Avatar
Şahin Filiz

Hilafet, İslam değildir… Şeriatçı, dindar değildir

featured

Şahin Filiz yazdı…

Son zamanlarda Işid, Hızbu’t-Tahrir, Hizbullah, Tarikatlar, cemaatler ve bu günlerde de Taliban tartışmalarının alevlenmesiyle, bazı şeriat heveslileri, Halifelik söylemlerini yoğunlaştırmakta; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti’ne  Cumhuriyet üzerinden düşmanlıklarını açık etmekte, cami inşaatlarına varıncaya kadar sözüm ona “Şeriat sancağı” asarak devlete, millete ve İslam dinine kafa tutmayı dindarlık diye pazarlamaya çalışmaktadırlar. Kökü içeride ve dışarıda olan bu provokatörlerin  din adına uydurdukları yalanları boşa çıkarmak ve halkımızın bunlara kanmasının önüne geçmek için bu yazımı herkesin okumasını özellikle rica ediyorum.

İslam kaynaklarında bu gün de yaygın kullanımda olan bir takım kavramlar vardır.  Tarih içinde uğradığı anlam değişiklikleri üzerinde sistematik bir görüş ortaya koyabilmek için Batı’da olduğu gibi, bizde de filolojik araştırmalar yapılmalıdır. Bu durum, bazı kavramları yakından incelememize engel değildir. Kimi kavramlar, ad olarak ortadan kalkmış; kimileri de adını koruyup anlam kaymalarına uğramıştır. Her iki tür kavram incelenmeye değerdir. “Kendi gitmiş, adı kalmış yadigâr” olan pek çok kavram vardır. “Ülu’l-emr”, “imamet”, “ hilafet” ve “saltanat” bunlar arasında en dikkat çekici olanlardır.

Anlamları tarih içinde bazı değişmeler geçirdiyse de, bu kavramlar günümüzde hala tüm canlılığı ile tartışmaların odağında yer almaktadır. Anlam farklılaşmaları dikkate alınmadığı gibi,bu hatadan doğmak üzere, birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Oysa aralarındaki anlam farklılığı çok açıktır.

Ulü’l emr, emir sahibi demektir. Türkçemizde kullandığımız “emir”, doğrudan doğruya “emretmek, “buyurmak”, “ yetki” ve “otorite” anlamlarına gelir. Arapça’dan geçmiştir ancak Arapça’daki geniş anlam evreni, adı kadar dilimize yansımış değildir. Buna göre Ulü’l emr, Arapça’da emir kavramının geniş anlamıyla, hem yetki ve hem de ehliyet ve liyakat sahibi demektir. “Emir”, Arapça’da sadece “buyurma değil iş, durum, yetki, marifet gibi anlamları içerir. Ulü’l-emr, şu halde, yetki ve liyakat sahibi demektir.

Ulü’l emr kavramı şu ayette geçer: “ Siz ey imana ermiş olanlar! Allah’a, Peygamber’e ve aranızdan Ulü’l-emre  itaat edin (Ulü’l-emr); ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Peygamber’ine götürün.”

Ayete dikkatlice bakalım.  Burada Ulü’l-emr, sadece yetki sahibi değil, ehliyet ve liyakati olan kimsedir. İtaat edilme meşruiyeti, bu özelliğinden kaynaklanır. Allah ve Peygamber’e itaatle birlikte anılması, onun bu iki kaynaktan devşirdiği meşruiyet nedeniyle değil; insanların ona emanet ettikleri yetki ve salahiyette nedeniyledir. Çünkü kimin Ulü’l-emr olacağına karar verecek olan, halktır; yoksa Allah ve Peygamber karar verip seçmez. Ayet çok açıktır. Eğer kime Ulü’l-emirlik verileceğine Allah ve Peygamberi karar vermiş olsaydı, ayetin devamında “anlaşmazlığa düşülen herhangi bir konuda onu yani konuyu “Allah’a ve Elçisi’ne  götürün”, denilmezdi. Mademki herhangi bir anlaşmazlık durumunda ilk götürülecek merci, Allah ve Elçisi’dir; yani ilahi ilkelerdir, o zaman Ulü’l-emr, halkın kendisine emanet ettiği yetki ve otoriteyi, yine halk için kullanacaktır.  Başka bir deyişle, Ulü’l-emr, dini ya da ilahi bir anlamı değil, insani ve dünyevi bir anlamı daha çok içermektedir

ALLAH, SİYASİ EGEMEN DEĞİLDİR

Ulü’l-emr, Allah adına ve Peygamber’e vekaleten emir ve yetki kullanmadığına göre, bu sıfatını, sahip olduğu liyakat ve ehliyete borçludur. Çıkabilecek anlaşmazlıkları çözmekte yetersiz kalırsa, durumun Allah’a ve Elçisi’ne götürülmesi gerekir. Bu ise, gidip iki merciiyle kişisel olarak görüşüp fikir almak değil; insanlar arasında adaleti temin etmek için ilahi ahlak ve hakkaniyet ölçülerine başvurmak demektir. Başka bir yazımızda, hak ve adaletin tamamen insani ve dünyevi bir yorum ve pratikler açısından değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştık.

İslamiyet, diğer dinler gibi, siyasi yönü de olan bir dindir. Ancak siyasi rejim öneren; bir devlet modeli ileri süren bir ideoloji değildir. Allah, siyasi bir varlık olarak algılanmamalıdır. Ulü’l-emr, dini bir otorite ve egemenlik yetkesi olarak görülemeyeceğine göre, “Allah’ın hâkimiyeti”, siyasi bir referansa dayanmaz.  Egemenlik, siyasi değil, ontolojiktir; tüm varoluşu ve varlığı kuşatan bir kavramdır.

“De ki: “Ey mutlak egemenlik sahibi (malike’l-mülk) Allahım!   Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Doğrusu Sen istediğini yapmaya kadirsin.”

Mülk, adalet ve yetki demektir. Bunun dini bir anlama sıkıştırılması, ayetin anlam kapsamını daraltır. Allah’ın egemenliği, Müslümanların siyasi egemenliği olarak yorumlanamaz. Öyle olsaydı, “dileğidiğini yüceltip dilediğini alçaltmaz”dı. Aksi halde, Allah egemenliği yalnızca Müslümanlara verir; onları yüceltir, kâfirleri alçaltır, denilirdi.  Demek ki burada, egemenlikten kasıt, siyasi olmadığı gibi, hilafetle ilgili de değildir. Egemenlik ve yüceliği Allah, kimi ya da kimleri isterse istediğine vermektedir. Egemenlik verilerek yüceltilen kimse, halife unvanı almaz. Alsa idi, Allah’ın hâkimiyeti kavramından, siyasi bir hâkimiyet anlamı çıkarmak zorunda kalırdık.

O halde halife ve hilafet ne anlama geliyor?   

“Zira O sizi dünyaya mirasçı yapmış (caale lekum halaifa) ve bazınızı diğerlerinize derecelerle üstün kılmıştır ki bahşettiği şeyler aracılığıyla siz sınayabilsin.”

Diğer bir ayette de bu “halife” kavramına biraz daha açıklık getirilmektedir. “Bütün insanlar yeryüzünün halifesidir.” O halde, “halife”, İslam tarihinde Hz. Muhammed’den sonra oluşturulmuş siyasal bir unvan olarak günüüze kadar gelmişse de, ayetlere, tüm insanlar için kullanılan varoluşsal bir niteliktir. Kur’an hilafeti tüm insanlığa vermiştir. Tek bir kişi ya da kuruma Allah adına devredilen siyasi bir yetke değildir. Hilafet, yeryüzündeki bütün insanların ortaklaşa paylaştığı; bununla birlikte, Allah’a benzemek için yarışmalarına gerekçe olan ahlaksal bir sıfattır. Hangi dinden olursa olsun, Allah hilafeti tüm insanlığa vermiştir. Ahlaki ilkelere uygun davranmak; ilk sofilerden Muhasibi’nin (ö. 857) dediği gibi O’nun ahlakıyla ahlaklanıp ahlaklanmamak tamamen insan teklerine bağlıdır.

Demek ki hilafet, insani ve ahlaki bir niteliktir. Halife ise, tüm insanlardır. En iyi halife de, Tanrı’ya ahlak ve huyca en çok benzeyendir.

Hailfe ve hilafet, ahlaki ve insani liyakat anlamına geliyorsa, İslam’da siyasi gücü Tanrı adına elinde tutan ruhani bir lider olabilir mi?

İslam’da Ruhani otorite anlayışı nerden çıktı?

661 yılında Ümmet’in parçalanmasına neden olan büyük tartışma, otorite ve iktidar arasındaki hiyerarşi ilişkisi üzerinedir.

Hz. Muhammed’in siyasal ve dinsel zaferiyle oluşan yeni faktör, yalnızca Kureyş kabilesinden Peygamber’in de mensubu olduğu Haşimi ailesi ile Süfyan oğulları ailesi arasındaki rekabetin daha karmaşık hale gelmesi sonucunu doğurdu. Arkoun, Hz. Muhammed’in Medine’de kurduğu cemaat gücüne bağlı örgütü, devlet olarak nitelendirmektedir.  Oysa onun zamanındaki siyasi güç, bir müminler cemaatinin, de facto varlığından oluşan bir güçtü. Yoksa bir devlet değildi. Ancak tarihsel zorunluluklar sonucunda bir hilafet kurumu oluşmuştur. Bizzat Peygamber’in bu yolda açık bir vasiyeti yoktu. Hz. Muhammed’in vefatından sonra oluşan bu hilafet kurumu ise özellikle ganimetlerin paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlıklar yüzünden çökmüştür. Her türlü siyasi aktiviteyi devlet saymak doğru bir görüş değildir. En geniş çaplı bir sosyal organizasyon biçimi olarak “Devlet”, teşkilatlanmış teşri ve icra organlarına sahip ve cemiyetin diğer kurumlarını kendi bünyesinde toplayan bir kurumdur. Böyle bir kurumlaşma hadisesi Peygamber zamanında yoktu.

İMAM VE İMAMET

İmam, bu gün kullandığımız anlamda, camii ve din görevlisi değildir. İslam tarihi içinde İmam, devlet başkanı olarak bilinmektedir. Ancak bu da, halife ve hilafet kavramları gibi, Hz. Muhammed döneminde bilinmiyordu. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların kendi aralarında çıkan bitmez tükenmez siyasi çekişmeler, türlü mezhepleri ve dini grupları yaratmıştır. Halife ve hilafet, Sünni literatüre ait olduğu gibi, imam kavramları da ve imamet Şiiliğe aittir. Her ikisinin de tarihsel kökleri vardır ama ancak dini nasslara (delil ve dayanaklara) dayanmaz.

Emeviler Peygamber’in getirdiği meşrulaştırma usullerini değil, gücü kullanmışlardır. Hariciler ise Kur’an’daki “Hâkimiyet (hüküm)yalnızca Allah’a aittir” düşüncesinden başkasını kabul etmediler.

Kur’an’da ve Peygamber’in eyleminde ifadesini bulan Başlangıç Modeline bağlılık, bu modelin sürekliliğini ve ortodoksisini korumak için yapılan dinsel çatışmalar çevresinde cereyan ediyor. Böylece Sünnilikteki Halife ve özellikle de Şiilikteki İmam, hem iktidarın hem otoritenin canlı simgesi olan kutsal varlıklar oldular. Hem İmam, hem de Halife kelamcı-fıkıhçılar tarafından Şafii’nin (ö. 820) kurduğu gelişmiş bir bilim olan usuli- fıkıh’ın yardımıyla kutsallaştırılan ve aşkınlaştırılan Şeriat’in kesin bir biçimde uygulanmasıyla uğraşıyordu.

Türk İmam Maturidi’ye Nebilerden ve resullerden sonra bir İmam veya devlet başkanı seçimi, kamu tarafından kabul edilmiş bir hak (bir vecibe)dir. Din ya da dini nassların değil, kamunun seçim hakkı ile ortaya çıkan başkanlıktan söz edildiğine özellikle dikkat etmemiz gerekir.  Maturidi, devlet başkanının bir vecibe olduğunu söylerken, kamusal anlamda bir zorunluluğu dile getirmiş olmaktadır.

Devlet Başkanı’nın özellikleri arasında Ali evladından ve masum olma şartı koyan Rafizilere karşı, Sünnilik, sadece yönetim liyakat ve ehliyetini şart koşar. Bu da dinsel değil, kamusal bir şarttır. Sünnilikte, “benden sonra hilafet 30 yıldır” sözü Peygamber’e atfedilirse de bu rivayet sağlam değildir. Çünkü Peygamber, halife veya hilafet kavramlarına yer vermemiştir.

Şiiliğe göre İmamet yani devlet başkanlığı, din ve dünya reisliği anlamında manevi bir kuvvettir. Hilafet ise, zahiri ve dünyevi teşkilattır.

Şiilere göre İmamet, mukaddes ve ilahidir. Dünya imamlardan boş değildir. İdare değillerse, gizlidirler. Ali evladından olmak zorundadırlar. Çünkü imamlar masum, efdal (en erdemli), mansus (daha önceki masum imam tarafından atanmış) ve müçtehittirler.

Masum demek, günahtan korunmuş olup, yaparsa yapsın hata olamaz ve derse ona itaat edilir. Dini esasları ilga edebilir, yenilerini koyabilir. Herkesten iyi ve günahsızdır.

Ehl-i sünnet’e göre ise tüm bu koşulların hiçbir dayanağı yoktur.

Hilafetin Dinsel Bir Kuruma Dönüştürülmesi

Halife, sonradan dinsel gerekçelerle kutsallaştırılan siyasi bir kavram olarak belirmiştir.

Modern tarih, parçalı toplumlara özgü iktidar pratiğini ve görüşünü içeren kolektif bilinci, her siyasal iktidarı tanrısal bir kerteye bağlayan kabile ötesi görüşe dönüştüren sosyo-kültürel süreci anlamaya çalışmaktadır. Pratikte, hegemonya savaşları iktidarın ele geçirilmesini ve uygulanmasını gerektirdi, ama hukuksal-teolojik söylem genişledi. Emeviler’in Şam’da (661-750), daha sonra da Abbasiler’in  Bağdat’ta (750-1258)  devlet kurumlarının kutsallaştırılmasında ve aşkınlaştırılmasında büyük bir güce sahip özerk bir akıl alanı haline geldi. Ulemanın elindeki bu hukuksal-teolojik akıl alanı günümüzdeki İslamcı hareketlerin yürürlükteki iktidara karşı çıkmak için kullandıkları bir kavramlar ve meşrulaştırma yöntemleri toplamı üretiyordu.

Temel kaynak Kur’an, sanıldığının aksine, Ulü’l-emr’in dine dayalı bir devleti yönetmeyi ön gören ve siyasal bir anlam içeren “şeriat”tan söz etmemektedir.  Bununla birlikte, “Şeriat” kavramı bazı türevleriyle Kur’an’da geçmektedir. “Şeriaten” (yol olarak), “Şir’a” (sistem) ve hayat tarzı (minhac), “mensek” (ibadet tarzı), “şara’a” (dinde uygun görmek), yol-yöntem göstermek gibi anlamlar içeren bir “şeriat” kavramını görüyoruz. Bu, dini bir rejime kaynak olarak gösterilmediği gibi, bunun uygulayıcısı olarak da ne halife, ne İmam ve ne de Ulü’l-emr’den söz edilmemektedir. Hatta “ Allah adına şeriat uydurmak” eleştirilmektedir:

“Yoksa onlar, (bu dünyadan başka bir şeyi önemsemeyenler) Allah’ın asla izin vermediği şeyleri  kendileri için (hukuki ve) ahlaki bir yükümlülük haline sokan sözde uluhiyet ortağı güçlere mi inanırlar?”

Allah adına ne yönetim, ne de yönetici tayin etmenin İslam’dan kaynaklanan geçerliliği yoktur. Bu bakımdan Işid ya da benzeri terör örgütlerinin halifelik ilanı tamamen batıldır ve İslam’da hiçbir meşruiyeti yoktur.

Hilafet masal, halifelik yalan bir iddiadır.

1-4Al-iİmran  
​2-3Al-iİmran 26.
​3-2Bakara30.
​4-35Fatır39.
​5- 5 Mohammed Arkoun, İslam Üzerine Düşünceler, Çvr. Hakan Yücel, Metis Y., İst. 1999, ss. 88-91.
​6-A.g.e.,a.yer
​7- Bkz. Şahin Uçar,İslam’da Mülkiyet ve Hilafet, İz Y., İst. 1996; ss. 135-137.
​8-Bkz.A.g.e.,a.yerler.
​9- Bkz. Mohammad Arkoun, İslam Üzerine Düşünceler, ss.88-91.
​10- Bkz. Yusuf Ziya Yörükan, İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler, K.B.Y., Ank.2001,ss.290-292.
​11- Bkz. Yusuf Ziya Yörükan, a.g.e., ss. 290-292.
​12- Bkz. Mohammad Arkoun, a.g.e., a. Yerler.
​13-45Casiye18
​14-5Maide46-47.
​15-22Hacc67.
​16-42Şura13.
​17- 42 Şura 13.

Hilafet, İslam değildir… Şeriatçı, dindar değildir

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

7 Yorum

  1. 27 Ağustos 2021, 10:18

    Kutlarım hocam,çok açıklayıcı olmuş.

  2. Hocam siz benim Cumhurbaşkanı adayımsınız! Aday olun gerçekten bir oy vermiş olalım ! şu fani dünyada ! herşeyimiz sahte!

  3. Dogma’yı kabul ettikten sonraki yorumların önemi var mı? 1+0=2 gerçek olarak kabul ediliyorsa, 2+0=3’tür, 3+0=4’tür vsvs.

  4. Helal olsun doğruları haykıranlara, yalan dünyayı yırtmanın anahtarı kanıksanmış ve tabulaştırılmış kabulleri reddetmektir. Dindarlık iddiasındaki yobaza, Atatürkçülük iddiasındaki mandacıya, milliyetçilik iddiasındaki natocuya gladyocuya amerikancıya, solculuk iddiasındaki sorozcuya, velhasıl ancak maskesiyle muteber tüm sahtekarlara aslında ne olup ne olmadıklarını çatır çatır söylemeden olmaz. Dindar dediğin nasıl olur, açıkça Kitap’ta belli. Allah’ın dinini yobazdan öğrenecek değiliz; Kitap’ta herşey net, tabii iyi niyetle okuyan ve anlamak isteyenler için. Atatürkçülüğün milliyetçiliğin özü ise tam bağımsızlık, ya istiklal ya ölüm. Solculuğun birinci maddesi antiemperyalizm. Bunları malesef unuttuk ve unutturulduk. Yobaz dediğin asla ne dindar ne müslüman olamaz zaten, en iyi ihtimalle ya müşriktir veya münafık, ki ele başları 80 sene 100 sene önce genelde ingiliz ajanıydı bugün ise amerikan veya israil ajanı. Gerçekleri haykıranlara, hakseverlere helal olsun!

  5. Bu Hurafeci Mezhepçi Dincilerin Neyi islam hocam !! Bunlar sadece Yaptıkları Kötülüklere Kılıf !! Ben şimdi islam tarihinde olan ve islam tarihi kitaplarında yazan bir hadiseyi yazsam ve bunlarla ilişkilendirsem ! Beni Manevi değerleri aşağılamak , Halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmekten başıma bir dünya hadise gelir.
    Adamlar hem Kötü örneklerle dolu din kitabı diye kitap yazıyorlar hemde bu örnekleri kendileri gibi anlatmayanlarıda şuçlu ilan ediyorlar.
    Dolayısı ile anlatamıyoruz anlatamayınca ortalık bunlara kalıyor !! ortalık bunlara kalınca insanlarda aaa herkes aynı şeyi söylüyor demek ki bu hadiseyi böyle hayırlı bir hadise diye kabulleniyor.

  6. Benim anladigim kadariyla, Kuran bize sadece bir anayasa veriyor. Alt sinirlar ve ust sinirlar belirlendikten sonra, Allah rahmetinden ve bence sinavindan oturu bizi kendi halimize birakmis. Eger Kuran kanunlari uygulanabilseydi, hicbir kadin zulum gormez, hicbir masum aci cekmezdi. Evlilikler guzel olacagi gibi, bosanmalar da guzellikler icinde olurdu. Hirsizlar ve arsizlar toplumda saygi gormezlerdi. Munafiklar ve gercegi orten kafirler yol bulamazlardi. Emeviler fitne tohumlarini ekerek islamiyetten intikamlarini aldilar. Allah’in dinini iki mutesabih ayet uzerinden basortusune ve bacak arasina indirgediler. Sonradan gelenler de osmanli dahil olmak uzere bu duzenden nemalandilar. Halki tenzih ederim elbette. Dedigim padisahlar. Sadece cumhuriyetin ilk yillarinda biraz dogru yolu bulur gibi olduk, sanirim Allah da bundan memnun olmustu, cunku o donem yaptigimiz kalkinmanin 10 da birini sonraki 80 yil icinde yapamadik, insanlik olarak surekli geriye gittik.

  7. “Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet, bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir.”
    Mustafa Kemal ATATÜRK

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!