarla dikkatleri üzerine toplamakla kalmıyor, aynı zamanda bir meşruiyet kazanma sürecini de işletmiş oluyor. Tezlerin akademik değeri ve bilimsel ciddiyeti ayrı bir eleştirinin konusu olmakla birlikte, asıl üzerinde durulması gereken nokta, bu yasadışı kurumların faaliyetlerini serbestçe sürdürmesi ve Türk devleti ile bölge halkı arasında kör bir nokta oluşturmasıdır.

Bu kör noktaların başında hem kurumsallaşma sürecine girmiş bulunması ve hem de faaliyet olarak Tevhid-i Tedrisat kanuna aykırı olmasıdır.

Tevhid-i Tedrisat Kanununa rağmen medreseler özellikle Doğu’da yaygınlaşmakta, adeta yürürlükteki kanuna meydan okunmaktadır. Yasadışı kuruluşlar ve faaliyetleri, bu kanuna göre gözlem altına alınıp gerekli müdahaleler yapılmalıdır.

Şimdi incelediğim tezlere yakından bakalım:

Tezlerden öne çıkan tespitler şöyle: “Bitlis’te aktif 23 medrese var. Toplam 900 civarında öğrenci eğitim görüyor. Bazıları ‘Kur’an Kursu’ adı altında varlığını sürdürüyor. Mezunlarının bir kısmı Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev yapıyor. Bir kısmı ‘Kur’an Öğreticisi’ oluyor. Eğitim-öğretim dili Kürtçe. İkinci dil, Arapça. Resmî kurumlardan bütünüyle bağımsızlar. Kendi programlarına göre hareket ediyorlar. Medreselerin binaları, maddi giderleri bölgedeki zenginler ve öğrenciler tarafından karşılanıyor.

Eğitim-öğretim içeriği “Seyda” adındaki ders veren öğretmenler ve şıhlar tarafından belirleniyor.
Medreselerin büyük kısmı ya 2007’den sonra açılmış ya da bu tarihten sonra yeniden kurulmuş.

Siirt’teki Tillo Medresesi öğrencilerinin düzeylerinin, İmam-Hatip Öğrencilerine göre daha yüksek olduğu savunuluyor.

Medreseler tezlerde verilen sayının çok ötesinde görünüyor.

Resmi dil Türkçe, buna göre eğitim-öğretim dili de Türkçe olmalıdır. Ancak sayıları gittikçe çoğalan medreseler, hem yasadışı kurumlar olarak hem de Türkçe yerine Kürtçeyi eğitim dili olarak kullanmakla, ilgili yasaya açıktan muhalefet etmektedir. Eğitim-öğretimde yarattıkları ikilik, dile de yansımaktadır. Ders veren Seyda adındaki hocalar, Nakşiliğin piri sayılan Halid-i Bağdadi ile bu medreselerin zihniyeti arasında yadsınamaz iltisak bulunduğu fikrini güçlendiriyor. Buna göre Doğu’daki medreseler feodalitenin hem nedenlerinden hem de sonuçlarından biri olarak işlev görüyor. Medrese-tarikat birbirini besliyor. Sayıları ve yoğunlaşan faaliyetleri bakımından medreselerin hızla inşası ve etkinleşmesi, büyük ölçüde 2007 yılından başlıyor. Müfredatlarından fen bilimlerini çıkarıp yalnız din eğitimine odaklanan medreseler, resmi kurumlar olan İmam- Hatip Liselerine yalnız kurum olarak değil, yetiştirdiği öğrenciler açısından da alternatif olma peşinde.

Bu durumda medreselerin, resmi din eğitimi veren kurumlar ve öğrencileriyle rekabet etmekten daha ileri boyutlara ulaşabileceği hesaba katılmalıdır. Bu medreselerin Cumhuriyet’in ilanından sonra Doğu’da gayri resmi bir şekilde varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürdüğünü tespit ediyoruz. Tezin bazı yerlerinde, bu medreselerin ‘Kuran kursu’ olarak resmi varlıklarını sürdürdükleri açıkça dillendirilmektedir. Bu medreselerden mezun olanların tezlerde, nerede ve nasıl istihdam edildiklerine ilişkin herhangi bir bilgiye yer verilmiyor. Ancak bir kısmının Diyanet’te görev aldıkları belirtiliyor. Diyanette cemaatleşme, gruplaşma anlamına gelir mi? Yıllar sonra Diyanet’i nasıl bir kadrolaşma beklemektedir?

Medreselerde dilin Kürtçe ve Arapça olmasına karşın mantık dersleri Türkçe anlatılıyor. Resmi dil Türkçe iken farklı dilde eğitim ne anlama geliyor, neye yol açar?

Bitlis’teki medreselerin büyük çoğunluğu 2007’den sonra kurulmuş ya da bu tarihten sonra yeniden aktif hale gelmiştir. Medreseler, resmi din eğitimi veren okullar ile karşılaştırılmakta, tezlerde, ‘medrese öğrencilerinin eğitim-öğretim kalitesinin ve dindarlık düzeyinin resmi kurumlardaki öğrencilere göre daha yüksek olduğu’ vurgulanarak medreseler, din eğitimi veren resmi kurumlara alternatif olarak gösterilmektedir.

“Daha dindar, daha ahlaklı öğrenciler yetiştirmek” amacında olduğunu vurgulayan Seydalar, bunu neyle ve nasıl ölçtüklerini açıklamaktan kaçınmaktadırlar. Devletin resmi kurumlarında yetişen öğrencileri, kendi öğrencileri nazarında “yeterince ahlaklı ve dindar” görmedikleri, ‘bu ihtiyaca binaen medreselerde faaliyet yürüttükleri’ anlaşılmaktadır. Bence asıl sorun, İslam dinini çağın ihtiyaçlarına göre öğretmek değil, etnik ve dini bölünmeyi, alternatif yasa dışı eğitim kurumları ile tabana yaymak, buna dini meşruiyet kazandırmaktır. Resmi yasaları ve hukukun hakemliğini, Seydaların toplumsal anlaşmazlıklarda “uzlaştırıcı” rol oynayarak etkisizleştirmeleri, eğitim ve eğitim dilinde ikilik yaratarak medreseler yoluyla devletin süreç içinde bölgedeki rolünü üstlenmeleri sonucunu doğuracaktır.

Medreselerde önceden fen bilimleri de öğretilirken artık tamamen dini eğitime yoğunlaştıkları söyleyen medrese sorumluları, medrese öğrencilerinin, ders veren Seyda adı verilen hocalara “Kölenizim” ve “Varlığım senin emrinde” gibi ifadeler kullandıklarını belirtmektedirler ve bu sözler de tezlerde yer almaktadır. Seydaların kölesi olduğunu söyleyen medrese öğrencileri, eğitim-öğretimin bilimsel ve çağdaş modellerine ters düşerek pasif bir rol almaktadırlar. Özgüveni, araştırma merakı, kişiliği ve yaratıcılığı baskılanan öğrenciler, çağın bilimsel ve teknolojik gelişmeleri karşısında en az 4-5 yüzyıl geriye itilmekte, yaşamın tüm yeniliklerine karşı kendilerini kapatmalarına neden olmaktadır. Bu noktadan itibaren öğrenciler, bütün dünyayı okudukları medresenin dört duvarı içine ve Seydalarının izin verdikleri dar yaşam anlayışına sıkıştırmak zorunda kalmakta; bu sınırlar dışındaki her şeye yabancılaşmaktadırlar. Aydınlanma, ilerleme, bilim ve teknolojideki gelişmeleri merak etme kavramlarına zamanla düşman kesilmekte; “verilen din”e aykırı bulmaktadırlar.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet değerleriyle taban tabana zıt olan bu psikopatolojik sonuçlar, zihinsel ve ruhsal bir hastalık olarak değil, “daha ahlaklı ve daha dindar olma”nın doğal sonucu olarak görülüyor. Cumhuriyet’in çağdaş eğitim felsefesinde öğrenci-öğretmen ilişkisi vardır; kul-efendi, köle-sahip ilişkisi düşünülemez. Özellikle eğitim-öğretimde kulluk, kölelik çağdaş, laik ve bilimsel bir yöntem olamaz. Adı eğitim kurumu olup köleleştirme kampları gibi işlev gören bu yasadışı kurumlara müdahale edilip oralarda gelecekleri karartılan gençlerimizin en az MEB’e bağlı kurumlardaki gençlerimiz kadar şanslı olmalarını sağlamak devletin vatandaşlarına karşı vazgeçilemez görevi ve sorumluluğudur.

Mantık eğitimi ve öğretimi yapıldığı öne sürülen bu mekânlarda tam tersine, mantık karşıtı, bireyleşmeyi yok eden bir eğitim veriliyor. Öğrenciler hem toplumdan hem de devletten koparılıyor. Medreseler adeta ayrı bir ülkenin eğitim-öğretim kurumları gibi davranarak yöntem ve içerikte Ortaçağ’a bile rahmet okutacak geri, çağdışı ve mantıkla ilgisi olmayan bir müfredat dayatıyor. Ayrıca bölge halkı, ‘ahlaklı, daha iyi dindar’ yetiştiriyor sanısıyla burada ders veren Seydaları toplumsal sorunların çözümünde lider kabul ediyor ve böylece devletin bölgedeki ağırlığı tehlikeye giriyor. Bu medreselere bir an önce müdahale edilip, kapatılmalıdır.

Kendileri yasadışı olan tarikat-cemaatler, yine yasadışı medreselerle organik bir bağ kurmaktadır. Resmi ve belgeli geçerli hiçbir eğitimi olmayan Seydalar ile tarikatlar liderleri, bu araştırmalara baktığımızda ya aynı kişilerdir ya da aynı tarikattandır.

Eğitimde, eğitim dilinde, kurumlarda ve amaçlarında ikiliğe neden olan medreseler, devletin etkisinin kırılmasında, 40 yıldır mücadele ettiğimiz teröre-ister istemez- kırılgan toplumsal ve sosyo-psikolojik bir zemin yaratmaktadır.

Daha vahimi, medreselerin özellikle Hizbullah iltisaklı Hüda Par’ın resmi parti programında savunulmasıdır: “Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve medreselerde verilen icazetlere resmi statü tanınmalıdır”[1] denmektedir. Hüda Par, sayfalar dolusu parti programında Cumhuriyet’e savaş açan Seyyit Rıza; Said-i Nursi, Şeyh Said gibi gerici ve bölücülere övgüler düzmekte; Türkiye Cumhuriyet’inin onlardan özür dilemesini istemektedir. Bunca şaibeli ismi, şaibeli istekleri sıralarken eğitimi medreseleştirmeyi hedef alan bu görünüşte bir cümlelik ama resmi açıklamalarında çağdışı görüşlerini ayrıntılı bir şekilde ısrarla yinelemektedir.

Gerici ve bölücü bu isimler kuşkusuz medrese konusundaki görüşleri ile doğrudan ilgilidir. Ancak bu yazıyı şimdilik medrese sorununa ayırıyorum.

Daha çok Doğu bölgelerimizde çoğalan medreselere Hizbullahçı Hüda Par’ın sahip çıkması rastlantı değildir. Ülkemizde eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğini ortadan kaldıran bu gayri meşru yapıların ‘iyileştirilmesi, asli fonksiyonlarına kavuşturulması ve verilen icazetlere resmi statü tanınması”na ilişkin bu program, doğrudan medreseleşmenin önünü açacak, bölücülükle, gericilikle ilintili bir taleptir. Bu talebin, Hüda Par’ın Cumhur İttifakı’nın bir parçası olmasıyla, daha ‘resmi’aşamaya doğru gideceği görülmektedir.

‘Medreseler iyileştirilmeli’ isteği, medreselerin hiç de iyi durumda olmadığını itiraf etmektir. Henüz kâğıt üzerinde resmileşmemiş olsa da fiilen resmidirler. Buna rağmen “iyileşmesi” talep edilmektedir. Kuramsal olarak resmi olması, fiili durumu yasal hale getirmeye yarayacaktır. “Asli fonksiyonlarına kavuşturulması” da aynı şekildedir. Bunca serbest faaliyetlerine rağmen, “asli (ne demekse!) fonksiyonlarını icra etmeyi başaramadıkları görülmektedir. En asli fonksiyon, olsa olsa ya Büyük Selçuklu ya da Osmanlı dönemindeki ‘fonksiyonları” olmalıdır. Bu da çöküşü hazırlamıştır. Ne var ki her iki dönemde de medreseler, kuruldukları amaç, kapsam, müfredat ve aydınlanma fonksiyonunu sürdürememişler; Nizamiye Medreselerinin 1067’da Bağdat’ta kurulan ilk şubesi, dönemin İslam Rönesans’ını bile temsil edememiştir. Üstelik İslam Rönesans’ının katili medreselerdir. Buna karşılık, Batı’da 21 yıl sonra, 1088’de Bologna Üniversitesi kurulmuş ve tarihsel süreç içinde gelişerek bugünlere ulaşmayı başarmıştır.

Medreseler İslam dünyasının yüksek öğretim merkezleridir. Batı’da bunun karşılığı üniversitelerdir. Aralarında İslam dünyası lehine 21 yıllık kuruluş farkı olmasına karşın, tarihsel süreçte Nizamiye Medreseleri, isim olarak Osmanlı’nın son dönemlerine kadar yaşamış olsa da İslam dünyasının eğitim-öğretim tarihinde etkin ve belirleyici kurumlar olamamıştır. Öyle ki Farabi, İbn Sina, Ebu Bekr Zekeriya Razi, İbn Tufeyl, Ebu Hayyan Tevhidi, Yunus Emre, Şeyh Bedreddin, Pir Sultan Abdal ve daha birçok filozof-bilgin hep medrese dışından yetişmiştir. Medreselerin yetiştirdiği dişe dokunur herhangi bir düşünür, filozof ya da bilim insanı yoktur. Bugün, medreselerin ateşli savunucuları dahil, İslam dünyasında, Nizamiye Medreselerini merak eden, orada lisans ve lisansüstü eğitim-öğretim görmek isteyen bir tek Allah’ın kulu yoktur. Ama bunun aksine, 1088’de kurulan Bologna’da, 13. Yüzyılda Avrupa’da kurulan   Cambridge’de, Sorbonne’da, Padua’da okumak için can atan milyonlarca Müslüman vardır. Hizbullahçılar çocuklarını medreselerde mi yoksa Batı üniversitelerinde mi okutmaktadır? Bunun yanında, etnik faşizm üzerinden bölücülük yapan HDP zihniyetinin önde gelenleri de aynı değil midir? Neden Cumhuriyet’in eşitlikçi, özgürlükçü, adil ve hukukun üstünlüğüne dayalı sistemine düşmandırlar?

Burada bir terslik yok mu?

Elbette var. Medreselerin felsefe, bilim, mantık, fen bilimleri, matematik, doğa bilimleri ve çağın sorunlarına yer veren bir müfredatı neredeyse hiç olmamıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde müfredatın çok az bir kısmında yer bulan bu bilimler, sonradan çıkarılmış; Arap dili, Kur’an ilimleri, Hadis, Tefsir ağırlıklı müfredatlar medreselere hâkim olmuştur. Öyle ki medrese müfredatları Kelam ilmini bile yer vermemiştir. Doğa bilimlerini dışladığı gibi, İslam uygarlığının içinde doğan kelam ve İslam felsefesini her zaman dışlamıştır.

Hüda Par’ın üç maddede özetlediği ve hayallerini süsleyen medrese işte bu medresedir. Felsefe, kelam, mantık, Doğa bilimleri, Matematik, Fizik, Tarih, Antropoloji asla bu yapılarda kendisine yer bulamaz. Bu kesimlerin eğitim-öğretimden anladıkları, ‘öğrenci’leri yaşadıkları çağdan, bilimden, gündemden, özgürlükten, sorgulamaktan uzak tutmaktır. Medrese sevdası art niyetlidir; çünkü medreselerin tarihine baksalar, Selçukluları ve en son Osmanlıları dünya karşısında ne denli zor duruma düşürdüğünü öğrenebilirler. Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan kinleri sadece gözlerini ve gönüllerini değil, akıllarını da kör etmiştir. Osmanlı eğitim sisteminin reformu Tanzimat Dönemi (1839-1876) başladı ve II. Meşrutiyet ve sonrasında (1908-1923) sürdü. Süleymaniye Medresesi’nin kuruluşundan hemen sonra, II. Selim (1566-1574) döneminden itibaren medresenin ıslahına gerek duyulmaya başlandı ve 26 Şubat 1910 tarihli Medaris-i İlmiye Nizamnamesi ile ilk kez ıslahına doğrudan el atıldı[2].

İslam dünyasında medreseler sorun çözmekten çok, sorun üreten yapılara dönüşmüş; ıslah, Hüda Par’ın deyimiyle ‘iyileştirme’ girişimleri daha 16. Yüzyıl Osmanlı’sında başlamış; bu ıslah girişimleri 1923’ kadar sürmüştür. Batı üniversiteleri bu beş yüzyıllık süreyi günümüzün Harvard’ı, Cambridge’i, Sorbonne’u, Bologna’sı için değerlendirmişken, İslam dünyası, medreseyi ‘iyileştirmek’ yolunda heba etmiştir. Şimdi de hedef, Cumhuriyet’i ve onun eğitim sistemini darma dağın etmektir.

Türkiye Cumhuriyeti giderek daha çok vakit kaybına yol açan bu nafile ‘iyileştirme’ girişimlerini sona erdirmiş; çağdaş, laik, bilimsel ve aydınlık bir eğitim-öğretim modeli geliştirmiştir. Köy Enstitüleri bu modelin en belirgin örneğidir. Hüda Par, bu modern eğitim-öğretim sistemine doğal olarak karşıdır. Neden karşı olduğuna dair herhangi bir savı, kanıtı, fikri veya bilgisi yoktur. Ancak düşmanlıktan gözleri dönmüş olmak, insanı hakikatlere karşı kör etmektedir.

Dağdan medreseye inmek, insanı eğitimli ve aydın yapmak için yetmemektedir. Batı’daki üniversiteler gibi, 500 yıllık devlet desteğine karşın, kendi ayakları üzerinde duramayan medresenin, çağdaş yaşama sanatını başaramayanlara vereceği bir şey yoktur.

“Dar”, “Beyt” gibi öntakısı olan “Beytu’l- Hime” (akıl ve felsefe evi), “Daru’l-Ulum” (Bilimler evi) ve bizde Daru’l-Fünun (Fenler evi) diye bilinen İslam medeniyetinin bilim ve felsefe kurumları yerine, iki de bir medreseyi eğitim kurumu gibi sunanlar, İslam medeniyetini bile “gayri İslami” ilan edecek kadar dağlıdır ve medeniyetten uzaktırlar.

İslam Rönesans’ını ve medeniyetini kavrayamayan dağlılık, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk’e, Türklüğe, Anayasanın ilk dört maddesine ve Türk bayrağına karşı iken medrese de aynı düşmanlık sendromundan kurtulamayacaktır. Çünkü dağ ile medrese arasındaki fark, Cumhuriyet devrimlerinden sonra kapanmıştır. İkisi de köleleştirmekte; Allah ve din ya da etnikçilik adına kendi tekelinde bir ilahlık iddiasında bulunmaktadır.

Hüda Par medreseleşen gerici ve bölücü bir zihniyeti savunurken HDP nerede durmaktadır? Medreseye, seydalığa, köleliğe, feodal gericiliğe o da sessiz kalmakta; açıktan din istismarını Hüda Par’ın üstlenmesiyle, diğer alanlarda ortak olduklarını her fırsatta dillendirmektedir. Aradaki fark, şudur: İlki, Cumhuriyet’e kendi uydurduğu dinsel söylemlerle; ikincisi de, içeriğini etnik sınırlarla belirlediği ‘barış, demokrasi, eşitlik’ gibi modern söylemlerle saldırmaktadır. Böylelikle Dağ ile medrese aynı noktada birleşmektedir.

Medreseler ve üniversiteler hakkındaki yazılarıma devam edeceğim.

 

[1] Hudapar.org/parti-programi.html

[2] Kemal Gürüz, Medrese v. Üniversite, Geri Kalmanın ve İlerlemenin Karşılaştırmalı Tarihçesi, İnkılap Yayınları, İstanbul 2020, s. 70 vd.

Dağdan indim medreseye… Hüda Par ve HDP

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 20 Nisan 2023, 13:11

    Teşekkürler sayın Filiz önemli,bilgilendiren yazınız için varolunuz ,saygılar.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!