Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…
Nasreddin Hoca, bir kış günü, gece yarısı, kapısının önünde bir gürültü duymuş. Soğuktan dolayı yorganını sırtına alarak dışarı çıkmış. Birkaç kişinin kavga ettiğini görmüş. Hemen yorganını bir kenara bırakarak onları ayırmaya girişmiş. Bu arada açıkgözün birisi, Nasreddin Hoca’nın yorganını çalıp kaçmış. Az sonra Hoca’nın da gayretleriyle kavga bitmiş, taraflar barışmış. Ama Nasreddin Hoca, evine yorgansız dönmüş.
Karısı:
– Kavga neden çıkmış, öğrendin mi, diye sormuş Hoca’ya.
Nasreddin Hoca, gülerek cevaplamış:
– Hatun, ne sorup duruyorsun. Kavga bizim yorgan yüzündenmiş. Yorgan gitti, kavga bitti işte.
Üç dört gündür ülkemizin çeşitli kentlerinde protesto yürüyüşleri düzenleniyor. Katılımcıların büyük çoğunluğu, ekonomiden dış siyasete, ücret politikalarındaki eşitsizliklerden işsizliğe ve nihayet sis bulutuyla çevrelenmiş bir gelecek kaygısıyla meydanları dolduruyor. Protestoya katılanların yine büyük çoğunluğu, Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmakta ve Türk milletinin kaderini etkileyen iç ve dış olumsuz etkenlere karşı haklı bir refleks göstermektedir. Bu eylemleri tetikleyen kuşkusuz hukuk usulünde yinelenen yanlışlardır ve bu yanlışların hukukun esasına müteallik (bağlı) çok ciddi suçlamalar üzerinden yürütülen yargılama süreçlerini derinden etkilemesidir. En haklı olduğunuz yerde belki de usul hataları esastaki haklılığınızı ortadan kaldırabilir. Kimin suçlu olup olmadığını bu koşullar dahilinde adilane bir şekilde karara bağlamak imkansızlaşmaktadır. Eskilerin deyimiyle, “usul bilmeyen vusule eremez”. Hukukun üstünlüğü ve yurttaşların hukuk nazarında eşitliği ilkesi, genellikle, esasa sirayet eden hukuk usulünde tekrarlanan hatalarla aşındırılmaktadır.
Hukuken “şüpheli” olanın, hukuk usulündeki ihlallerle kamuoyu nezdinde sözde “mağdur”a dönüşmesine yol açmak, kamuoyunun hukuka güvenini sarsacağı gibi, hukukun üstünlüğünü ve yurttaşların hukuk önünde eşitliği ilkesini gölgede bırakarak sözde mağdurların “hukukun üstünde” kahramanlara dönüşmesinin de yolunu açacaktır. Bugünkü fragmanı yıllar önce de izlemiştik; başladığımız yere yeniden dönüyoruz. Ortada bir kavga varmış gibi görünüyor. Umut edelim ki, Nasreddin Hoca rolünü oynadıklarını fark edenlerin sayısı giderek artacaktır. Usuldeki yanlışlar, “mağduriyet sırası bende” dedirtecek kör döngü tablosu çiziyor. “Kahramanlar” bir süredir “mağdur”lardan neş’et ettikçe, “mağdur”, iktidar olsa da “muktedir” olamıyor. Çünkü iktidar öncesi “mağdur” olan, iktidara geçince aynı rolü sürdürerek Türk halkının, mağduru, tarihsel-kültürel koruyucu geleneğiyle sarıp sarmalayacağını; mağduriyetten başkaca bir “maharet” aramayacağını çok iyi biliyor.
“Mağdur”- “Mağdur eden” diyalektiği, ülkenin en can alıcı gündeminde bile öne çıkan baskın bir olguya dönüşüyor. Bu ikisi arasında kavgalar çıkıyor; kızılca kıyamet kopuyor. Türk halkı, sözüm ona bu kavgayı ayırıp tarafları uzlaştırmaya her çabaladığında “yorgan”ından oluyor. Kavga bitiyor; dünkü “mağdur”, mağrur; bugünkü “mağrur”, “mağdur”a dönüşüyor. Diyalektik süreç her defasında yeniden işliyor; roller değişiyor. Kavga bitiyor; Nasreddin Hoca daha evine dönmeden roller dağıtılmış; kavgadan önceki düzenden eser kalmamış oluyor.
Türk halkının üretime, işe, aşa, insanca yaşama, çağdaş, aydın, inançlı ve ilkeli olmaya ihtiyacı var; laik sosyal hukuk devletinin bekasını savunmak, Cumhuriyet’in bütün kurum ve kuruluşlarıyla çağdaş medeniyetleri aşan bir geleceğe doğru ilerlemek ve bu sayede başı dik bir Türk vatandaşı olmak için çırpınıyor; tıpkı mahalledeki kavgayı ayırıp sükûnet sağlamaya çalışan Nasreddin Hoca gibi. Kör döngü içinde yinelenip duran her kavgayı, ülkesi ve milleti için durultmaya çalıştıkça yorganından oluyor.
Bu yorgan, Cumhuriyetimizdir; Özgür Özel’in laciverte boyadığı Altı Ok’tur. PKK teröristlerine peşkeş çektiği binlerce yıllık Türk bayramı Nevruz’dur. Malazgirt’ten İstanbul’a sıçrayan PKK terörünün nümayişleriyle tehdit altına giren milli birliğimizdir. Bebek katili terörist başının, kirletmesi için çağrılan Gazi Meclisimizdir. Saraçhane’de kaderlerine terk edilen yüzbinlerdir. PKK bayrağına paçavra dediği için Özgür Özel’in DEM’den özür dileyerek hiçleştirdiği belediye başkanıdır. PKK paçavralarıyla Türk bayramını gasbetmeye çalışan bölücü gösterilerinin işgal ettiği Anadolu topraklarıdır. Paçavra lafından özür dileyerek partisini ve belediye başkanını ayaklar altına alan Özel’in işgal ettiği Atatürk’ün partisidir bu yorgan. Cumhur İttifakı’nın Hizbullah iltisaklı Hüda Par ve bölücü terör örgütünün ortak çalıştayla Türkiye Cumhuriyeti topraklarında etnik-mezhepçi devlet kurma ilanına İmamoğlu kadar duyarlılık göstermeyen bir kısım yığınların körelmiş yürekleridir.
Halk muhalefeti çok değerli ve tartışılmazdır. Şiddete, teröre ve kamu huzuruna zarar vermedikçe, insanlar bir şeyi beğenmek veya beğenmemekte özgürdürler. Özgürlük, verilen bir lütuf değil, derin düşünme ve bu düşünmenin ürünü olan bir ödüldür. Bu ödül, yeni bulunacak bir haminin ödülü olmamalıdır. Özgürlük hamiler, padişahlar, juniorlar, şeyhler ya da şıhlardan dilenilecek bir iyilik beklentisinin ifadesi olamaz. Seküler ya da dinsel olsun, tarikat-cemaat psikozu, Türk halkına hak ettiği özgürlüğü hiçbir zaman veremeyecektir. Halk muhalefeti, muhalefetin ne demek olduğunu on yıllarca kavrayamamış partilerce konsolide edildikçe, çöle akan sudan farksızdır. Kişilere endeksli milli muhalefet, tıpkı kişilere endeksli iktidar düşüncesi gibi, derinliksiz, belirsiz ve sönümlenmeye mahkûm olacaktır.
Altı Ok, partiler üstüdür. Bunu simge olarak taşıyan bir parti, Türk milletinin doğal bir parçası olan “Kürtlere devlet vadediyorum” diyemez. PKK paçavrasına paçavra dendiği için kendi başkanını boşa düşürmez. “Milletim” değil, Türk milleti, der. Ülkemizin bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve devrimlerine, Türk kimliğinin egemen bir kimlik olduğu gerçeğine, Türk devletini ayakta tutan ilk dört ve ona bağlı diğer maddelerine, tarımına, toprağına, suyuna, sınırına, işçisine, köylüsüne, memuruna, emeklisine velhasıl 86 milyonluk Tük milletine, sahip çıkar. Arapça tabelaları Kur’an ayeti sanacak kadar aklıyla arasını açmaz. Atatürk adını meydan konuşmalarında joker gibi kullanmaz; ilkelerini hem kendi ruhuna hem de partisinin en küçük birimlerine kadar kazır. Atatürk’ün sarı saçından, mavi gözünden değil, aklından ve inancından söz eder.
Altı Ok budur.
“Kürt Sorunu” yalanının tıpkı “Ermeni Soykırımı” gibi uluslararası emperyalist bir yalan olduğunu açıkça, yüreklice ilan eder. Bölücü koroya katılmaz. Muhalefet ettiği şeylerin aynısını yaparak iktidar hayalleri kuramaz. 86 milyona protesto çağrısı yaparken özrü sadece Kürtlerden dilemez.
Parti veya kişilere özgülenmiş protesto, yorgan kaybettirir. Kavga ediyormuş gibi görünen aktörler, Nasreddin Hoca misali araya giren halk tarafından sakinleştirilir; sanırız ki işte tarafların barışmasıyla gerçek sükunete kavuştuk. Hayır, bin bir riski göze alarak fırladığımız sokakta yorganımızı yitirmişiz. Çünkü kavga eden taraflar ne çok benzeşiyorlar. Nasreddin Hoca, gerçekten kavga var sanıyor. Ama farklı mevzilerden aynı ezberleri tekrarlıyorlar: “Demokratik siyaset”, “Ana dilde eğitim”, “Halkların kardeşliği”, “Eşit vatandaşlık”… Bu emperyalist nakaratları, kavganın iki tarafı da zımnen veya alenen paylaşmıyor mu? Bir taraf bebek katilini tepemize çıkarırken öbür taraf da onun teröristleriyle “helallik” dileyerek fingirdeşiyor. Meydanlarda onlara hitaben nutuk atıyor. Biri PKK’nın cani ağasını, öbürü katiller sürüsü olan marabasını gönüllüyor. Ne yürüyüşü, kimin adına? Neyin gösterisini, kime karşı ve neden? Kavga, ağa ile maraba tercihi mi?
Bu kavganın tarafları en sosyalist geçinen cahilinden en gerici militanına kadar, “Cumhuriyet dinimizi yok etti” iftirasında hemfikir değil midir?
Türk halkı, muhalefet enerjisini, kişiler veya partiler çölüne değil, ilkelere ve kurumlara, Cumhuriyetimizin bekasına yönelik saldırılara karşı akıttığı an, ülkemizin bağları, bahçeleri, dağları ovaları yeşerecek; Türkiye sadece 86 milyonluk Türk milletinin vatanı olacaktır.
Kavgaya değil yorganımıza sahip çıkalım. Çok üşürüz, açıkta, ortada, yurtsuz, milletsiz kalırız. Kavga er geç biter ama giden yorgan için onu geri verecek Atatürk’ü bir daha bulamayız.
Burada sadece iyi ve olumlu yorumlara izin veriyor ve eleştiri ve farklı düşüncelere yer vermiyorsunuz. Bu kafayla giderseniz kafayı çok çakarsınız!
Sağolun Hocam; yaşananlar, ancak böyle tanımlanabilirdi…
Sayın Şahin Filiz,
Çoğunluğu kitap okumayan bilgisiz cahil vatandaş anlamaz.
halkın çoğunluğu kendilerini kandırıp aldatan fakir yoksul borçlu işsiz köle yapan yalancı sahte tanrıcılık oaynayan siyasetçilere oy verip destek olur.
Adalet ve hukukun olmadığı, her gün zulmün yükselerek çoğaldığı, cinayetlerin hırsızlıkların iftiraların yalanların faizin zinanın vb günahların rahatça mutlu olarak yapıldığı ülke yıkılır yok olur.
Allah’ın yasasında asla değişiklik olmaz.
inanılmaz tespitler harika bir üslup !!! Tek ricam CHP’nin içinde halen varolan gerçek Atatürk’e şekilsel değil ilkesel bağlılığı olan kişiler ile doğrudan temas ve panaller ile CHP’yi olması gereken çizgiye çekmek olmalıdır. En kısa kurtuluş yolu bu !!! Ancak haklısınız 23 yıldır çekilemiyorsa ya çekilecek şey çok ağırdır ya da çekenlerin gücü yeterli değildir!!! CHP’ye Atatürk ‘ün partisi denmesi yasaklanmalıdır . Yıllardır bu sloganla en az %20’nin iradesine ipotek konulmakta ve bu durum herzaman karşıtların kazanmasına yolaçmaktadır. İlke bazlı birliktelik en azından üniversite gençliği üzerinden kurulmalıdır. Nihat abinin konuşmaları tarihsel olarak kesilip düzenlenip günümüz sorunlarının faillerini ifşa edecek şekilde kısa viral videolar ile üniversite gençliğine ulaştırılmalıdır. Ortak paydamız ilkeye bağlı Atatürk olmalıdır. Saygılarımla…